"Materyalist hayat yeni dinlere kapı açıyor"
Yeni dinî hareketler 20. yüzyılın ilk yarısından sonra dünya gündemini daha sık meşgul etmeye başladı. Bugün misyonerlik faaliyetlerine devam eden yüzlerce farklı akım var. Bunlardan bazıları popülerleşmiş söylemlerini kitaplaştırarak takipçilerine ulaşmaya çalışırken, bazıları da kadim öğretileri kullanıyor.
Modern dünyanın içinde sıkışıp kalan, anlam ve mana arayışındaki insanlar ise maalesef spiritüel yönlerini öne çıkarıp, gerçekleri takipçilerinden saklayan bu hareketlere ilgi duyuyor. Son yıllarda yeni dinî hareketlerle ilgili dikkat çekici çalışmalar yapan Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Anabilim Dalı’ndan Doç. Dr. Süleyman Turan’la yeni dinî hareketleri ve insanların bu hareketlere neden ilgi gösterdiğini konuştuk.
Yeni dinî hareketler nasıl ve neden ortaya çıktı? Ortaya çıktığı dönemi anlatabilir misiniz?
New Religious Movements, (NRM), bizde ise “Yeni Dinî Hareketler” yani YDH, olarak isimlendirilen oluşumların ortaya çıktıkları ve kapsadıkları dönemle ilgili olarak iki yaklaşım söz konusudur.
Araştırmacıların bir bölümü “yeni dinî hareketler” tabiriyle genellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan oluşumlara gönderme yaparken bazıları kapsamı daha da genişleterek son 150 yıldır tarih sahnesine çıkan hareketleri bu kavramın kapsamına dâhil etmektedir. Kanaatimizce ikinci yaklaşım daha makul gözükmektedir. Çünkü birinci grupta yer alan araştırmacıların tarihlendirmesi esas alındığında on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan Yehova Şahitleri gibi, bugün yeni dinî hareketler denildiğinde hemen herkesin bildiği pek çok oluşumun, kavramın kapsamının dışına itilmesi gerekecektir.
- Öte yandan yeni dinî hareketler tabirindeki “yeni” sözcüğü zaman itibariyle yakında ortaya çıkmış gruplara gönderme yapmaktadır. Ancak bugün bizim “yeni” olarak nitelediğimiz hareketlerin zamanla tarihsel, bir diğer ifadeyle geçmişte kalan hareketler olacağı, öte yandan gelecekte de çok farklı hareketlerin ortaya çıkmaya devam edeceği aşikardır.
Dolayısıyla bu son nokta YDH’lerin ortaya çıktığı dönemden daha çok bu hareketleri ortaya çıkaran koşullar ve sebepleri konuşmayı gerekli kılmaktadır. Yapılan araştırmalara baktığımızda modernizm, sekülerleşme, küreselleşme, çoğulculuk, hızlı değişim, subjektivizm, kayıtsızlık, bireycilik, hazcılık, sosyal ve ekonomik durum, materyalist hayat, tarzından tatmin olmama gibi çok çeşitli faktörlerin az ya da çok YDH’lerin ortaya çıkışına ve gelişimine etki ettiğini söyleyebiliriz.
Bu hareketlerin karakteristik özellikleri ve hareket noktaları neler?
Sayıları binlerle ifade edilebilecek yeni dinî hareket var. Dolayısıyla incelendiğinde oldukça renkli bir görünümle karşılaşıyoruz. Bunların bir bölümü Avrupa ve Amerika’da ortaya çıkmasına rağmen Asya, Afrika ve Latin Amerika kökenli hareketlerin sayısının son yıllarda artış gösterdiğini de söyleyelim. Hareketlerin bazısı geleneksel dinlerin birinin içinden ortaya çıkarak gelişme gösterirken, diğer bir kısmı ise senkretik bir görünüm sergiliyor. Yehova Şahitleri ve Moonculuk gibi bazı hareketler misyonerlik faaliyetlerine önem verip üye sayılarını artırmaya çalışırken, bazısı da ezoterik ve gizemli yapıları nedeniyle zayıflamış ya da ortadan kaybolup gitmiştir. Bu ve benzeri hususlar, konuyla ilgilenen araştırmacıların da dikkat çektiği üzere, YDH’leri tanımlamayı ve hepsi için geçerli olabilecek özellikleri tespit etmeyi zorlaştırıyor. Hepsini kuşatıcı olmasa da yine de bir takım temel özelliklerden söz etmek mümkün.
Daha kolay anlaşılması için bunları şu şekilde sıralayabilirim: Yeni dinî Hareketler eklektik ya da senkretik yapı arz eden oluşumlardır, hareketlerin zirvesinde sınırsız otoriteyle donanmış karizmatik bir lider bulunur. Genelde kurtuluşun çok zor olduğuna ve ancak kendi kurtuluş reçetesini tatbik eden az sayıda insanın kurtulabileceğine inanırlar.
- Cemaat kelimesi yerine aile ifadesi tercih edilir ve aile çatısının dışında kalanların kurtuluşa ulaşmaları öngörülmez, çoğunda kıyametin yaklaştığı beklentisi hakimdir (ki bundan dolayı “kıyamet tarikatları” şeklinde de isimlendirilirler). Yeni bir dünya dinî ve yeni bir dünya düzeni kuracakları fikriyle hareket ederler, çoğunda halihazırda gelmiş ya da geleceği beklenen bir mesih beklentisi söz konusudur.
Pek çoğunun ortak noktası her şeyi yaratan bir Tanrı’nın varlığını inkârdır. En azından oluşum süreçlerinde ağırlıklı olarak birinci kuşak, din değiştirenlerden oluşmaktadır bu sebeple gelişimleri din propagandası yapan mürtetlere dayanmaktadır. Üyelerini yeni norm ve kimliklerin empoze edildiği toplumsal bir öğrenme sürecine tabi tutarlar. Son olarak birçoğunda sırlı ve gizemli bir atmosfer dikkatleri çekmektedir.
Milenyum tarikatları, sapkın veya gençlik hareketleri gibi tanımlamalar da var. “Yeni dinî hareketler” kavramı bunlardan farklı bir anlam mı ifade ediyor?
Gerek Batı’da gerekse ülkemizde söz konusu hareketlere atıfta bulunulurken “yıkıcı kültler”, “zararlı örgütler”, “yeni dinler”, “yeni dindarlık biçimleri”, “yeni dinî akımlar”, “milenyum hareketleri”, “kült grupları”, “kıyamet tarikatları” ve “yeniçağ dinleri” gibi farklı isimlendirmeler yapılmaktadır. Yine çoğu hareketin temel hedef kitlesi genellikle 15 ile 25 yaş arasındaki gençler olduğu için “gençlik dinleri” ya da “gençlik tarikatları” şeklinde bir kullanım da mevcut.
“Yeni Dinî Hareketler” tabiri, araştırmacıların sekt ve kült gibi bazı kavramlar etrafındaki tartışmalarının sonucunda geliştirilmiştir. Sıraladığımız çeşitli kullanımlar arasında daha nesnel ve kuşatıcı bir nitelik arz ettiği için bu tabir akademik çevrelerde daha revaçtadır ve yaygın bir şekilde kullanılır. Yargılayıcı ve aşağılayıcı birtakım çağrışımlar içeren kavramlar yerine daha nesnel olduğu için tercih edilen yeni dinî hareketler kavramını kısaca “baskın kültürden ayrılmış ve yeni oluşturdukları yapıya taraftar kazanmaya çalışan dinî nitelikli gruplar” şeklinde tarif etmek mümkün.
Bu hareketlere din mi, akım mı, yoksa mezhep mi demeliyiz?
YDH’lerin bazılarının Hinduizm, Budizm ve Hristiyanlık gibi dünya dinleri içerisinden çıkarak yayıldığına, bir bölümünün ise senkretik ya da eklektik bir yapı arz ettiğine işaret etmiştim. Dolayısıyla bu hareketlerin, yaşayan dünya dinleri ile ontolojik olarak kaçınılmaz bir bağlantısı söz konusu. Bundan dolayı YDH’ler, genellikle kökenlerindeki ana dinlerin (sapkın) bir mezhebi veya tarikatı olarak görülür. Buna karşılık söz konusu hareketler ise kendilerini geleneksel dinlerden ayırma gayretine girerler. Bu çaba birçok sebebe bağlanabilir.
Ancak özellikle iki noktaya dikkat çekmek istiyorum: YDH’ler içinde doğdukları mahalli büyük dinîn, yeni yorumlarını içerdikleri ve geleneksellikten ayrıldıkları için insanların zihinlerinde genellikle olumsuz bir imaja sahiptir. Bundan dolayı ana dinîn bir mezhebi veya tarikatı olmayı küçültücü ve kendileri için zarar verici olarak görürler. İkinci olarak, mezhep olarak kabul edilmenin hukuki birtakım mahzurları beraberinde getirmesi; bazı ülkelerin kanunlarında geleneksel inanç dışındaki küçük gruplara din hürriyetinin tanınmaması ve farklı hareketlerin “bölücü” olarak nitelendirilmesi nedeniyle YDH’ler, kendilerinin “mezhep” değil, bilakis “yeni bir din” olduklarını iddia etmektedir. Bu noktada kaynaklarda hâlâ bir karmaşanın olduğuna işaret edebiliriz. Örneğin İslam Mezhepleri Tarihi kaynaklarında bir mezhep olarak yer alan ve anlatılan Bahailik, yakın dönemde yeni dinî hareket olarak nitelendirilerek YDH kitaplarında yer almaya ve konu edilmeye başlamış, son dönemde ise gerek Batı’daki gerekse ülkemizdeki bazı Dinler Tarihi Kitapları içerisinde yaşayan dünya dinleri arasındaki bir din olarak kabul edilir hale gelmiştir. Dolayısıyla bir hareket farklı kaynaklarda mezhep, yeni dinî hareket ya da din olarak karşımıza çıkabilmekte ki bu durum, kullanımdaki karmaşanın boyutunu göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Diğer klasik dinlerden farkları nelerdir?
Öncelikle klasik dinler ile YDH’ler arasında temelde “din” kavramı üzerine bir farklılık söz konusudur.
Zira “yeni” terimi zımnen klasik dinlerin inanç, ritüel ve yapılarından hoşnut olmamayı ve onların devamı olmamayı ifade etmektedir. Bir diğer farklılık, bilindiği üzere Hıristiyanlığın karmaşık teolojisi bir tarafa bırakılacak olursa geleneksel dinlerin neredeyse hiçbiri kendi kurucusunu tanrı ilan etmemiştir. Halbuki YDH’lerin birçoğunun lideri, kendinî ilahlık makamında görmüş ve insanları da kendilerini takip ederek bu makama ulaşacaklarına inandırmıştır. Neredeyse bütün YDH’lerin, içinde doğdukları ana dinîn kutsal kitaplarına eş değer, bazen de daha üstün saydıkları ayrı kutsal metinleri bulunmaktadır.
YDH’lerin daha çok siyasal ve ideolojik olan yeni bir dünya düzeni ve yeni bir dünya dinî vaat ettiklerini görüyoruz.
Ayrıca YDH’ler, son günlerde geleceği vaat edilen bir kurtarıcının gelmiş olduğu düşüncesiyle hareket ederler; bu doğrultuda üyelerini de altın çağ nesli görüp yüceltmeye çalışırlar. YDH’lerde bireyselcilik ve bireysel kutsallığın merkeze alındığı bir anlayış dikkatleri çekmektedir. Yine “kadına bakış” gibi bazı konularda YDH’lerin, klasik dinleri yetersiz ve etkisiz olmakla itham ederek bu noktadan beslendiklerine özellikle vurgu yapmak isterim. Taraftarlarını müşteri olarak görmeleri ve onları maddi, manevi ve hatta Tanrı’nın Çocukları hareketinde olduğu gibi, bedenen sömürmeleri YDH’leri geleneksel dinlerden ayıran önemli farklılıklar arasında zikredilebilir.
Türkiye’de durum nedir? Ülkemize özgü akımlar var mı?
İzmir doğumlu Vedia Bülent Çorak tarafından kurulan Dünya Kardeşlik Birliği Mevlâna Yüce Vakfı hariç tutulursa söz konusu hareketlerin hiçbirinin Türk toplumuna özgü bir temelinin bulunmadığını sevinerek ifade etmek isterim. Ancak farklı coğrafyalarda ortaya çıkarak yayılan bazı YDH’lerin uzantılarına son yıllarda ülkemizde de rastlandığını ve bunların Türk insanını, özellikle de gençliği bir şekilde olumsuz yönde etkilediğini görüyoruz. Hare Krishna, Moon Tarikatı, Transandantal Meditasyon, Sayentoloji, Mormonlar ve Yehova Şahitleri ülkemizde faaliyet yürüten hareketler içerisinde ilk akla gelenler.
Söz konusu hareketler içerisinde üye sayısı itibariyle Yehova Şahitleri’ne dikkat çekilebilir. 1930’lu yıllardan itibaren oluşturdukları düzenli teşkilatla Türkiye’de de faaliyet yürütmeye başlayan hareket, 1960’lı yıllardan itibaren dinî inançlarını yayma ve başkalarına benimsetmeye çalışma, dinî yayın dağıtma gibi suçlamalarla çeşitli davalara da konu olmuştur. Bu davalar, hareketin kurumsal statüsünün (mezhep, tarikat veya din) belirlenmesi ve Türk Ceza Kanunu’nun 163. maddesine binaen dinî propaganda kapsamında devlete tehdit oluşturması bağlamında gerçekleşmiştir.
Günümüzde İzmir, Muğla, İstanbul, Bursa, Adana ve Samsun gibi şehirler ve bunlara bağlı ilçelerde faaliyetlerini farklı şekillerde sürdürmektedir. Bir diğer dikkat çekici hareket olan Moon Tarikatı, Türkiye’de 1980’li yıllardan itibaren faaliyet yürütmeye başlamış ve özellikle 2000 yılların başında lüks otellerde gerçekleştirdiği uluslararası toplantılarla adından söz ettirmiştir. O yıllarda bilerek ya da bilmeyerek ülkemizden pek çok kişi Moon Tarikatı’na bulaşmış, onların davetlerine icabet etmiş ve bu tarikatın merkezlerini ziyaret etmiştir. Bu hareketler kadar ön plana çıkmasa da ülkemizde
Budist, Hindu ve Taoist görüşleri savunan ve kendilerini bir din veya inanç sistemi olarak tanımlamaktan kaçınan Reiki, Sahaja Yoga ve Falun Dafa gibi birçok grup veya hareketin varlığına dikkat çekmek isterim.
Ülkemizde faaliyet gösteren bu grupların hedef kitlesini kimler oluşturuyor?
Yapılan araştırmalar ülkemizde faaliyet yürüten grupların hedef kitlesinin genç emekliler, üniversiteli gençler, orta yaş ve üzerindeki ev hanımları ve genelde ekonomik durumu orta ya da üst gelir düzeyinde kimselerin oluşturduğunu göstermektedir. Ülkemizde faaliyet yürüten hareketlerin hedef kitlesi ve faaliyet alanları dikkate alındığında, hepsi olmasa da bir bölümünün gerçek kaygısının dinî olmadığını söylemek mümkündür.
- Ülkemizde yürütülen faaliyetler karşısında son dönemde vatandaşlarımızı bu hareketlerden haberdar etmeye ve bilinçlendirmeye dönük çeşitli akademik çalışmalar da yapılmıştır ve yapılmaya devam etmekte.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da bu noktada sorumluluk bilinciyle hareket ettiğini ve ülkemiz insanının samimi dinî duygularının istismar edilmesine engel olmak için birtakım çalışmalar yürüttüğünü görüyoruz. Bu noktada atılan son bir adım olarak 25-28 Kasım 2019 tarihinde Ankara’da düzenlenen VI. Din Şurâsı’nın iki ve üçüncü maddelerinin doğrudan bu konuya tahsis edildiğini ve alınacak tedbirlere yönelik bazı tespitlere yer verildiğini hatırlatmak isterim. Son olarak İlahiyat fakültelerimizde Dinler Tarihi anabilim dallarında görev yapan akademisyenler ile bazı farklı branşlardan araştırmacıların katkısıyla 250 civarında yeni dinî hareketi tanıtacağımız bir “Yeni Dinî Hareketler Ansiklopedisi”ni tamamlama aşamasında olduğumuzu sizlerle paylaşmak isterim.
Hocam bu güzel çalışmanız şimdiden hayırlı olsun. Hareketlerin taraftarlarını nasıl kazandıklarıyla devam edelim mi? Misyonerlik faaliyetlerini nasıl yürütüyorlar?
YDH’lerin en önemli metodunu aktif misyonerlik faaliyetleri oluşturur. Nitekim alan araştırmaları da bir hareketin üye sayısındaki artışın yürütülen misyonerlik faaliyetleri ile doğru orantılı olduğunu göstermekte.
Yayılmanın ve büyümenin misyonerlik faaliyetlerine bağlı olduğunun farkında olan Yehova Şahitleri ve Moon Tarikatı gibi birçok yeni dinî hareket, bu bağlamdaki faaliyetlere yönelmektedir. Yetiştirilen misyonerler ev ve işyerlerini kapı kapı dolaşarak ve caddelerde, sokaklarda, havaalanlarında, alışveriş merkezlerinde vb. kalabalık yerlerde gruba ait broşür ve basılı materyalleri dağıtmak suretiyle faaliyet yürütmekte ve gruba yeni üyeler kazandırmaya çalışmaktadır. Sosyal ilişkiler kurulması ve tesis edilen ilişkilerin geliştirilmesi üye elde etme noktasında YDH’ler için son derece önemli görülmektedir. Bu nedenle YDH’lerin, üyelerini her zaman grup içinde olduğu kadar çevrelerindeki kişilerle de güçlü sosyal ilişkiler kurmaya yönlendirdiklerini görüyoruz.
- Özellikle kendi sosyal çevresinde etkili ilişkiler kuramayan ve bunun yoksunluğunu hisseden kişiler için YDH’lerin bu yapısının cezbedici olduğu anlaşılmaktadır. Yeni bir dinî hareketin ortaya çıkışı ve gelişiminde merkezi bir rol üstlenen karizmatik liderin, hareketin üye kazanması noktasında da etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Nitekim liderlerin eylemleri ve insanlar üzerinde bıraktığı etkiler, üyeler tarafından abartılarak yayılmakta ve bu durum hareketin yeni üyeler kazanmasına da katkı sağlamaktadır. YDH’lerin bir bölümünün meditasyon ve terapi gibi Doğuya ait çeşitli olguları Batı toplumlarına sunarak onların ilgisini çekmeyi başardıklarını biliyoruz. Söz konusu öğretilerle ortaya çıkan bazı YDH’ler, psikolojik ve fizyolojik sorunlarını çözme, dinginlik, mutluluk ve huzur dolu bir yaşam sunma gibi vaatlerle insanlara yaklaşmakta. Bu hareketlerin en önemli özelliği ilk etapta çoğu zaman dinî yönlerini gizlemeleridir. Bu şekilde toplumun farklı kesimlerinden insanlara kolayca yaklaşabilen hareketler sempatizan ve üye sayılarını artırmaktadır. “Sevgi Bombardımanı” ve “Flörtle Balık Avlama” gibi sadece bazı hareketlere özgü misyonerlik yöntemleri de söz konusu. Moonculuk ve Tanrı’nın Çocukları hareketlerinin tatbik ettiği bu yöntemlerle, özellikle kadın üyeler vasıtasıyla erkekler duygusal ve fiziksel yönden kandırılarak harekete kazandırılır. Araştırmalar söz konusu hareketlerin belli dönemlerde bu yöntemler sayesinde taraftar sayılarını ciddi oranda artırdıklarını göstermektedir.
Mehdi, mesih gibi inançları da var mı? Kadim dinlerden bazı ortak hikâyeler alıyorlar mı?
Beklenen bir kurtarıcı inancı açısından YDH’leri iki grupta tasnif etmek mümkündür: Birinci grupta Mormonlar, Yehova Şahitleri ve Yedinci Gün Adventistleri gibi mesihin yakın zamanda dünyaya geri döneceğini savunan hareketler; ikinci grupta ise, Moonculuk, Sathya Sai Baba, Raelyenler, Branch Davidian ve Aum Shinrikyo gibi karizmatik liderin kendisini kurtarıcı mesih ilan ettiği hareketler yer alır. Bu noktada tespit edebildiğimiz kadarıyla YDH’lerin büyük çoğunluğu ikinci kategoride yer alır yani beklenen kurtarıcının geldiği düşüncesindedir. Bundan dolayı söz konusu YDH’lerin liderleri, kendilerini hem bir ilah hem de kurtarıcı mesih ilan ederek bu yönde direktifler vermekte; hareketin üyeleri de altın çağ nesli olarak nitelendirilip yüceltilmeye çalışılmaktadır.
YDH’ler, kendi gruplarını hakikatin tek adresi ve dolayısıyla insanlığın geleceği için yegâne kurtuluş ümidi olarak sunduklarından, üyeleri üzerinde mutlak bir otorite tesis ettikleri ve onlara her türlü eylemi yaptırabildikleri anlaşılmakta. Öyle ki üyeler, hakikate ve kurtuluşa ulaşmanın bir aracı olduğunu düşündüklerinden aşırı asketik bir yaşam benimsemek, cinsel taleplere boyun eğmek, kendilerinin ya da başkalarının canına kıymak gibi, liderlerin kendilerinden istedikleri her şeyi yerine getirir. Bu noktada size pek çok örnek verebilirim. YDH’ler arasında bilindik ve çarpıcı olması dolayısıyla David Koresh ve grubu Branch Davidian Hareketi’ne işaretle yetinmek istiyorum. Kendisinin çok eşliliğine imkân tanıyan bir öğreti geliştiren Koresh, 1989 yılında “Yeni Işık” (New Light) adlı bir öğreti ileri sürerek, hareket içerisinde kendisinin dışındaki tüm erkek üyelerinin bekâr olması gerektiğini; hareketteki erkeklerle evli olan kadınların ise artık kendi eşleri olduğunu ilan etmiştir. Bu yeni öğretiye göre Koresh’ten olacak çocuklar dünyayı yönetecek yeni bir nesil oluşturacağından gruptaki kadınların sadece Koresh’ten çocuk sahibi olmaları öngörülmüş ve bu doğrultuda bir yaşam benimsenmiştir.
Peki insanlar neden bu tür hareketlere ilgi gösteriyorlar?
Yapılan araştırmalar üyelerin yaş, eğitim, sosyal sınıf, cinsiyet ve dinî geçmiş gibi arka planlarının değişkenlik arz ettiğine işaret etmektedir. Dolayısıyla bu durum YDH’lerin üyelerinin katılım gerekçelerinin de farklı farklı olduğunu göstermekte. Genel olarak değerlendirdiğimizde araştırmalar, insanların özellikle de gençlerin YDH’lere katılımlarında subjektivizm, kayıtsızlık, bireycilik, hazcılık, sosyal ve ekonomik durum, materyalist hayat tarzından tatmin olmama, ailenin sosyalleştirici rolünü yerine getirememesi, ailenin etkisinden ya da baskısından kurtulma isteği, medya ve sosyal ağlar gibi çeşitli faktörlerin etkili olduğunu göstermektedir.
Yeni dinî hareketler ve beyin yıkama olgusu arasındaki ilişki nedir?
YDH’lerin katılımcılarının hangi psiko-sosyal sebeplerle bu hareketlere girdikleri ya da hangi gerekçe ve nedenlerden dolayı kısa bir süre sonra hareketten ayrıldıkları; diğer taraftan da üyelerin gerçekten din mi değiştirdikleri yoksa beyinlerinin mi yıkandığı hususu öteden beri tartışılan konuların başında gelmekte. YDH’lerin yaygınlaşmaya başladığı XX. yüzyılın ortalarına gittiğimizde, başlangıçta genellikle bu hareketlere hoşgörülü yaklaşıldığını ancak zamanla bu hareketlerin yaygınlık kazanmasına bağlı olarak bu hoşgörülü tavrın yerini bir takım kuşku ve ithamların aldığını görürüz. Özellikle çocuklarının ve yakınlarının YDH’ler tarafından ellerinden alındığına inanan ailelerin şikâyetleri ve YDH’lerin üyelerinin iştirak ettiği kriminal suçların bu kuşkuları artırdığı söylenebilir. Bu noktada YDH’lerin üye kazanmak ve mevcut üyelerini elde tutmak amacıyla insan aklını ve davranışlarını kontrol edebilen birtakım beyin yıkama teknikleri kullandıkları düşünülmektedir.
Özellikle bu hareketlere katılan insanlardan bir kısmının ailelerini, arkadaşlarını, kariyerlerini ve sosyal çevrelerini terk etmeleri; hırsızlık, yolsuzluk, cinayet, taciz ve intihar gibi olaylara karışmaları bu kişilerin gönüllü bir şekilde bu zararlı örgütlere katılmalarının mümkün olmadığı, aksine çeşitli yöntemlerle bu hareketlere katılmaya mecbur bırakıldıkları algısını doğurmuştur.
Burada sadece yetişkin bireylere yönelik eylemlerden söz etmiyorum. Ayrıca herhangi bir yeni dinî hareketin içinde dünyaya gelen çocukların grubun ideolojisine ve doktrinlerine alıştırılması ve ısındırılması için tatbik edilen programlar da söz konusudur. Özellikle Tanrı’nın Çocukları tarafından belli bir süre uygulamaya konulan Victor Programlarını ilk planda zihnime gelen örnek olarak hatırlatmak isterim.
Beyin yıkama olgusunu sıradan davet ve ikna yöntemlerinden ayıran temel nokta fiziksel veya manevi bir takım şiddet, baskı ve zor kullanma tekniklerini meşru görmesidir. Nitekim hedef olarak belirlenen kitle veya ferdin gruba bağımlı hale gelmesi için aç, susuz ve uykusuz bırakma, darp, tecavüz ve uyuşturucu gibi doğrudan fiziksel şiddet içerikli yöntemler kullanma veya fert ve grup terapileri düzenleme, gençlerin cinselliğe olan zafiyetlerinden istifade etme ve sınırsız bir eğlence kültürünü teşvik ederek bir anlamda bu davranışların bağımlısı yapma gibi uygulamalar beyin yıkama olgusu içerisinde değerlendirilmektedir.
İbadetleri, kendilerine özgü ritüelleri de var mı?
YDH’lerin dinî alanda sunduğu yeniliklerin pratik hayata da yansıdığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede bazı YDH’ler, geleneksel dinlerin ritüel ve pratiklerine yer verirken, YDH’lerin bir kısmında ise geleneksel dinlerde alışılmadık birtakım uygulamalar karşımıza çıkmaktadır. YDH’lerdeki ritüeller arasında öncelikle dine giriş ayinlerine atıfta bulunmak gerekir. Bu ayinler uykudan uyanma ya da kısa süreli bir körlüğün ardından görme yeteneğini yeniden kazanma olarak nitelendirilmekte.
Yehova Şahitleri, Mormonlar ve Satanizm gibi bazı hareketlerde birtakım farklılıklarla birlikte, vaftiz gibi bilinen uygulamalar karşımıza çıkmaktadır. Diğer bazı gruplarda ise daha farklı ritüeller tatbik edilmektedir. Örneğin Shoko Asahara tarafından Japonya’da kurulan Aum Shinrikyo hareketinde yeni üyenin, Asahara’nın kanı olduğu iddia edilen bir sıvıyı içmesi talep edilmekteydi. Bu noktada söz konusu grubun lideri Asahara ve grubun bazı üyelerinin, 1995 yılında Tokyo metrosuna sarin gazıyla intihar saldırısında bulunma suçundan 6 Temmuz 2018’de idam edildikleri hatırlatmak isterim.
Meditasyon gibi uygulamalar da söz konusu olabiliyor galiba...
Tabii yoga ve meditasyon uygulamalarına mutlaka işaret etmek gerekir. Bu tür uygulamalara yer vermeleri açısından Transandantal Meditasyon, Rajneesh, Brahma Kumaris ve Ananda Marga gibi hareketleri örnek verebiliriz. YDH’lerin yoga ve meditasyon uygulamaları incelendiğinde iki temel farklılık dikkat çekmektedir: İlki, hareketlerin bir kısmı bireysel meditasyona daha fazla önem atfederken, bazısı grup meditasyonu üzerinde durmaktadır. İkinci farklılık ise, bazı hareketlerde meditasyon için üyelerden belirli bir mantra, özel bir duruş ve nefes tekniği talep edilirken, diğer bazısında meditasyonda önceden belirlenmiş bir takım pozisyon ve yöntemlere çok fazla önem atfedilmemektedir. YDH’lerin bir bölümünde belirli bir takım zikir ya da mantra okumaları karşımıza çıkmakta. Hare Krishna, Soka Gakkai ve Subud hareketini ilk planda örnek olarak zikredebileceğim bu tür uygulamalarda tekrar edilmesi istenen ifadelerin anlaşılır olma zorunluluğunun bulunmaması çok ilginç olsa gerek. Yani üyelerden mantra olarak belirlenen ifadelerin anlamı üzerinde düşünmeleri değil, sadece bu kelimeleri söylemeleri beklenmektedir.
- YDH’lerden bazılarında inanç ile sağlığı birbirine yakınlaştıran, iyileşme ve arınmaya dönük birtakım ritüellere rastlanmaktayız. Bu tür gruplara katılan insanların birçoğu için fiziksel ve zihinsel sağlığa kavuşmanın diğer hedeflerden daha önemli olduğunu ve hatta bu tür uygulamaların harekete katılımı etkilediğini söylemek yanlış olmaz.
Son olarak Moon Tarikatı/Birleştirme Kilisesi ve Mormonlar gibi bazı YDH’lerde dünyevi hayata tanrısal bir boyut kazandırmak amacıyla gerçekleştirilen özel evlilik törenlerine ve cinsellik uygulamalarına işaret etmek isterim. Örneğin Birleştirme Kilisesi, daha yaygın adıyla Moon Tarikatı denildiğinde akıllara daha önce birbirini tanımayan fakat Moon tarafından eşleştirilen çok sayıda çiftin katılımıyla stadyumlarda gerçekleştirilen toplu nikah törenleri gelmekte.
Bazılarında intihar eylemleri de gözümüze çarpıyor. Bunun altında nasıl bir psikoloji yatıyor?
YDH’leri ilgi odağı haline getiren konuların başında hiç kuşkusuz bir takım intihar eylemleri gelmektedir. Özellikle Peoples Temple, Branch Davidian, Solar Temple ve Heaven’s Gate hareketleri üyelerinin farklı saiklerle farklı zaman ve mekânlarda gerçekleştirdikleri intihar eylemleri neredeyse konuyla ilgilenen herkes tarafından bilinmektedir. Hatırlatmak gerekirse 1978’de Peoples Temple’ın 918; 1993’de Branch Davidian hareketinin 70’nin üzerinde; 1994’de Solar Temple’ın 53; 1997’de Heaven’s Gate hareketinin 39 üyesi intihar etmiştir.
Bu ve benzeri bazı irrasyonel ve trajik olaylar YDH’lerden bazısının intihar kültü olarak isimlendirilmesine neden olmuştur. YDH’lerin intiharı da içine alan şiddet eylemlerini, grup üyelerine yani içe dönük ve dışa dönük şeklinde iki bağlamda değerlendirmek gerekir. Dışa dönük şiddet eylemleri ile içe dönük şiddet eylemlerinin motivasyon kaynakları ve sonuçları elbette farklı olmaktadır. Sözünü ettiğimiz intihar eylemleri grup üyelerinin kendilerine zarar vermesi ile sonuçlanmıştır. Bu eylemlerin detaylarını incelediğimizde arka planda psiko-sosyal ve teolojik çeşitli gerekçelerin yer aldığını görüyoruz.
Bu tür hareketlerin kadınlara bakış açısı nedir?
Kadınların toplumsal ve dinî hayattaki yeri ve rolleri, geleneksel dinlerde olduğu gibi, YDH’lerde de en hassas ve tartışmalı konulardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Kadın algısı açısından YDH’leri ele aldığımızda yelpazenin bir ucunda kadınları ikincil konuma yerleştirerek tamamen erkeğe bağımlı tipler olarak kabul eden YDH’ler yer alırken, diğer ucunda ise onları erkeklerle eşit ya da üstün kabul eden ve hatta lider konumuna yerleştiren YDH’lerden söz edilebilir. Birinci grupta yer alan hareketlerin en tipik örneğini oluşturan Branch Davidian ve Tanrı’nın Çocukları’nın kadınları nasıl istismar ettiklerinden bahsetmiştim. Şimdi de kısaca ikinci grupta değerlendirebileceğimiz hareketlere ilişkin bir noktanın altını çizmek istiyorum. YDH’lerden bazısı, kadınları dışladıkları ya da köleleştirdiklerini iddia ettikleri geleneksel dinlerin algı ve uygulamalarına itiraz ederek kadınlara aşırı özgürlük vaat etmektedir.
Bu tür hareketlerin bunu ne derecede gerçekleştirdiği ayrıca bir tartışma konusu. Kadınları hak ve özgürlük söylemleriyle kendilerine çeken söz konusu hareketler, gerek beslendikleri dinsel geleneklerin gerekse içinde yaşadıkları toplumdaki hakim uygulamaların etkisiyle geleneksel cinsiyet rollerini benimsemenin ötesine geçememekte ve bu durum söz konusu hareketlere katılan kadınlarda büyük bir hayal kırıklığına yol açmaktadır. Dahası bu hareketlerde kadınlara daha fazla özgürlük sağlamak bir yana, onların çok daha aşırı olumsuzluklarla karşı karşıya bırakıldıkları bir gerçektir. Cinsel istismar bu olumsuzlukların başında gelmektedir. YDH’lerde üyelerden beklenen kayıtsız şartsız teslimiyetin, bazı hareketlerde lidere cinsel açıdan itaat etmeyi de kapsayacak şekilde genişletilmesi başta kadınlar olmak üzere çocuklar ve hatta erkeklerin bile cinsel açıdan istismar edilmesine yol açmaktadır. Ayrıca ne kadar eğitimli ya da kültürlü olurlarsa olsunlar insanların bu istismardan çoğu zaman kurtulamadığını üzülerek ifade etmek istiyorum.
YDH’lerin internetin yaygınlık kazanmasıyla da bir ivme yakaladığını söyleyebilir miyiz?
YDH’lerin bu denli yayılma imkânı bulabilmesini internete borçlu olduklarını rahatlıkla söyleyebilirim. YDH’lerin web sitelerinin büyük çoğunluğu potansiyel üyelere e-mail ve telefon gibi iletişim yöntemleriyle erişip; broşür, kaset, kitap ve video gibi çeşitli materyallere ulaşmalarını kolaylaştırır. Bu sayede her gün çok sayıda insana ulaşmış olur. Örnek vermem gerekirse internet üzerinden misyonerlik faaliyetlerinde bulunan hareketlerin en önemlilerinden biri Mormonlar’dır. Bu hareketin üyeleri Facebook, Twitter, Instagram, Pinterest, Google+, Youtube gibi popüler sosyal medya platformlarının hepsinde aktif olarak yer almakta, bu mecraları mesajlarını yaymak ve üye elde etmek amacıyla yoğun bir şekilde kullanmaktadır. Dikkat çekici olması açısından hareketin resmi Facebook hesabını şu anda beş milyonun üzerinde kişinin takip ettiğini hatırlatmak isterim.