Napolyon Celal Sılay’ın Maceraları - 2

Napolyon Celal Sılay.
Napolyon Celal Sılay.

Ömrü boyunca bohem hayatı yaşayan, bunun neticesi olarak da maddî müzayaka çeken Celal Sılay, maddî sıkıntıları bertaraf etmek için çevresini ve eserlerini kullanmıştır. Onun için geçim kaynağı da olan kitapları ve dergisini çıkarırken eşinden dostundan para toplayıp bu eserleri hemen matbaaya göndermesiyle maruf olan Celal Sılay’a kaderi ömrünün sonunda da gülmemiştir. Eşinden, dostundan para toplayarak yayınlatacağı son şiir kitabını matbaaya vermiş ancak basımını görmeye ömrü vefa etmemiştir. Bu hadiseyi nakleden Doğan Hızlan Hürriyet gazetesinin 9 Mart 2017 tarihli sayısında yayınlanan “Matbaaya Verdi, Basımını Göremedi” başlıklı yazısına göre “Yeni kitabı için son düzeltileri yaptı, matbaaya gönderdi. Ama basılı hâlini göremedi. Çünkü o gece ölmüştü.”

Doğan Hızlan, Ercüment Behzad Lav’ın toplu şiirlerini yayıma hazırladıktan sonra kendisiyle bir mülakat yapılmıştır. Bu mülakatı okuyan Celal Sılay’ın eski eşi Nermin Duru’nun kendisini arayıp onun bütün şiirlerinin bulunduğu bir dosyayı Aziz Nesin’e verdiğini, ancak daha sonra basılmadığını söylemesi üzerine harekete geçen Hızlan, Ali Nesin’i arayıp dosyanın onda olduğunu, ancak bu dosyada yeni bir şey olmadığını görünce arayışa devam etmiştir. Bir zaman sonra Hızlan’ı arayan Alev Gündüz’ün kendisinde, dayısı Celal Sılay’a ait hiç açılmamış bir bavulda bazı evrakın olduğunu söylemiştir. Gerisini Hızlan’dan dinleyelim: “Bavuldan bildiğimiz kitapları haricinde bir kitap daha çıktı! Şair, adını ‘Nahzariyanza’ koyduğu, son tashihlerini yaptığı, kapağını bile hazırlattığı kitabı matbaaya göndermiş. Ancak basıldığını görememişti. Coşku ve hüznü aynı anda yaşamıştık. İyi bir şairin hiç bilinmeyen kitabını bulmuştuk. ‘Hüsran Filizleri’ adını verdiğimiz toplu şiirlerine bu kitabı da ekledik.”

Mahfillerin müdavimi

Nevi şahsına münhasır bir şair olarak girdiği meclislerde hemen dikkat çeken Celal Sılay, farklı kültür sanat mahfillerine girse de onu yetiştiren edebiyat dünyasında adını duyuran Nisuaz ve Küllük olmuştur. Beyazıt Meydanı’nda bulunan Küllük Kahvesi pek çok şair, yazar, üniversite hocası ve öğrencisi ile edebiyatla ilgili kişiler bir araya getirmiştir. İstiklâl Caddesi ile Ayhan Işık Sokağı’nın (eski adı Kuloğlu Sokağı) kesiştiği köşede bulunan Nisuaz Pastanesi de entelektüellerin buluşma mekânı olmuştur. Sabahattin Kudret Aksal’ın Varlık’ın 1 Şubat 1975 tarihli sayısında yer alan “Celal Sılay’ı Anmak” başlıklı yazısına göre Celal Sılay, Nisuaz ve Küllük’te edindiği edebî birikimini ömrü boyunca kullanmıştır. Buralar dışında fazla sosyal çevresi olmayan Sılay, sıra dışı karakteri ile bu çevrelerinin en dikkat çeken çılgın ve şımarık siması olmuştur.

Haldun Taner, Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil.
Haldun Taner, Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil.

