Muallim Naci’nin vefatı ile yıkılan Ahmet Mithat Efendi
Tanzimat döneminin önemli aydınlarından/ yazarlarından olan ve Türk romanının kurucu isimleri arasında anılan Ahmet Mithat Efendi (1844-1912) eserleriyle toplumun eğitilmesine hizmet etmiştir. Büyük mütefekkir Cemil Meriç’e göre “Doğulu kalan tek müstağrip dekadanların insafsız sloganlarıyla yıkmak istedikleri bir ‘heykel-i hamakat’” değil, “abide-i samimiyet olan” Ahmet Mithat Efendi bir asrı dolduran düşüncedir. Birçok nitelikli esere imza atan Ahmet Mithat eserlerinin çokluğundan dolayı “kırk beygir gücündeki yazı makinesi”; yazılarındaki ve hayatındaki öğretmenlik rolü icabı “hâce-i evvel”; edebiyat, kültür, sanattaki değişim ve dönüşümlerin öncüsü olduğundan yeni devrin sözcüsü olarak vasıflandırılmıştır. Gazeteciliğin dışında tarih, coğrafya ve felsefeye ilgi duymuş; çoğunlukla Batı kaynaklarından yararlanarak hâlâ referans metin olarak kabul edilen eserler kaleme almıştır.
Nasıl bir damat istedi?
Devrinin en itibarlı, en hatırlı ve en nüfuzlu kişilerinden biri olan Ahmet Mithat Efendi herkesin meziyetleriyle temayüz etmesini savunan, iltimasa düşman olan abidevi bir şahsiyettir. Hayatı hassasiyetler üzerine kurulu olan, aile ilişkilerine önem veren Ahmet Mithat Efendi evin yeni ferdi olacak kişileri imtihan etmeden ailesine sokmayan titiz bir insandır. Ahmet Mithat’ın kapısı, evin tek çocuğu olarak el bebek, gül bebek yetişen bir genç damat adayı için çalınmıştır. Oğluna kız istemek üzere efendi hazretlerinin huzuruna çıkan bir baba oğlunun karakterinden ve meziyetlerinden şöyle bahsetmiştir: “Gösterdiğimiz itina ve ihtimam sayesinde fevkalade iyi yetişmiştir. Bir kız çocuğundan farkı yoktur. Evladım diye söylemediğimi, mübalağa etmediğimi, bir görüşte kabul buyuracağınızdan eminim. Bugüne kadar, dizimizin dibinden ayrılmamıştır. Haşa min huzur, helaya bile, bizlere danışmadan girmek cesaretini göstermeyecek derecede itaatkârdır. Ağzına bir tek yudum haram koymamıştır. Hele tütünün dumanından bile nefret eder. Hülasa, bir erkek değil, âdeta kız oğlan kızdır diyebilirim. Bendeniz mahdum kölenizin ahlâkının bozulmasına meydan bırakmak istemiyorum. Bunun içindir ki onu, yoldan çıkmadan gözü açılmadan baş göz etmek istiyorum. Sebebi ziyaretim de bu mukaddemeden idrak buyurduğunuz gibi Allah’ın emriyle, mahduma, kerime-i ismet vesimelerini talep etmektir!” Kızlarına talip olanlarda ciddiyet arayan Ahmet Mithat aşırı kırılganlığıyla maruf bu kişinin kızına talip olması üzerine bu talebi, çok nazik bir lisanla ve hiç tereddüt etmeden reddetmiştir. Vakayı ailesine anlatan Ahmet Mithat bu teklifi “Kız gibi erkeğe kız mı verilir? Damadın öylesi değil karısına, kendisine bile hâkim olamaz. Hatta öyle adamı damat edinmek şöyle dursun, öyle bir kızı gelin edinmek bile işime gelmez!” diyerek reddetmiş ancak bir süre sonra tanıdığı kendisi gibi olan Muallim Naci’yi damat seçmiştir.
Muallim Naci, Mediha Hanım’la nasıl tanıştı, nasıl evlendi?
