Melamet hırkasını filozofa giydirmek

Felsefenin kendi teorik kabuğunu kırıp “bir yaraya merhem olması” beklenedursun, felsefe hepimizin kendi akademik çevremizde ürettiğimiz ve tıpkı epistemik bir kara delikte dönüp dolaşan, oradan dışarı çıkamayan düşüncelere dönüşüyor.
Felsefenin kendi teorik kabuğunu kırıp “bir yaraya merhem olması” beklenedursun, felsefe hepimizin kendi akademik çevremizde ürettiğimiz ve tıpkı epistemik bir kara delikte dönüp dolaşan, oradan dışarı çıkamayan düşüncelere dönüşüyor.

Bugün İstanbul trafiğine Neşet Ertaş eşlik ediyor. Zihnimde bana eşlik eden soru ise felsefenin ne ve filozofun kim olduğu sorusu. Sahi, biz kime filozof diyorduk? Ne yaparsak filozof oluyorduk? Nasıl başlıyordu türkü?

Andrea Mantegna - A Sibyl and a Prophet
Andrea Mantegna - A Sibyl and a Prophet

“Ben melamet hırkasını kendim geydim eynime.”

Nasıl devam ediyordu?

“Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi/ gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni.”

Türkü devam ederken melamet hırkasını filozofa giydirmeyi deneyelim mi?

Felsefenin genelde ilk çağrıştırdığı şey teorik bir düşünme biçimi. İlkçağlardan itibaren filozoflar pratik bilgeliğe ulaşmak, erdemli bir hayat sürmek, bu dünyada mutluluğa ulaşmakla ilgili pek çok fikir öne sürmüş olsalar da bugün felsefe pek çok kişi için daha teorik ve soyut bir düşünme tarzını akla getiriyor. Felsefe ile iştigal eden kişi olarak filozof da günlük hayatın sorunlarıyla çok ilgisi olmayan, soyut konular hakkında düşünen ve kuramlar üreten kişiyi çağrıştırıyor. Bu yanılsamanın bir sonucu olarak bugün teorik bir öğretinin yaşam tarzı ile birlikte anılması -daha ziyade- tasavvufî, dinî ya da mistik diyebileceğimiz, işin pratik ve hayata dair yönünü de içine alan yaklaşımları hatırlatıyor. Tasavvufun hayata bakan bir yönü var, pek çok mistik akımın nasıl daha iyi yaşayacağımıza dair pratik önerileri var. Hayatın anlamının ne olduğuyla ilgili bir iddiası olan her disiplinin pratiğe dönük yönleri bulunuyor.

Felsefenin kökenini insanın hayatın anlamını sorgulama yolculuğu oluşturuyor. Bu yolculuk insanın kendi tarihi kadar eski. Bu sorgulamaya her medeniyet havzası kendi dilince ürettiği enstrümanlarla cevap aramış. İnsanın ve evrenin kökenine dair mitler üretilmiş, hikâyeler anlatılmış. Bu mitler, hikâyeler kıtalar aşarak yer değiştirmiş, dönüşmüş, ritüellerle birleşmiş ve insanın anlam arayışına eşlik etmiştir. İnsanın mitler ve ritüeller eşliğinde süregiden (aslında ritüelle birlikte pratik bir yönü de olan) bu anlam arayışı, zamanla -antik Yunan özelindeteorik bir arkhe sorgulamasına; bu sorgulama da yine insanın bu dünyadaki varlığına ilişkin etik sorgulamalara dönüşerek felsefenin ilk klasik metinlerinden kabul edilen metinler üretilmiş ve adına bugün felsefe dediğimiz disiplin doğmuştur.