Haldun Taner, Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil’de Celal Sılay’ı anlattığı “Sırıtık Bir Küskün” başlıklı yazısında Celal Sılay’ın “hâlinde, sesinde, sesinin tonunda gerçeğe kendinden biraz daha geç de olsa erişmiş bir müridini yüreklendiren bir şeyh edası” olduğunu, onun bu hâlinin kendisini çok güldürdüğünü yazmıştır.

Turgay Anar’ın Mekândan Taşan Edebiyat kitabına göre sanatçı, yazar ve edebiyatçıların sürekli gidip geldikleri İstiklâl Caddesi’nde bulunan Lebon Pastanesi, İstiklâl Caddesi’nde Saray Sineması’nın karşı sırasında, Nisuaz’ın üç dört dükkân ötesinde bulunan Petrograd Pastanesi, İstiklâl Caddesi’nde, eski Galatasaray tramvay durağının karşısındaki Sahne Sokağı’nın, Çiçek Pasajı’yla kesiştiği sağ köşede yer alan Nektar Pastanesi ve Birahanesi Celal Sılay’ın gidip geldiği edebî mekânlardandır.

Okuma tembeli

Haldun Taner'in yaşlılığı.
Haldun Taner'in yaşlılığı.

Celal Sılay için olumsuz olarak değerlendirilecek mevcut bilgilerimizle teyit edemeyeceğimiz ancak şahitlerin aktardıklarıyla sınırlı kalan birçok nakil vardır. Aşırı duygulu, coşkun tavırları olan, delişmen şairi, nev-i şahsına münhasır şahsiyeti, her daim dikkatleri üzerine çeken tavırlarıyla hatırlanmıştır. Celal Sılay’ın sınıf arkadaşı Sabahattin Kudret Aksal, Varlık dergisindeki yazısında şu değerlendirmede bulunmuştur: “İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne aynı mevsimin başında gidip gelmeye başlamıştık. Celal Sılay’ın abartmalı davranışları, tümcelerine sürekli olarak felsefi bir görüntü verme isteği, öğretim üyeleri ile hemen içli dışlı oluşu, öğrencilerin ilgisini çekmiş, onun Sorbonne’daen geldiği söylentisi yayılmıştı. Oysa Celal Sılay bir dinleyiciydi, bir süre sonra da o çevreleri anlamsız bulacak, oralarda artık görünmeyecekti. Ama bu kopuş, bir kez tanıdığı kimi hocalarla, o günlerin aydın çevrelerinin odak noktası olmuş. M. Şekip Tunç, Hilmi Ziya Ülken gibi kimi hocalarla yakından bir ahbaplık sürdürmesine, o günlerin kahvelerinde onların ağızlarının içine bakarak söyleşilerini dinlemesine engel olmadı.”

Haldun Taner'in gençliği.
Haldun Taner'in gençliği.

Bu yıllarda yoğun olarak kültür sanat mahfillerine giren Sılay, edebiyatla ilgilenmeye başlamış Türk edebiyatının klasik metinleri ve yazarları yanında Batı edebiyatının önemli metinleri ve kalemlerini de tanımıştır.

Haldun Taner yine Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi’de onun müktesebatının okuyarak değil de girip çıktığı Nisuaz ve Küllük gibi sanat ve kültür mekânlarından naklen olduğunu şöyle anlatmıştır: “Celal, pek okumazdı. Bütün dağarcığı Mustafa Şekip’in çevresinden edindiği kulak dolgunluğu idi. Hilmi Ziyaları, Peyami Safaları, Necip Fazılları, hep Küllük yahut Nisuvaz sohbetlerinde tanımış, bütün kültür birikimlerini bu sohbetler oluşturmuştu. Göz nezlesi bahanesiyle örtbas ettiği bu okuma tembelliği, belki de zekâsını taptaze ve tortusuz kalışını dolayısıyla şaşılacak canlılığını sağlamıştır.”

Cemil Meriç’in Bu Ülke’sindeki ifadelere göreyse, “Ömür boyu okuyamamıştı zavallı dostum. Kelime dağarcığı fakirdi. Ve kendisini bir uçuruma atar gibi ‘uydurcanın’ kucağına fırlattı. Bu köksüz, bu musikisiz, bu tedaisiz kelime leşleriyle şiir yazılamayacağını anlayamadı. Başarısızlığı bir neslin başarısızlığıdır.”

Okkalı küfürlerin adamı üçüncü kattan atılacaktı

Sosyal hayatta, edebiyat, kültür sanat dünyasında küfretmeyi iletişiminin bir parçası olarak kullanan Neyzen Tevfik’e atfedilen “Küfretmek müsekkin-i nefstir.” cümlesi bazılarınca motto kabul edildiğinden bir ilaç gibi her zaman kullanılmıştır. Dostlarının ifadesine göre her sohbetin bir yerine küfür sıkıştıran Sait Faik, Celal Sılay’a da örnek olmuştur. Onların küfürlü konuşmaları tepkilere yol açınca onlar şakalarla, sıradan insanın içtenliği sezilen davranışlarıyla bu tepkileri bertaraf etmesini bilmişlerdir. Salâh Birsel’in Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu’nda “İki Tehlikeli Adam” olarak anlattığı Sait Faik ile Celal Sılay arasında bir dargın bir barışık hâl vardır. Birbirini iyi anlayan iki arkadaş ortak mekânlara giderek birlikte vakit geçirmektedir. Sait Faik bu yazıda onunla ilişkisini şöyle anlatmıştır: “O bekârdı, ben bekârdım. Akşamları severdi, akşamları severdim. Beyoğlu’nda gezerdi, Beyoğlu’nda gezerdim. Yanında boş bir adam arardı. Yanımda boş bir adam arardım. Konuşmak istemezdi, konuşmak istemezdim. Büyük laflardan hoşlanmazdı, büyük laflardan hoşlanmazdım. Küfredilecek bir herif arardı, küfredilecek heriftim.”

Celal Sılay askeri okullarda tutunamadığı için mecburen sivil hayata intisap etmiştir.
Celal Sılay askeri okullarda tutunamadığı için mecburen sivil hayata intisap etmiştir.

Aşklarıyla imtihanı

Abartılı yaşayışı ve tutkulu aşklarından dolayı adı deliye çıkan Napolyon Celal bu uğurda bedeller ödemiş bir âşıktır. Bazen onun abartısı bazen dostlarının gördüklerinden dolayı kadınlara düşkün olduğu dillere pelesenk olmuştur. Yaşadığı aşk serüvenleri efsanelere karışan Sılay’ın bazı aşkları bilinmemiş dilden dile anlatılmıştır. Naim Tirali’nin Geçmiş Zaman Külleri’nde nakline göre âşık olmadığı zaman yok gibiydi. Kadınları değişen ancak tutkusu değişmeyen Sılay yaşadığı büyük aşkından yollara düşüp Paris’e kadar gitmiştir. Celal Sılay, Çetin A. Özkırım’ın Düş Erimi’nde bahsettiği üzere İstanbul’da olduğu gibi Paris’te de ucuz, kötü, pis otellerin küçük, küçücük odalarında kalmıştır.

Ali Sait Yağar’ın Ötüken Neşriyat’tan çıkan Cânan Aramızda Bir Adındı, Modern Türk Şiirinde Sevgili’de şiiri ile yaşantısı arasında büyük benzerlikler olduğu yazılan çalışmanın tespitlerine göre aşk, Celal Sılay’ın şiirlerinde en sık işlediği temlerden birini teşkil etmiştir. “Aşksız insan dünya nimetleri içinde dolaşan bir robottur” ve “aşk hayatın gayesidir” gibi cümleler şairin aşk duygusuna yaklaşımını ifade eden çarpıcı ifadelerdir

Bir gecede kel kaldı

Uçarı bir hayat yaşayan Celal Sılay’ın yaptığı her türlü davranış normal karşılanmış, bazen de bu tavırları onaylanmıştır. Abartılı hayatıyla adı deliye çıkan Celal Sılay’ın dillere düşen aşk olarak tanımlanamayacak çapkınlıkları herkesin dilindedir. Ancak onu Paris yollarına düşüren aşkı herkesi şaşırtmıştır. Çünkü Celal Sılay’ın aşka yüklediği anlam muvakkaten birliktelik ya da kısa süreli bir ilişki olduğundan onu deliye çeviren aşk herkesi hayrete düşürmüştür.

Aziz Nesin, Benim Delilerim’de Sılay’ın nasıl âşık olduğunu şöyle anlatmıştır: “Deliydi ve bir kızı deliler gibi değil, delicesine sevmekteydi. Sevmek dersem, öyle beribenzer sevmelerden değil, Kerem’in Aslı’yı, Mecnun’un Leyla’yı, Ferhat’ın Şirin’i sevmesi gibi, sevginin yoluna baş koymacasına, kendini bitirircesine, kendini öldürürcesine... Kızı çoktan beri seviyordu. Belki ilk zamanlar kız da O’nu sevmiş olabilir. Ben kızı hiç görmedim. Son zamanlarda o da göremiyordu sevdiği kızı. Göstermiyorlardı. Kızın zengin ailesi görüşmelerini yasaklamıştı. Belki kız da istemiyordu. İsteseydi, hiç O’ndan kaçar mıydı?”

Deli olarak anılan Sılay, bu kez deliler gibi âşık olmuştu. Durumdan haberdar olan kızın ailesi Sılay’ı uyarsa da onun gözü sevdiği kızdadır. Aile bu sefer onun anlayacağını düşündüğü bir dilden konuşmak istemiş onu nerdeyse hastanelik edecek kadar dövdürmüştür. O yediği dayaklardan yılmayınca aile çareyi kızı Paris’e göndermekte bulmuştur. Bunu öğrenen Napolyon Celal, maddi durumunu ayarlayıp Paris’e gitme çareleri aramıştır.

Sılay, Haldun Taner’e göre eşinden dostundan para toplayarak, Demir Özlü’ye göre eserinin telifini satarak 1949 yılı başlarında Paris’e gitmiştir. Güç bela kendini Paris’e atan yazarı, dostu Mehmet Faruk Gürtunca sahibi olduğu Hergün gazetesinin Paris muhabiri yapmıştır.

Celal Sılay, sevdiği kızın bulmak için günlerce Paris’in sokaklarını arşınlamıştır. Bir sokağın ucunda kızı görüp onu takip eden Sılay sevdiğinin o evde yaşadığını teyit etmiştir. Cesaretini toplayıp kızın evine giden Sılay, kızın evlendiğini öğrenip hamile olduğunu görünce âdeta yıkılmıştır.

Kendini övme hastası

Hareketleri, tavırlarıyla kendinden söz ettiren, bu tavırlarıyla bazılarının hoşuna giden çoğunluğun ise tenkit ettiği Celal Sılay özgür düşünceli, özgür bir insandır. Şiirindeki serbest anlayışı hayatında uygulayan Sılay için şiiri hayatının ta kendisidir. Şirinde kendisini bulan, karakteristik şiiriyle Türk şiir tarihinde mühim bir yerde duran Sılay şiiri hayatın vazgeçilmezi arasına koymuştur. Ona göre insanın en iyi ifade aracı şiirdir. Türk şiir tarihi ona göre kendisinden öncekiler ve sonrakiler olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Bu denli kendini ve şiirini beğenen narsist kişilik bozukluğu olan kişilerde görülen hâllerin bir kısmı onda da mevcuttur. Yörük Çelebi’nin 10 Mart 1947 tarihli Akşam gazetesinde yer alan “Sanatkârlar Muhitinde Dikkati Çeken Tipler” başlıklı yazısına göre Celal Sılay’ın iyimserliği gibi bedbinliği de son kertesindedir. Yazıya göre Celal Sılay, 1947 yılında artık şiirden el çektiğini şu yepyeni mısrası ile ilan etmiştir: “Söndü Diyojen’in Feneri.” Florinalı Nazım’ın izinden giden Sılay’a göre Her şair bir nazım türünde, bir tema da ün salmış, maharet kesbetmiştir: “Nedim’in gazelleri, Fuzulî’nin terkibibendi, Nefi’nin kasidesi emsalsiz. Yeni Şairlerden Suavi Koçer’in de fahriyeciliğine diyecek yok. O da [Celal Sılay] kendini methetmekte şampiyon! Yeninden tutuyorlar; eteğinden tutuyorlar, bir takrip gene ortaya fırlıyor ve haykırıyor:

