Nefes almak, soluklanmak

İnsan, dinlendiği, anlaşılmak istendiği, empatinin karşılıklı olarak güçlü bir biçimde eyleme geçirildiği ortam ve toplumlarda soluklanabilir.
İnsan, dinlendiği, anlaşılmak istendiği, empatinin karşılıklı olarak güçlü bir biçimde eyleme geçirildiği ortam ve toplumlarda soluklanabilir.

Nefs kelimesi de nefes ile aynı köktendir. Hayatta, yaşayan ve diri olan bir canlı olarak nefes almaya devam insana ait bir tanımlamadır Nefs. Alacağı nefesi kalmayan yani son nefesi teslim eden insanın nefsine ait bir iradesinden söz edilemez. O hâlde nefes almak aynı zamanda nefsin arzularını yerine getirebilmenin de gerekli şartıdır.

Soluklanma, insani bir ihtiyaç, şüphesiz. İnsan dışındaki diğer canlıları da soluklanırken izlemek mümkün müdür? Sorunun cevabı için elimde bilimsel bir veri olmamakla birlikte, evet diyebilirim diye düşünürüm. Kuşlar uçsa da arada bir yere konup nasıl etrafına bakıyor, kediler koşuşturmaca yanında çevresini süzüyor ve bazı çiçekler güneş ışığına bağlı hareket ediyorsa, insan dışındaki canlıların da sürekli aynı eylem içinde olmadıklarını, arada soluklanma sergiledikleri çıkarımında bulunabiliriz. Tabii ki bu soluklanmaların gerekçesi farklı olabilir.

Ne-Fe-Se harfleri kökünden Arapça kaynaklı nefes kelimesinin karşılığı olarak sözlüklerde ilk sırada yer alır soluk. İnsanın hayatını sürdürülebilmesi için havadaki oksijeni alma eyleminin adıdır aynı zamanda nefes. Nefes almazsak yaşayamayız, deriz örneğin. Ama aynı zamanda sevdiklerimizin nefesleri de bizi hayata bağlar. Bir bebeğin nefesi ne güzel kokar ve o kokuyu Cennet ile ilişkilendiririz. İtimat ettiğimiz ve kendisinden akıl ve ruh anlamında istifade edebileceğimizi düşündüğümüz dost, arkadaş ve sevdiklerimiz ya da aşık olduklarımızın nefesi de çok kıymetlidir her birimiz için. Tüm bu nefesler bizi iyiye güzele yaklaştırdığı için bu nefesleri ararız, yokluklarında kendimizi yalnız hissederiz. İnsanın kendi nefesi hayatta kalmasına yeterdir elbette ancak etrafımızda bizi diri tutacak nefesler olmaz ya da azalırsa sadece kendi nefesimiz bizi hayatta tutar, soluklanma hâlimizi zayıflatır.

Nefs kelimesi de nefes ile aynı köktendir. Hayatta, yaşayan ve diri olan bir canlı olarak nefes almaya devam insana ait bir tanımlamadır nefs. Alacağı nefesi kalmayan yani son nefesi teslim eden insanın nefsine ait bir iradesinden söz edilemez. O hâlde nefes almak aynı zamanda nefsin arzularını yerine getirebilmenin de gerek şartıdır. Yaratıcının takdir ettiği kadar nefes sahibi insanın nefsi son nefes ile anlamını yitirir. Nefsini dizginlemesi yerine Kitap ve Peygamber rehberliğinde aldığı nefesi anlamlı kılması beklenir insandan. Bu sebeple de soluklanmak, insanın arzu ettiği bir eylem olsa gerektir.

  • Öyle değil midir? Kimi konuşmaları dinler, bazı metinleri ya da haberleri okurken soluğumuz kesilir gibi olur, nefes darlığı yaşarız âdeta. Çarpıtıyordur, eksilterek veya abartarak konuşuyor ya da yazıyordur, yargılıyor, hüküm veriyor ve itham ediyordur.

“Ne hakla,” dersiniz, “hangi yetkiyle böyle bir yargıda bulunuyor_” şeklinde sorgularsınız. Bu tür yaklaşımların yoğunlaştığı ortamlara daha fazla muhatap olmaya başladığınızda boğulur gibi olursunuz. Bu tür mesajlara mecbur kalan insanları düşünün bir. Nasıl bir azap olsa gerek. Vasatın böylesi bir hâle geldiği toplumdaki bireylerin yaşadığı nefes darlıklarını tahmin etmek bu bağlamda zor olmasa gerek. Özellikle böylesi durum ya da toplumlarda soluklanabilecek ve insanı besleyecek nefesin önemi açıkça anlaşılabilir.

İnsan, dinlendiği, anlaşılmak istendiği, empatinin karşılıklı olarak güçlü bir biçimde eyleme geçirildiği ortam ve toplumlarda soluklanabilir. Konuşurken, soru sorar, sorgular ya da eleştirirken yargılayıcı nefeslerle boğulmaya çalışılmadığı zaman ancak nefes alabilir insan. Karşısında sürekli bildiği doğrularla hüküm veren, vaaz eden, talimat sıralayan bir vasatta, nefesi kesilen insanın sığınağı olur bu tür soluklanmalar. İmkânsızlıklar arasında sığınacak bir liman olarak görülür bu soluklanma adaları. Gelişen haberleşme teknolojileri sayesinde her daim yüz yüze olmasa bile bazen bir tek kelime, bazen bir cümle, bir tebessüm, bir mimik, bir nasihat ya da bir emoji, boğucu ortamdan çıkışın vesilesi olabilir.

Ailede anne ya da babanın, abla veya abiler, aileyi soluklanma alanı yapabileceği gibi birbirlerine nefes de aldırmayabilir. Ebeveyn çocuk ilişkileri de nefes darlığı veya soluklanma sebebi olabilir. Öyle ki, aile içi yaşanan bazı olaylar ömür boyu nefes darlığına dönüşebilir.

Bazı arkadaş ya da dostlarımızı tüm yoğunluğumuz içinde soluklanma adası olarak görürken, arkadaşlık yapmak ya da birlikte olmak durumunda olduğumuz kimileri ise bulunduğumuz ortamı teneffüs edilmez hâle getirebilir. Çocukken, okulda, iş hayatında, gönüllülük çalışmaları yapma niyetiyle bulunduğumuz kurumlarda, hayatın kaçınılmaz parçasıdır bunlar.

İstemesek bile maruz kaldığımız ya da bırakıldığımız nefes darlıklarını besleyen, hatta ortaya çıkaran önemli sebeplerden biri de şüphesiz, her düzeyde ve her bağlamdaki etkileyici kişi, rol model veya otoritedir. Ailede baskın ve domine edici özelliğe sahip olanlar, okuldaki yönetici, öğretmen, sınıftaki arkadaşların bir kısmı ya da herhangi birisi, işteki patron, yönetici veya çalışma arkadaşı, sokaktaki oyun arkadaşı, vakıf veya dernek yöneticisi, siyasi parti lideri, kamu kurumu yöneticisi, bürokrat, siyasetçi, bakan ve hükümetin başı, bulunduğu ortamı soluklanma alanına çevirebileceği gibi, kendileri dışındakilerin nefeslerini kesmeye azmetmiş bir rolü de oynayabilir.

Bu yüzden bazı mekân ya da ortamlardan ayrıldığımızda, “Oh be, dünya varmış!” deriz. Baskın karakter ya da otoritenin etkisi altında soluk alamayanlar, oradan ayrıldıkları veya yalnız kaldıklarında, “Rahat bir nefes aldık” gibi yorum yaparlar. Bazen de bir sınav stresi ya da heyecanlı bekleyiş esnasında nefesimiz kesilir gibi olur. Öyle ki, bu tür durumlar kimilerini fiziksel olarak da zora sokar ve tıbbi müdahaleyi gerektiren sonuçlarla karşılaşılır.

Yanında iken veya yanımızda hissettiğimiz sevdiklerimizle ilgili acı bir haberi aldığımızda nefes alamadığımızı hissederiz bir an. Haksızlık ve adaletsizlik karşısında hassasiyeti olanlar, hele de ellerinden bir şey gelmiyorsa boğuluyormuş hissine kapılabilir. Heyecanlı bir film izlerken, olumsuzlukla sonuçlanma ihtimali yüksek bir olayın canlı tanığı olurken de nefesimiz kesilebilir. Ama en acısı, aileden toplumun tamamına, en küçüğünden en büyüğüne, yönetim baskısının yoğun olduğu topluluk ve toplumlardaki nefes darlıklarının dayanılmaz hâli olsa gerektir. Sevmeseniz, hoşlanmasanız bile ya da aynı görüşü paylaşmasanız da, temel insan haklarının aranamadığı bir toplumda yaşamanın ortaya çıkardığı nefes darlığını bir düşünün. Sureta seçimlerin yapıldığı ancak sonuçların önceden belli olduğu ortamı düşünün. Birilerinin sadece doğduğu aileden dolayı hak etmediği kazanç ya da pozisyonlara sahip olurken kimilerininse sığınmak zorunda kaldıkları toplumda göçmen karşıtlığının boğucu atmosferini hayal edin.

Demek ki nefes alınabilen her ortam ve toplum, bireylerin soluklanması anlamına gelmiyor. Solunan hava aynı olsa da etkileri farklı olabiliyor. Kaldı ki, aynı ülkede kimileri geçim derdi adına sağlıksız havayı soluyarak üretimin parçası olurken kimileri ise onların ürettiği ürünleri keyif tüketimi olarak kullanabiliyor.

Hayatta, yaşayan ve diri olan bir canlı olarak nefes almaya devam insana ait bir tanımlamadır nefs.
Hayatta, yaşayan ve diri olan bir canlı olarak nefes almaya devam insana ait bir tanımlamadır nefs.
  • Birilerinin nefsine hoş gelen kahve tüketimi adına örneğin dünyanın herhangi bir coğrafyasındaki başkaları sadece günlük ihtiyaçlarını karşılayabilme adına ömür tüketmeye devam ediyor.

Tüm bunlar devam ederken ve bugün bu tür olaylar daha fazla biliniyorken, yine dünyayı domine eden veya otoritesi güçlü olan devlet yönetimleri, dünyanın başına bela ettikleri bu nefes alınamaz atmosferin kirletme faturasını nefessiz bıraktıkları toplumların sırtına yüklemeyi de erdemli bir davranışı yine kendi sahipliklerinde sunmayı becerebiliyor.

İnsanlık tarihi, nefsine uygun bir toplum oluşturma mücadelesinin de bir tarihi aslında. Nice otoritenin kendi devrinde kendi ideolojisini toplumun fertlerine dayatma çabasını biliyoruz. Yönetilenlerin bir kısmı, belki önemli bir kısmı, aidiyet duygusu ya da bağlanma yoluyla istenilen düzeyde soluklanmayı kendisine şiar edinirken kimileri ise aslında yöneticinin kendilerine sunduğundan daha nitelikli bir nefesi hak ettiğini düşünmüş ve düşünmeye devam ediyor. İktidarları genişletme adına gerçekleştirilen savaşların pek çoğunun sadece iktidar sahibi olan kişilerin kendi ülke sınırları içinde değil farklı toplumların da nefessiz kalmasına neden olan sonuçlara yol açtığı da insanlık tarihinin üzücü, fakat tartışmasız gerçeklerinden bir başkasını bizlere gösteriyor. Üstelik sadece kişisel hırsı pahasına bunları yapan çok sayıda örneği tarih not etmiş durumda.

Doğumundan ölümüne nefsi ile nefesi arasında soluklanan insan, kendisine alan açmaya çalışırken farkında olarak ya da olmaksızın başkalarının alanını kısıtlayabiliyor. Böyle bir şeyi kendisine doğal hak olarak görenler yanında, şartların kendisine sağladığı güç ile ya da bir şekilde yaptığını meşrulaştırmak suretiyle diğer insanları boğucu bir ortamın içine atabilenler de söz konusu. Aslında meşrulaştırma çabası sadece otoritesi ya da dominant özelliğini kullanıp çevresindekilere soluk almayı zehir edebilenler yanında var olan şartlarda nefes almayı yeterli görmeye alışan ve hatta bunu kendilerine iktidarın bir bağışı olarak görenlerin de kendi meşrulaştırma çabalarını boğucu ortamların önemli sebepleri arasında saymamak haksızlık olur. Diğer bir ifadeyle, insan belki de çoğu kez kendi nefsi adına nefessiz kalmaktan hoşlanabiliyor. Kim bilir, insanın narsist bir varlık olarak tanımlanması da bu durum ya da sonucu besliyor olabilir. Bir diğer sebep olarak ise insanın hem dünyevi hem de uhrevi konularda zihnen ve ruhen rahata ermesini sağlamak üzere kolaycı yaklaşımla başkalarını aracı kılması gösterilebilir.

  • Hayatını sürdürebilmesi için nefes alması zorunlu olan insan, ama nefsine uygun düştüğü, ama kolayına geldiği, ama başka bir ihtimalin olamayacağı düşüncesi ile kendisine sunulanı teneffüs etmeyi kabul edebiliyor.

Bir adım daha ileri giderek bundan hoşlanabiliyor. İktidarların ve yöneticilerin güçleri yanında şansları da aslında bu yaklaşıma sahip insanların toplumların genellikle çoğunluğunu oluşturmalarından kaynaklanıyor. Aldığı nefesin hayatı daha nitelikli yaşanmasına engel gören, nefsine uygun nefes alınabileceğini düşünen ve bu amaçla eleştirel bakabilen insan, soluklanma alanları arıyor kendisine.

Medyadan beklenen, kurallı ve kurumları yerleşik toplumların sağlaması gereken, nitelikli nefeslerin alınabildiği tek bir nefsin değil diğerlerine zarar vermemek kaydıyla bireylerin nefislerinin farklı isteklerin dikkate alındığı toplum inşasına katkıdır şüphesiz. Toplumu koruma adına tüm bu araçların toplumun nefesini kesen bir biçimde kullanılması da tabii ki mümkündür. Bakış açısına göre iktidarların, otoritelerin veya dominant karaktere sahip olanların nefes kesmeye yönelik çabaları topluma soluklanma alanı açma girişimi olarak görmesi ve göstermesi de pekâlâ mümkündür. Bu tür ortamların ürettiği önemli sonuçlardan birisi, soluklanma ihtiyacı hisseden az sayıda da olsa insanların kendisine soluklanmada bir liman olarak göreceği, öğretmen, hoca, yönetici, medya organı, arkadaş, bürokrat, siyasetçi... göremez hâle gelmesidir. Diğer ve daha önemli bir sonuç ise içe kapanan bu insanların topluma soluk verebilecek herhangi bir görüş, öneri ve fikri, “bir değeri yoksa niçin konuşayım ki” noktasına gelmiş olmasıdır.

Farklı birikime sahip insanların topluma katkı sağlayacak görüş ve düşüncelerini açıklamanın bile bir anlamı kalmadığı noktasına gelmiş olmaları ya da bir şekilde açıklamaya çalışanların hâlâ nefeslerinin kesilmeye çalışılması, ayrı bir travmadır. Böylesi bir durum, toplumun geleceği adına soluk alabileceği imkânlardan her geçen gün mahrum kalmasından başka bir anlam ifade etmemektedir.

Öyle ki, aile içi yaşanan bazı olaylar ömür boyu nefes darlığına dönüşebilir.
Öyle ki, aile içi yaşanan bazı olaylar ömür boyu nefes darlığına dönüşebilir.
  • Nefessiz kalan insanların artması, soluklanılabilecek ortam ve mekânlarn azalması, sureta toplumların ayakta kalmasına, hatta ekonomik açıdan bir süre daha kalkınmaya devam etmesine engel olmayabilir.

Ancak düşüncenin, eleştirinin ortadan kalkması anlamına gelecek bu tür durumlarda, toplumun yaşama hâli olsa olsa solunum makinesine bağlı bir ömürdür.

Aldığımız nefesin kalitesi soluklanma imkânlarının çoğalmasına bağlıdır. Üniversitesi, kültür kurumları, edebiyat ortamları ve medyanın soluklanma alanı olmaktan çıktığı, siyasetin verdiği nefesle hayatını sürdürmeye çalışan toplumlarda alınan nefesler, maalesef sağlıklı bir toplum için yeterli olmamaktadır. İnsanlık tarihinin farklı açılardan ortaya koyduğu örnekliklere rağmen, yine de insana dünyayı zehir eden, soluklanma imkânları azaltan çabalar yine insan tarafından baş tacı edilmeye devam ediyor.

O hâlde insan, aldığı nefesin yeterli olmadığını, daha nitelikli ve kaliteli nefes alması gerektiğini hatırlamalı. Ve yine insan, nerede soluklanacağını önemsemeli.