Hikmet Feridun Es’in Ötüken Neşriyat’tan çıkan Tanımadığımız Meşhurlar’ına göre sert huylu atı alarak şaşılacak derece büyük bir çeviklikle kullanan Mediha Hanım’ın en büyük zevki akşamüstleri süvari kıyafetine girip at sırtında Beykoz’a inerek babası Ahmet Mithat’ı matbaa dönüşünde karşılamaktı. Mediha Hanım, Hünkâr İskelesi’nde karşıladığı babasının yanındaki zat onun pek takdir ettiği ve “memleketin en büyük şairi” dediği Muallim Naci’den başkası değildi. “Naci’yle Mediha böyle bir dekor içinde ilk defa birbirlerini görüyorlar. Bundan sonra söz kesiliyor. Bir yandan düğün hazırlıkları başlarken bir taraftan Ahmet Mithat Efendi derhal çiftliğe Naci için mükemmel ve tamamıyla ayrı bir ev yaptırıyor. (…) Naci’nin çiçek sevgisine hürmeten düğün, mayıs ayına gül zamanının en parlak devrine tesadüf ettiriliyor. Hususî tertibatla yeni evin her tarafı güllerle sarılıyor. (…) Nihayet bugün hâlâ Beykoz’da bir masal gibi anlatılan meşhur Muallim Naci düğünü yapılıyor. Gülden duvarlı evde tam bir aşk hayatı başlıyor.”
Muallim Naci’nin Beykoz’daki çiftlikteki hayatları hakikaten binbir gece masalları gibi olan Ahmet Mithat Efendi’ye damat oluşu o dönem herkesin dilindedir. Aşk ile sevdiği Ahmet Mithat Efendi’nin büyük kızı Mediha Hanım’la evlenen Muallim Naci de Şemseddin Sami gibi sakalını hiç kesmemiştir. Saçlarını her zaman için iki numara makine ile kestirmiştir. Bu hâli ile yaşlı görünse de 35 yaşında olan Muallim Naci’nin eşi 14 yaşındadır. Aralarında büyük yaş farkı olsa da ailenin rızası kolay olmuştur. Muallim Naci ile Mediha Hanım her türlü feragate, fedakârlığa göğüs gererek verdikleri hayat mücadelesinde hep birlikte hareket etmiştir. Hayata genç bir dul olarak devam eden Mediha Hanım bu yıllarda kendini tamamıyla musikiye vermiştir. Tanımadığımız Meşhurlar’da bu hususla ilgili şunlar yazar: “Mediha Hanım’ın ıstırabı, tabiî hepsinden çok büyük ve ölçüsüz olmuştur. Bundan sonra onun kocasının şarkılarını gözyaşları arasında bestelediğini görüyoruz. Meselâ Naci hayatının tek kadını için, ‘Elverir bir şaire bir nevnihalin sayesi’ mısraıyla biten bir şiir yazmıştı. Bunu iyi bir musikişinas olan Mediha Hanım kendisi bestelemiştir. Muallim Naci’nin ‘Sevda Esiri’ zevcesi Mediha Hanım, diğer şarkıları ise devrinin en meşhur bestekârları tarafından bestelenmiştir.”
Ahmet Mithat Efendi’nin tilmizi, arkadaşı, dostu, damadı Muallim Naci’nin dudaklarında tebessüm asla eksik olmamıştır. Çocuk ruhlu şair Muallim Naci kendi eliyle uçurtma yapıp kendi gibi en meşhur fikir adamlarıyla birlikte uçurtacak kadar neşesini her zaman muhafaza eden kayınpederi gibi enteresan bir adamdır.
Ahmet Mithat, Damadı Muallim Naci’yle sigara böreği sarıyor
Damadı Muallim Naci ile yaş farkı az olan Ahmet Mithat’ın onunla ilişkisi her zaman iyi olmuştur. Yine Es’in Tanımadığımız Meşhurlar’a bakarsak Muallim Naci ile Ahmet Mithat, damat-kayınpeder olarak karşılaştıktan sonra hayatlarının en güzel, en zevkli günlerini yaşamıştır: “İyi yemeyi, iyi yaşamayı ve yüzlerce insana birden ikram etmeyi, içten gülmeyi ve içten eğlenmeyi esasen pek seven Ahmet Mithat, kendisine Muallim Naci gibi bir damat, böyle emsalsiz bir can yoldaşı bulunca çiftliğindeki hayat bir efsane şekline girmiştir.” Kendisi gibi gülen, güldüren hayat dolu damadı Muallim Naci ile çevre köylerde dahil olmak üzere Beykoz halkına her yıl büyük iftar davetleri vermiştir. İftarda ikram edilecek sigara böreğinin tüm misafirlere yetmesi için damadı Muallim Naci ile birlikte kadınlardan önce ve hızlı olarak yufkaları sarıp börekler yapmıştır. Onlar mutfakta hazırlık yaparken evin diğer fertleri bu esnada dışarıda büyük bir sofra kurmak için hararetle çalışmıştır. Bu koşuşturma esnasında Ahmet Mithat Efendi bir tarafta, Muallim Naci diğer bir tarafta önlerine konulan yufkaları yuvarlayıp yuvarlayıp hem de büyük bir maharetle sigara böreği sarışını yukarda bahsi geçen kitapta şöyle tarif edilir: “Bilhassa Muallim Naci, son derece büyük bir dikkatle, intizamla, maydanozları ve peynirleri yufkanın içine pek tertipli bir tarzda yerleştirerek börekleri hazırlamaktadır. İki büyük şöhret, o her zaman kütleler üzerinde büyük akisler yapan yazılarını yazdıkları parmaklarıyla sigara böreği hazırlıyorlar. Belki de şu anda iki fikir ve sanat adamının sardıkları bu börekler akşama Beykozlu bir köylünün midesine nasip olacaktır.
Muallim Naci’nin kızı Fatma Nigâr büyük bir nezaketle bu sahneyi şöyle anlatıyor:
— Börek olacak yufkalar o kadar çoktu ki ekseriya Efendiler de börek sarmaya inerlerdi. Karşılıklı sararlardı ve bu işe ellerinin pek ziyade yakıştığını da annemden işitirdim!
Naci bir yandan sigara böreğini sararken bir taraftan da güzel fıkralar anlatır, o edebî neşesiyle ‘kih kih’ ve tatlı tatlı gülermiş!”
Damadının öleceğini rüyasında gördü
- Rüyaların insanın iç ve dış dünyasına yansıyan yönü olduğu ilim âleminde de kabul edilmiş bir hakikattir. Eserlerinde rüyaya, rüyanın yol göstericiliğine dair örneklere yer veren Ahmet Mithat Efendi’nin gördüğü bir rüyanın hakikat çıkması onu derinden sarsmıştır.
Muallim Naci 1892 ramazanında biraderi Salim Bey’in “Kardeşim Naci! Bu ramazanı beraber geçirelim.” demesine icabet ederek Fatih’te Müftü Hamamı’ndaki hanesinde kalmıştı O günlerde Beykoz’daki çiftliğinde dinlenen Ahmet Mithat bir gece fena bir rüya görmüştür. Kamil Yazgıç’ın
Babam Ahmet Mithat Efendi kitabına göre rüyasında simsiyah esîaplar giymiş bir adam yanına sokularak “ — Midhat Efendi, demiş, kalkınız. Çoluk çocuğunuzu alıp Fatih’e geliniz. Muallim Naci Bey sizi bekliyor. İş çok aceledir!
Babam, bu gecenin sabahında çok erken uyanmıştı. Ve çok sinirliydi. Çünkü rüyaların tabirlere uyduğuna inanırdı. Bize:
— Haydi, dedi, hepiniz hazır olun. Fatih’e gideceğiz!
Biz, bu ani karara bir mana veremedik. Fakat bittabi itirazsız itaat ettik. Hep birlikte Fatih’e gittik. Orada, eniştemi, ablamı güler yüzle görmek, babama âdeta hayret verdi. Hatta:
— Tuhaf şey, dedi. Ben rüya- yı kâzip (aldatıcı rüya) görmem ama!
Fakat bittabi umduğu gibi, yorduğu gibi bir hadise ile karşılaşmamak, onun sinirlerini düzeltmişti. Neşesi yerine gelmişti:
— Öyle ise, haydi bakalım, dedi, bahçeye sofrayı kurun da biraz eğlenelim!
Çok geçmeden bahçeye çilingir sofrası kuruldu. Babamla eniştem karşılıklı çakıştırmaya ve konuşmaya daldılar. Babam, Muallim Naci’ye, bermutat ‘Cicim!’ diye hitap ederek takılıyor ve onu kızdırdıkça keyifli keyifli gülüyordu. Bir aralık, eniştem odasına çıktı ve orada hayli gecikti. O zaman babam, onu çağırmak üzere beni gönderdi.
Ben yukarıya çıkıp odasına girdim. Eniştem karyolasına uzanmıştı. Sağ eli alnında idi ve uyuyor gibiydi. Ben evvelâ hafifçe: ‘Enişte.. Kalkınız.. Babam sizi bekliyor!’ diye seslendim. Cevap vermeyince sokularak dürttüm. Fakat ona dokunmamla tüylerimin ürpermesi bir oldu. Çünkü ebedî uykusuna dalmış bulunan zavallı eniştemin vücudu katılaşmış hatta soğumaya bile başlamıştı. Babam, bu haberi alınca delirir gibi oldu. Sonra düşüp bayıldı. Korkunç rüyası ne acı bir şekilde çıkmıştı. Ben zor ayılttığım zavallı babamın boğula boğula, hıçkıra hıçkıra ağladığını hayatımda ilk ve son defa olarak o akşam gördüm.”
Hayatında kalemi ve fikirleriyle ilgi çeken Muallim Naci zihnimizde pek yaşlı kalsa da sadece 43 yaşındayken vefat etmiştir. Sultan Abdülhamit başkâtibi Süreyya Paşa vasıtasıyla o zaman bâlâ rütbesini ihraz eden Ahmet Mithat Efendiye taziye telgrafı çektirerek acısını paylaşmıştır.
Efendi Baba’nın sinir buhranları
Ahmet Mithat Efendi Muallim Naci’yi bulup yetiştirmiş, Tercüman riyaset-i edebiyesine geçirmiştir. Ali Kemal Bir Sahfa-yı Tarih’inde “Hakikati söylemek lazımsa deriz ki Ziya Paşalar, Kemaller, Şinasiler de dâhil oldukları halde Naci kadar Türkçeyi fesâhat itibariyle, sıhhat-i ifade, Arabîve Farisî münasebet nokta-i nazarından sade yazmak değil, tedvin eden bir muharririmiz yetişmedi.” dediği Muallim Naci için büyük emek harcayan Ahmet Mithat Efendi onun vefatı ile yıkılmıştır. Hiç şüphesiz ki Muallim Naci’nin vefatı edebi âlemde büyük bir boşluk bırakmış, bütün kültür sanat insanları gibi Ahmet Mithat Efendi’yi de dilhun etmiştir.
- Kızgın bir boğayı sükûneti ile durduran Ahmet Mithat Efendi yaşadığı acı kayıp sonrasında asabiyet buhranları geçirmiştir.
Es’in Tanımadığımız Meşhurlar’ına göre Ahmet Mithat Efendi’nin kızı Fatma Nigar o günleri şöyle anlatmıştır: “Ahmet Mithat’ın en mükemmel taraflarından biri de sıhhati ve sinirleriydi. Hatta bir kere tahrirat kâtipliği ettiği daireden çıkınca herkesin sokaklardan kaçıştığını görmüş, ‘Ne var, ne oluyor?’ diye sormuş.
Adamlardan biri yokuştan inen boğayı göstermiş:
— İşte kaçtığımız şey! Siz de bakınız, demiş.
Ahmet Mithat boğanın üstüne hızla gelmesine katiyyen aldırış etmeyerek beklemiş ve onu boynuzlarından yakalamış. Bu derce kuvvetli ve sinirleri yerinde olan bir insan Naci’nin ölümünden sonra asabî buhranlar geçirmiştir.”
Cevat Rüştü’nün İkdam gazetesinin 1 Kasım 1919 tarihli sayısında yayınlanan “Ahmet Mithat Efendi Merhum” başlıklı yazısına göre kendisine yedi senedir oğulluk eden en sevdiği şair, kıymettar damadı Muallim Naci’nin vefatından pek müteellim olmuş, hatta bir aralık sinir hastalığına uğramıştır. Yaşadığı buhrandan çıkmak için evinde dinlenip dönemin meşhur doktorlarından tedavi gören Ahmet Mithat’ın kendisine gelmesi için epey vakit geçmiş, yazıları ve matbaasındaki işleri ile acısını unutmaya çalışmıştır.