— Dokuz bin mısra yazdım. Bir ucum Rabindranat Tagor’a, bir ucum Baudelaire’e, bir ucum Ruhî Bağdadî’ye dayanıyor… Merkezde ben!”

Hasan Aktaş’ın Ordusuz İmparator Napolyon Celal’ine göre “Florinalı Nazım’ın bilmediği dünyaca ünlü tek Türk şairi belki de kendisiydi, karşılaşsaydı, bunu belki kendisine ihtar edebilirdi. Celal Sılay, arkasında bir sürü Celal Sılay bırakır. Celal Sılay, Edip Cansever gibi Sonrası Kalır demez, hep Sonra der.”

Cemil Meriç.
Cemil Meriç.

Celal Sılay, Beşir Ayvazoğlu’nun Florinalı Nazım ve Şaşaalı Edebi Hayatı: Kainatça Tanınmış Türk Şiir Kralı kitabında hakkını teslim ettiği şiirde zirve olduğunu düşünen Şiir Kralı Florinalı Nazım’a rahmet okutacak sözleriyle nerdeyse onun veliahdı gibi davranmıştır. Napolyon Celal’den Deli Celal’e Şair kimliğiyle tanınan, tavırlarıyla girdiği ortamda dikkatleri üzerine çeken, kendisini edebiyat dünyasına kabul ettiren Celal Sılay’ın maceraları dilden dile aktarılmıştır. Çevresinin tepkilerini dikkate almayan, hoyrat, delişmen epeyce de küfürbaz olan Sılay, Oktay Akbal Şairlere Ölüm Yok başlıklı kitabına göre kısa boyu, fizikî görünüşü ve şövalye tavrından dolayı “Napolyon Celal” lakabını almıştır. Cemil Meriç’in Bu Ülke’sine göre adabmuaşereti tanımayan, kendi etrafında dönen dünyası içinde yalnız kendisi olan mısraları dudaktan dudağa dolaşan, çılgın bir kahkaha Celal Sılay, insicamsız, birbirine yabancı insanların dünyasında imtiyazlı bir mahluktu: “Sevimli bir hayvan, sıhhatli ve hayasız. Yatağını arayan bir seldi Celal: İnzibatsız, çılgın, şımarık. (…) Kendini bir evvelki nesile kabul ettiren tek şairdi. ‘Türkiye’nin sesi’ demişlerdi ona; ‘çağımızın sesi’ demişlerdi. (…) Yerleşmiş değerlere zirveden bakan bir türediydi. Genç şairler, aralarında bir hükümdar çalımıyla dolaşan bu küstah delikanlıya, Napolyan Celal adını takmışlardı, Napolyon Celal.”

Aziz Nesin Benim Delilerim’de adını çoktan beri duymakta olduğu, tanıdığı Napolyon Celal’e artık Napolyon denilmeyip başına “deli” nitelemesini eklenerek adının söylendiğini yazmıştır. “Deli” onun küçük adı gibi olmuştur. Onunla uzun yıllar hem dem olup tutarsız, gizemli, delibozuk tavırlarını görenler zamanla onu “Napolyon Celallikten “Deli Celal”liğe inkılap ettirmiştir.

Medar-ı maişetini nasıl temin ederdi?