Felsefenin bu dönüşümler içinde tam olarak nasıl doğduğuna dair farklı kurgular mevcut. Bu farklı kurgular içerisinde şu sorular hâlâ soruluyor: Felsefi düşüncenin ilk sorgulamalarını içerdiği iddia edilen arkhe arayışı salt teorik bir arayış mıydı? Sonrasında insanın ve toplumun sorunlarını gündeme getiren filozoflar acaba sadece teorik bir çerçeve oluşturmak için mi bunca tartışmayı yaptılar? Felsefe sadece kitaplara yazılan ya da düşünceyi şekillendiren bir disiplin mi? Bugün bu soruların cevabını herkes kendi baktığı noktadan yeniden yazıyor. Felsefenin ne olduğu, ne yapıldığında gerçekten felsefeyle iştigal edildiği, her türlü düşünme faaliyetine felsefe denip denmeyeceği ve en önemlisi felsefenin bir yaşam tarzını, bir praksisi de beraberinde getirip getirmeyeceği soruları bugün hâlâ tartışılmaya devam ediliyor.

Three Philosophers - Giorgione
Three Philosophers - Giorgione

Kendi kişisel hikâyemde felsefe kelimesi için zihnimi yokladığımda “felsefe denen şeyi” ilk olarak ne zaman duyduğumu ve bende neler çağrıştırdığını hatırlamasam da filozof kelimesi için çocuk dünyamdan bugüne taşıdığım bir hatırayı bu yazının da merkezinde olan felsefe ve pratik hayat sorgulamasına dâhil etmem mümkün.

Filozof kelimesini ilk duyduğumda ortaokul birinci sınıftaydım. Beden eğitimi derslerinin birinde, dersin son dakikalarında herkes gibi ben de bir köşede zilin çalmasını bekliyorken beden öğretmeni beni yanına çağırdı ve gülümseyerek hiç beklemediğim bir soru sordu: “Sen filozof musun?”

Filozof kelimesini ilk defa duymuştum. “Bilmiyorum ki, o ne demek?” diye kaygılı ve çekingen bir cevap verdim. Öğretmen gülümsedi, tam o esnada zilin çalmasıyla da konu kapandı ve herkes evlere dağıldı

Okula yürüyerek gidip geliyordum ve evle okul arasında epey bir mesafe vardı. O gün, yeni duyduğum bu kelimeyi unutmamak ve eve gidince babama sormak için yol boyunca kelimeyi tekrarlaya tekrarlaya yürüdüm: Filozof, filozof, filozof… Fakat eve giderken unutmamak için sürekli tekrarladığım bu yeni kelime, fazla tekrarlanmaktan dilimde bir değişikliğe uğramıştı. Eve girmek üzere son adımlarımı atarken, “sinagog, sinagog, sinagog” diye sayıklayan bir çocuk vardı artık.

Eve girince babamı görür görmez, “Baba sinagog ne demek?” diye merakla sordum. Babam eve girer girmez sorduğum bu soru karşısında şaşırmıştı. “Yahudilerin ibadet ettikleri yere denir. Hayırdır?” diye cevapladı. Bu kez şaşırma sırası bendeydi: “Nasıl yani? Bugün beden öğretmenimiz bana, sen sinagog musun dedi?” Babam güldü: “Filozof demiş olmasın?” “Hah, evet, filozof!” Aranan kelime bulunmuştu. “Peki, filozof ne demek?” Babam biraz durdu: “Çok düşünen insanlara filozof denir.” dedi.

Michel Corneille the Younger
Michel Corneille the Younger

Aranan kelime bulunmuştu dedik ya, peki aranan cevap bulunmuş muydu? O gün için cevap bulunmuştu elbette ama bu hatıranın üzerinden neredeyse 30 yıl geçtikten sonra, bugün bu sorunun hâlâ geçerli olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim:

Felsefe nedir ve filozof kime denir? Daha da önemlisi bu sorunun tek bir cevabı var mıdır?

Bu 30 yılda hem benim kişisel hikâyemde hem de entelektüel ortamlarda felsefenin ne olduğu, kime filozof denebileceği, ne yaparsak felsefe sayılabileceği ya da ne yapmazsak asla felsefe yapmış olmayacağımızla ilgili pek çok dönüşüm oldu. Tıpkı, “filozof, filozof” diye sayıklayarak eve doğru yürüyen çocuğun dilinde çokça tekrardan kelimenin dönüşmesi gibi. Bu dönüşümlerden belki de en kayda değeri felsefenin salt teorik bir etkinlikten ibaret olmadığı, felsefi düşüncenin ilk örneği olarak sunulan antik Yunan’da dahi felsefenin bir yaşam tarzına karşılık geldiği noktasında oldu. Platon’un pek çok metninde izine rastladığımız Pythagoras, etrafındakilere belirli kurallara riayet ederek yaşamayı telkin eden ruhani bir lider. Platon’un ideaları temaşa ederek en üst bilişsel seviyeye ulaşan ideal filozofu aynı zamanda şehri yönetmesi gereken bir yönetici. Aristoteles, Plotinus, Stoacılar… Hepsi için felsefe, farklı açılardan da olsa bir yaşam biçimine karşılık geliyor. Antik Yunan’daki bu teori-pratik ilişkisi sonraki dönemlerdeki pek çok praxis fikrine de ilham olmuş. Peki, bugün ülkemizde bu tartışmanın durduğu yer neresi? Theoria bir praxisi beraberinde getiriyor mu? Felsefenin böyle bir iddiası var mı?

Bugün ülkemizde felsefenin uygulamalı yönlerine dikkat çeken, pratik hayatın sorunlarına felsefe ile cevap bulmaya çalışan yaklaşımlar ve oluşumlar da mevcut. Fakat “felsefenin ne olduğu ve kime filozof denebileceği” ile ilgili tartışmanın, teori-pratik ya da düşünce-gerçeklik ilişkisinin keyfiyetine ilişkin esaslı bir cevap üretecek bir şekilde ilerlemediğini söyleyebiliriz. Mesele -belki de alışık olduğumuz üzere- başka bir hat üzerinden ilerlemeye devam ediyor. Bu hat ise her akademik çevrenin felsefeyi “kendi felsefe yapma tarzına indirgemesi” üzerine kurulu: “Felsefe yapmak, benim yaptığım tarzda felsefe yapmaktır. Benim felsefe yapma tarzımın dışında kalan düşünme biçimleri, o kadar da felsefî değildir.”

Farklı akademik çevrelerin merkeze aldığı farklı felsefe yapma biçimleri olması anlaşılabilir ve aslında bir noktaya kadar da beklenen bir şey. Fakat sorun bu biçimin dışında kalan noktaların felsefenin de dışında bırakılmasıyla başlıyor. Filozofun/filozofluğun kutsanması ve bu kutsiyetin de yalnızca “kendisi gibi felsefe yapanlara” atfedilecek bir paye gibi görülmesi ise bu dışlayıcı tavrın belki de en belirgin özelliği. Felsefenin kendi teorik kabuğunu kırıp “bir yaraya merhem olması” beklenedursun, felsefe hepimizin kendi akademik çevremizde ürettiğimiz ve tıpkı epistemik bir kara delikte dönüp dolaşan, oradan dışarı çıkamayan düşüncelere dönüşüyor.

Türkü biterken gâh gökyüzüne çıkıp âlemi seyreden, gâh yeryüzüne inip âlemin seyrettiği filozofun omzuna melamet hırkasını usulca bırakalım ve yazıyı Hamlet’in ünlü tiradı ile bitirelim: Ne dersiniz, filozofu gökten yere indirmenin zamanı gelmedi mi?

Aristoteles, Plotinus, Stoacılar… Hepsi için felsefe, farklı açılardan da olsa bir yaşam biçimine karşılık geliyor.
Aristoteles, Plotinus, Stoacılar… Hepsi için felsefe, farklı açılardan da olsa bir yaşam biçimine karşılık geliyor.

“Ve işte böyle kararlılığın doğal rengi

Endişenin soluk gölgesiyle bozuluyor.

Bulutları hedef alan büyük ve iddialı adımlar

Bu yüzden yörüngesinden sapıyor.

Ve bir eylem olmaktan çıkıyor adları.”

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım