Müslüman kadın kendi adına konuşabilir mi?
Kadınları hâlleri ve dilleri ile konuşamaz, kendini ifade edemez hâle getirmenin temsil gücü yüksek örneklerinden biri, son zamanlarda Almanya’da çokça konuşulan Sawsan Chebli’dir.
Müslüman göçmen kadınlar, Batı Avrupa’da İslam düşmanlığının en görünür ve hissedilir olduğu toplum kesimidir. Muhafazakârlıkları, eğitimsizlikleri, örtünmeye zorlanmaları, baskı altında yaşamaları gibi iddialarla sistematik bir şekilde şiddete, özellikle de yapısal ve söylemsel şiddete maruz kalmaktadırlar. Göçmen Müslüman kadınlar üzerinde zuhur eden şiddet, modern şiddetin en formeli, en gelişmişi ve en acımasızıdır.
“Mundtot gemacht”: Susturulmanın en şiddetli hâli
“Mundtot” tabiri özellikle Almanların hayatlarında zuhur eden ve başka toplumlarda benzerleri görülse de, ideal formunu Almanya’da bulan bir baskı şeklinin ifadesidir. İnsanlara verilen en büyük ceza, Allah’ın verdiği en büyük nimet olan dili kullanamaz hâle getirilmektir. İnsanların fikirlerini ve duygularını ağızları olduğu hâlde söyleyemez duruma getirilmelerine, “mundtot gemacht” denir; yani “ağızları öldürüldü”. Günümüzde Batı dünyasında genel olarak Müslümanların, özel olarak da Müslüman kadınların hâlini anlamak istiyorsak onların nasıl “mundtot” hâle getirildiklerini anlamamız gerekir.
Kadınları hâlleri ve dilleri ile konuşamaz, kendini ifade edemez hâle getirmenin temsil gücü yüksek örneklerinden biri, son zamanlarda Almanya’da çokça konuşulan Sawsan Chebli’dir. Hakkındaki tartışmalar ve susturma faaliyetleri hiç gündeme gelmese, “modern bir masal” olarak anlatılabilecek türden bir hikâyesi var, Chebli’nin.
Sawsan Chebli’nin anne ve babası, henüz daha küçük birer çocukken 1948’de İsrail zulmünden Lübnan’a kaçarlar ve 20 yıl boyunca bir mülteci kampında yaşarlar. Kampta evlenirler ve 11 çocukları dünyaya gelir. İsrail, 1967’deki savaş sonrasında da işgal hareketlerine devam ettiğinden, Chebli’nin babası, 1968’de Lübnan’daki kampı terk ederek Almanya’ya iltica eder; ardından karısını ve çocuklarını yanına alır. Sawsan (1978) ve küçük kardeşi Berlin’de dünyaya gelirler. Chebli ve ailesi 90’lı yılların ortalarına kadar “vatansız” olarak sadece “göz yumulanlar” (geduldet) statüsünde, her an geri gönderilebilecekleri korkusuyla yaşarlar.
- 90’lı yılların sonunda üstün bir başarıyla liseyi bitiren Sawsan Chebli, siyaset bilimi okur. Üniversitede okurken de SPD’ye üye olur; çalışkanlığıyla parti yöneticilerinin dikkatini çeker ve hızla kariyer basamaklarını tırmanmaya başlar. 2010’da Berlin İçişleri Senatosu’nda raportör olur, 2014’te de dönemin dış işleri bakanı, Almanya’nın yeni seçilen cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier tarafından Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı görevine getirilir. Aralık 2016’dan beri Berlin Eyalet Hükümeti’nin Federal İşlerden Sorumlu Müsteşarı olarak görev yapmaktadır.
Almanya’da hep başarılı bir uyum örneği olarak gösterilen Chebli’nin, kariyerinde yukarılara tırmandıkça özel hayatı da mercek altına alınmaya başlanır. Kendisiyle çok sayıda mülakat yapılır ve buralarda gerek ailesi ve özel hayatı, gerekse dinî hayatı ve düşünceleri konusunda sorulanlara cevap verir. Kendini dindar bir Müslüman olarak tanımlayan Sawsan Chebli başörtüsünün farz olduğunu inkâr etmez ve kariyerinde devam etmek istediğini ve çok önemli görmediği için başını örtmediğini, alkol kullanmadığını ve domuz eti yemediğini söyler. Sawsan Chebli 3 Ağustos 2016’da Almanya’nın yarı resmî sayılabilecek prestijli gazetelerinden Frankfurter Allgemeine Zeitung’a verdiği mülakatta, İslamiyet’in Müslümanların Almanya’ya uyumunda bir engel teşkil etmediğini, hatta bunu desteklediğini geniş bir şekilde dile getirerek, başörtülü Müslüman hanımların dinleri tarafından baskı altında tutuldukları algısının yanlış olduğunu söyler. Burada, Hristiyan ve Yahudiler demokrasi için nasıl bir problem teşkil etmiyorsa dindar Müslümanların da problem olarak görülmemesi gerektiğini ifade eder.
Sawsan Chebli’nin bu açıklamaları başta ırkçı radikal parti AfD olmak üzere pek çok siyasi çevreden tepki aldığı gibi, buna 'liberal' Müslümanlar da dâhil olur. AfD mensupları 'şeriatçıların Berlin senatosuna girdiğini' iddia eder. Tepkiler de gittikçe eleştiri sınırını aşarak hakaret ve tehdide dönüşür.
Özellikle Türk kökenliler arasından Eski SPD Eyalet Milletvekili Erol Özkaraca’nın ifadeleri, eleştiri sınırını da aşarak dinî inanç dikte etmeye varmaktadır. Ona göre Chebli’nin başörtüsüyle arasına mesafe koyması ve onun farz olmadığını söylemesi gerekmektedir. Siyasi çevrelerde ve sosyal medyada aleyhine bir linç kampanyası başlatılarak susturulmaya çalışılan Chebli, daha sonraki bir mülakatında “İslamcı” olmadığını ispatlamaya çalışır.
Sawsan Chebli’nin hayatı aslında bir başarı hikâyesi olarak ele alınabilecekken onun hakkında bu kadar tartışma yapılmasının ardında yatan sebep ne olabilir? 15.11.2004’te yayımlanan Der Spiegel dergisi başörtülü ve mantolu bir kadını kapak resmi olarak kullanarak “Allah’ın Hakkı Olmayan Kızları: Almanya’da Müslüman Kadınlar” başlığını atarken tam da Sawsan Chebli’nin ifade etmek istediğinin tersini söylüyordu. Müslüman kadın dinin ve kültürünün etkisinden kurtulmalıydı. Almanya’da Müslümanlar dinlerini özel hayatlarına hapsetseler de, Müslümanlara üstten bakan ve onlara belli bir hayat tarzını dikte etmeye çalışan “hâkim kültür” mensuplarının istedikleri tam yerine gelmiş olmamaktadır. “Medenileştirmeyi" kendine vazife edinmiş sömürgeci bakış tarzı, ayağına kadar gelmiş olan eski “sömürgelerinin” kendi dinlerini ve kültürlerini reddetmeden uyum sağladığını kabul etmemektedir.
Müslüman kadınlar, Sawsan Chebli örneğinde olduğu gibi kıyafet konusunu ihmal ederek, kendilerinden beklenen eğitim, kariyer vb.lerini karşıladıkları zaman da, eğer hâlâ en azından akide ve ibadet hayatlarında İslam ile olan irtibatlarını muhafaza ediyorlarsa, bu da onların kendilerini istedikleri yerde ve zamanda ihzar ve izharına yetmemektedir. Sawsan Chebli örneği bize konuşmak ile, bir sesi olmak ile var olmak arasındaki irtibatı da düşündürüyor. Konuşmak, insanın hâlini arzına denk düşer; bunu insan sesli de yapar, sessiz olarak, daha farklı eylemleri ile de. İnsanın ağzını kullanamaz hâle gelmesi, sadece sesini çıkaramaması değil, bunun ötesinde, varlığını gizlemesi, görünmez hâle gelmesi/getirilmesidir. Müslüman kadınlarla ilgili söylemsel şiddet öyle güçlüdür ki, Chebli gibi bilgi, beceri bakımından kendini ifade edecek düzeye gelenler söz konusu olduğunda bile, işitecek kulakları sağırlaştıran bir işlev görmektedir.