Celal Sılay askeri okullarda tutunamadığı için mecburen sivil hayata intisap etmiştir. Eğitim çağı geçince bir taraftan geçim gailesiyle uğraşırken diğer taraftan da edebiyat dünyasında var olma, kendini ispatlama gayesiyle yoğun bir şekilde çalışmıştır. Bu yıllarda dahil olduğu edebî çevrelerin yaşadığı bohem hayata hemen intibak sağlayan ya da bu dünyaya uzak olmayan Celal Sılay, yaşadığı büyük aşklarının aykırı kişiliğinin yansıması olan hoyrat tavırlarının yanında maddi anlamda çevresine yük olmasıyla da kendinden söz ettirmiştir. İstanbul’a geldiği ilk yıllarda ne iş yaptığı bilinmeyen Sılay’ın kısa bir memuriyetinin olduğu kaynaklarca zikredilmiştir. Daha sonraki yıllarda Mehmet Faruk Gürtunca’nın çıkardığı süreli yayınlarda çalışmıştır.

Aziz Nesin’in Benim Delilerim’ine göre “Toplumda haksız ve çok para kazanan bir sürü değersiz insan vardı. Bu toplum O’nu beslemek ve yaşatmak zorundaydı. O gereksinimlerini söke söke alırdı.” Bu anlayışla hareket ettiğinden geçimini bir şekilde sağlamıştır. Yücel dergisinde yayınlanan şiirinde aldığı telifle mutlu olan Celal Sılay, üç kuruş telif için gece gündüz koşuşturmuştur. Aziz Nesin’e göre eserlerini neşredecek süreli yayınların kapısını çalmak yerine kendisi dergi çıkaran Celal Sılay “Hem içerik hem biçim bakımından güzel dergiler çıkardı, ama hiçbiri iz bırakmadı. Çünkü amacı, bir sanat meraklısı zenginin koyduğu anaparayla dergi çıkararak kendi geçimini de sağlamak olduğundan, çıkardığı dergiler uzun yaşamlı olmuyordu. O dergiler, belli bir akımın yolunda ya da belli bir kuşağın sözcüsü de olmamıştı. O denli çok dergi çıkarmıştır ki bunları saptamak zordur. Başkasının parasıyla dergi çıkarıyordu denilince, başkasının parasını yediği anlaşılmamalıdır. Aldığı para, emeğinin karşılığı bile değildi gerçekte.” Ocak 1963 ile Ekim 1971 arasında 105 sayı çıkardığı Yeni İnsan dergisi bir yönden onun medar-ı maişetini temine yardımcı olurken diğer yandan da hayata tutunmasına vesile olmuştur. Canını dişine takarak çıkardığı bu dergi için Cemil Meriç İtalik yazılacak.Bu Ülke’de şunları yazmıştır: “İki yıl pazar akşamlarımızı beraber geçirdik. Beraber doldurduk Yeni İnsan’ı. Okunmayan bir dergiydi bu, okunmayan ve satılmayan. Ama Celal’in son ümit kapısı ve biricik geçim kaynağıydı.”

Haldun Taner’in Ölürse Ten Ölür, Canlar Ölesi Değil’ine göre ömrü boyunca ekmek parası yüzünden olmayacak ödünler veren şair dizine kadar gelmeyen küçük adamların yüzüne gülmüş, geçim kaygısıyla Ali’nin külahını Veli’ye giydirmiştir. Koğuştan tecrithaneye Bursa’da Işıklar Askerî Lisesinin ilk ve orta kısmına devam ederken psikolojik rahatsızlığı ortaya çıkan Mehmet Celal Sılay disiplinsizlikleri yüzünden Kuleli Askerî Lisesine nakledilmiştir. İsmet Bozdağ bu ayrılışı onun delirmesine bağlasa da Aziz Nesin’e göre “Atlı Napolyon” ıslah olması için buraya gönderilmiştir. Ancak buraya gelir gelmez tecrithaneye kapatılmış, kısa bir süre sonra da geri gönderilmiştir.

Kendine özgü kişiliğiyle tanınan Sılay’ın hayatında olduğu gibi şiirlerinde de ruh dünyasının sorunlarının izdüşümlerini görmek mümkündür. Şiirlerinde aşk, ölüm, ayrılık, yalnızlık duyguları hakim Sılay, sevgilisine/sevgililerine duyduğu hüznü belirgin bir şekilde yansıtmıştır. Psikolojik sorunun bir yansıması olan intihar etme eğilimi Sılay’da da görülmektedir. Bağlanma travması ile melankoliye itilen şairde oluşan kadınların kendisini beğenmediğine dair saplantı, onda bağlanma duygusunu zayıflatmıştır. Bundan dolayı farklı kadınlara ilgi duyup farklı dünyalara yelken açan Sılay’ın intihar etme, hayatı anlamsız görme anlayışı şiirleri gibi hayatına da yansımıştır. Etrafına ve kendisine olan güvenini yitiren Sılay, intiharı düşünmekle beraber tepkisini serazat bir hayat yaşayarak göstermiştir.

Onun psikolojik durumunu tahlil eden Mine Nihan Doğan’ın “Türk Şiirinde Psikolojik Travmanın İzleri (1860-2020)” başlıklı tezinde Sılay şöyle anlatılır: “Arada kalmışlık duygusunun verildiği söz konusu şiirlerde, hayatla ölüm arasında kalan, bazı sorularına karşılık arayan yapayalnız bir adamın dramı/çilesi yansımıştır satırlara. Şairi de büyük ihtimalle intihara götüren bu yalnızlık duygusuyla beraber uğradığı hüsran olsa gerektir. Şair ‘Yol Ağzı’ adlı şiirinde, psikolojik duygu durumunu, çoklu kişilik özellikleri üzerinden ortaya koymaktadır. Farklı insanların kendisini içindeki bir ses olarak farklı yerlere sürüklediğinden bahseder. Dünyanın kendisine aldatıcı bir sahne olduğundan bahseden şair, daha çok kendi duyguları ve içindeki seslere insan özellikleri yükleyerek içinde yaşadıklarını söylemesi üzerinden gitse de devamındaki söylem, haz ilkesi etrafında şekillenmeye başlar. İçinde, ayrı ayrı sarışınlara ve esmerlere gidebilecek bir hayvan bulunduğunu ve gözlerinin hep onlarda olduğunu söyler.

Şairin çoklu kişilik bozukluğunda sık görülen kararsızlıkları ve fikir değiştiren ruh hâli, travmatik geçmişinde uğruna okullarını bıraktığı psikolojik hastalığının semptomlarıdır. Psikolojik hastalığının teşhisine dair bir bilgi olmamakla birlikte ‘Sual’ adlı şiirinde âdeta psikolojik bozukluğundan dolayı hissettiği suçluluk temasını işlemiştir. Şairin travmatik geçmişi ve psikolojik hastalığı göz önünde bulundurulduğunda suçluluğun tema değil hastalığının bir semptomu olduğu anlaşılmaktadır.

Celal Sılay’ın travmatik sonunun anlaşıldığı ve izlerinin görüldüğü diğer şiirlerinin yanında dini göstergelerle yüklü şiirlerde figüratif dilin travmatik özellikleri belirgin değildir. ‘Allah’ nidasını kullanarak yaşadıklarından ona sığındığını bildirdiği görülmektedir. Travmalarından Allah’a sığınır.”

Kırılgan, hassas, coşkun, herkesle çabuk bozuşan, dik sözlü tavırlarıyla dikkat çeken, aykırılığıyla tanınan, alkol bağımlısı yalnız adam Celal Sılay kelliği, Napolyonluğu ve elbette ki bitmez tükenmez aşklarıyla arkadaşları arasında “Napolyon Celal”, “Deli Celal” gibi isimlerle anılmıştır. Şiir ve kadına tutku ile bağlanan Sılay’ın kısa boyundan dolayı kendine güveni tam değildir. Özgüven eksikliğinin travmasını aşırı hareketlerle yansıtan Sılay’ın bu tavırları onun deli olarak tanımlanmasına sebebiyet vermiştir. Tespitlerimize göre herhangi bir akıl hastanesinde tedavi görmese de onun aklî melekelerinin de yerinde olduğu söylenemez.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım