Marmara Denizi’ni ortak akılla kirlilikten kurtarabiliriz

Fotoğraf: Sedat Özkömeç
Fotoğraf: Sedat Özkömeç

Mayıs ayında, önce Marmara Denizi’nin müsilaj denen deniz salyasıyla kaplandığını sonra önlemler kapsamında deniz yüzeyinin adeta dev elektrikli süpürgelerle temizlendiğini gördük. Balıkçılar, dalgıçlar, deniz ekosistemi ve çevre üzerine çalışanlar sürecin yeni başlamadığını, gelinen noktada Marmara’nın ölmek üzere olduğunu anlattı. Marmara Denizi’ndeki kirlilik baskısının bugün “müsilaj” olarak ortaya çıktığı, alınan önlemler uygulanmazsa başka şeylerle de karşılaşabileceğimiz söyleniyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Marmara Belediyeler Birliği, akademinin ve sektör temsilcilerinin katkılarıyla bir çalıştay gerçekleştirmiş, alınan kararları Marmara’ya kıyısı olan belediye başkanlarının ortak imzasıyla kamuoyuna duyurmuştu. 22 maddelik bu eylem planının nasıl hazırlandığını, sahada operasyonel olarak ne kadarının uygulandığını, önümüzdeki aylarda nelerle karşılaşacağımızı, plana gelen eleştirileri ve bölgede yaşayan bireyler olarak sürece ne gibi katkılar sağlayabileceğimizi Marmara Belediyeler Birliği Çevre Yönetimi Koordinatörü Ahmet Cihat Kahraman ile konuştuk.


Ne olduğunu artık öğrenmeyen kalmadı ama biz yine tanımla başlayalım. Müsilaj nedir, nasıl oluşur?

Canlıların denizde kurdukları ekosistemin en altında fitoplankton denen, oksijen sağlayıcı bitkisel mikroorganizmalar var.

Fotoğraf: Sedat Özkömeç
Fotoğraf: Sedat Özkömeç

Müsilaj, bu fitoplanktonların üremesi sonucu salgıladıkları deniz salyasıdır. Normalde doğal bir süreç olan bu durum, bazı bakterilerle bir araya geldiği zaman eğer yaşam ortamlarında ve su kalitesinde “kendi hayatlarını tehdit edecek birtakım unsurlar” da varsa bu salyayı normalden fazla salgılar. Bugün karşılaştığımız müsilaj doğal seyrinden çıkmış deniz ekosistemine, su ürünlerine, balıkçılık ve turizm gibi sektörlere yönelik tehdit oluşturmaktadır.

Oksijen sağlayıcı fitoplanktonlar nasıl oluyor da zararlı olan, hoşlanmadığımız bir şeyi üretiyor? Doğal süreçten çıkıp, kendilerini tehdit altında hissetmelerinin sebepleri neler?

Başlıca sebepler olarak deniz suyu sıcaklığının fazlalığı, deniz suyunda yüzey ve dip arasındaki dikey sirkülasyonun oldukça azalması yani Marmara Denizi’nin durağan yapısı ve denize besin girdisinin fazlalığını söyleyebiliriz.

Besinden kastımız kentsel aktivitelerle, endüstriyel faaliyetlerle oluşturduğumuz ya da denizcilik faaliyetlerinden kaynaklı kirleticilerle denizin omuzlarına yüklediğimiz azot ve fosfordur. Bunun sonucunda fitoplanktonlar ortamdaki fazla azot ve fosfor miktarına bağlı olarak üremelerini artırıyor.

Bu çokça üreme faaliyeti ile azot ve fosfor mevcudiyeti ortamdaki önemli bir parametre olan çözünmüş oksijenin tükenmesine neden oluyor. Çanakkale’den çözünmüş oksijen değeri oldukça yüksek bir dip akıntısı besler Marmara’yı. Buradan gelen 8-9 mg/L civarlarındaki çözünmüş oksijen Marmara Denizi’nde bir süre sonra 2 mg/L’nin altına düşmeye başlıyor. Hatta Marmara Denizi’nin bazı çukur noktalarında hipoksi dediğimiz oksijensiz koşullar da gözlendi araştırmacılar tarafından.

Sebeplere baktığımızda ortaya çıkan hoşlanmadığımız bu görüntü, türlü çeşit yollarla ekosistemi delen biz insanları işaret ediyor.

Maalesef. İnsan kaynaklı olarak oluşan atıksuların yeteri kadar arıtılmaksızın denize deşarjının yanında bir diğer önemli sebep kontrolsüz avlanmalar.

  • Deniz ekosistemindeki besin piramidi hikâyesini hatırlayalım: büyük balık küçük balığı yer, o da daha basit başka bir canlıyı... İşte bugün çokça üreyen fitoplanktonlarla beslenen o küçük balıkların, denizlerimizde azalmış olması da sorun teşkil ediyor. Hamsi, istavrit gibi balıkların zamanından önce kontrolsüz ve aşırı şekilde avlanması deniz ekosistemin dengesini önemli ölçüde bozuyor.

Deniz ekosistemi üzerine akadenik çalışmalar yapanlar, balıkçılar ve dalgıçlar uzun süredir müsilajın var olduğunu, ilgili makamlarla görüştüklerini fakat yüzeye vurana kadar kimseye seslerini duyuramadıklarını söylüyor. Bu olay Marmara Belediyeler Birliği (MBB)’nin gündemine ne zaman girdi?

Öncelikle MBB’nin 1975 yılında Marmara Denizi’nin kirliliğiyle ilgili temel bir soruna dikkat çekme manifestosuyla doğduğunu hatırlatayım.

Fotoğraf: Sedat Özkömeç
Fotoğraf: Sedat Özkömeç

Bilim dünyası, sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri ve yerel yönetimlerin işin içinde olduğu çokça platformda bu kirliliği dile getiriyor ve çok sayıda çalıştay raporu yayınlıyoruz. 2012 yılında yaptığımız Marmara Denizi Sempozyumu sonrası bildirisinde net olarak şu ifade yer aldı: “Marmara Denizi’nin özümseme kapasitesinin çok üzerinde, yüklü karasal bir kirlilik girdisi var. Bu ağır deşarjların kontrol altına alınması gerekiyor. Aksi takdirde sudaki oksijen miktarını günden güne azaltacak. Kentlerin yükünü Marmara Denizi’nden almalıyız.” Dikkat çektiğimiz bu kirlilik baskısı bugün müsilaj olarak ortaya çıktı, başka bir şey de olabilirdi. Bu yılın başından itibaren balıkçılardan, akademiden ve belediyelerden bize müsilaj miktarının çokluğuyla ilgili bilgiler gelmeye başladı. Özellikle Bandırma ve Erdek civarından çokça geri dönüş aldık.

Bu bilgilerin MBB’ye ulaşmasından sonraki süreçte neler yapıldı?

Karşılaştığımız şeyin tam olarak ne olduğunu anlamak üzere bölge üniversiteleriyle birtakım teknik temaslar kurduk.

Mart ayında incelemeler sonuçlandı. Zaten MBB Başkanı Tahir Büyükakın, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ile konuyu değerlendirmeye başlamışlardı. Sahada çalışan konuyu bilen kişilerin ağzından müsilajın ne olduğunu kamuoyuna duyurmak için 18 Mayıs’ta webinar yaptık.

26 Mayıs’ta MBB Meclis toplantısında bütün belediye başkanlarıyla müsilajın yanı sıra denizdeki kirlilikle tüm belediyelerin birlikte mücadele etmesi gerektiğine dair güçlü yerel bir siyasi irade ortaya kondu. 4 Haziran’da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile işbirliği içerisinde büyük çaplı bir çevrimiçi çalıştay düzenledik.

Çalıştayda farklı görüş ve disiplinlerden çok sayıda insanın ortak bir paydada birleştiğini görmek güzeldi.

Evet, bu çalıştay Marmara Denizi için ümitvar olmamız gereken bir süreci de gösterdi.

Fotoğraf: Sedat Özkömeç
Fotoğraf: Sedat Özkömeç

Siyaset üstü bir konu olarak, parti ayrımı olmaksızın bütün belediye başkanları ideolojik taraflarını salonun dışında bırakarak masaya oturdu ve ortak değer olan Marmara Denizi için birtakım kanaatler belirtti. 6 Haziran’da Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, Marmara’ya kıyısı olan belediyelerin başkanlarıyla 22 maddelik bir eylem planını kamuoyuyla paylaştı. Bu plan, tüm belediye başkanlarının, su ve kanalizasyon idarelerinin, ilgili diğer bakanlıkların üst düzey yöneticilerinin fikrini ortaya koyduğu, kendi perspektifinden konuyu değerlendirdiği oldukça önemli bir toplantının sonrasında maddeleşti. Şu anda o maddelerin operasyonel olarak sahada uygulanması sürecindeyiz. MBB bünyesinde kurulan 21 kişilik Bilim ve Teknik Kurul, çalışmaları nesnel ve bilimsel bir zeminde tutmak üzere çaba sarfedecek. Bu uzun bir süreç tabii. Ancak acil olarak müdahale edilmesi gereken başlıklar için hemen operasyona geçildi. Özellikle deniz yüzeyinde yoğunlaşan müsilajın temizlenmesi için 8 Haziran’da bir temizlik seferberliği başlatıldı.

Denizin süpürülmesi haricinde hangi kararlar hemen uygulanmaya başlandı? İlerleyen aylarda plan dahilinde nelerin yapıldığını göreceğiz?

Temmuz ayı bitmeden Marmara Denizi özel korunma alanı ilan edilecek. Bir yıl içinde ekosistemi tehdit eden tüm hayalet ağlar temizlenecek. Balıkçılıkta ciddi birtakım düzenlemeler yapılacak. Belki Marmara Denizi’nde yürütülen balıkçılık faaliyetlerine deniz ekosistemini rahatlatacak şekilde bazı düzenlemeler getirilebilir. Denizi birazcık nadasa almak gibi seçeneklerin de ciddiyetle değerlendirilmesi gerekiyor. Marmara Denizi’nin etrafında atık sularını denize veren tesislerin arıtma çıkış suyu kalitesi çok daha iyi bir seviyede olacak. Şu anda var olan deşarj standartları, Marmara Denizi için daha katı bir seviyeye çekildi.

Ne demek bu, örnek verebilir misiniz?

Su Kirliliği ve Kontrolü Yönetmeliğinde atık suyun alıcı ortama deşarj edilebilmesi için taşıyacağı kriterler belli.

Fotoğraf: Sedat Özkömeç
Fotoğraf: Sedat Özkömeç

Kimyasal Oksijen İhtiyacı dediğimiz sudaki kirliliğin miktarına ilişkin çok temel bir paramete vardır, bu parametre ne kadar yüksekse su o kadar kirlidir. 22 Haziran’da yayınlanan bir genelge ile sanayi kaynaklı atıksuların deşarj standartlarında bu parameter ile ilgili %50’ye varan kısıtlamalar getirildi. Üstelik kentsel atıksu arıtımı sonrasındaki deşarjlarda da kimyasal oksijen ihtiyacı %20 oranında kısıtlandı. Bu yeni deşarj standartlarına göre kentler ve sanayi tesisleri atık sularını çok daha iyi arıtmak zorunda kalacaklar. Marmara Denizi’ne deşarj yapan tesislerin ileri biyolojik arıtma tesislerine dönüştürülmesiyle ilgili maliyetlerin, ekonomik değerlendirmelerin yer alacağı stratejik bir plan üç ay içerisinde açıklanacak.

Halihazırda yapılan arıtmayla, ileri biyolojik arıtma arasındaki farkı anlatır mısınız?

Yıllarca bir arıtma stratejisi olarak sadece ön arıtmayla atık sular derin deniz deşarjıyla açığa ve derine yani Akdeniz’den Karadeniz’e giden dip akıntısına verildi. Bu konuda çeşitli tartışmalar olmasına rağmen suyun önemli kısmının Karadeniz’e gittiği varsayımıyla bu operasyon yapıldı.

Fotoğraf: Sedat Özkömeç
Fotoğraf: Sedat Özkömeç

Ancak bu atık suyun gittiği Karadeniz, Marmara gibi iki tabakalı bir su kolonu olmadığı için dibe verilen yüzeye çıkabiliyor. Yüzeye çıkanın akıntıyla yine Marmara’ya gelme ihtimali var. Zaman zaman Tuna Nehri kaynaklı Karadeniz üzerinden Marmara’nın kirlendiği, zaman zaman da Marmara’daki derin deniz deşarjları nedeniyle Karadeniz’in kirlendiğiyle ilgili söylemler var. Bunların ikisi de yanlış değil. Marmara dipten Karadeniz’i, Karadeniz yüzeyden Marmara’yı kirletiyor. Gelelim Marmara Denizi’ne şu anda yapılan kentsel atık su deşarjına... Evlerimizde kullandığımız yani çamaşır yıkayarak, sifon çekerek, duş alarak, bulaşık yıkayarak oluşturduğumuz evsel atıksuyun yaklaşık %53’ü herhangi bir biyolojik giderim olmaksızın, sadece fiziksel bir prosesten geçirilerek denize veriliyor. Bu istenen bir rakam değil. Geri kalan %47’nin önemli kısmı ileri seviyede, küçük bir kısmı da biyolojik arıtma seviyesinde. Biyolojik arıtmada sadece bir azot giderimi var. İleri biyolojik olduğunda ise hem azot hem fosfor giderimi söz konusu oluyor. Marmara Denizi için istenilen arıtmanın en kötü ihtimalle ileri biyolojik olması gerekiyor.

En iyi ihitmal nedir?

En iyi ihtimal az su tüketerek oluşacak atıksu miktarını azaltmak ve oluşan atıksuların da geri kazanılmasıdır. Ancak coğrafi olarak bu bölgede oldukça yüksek bir nüfus yoğunluğu hakim. Bu denizin etrafında yaklaşık 25 milyon kişi yaşıyor. Haliyle atık suların geri kazanılması süreci nüfus yoğunluğu daha düşük olan yerlere göre daha zor. O nedenle ilk etapta hedeflenen, bu deniz deşarjlarının tamamının ileri biyolojik artıma sonrası denize verilmesini sağlaması.

Müsilajın ciddi tetikleyicisi olarak en çok konuşulan konulardan biri Ergene deşarjıydı. Islahı ya da durdurulması bu eylem planı kapsamında gerçekleşecek mi?

MBB olarak Ergene Havzası Koruma Eylem Planı’na ilişkin bir değerlendirme raporu yayınlamıştık. Detaylarına bakmak isteyenler o rapordan yararlanabilir. Burada kısaca değinelim.

Fotoğraf: Sedat Özkömeç
Fotoğraf: Sedat Özkömeç

2011 yılında dönemin Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu tarafından koruma eylem planı ilan edildi. Bölgede o zamana kadar neredeyse tüm endüstriyel atık sular herhangi bir arıtmaya tabi tutulmaksızın Ergene Nehri’ne veriliyordu. Trakya’nın yoğun sanayi ve tarımsal aktivitesi düşünüldüğünde bu atıkların direkt nehre verilmesi ciddi bir sorundu. Bölgedeki tekstil endüstrisi atık suları Ergene’yi büyük oranda kıpkırmızıya boyamıştı. Havza Koruma Eylem Planı’yla beraber Ergene’nin suyunu ikinci sınıf su seviyesine getirmek için 2011’den itibaren bölgeye çok sayıda kentsel ve endüstriyel atıksu arıtma tesisi yapıldı. Bölgedeki sanayi atıklarını kontrol etmek için de ayrıca ıslah organize sanayi bölgeleri ve bunların arıtma tesisleri inşa edildi. İşte o tesislerden çıkan kimyasal proseslerle arıtılmış su, şu aşamada düşük bir debide, ancak ilerleyen zamanda tam kapasite olarak bir kanalla Marmara Denizi’ne deşarj ediliyor. Bunun müsilaja etkisi kuşkusuz var. Ama bu sorunu sadece Ergene’ye bağlamak, tıpkı Haliç’e bağlamak gibi hiç de vicdanlı bir yorum olmaz.

Fakat 2011 artıma yapmak için çok geç bir tarih değil mi? Bu iş bu kadar zor olmamalı…

Haklısınız. Arıtma yeni icad edilen bir yöntem değil. Ancak Cumhuriyet sonrası tercih edilen ekonomi politikaları ve bazı hatalı planlamalar, lojistik konumu itibariyle de bölgesel olarak sanayinin oraya yoğunlaşması Trakya için böyle bir tablo ortaya çıkarttı. Takdir edersiniz ki kalkınma ile çevre arasındaki sorunlu ilişkiden dolayı bugün sürdürülebilirlik kavramı ile karşı karşıyayız. Zaman içerisinde birtakım politikalarla kalkınma öncelenmiş ve çevre tahribatı ikinci plana atılmış. Arıtma yapmak da enerji, yatırım, işletme giderleriyle nispeten pahalı bir teknoloji olduğu için tesisler bundan kaçış yollarını aramış, bulmuş.

Bu pahalı arıtma işlemleri için devlet desteği var mı?

  • Mevzuata göre, bir sanayi imalatı sonucunda bir atık su oluşturacaksa bununla ilgili atıksu kirlilik parametrelerine uygun bir arıtma yapması gerekiyor. Şu anda hem kentsel hem de endüstriyel atık su tesislerinde %50 enerji desteği var. Daha fazlası da olabilir tabii ama hem sanayicinin hem de belediyelerin bu tesisleri etkin bir şekilde işlettikten sonra bu oran üzerinde konuşmak daha samimi olur.

Dışarıdan baktığımızda eylem planının uygulanmasıyla ilgili şöyle bir görüntü var: Sadece denizin yüzeyi süpürülüyor. Diğer kurallar uygulamaya başlandı mı? Sanki basına pek yansımıyor. Tüm bu çalışmaları halkın derli toplu görebileceği, haberdar olabileceği bir kaynak var mı?

Eylem Planı içerisinde yer alan her maddenin bir zamanı var ve herbiri kendi rotasında uygulanmaya başlandı, yani sadece deniz temizliği yapılmıyor. https://marmarahepimizin.csb.g... sitesinden yapılan tüm çalışmalar detaylı ve güncel bir şekilde takip edilebilir. Kapatma ve yaptırımların basına yansımaması konusunda biz çevre profesyonelleri de çok rahatsızız. Hatta Sayın Bakan’ın bir ifadesi var: “Çevre için gereğini yapmayan sanayiye, Çevre Kanunu’na göre gereğini yapacağız.” Ve her gün yapılan çalışmaları sosyal medya hesabından duyuruyor.

Fotoğraf: Sedat Özkömeç
Fotoğraf: Sedat Özkömeç

Bugün 25 Haziran itibariyle müsilaj seferberliğinin 17'inci günü... 406 metreküp ile toplam 6 bin 564 metreküp müsilaj toplanarak, düzenli depolama sahalarına gönderildi. Toplam 6 binin üzerinde denetimin yapılarak yaklaşık 15 milyon lira idari yaptırım uygulandı ve 8 işletmenin faaliyetleri çevreye verdikleri zarar gerekçesiyle durduruldu. Yapısal değişikliklerin yanında bu kararlılık ve denetimlerin sürdürülebilirliği çok önemli. Ayrıca şu anda İstanbul Üniversitesi öncülüğünde ve Bakanlık koordinasyonunda yürütülen pilot bir çalışma ile Marmara Denizi kökenli bir bakterinin müsilajı azaltarak ortadan kaldırması üzerine çalışılıyor. Pilot ölçekli denemeler olumlu sonuçlar veriyor ancak takdir edersiniz ki her ne kadar yabancı bir tür olmasa da bir bakterinin ortamdaki yoğunluğunu artırma üzerine bir senaryoya temkinli yaklaşmalıyız. Hocalarımız titizlikle bu süreci yürütüyor. Çözünmüş oksijen seviyesi, denizimizdeki mikrobiyolojik aktivite nedeniyle oldukça düşük ve bu da deniz canlılarını, tür çeşitliliğini olumsuz etkiliyor. Bunu önlemek üzere İzmit Körfezi’nde 4 ve Pendik Marina’da 1 adet olmak üzere 5 adet oksijen sağlayıcı cihaz konumlandırıldı. Bunun hatırı sayılır bir etki alanında sistematik olarak çözünmüş oksijen seviyesini artıracağı öngörülüyor. Bu aşamada pilot ölçekli olan bu uygulama katedilecek mesafeye bağlı olarak Marmara’nın genelini kapsayacak şekilde genişletilecek.

Toplanan müsilajlar nasıl imha ediliyor?

Belediyelerin katı atık düzenli depolama alanlarında çevre sağlığını tehdit etmeyecek şekilde bertaraf ediliyor. Bütün patojenik çekincelerin giderildiğinden emin olunduğunda müsilajın biyoteknolojik bir ürün olarak kullanılması da söz konusu olabilir. Tekstil, deterjan, yapıştırıcı, mikrobiyal olarak zenginleştirilmiş petrol iyileştirmeleri, atıksu iyileştirmeleri, dere yatağı temizlemeleri, kozmetik, eczacılık ve gıda katkı maddesi olarak kullanım alanlarına sahiptir. Bakteri analizi, gıda toksisite analizi de halihazırda çalışılmakta. Sonucuna göre ve tuzluluk endişeleri de giderildiğinde belki tarımda gübre olarak da kullanımı söz konusu olabilir.

Müsilajın bazı salgın hastalıkları tetikleyebileceği, Marmara’dan çıkan balıkların yenmemesi ve denize girilmemesi üzerine de çokça konuşuluyor. Bu konular ilgili makamlar tarafından araştırılmaya başlandı mı? Halk ne zaman bilgilendirilir?

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Merkez Referans Laboratuvarı araştırmalara başladı. ODTÜ ile yürütülen MARMOD isimli bir proje kapsamında birçok noktadan numune alınarak incelemeler yapılıyor. Müsilajın toksik etkisinin olup olmadığı, ağır metal tutup tutmadığı beş metal üzerinden test ediliyor. İlk bulgular toksik etkisi olmadığı yönünde. Bölgedeki tüm müsilaj aynıdır demek doğru olmaz, değişebilir. Yüzülür mü, balık yenir mi gibi soruların cevabı da analiz sonuçlarında kaydedilen aşamalarla güncel bir şekilde https://marmarahepimizin.csb.g... sitedinden takip edilebilir.

Marmara Denizi ile ilgili saha çalışmaları yapan bir grup, eylem planına ciddi eleştiriler getiriyor. Çalışmaların merkezinde bir kurum olan MBB’nin bu eleştirlere cevabı nedir?

Hangi tondan olursa olsun eleştirileri gerçekten çok kıymetli buluyoruz. Çalıştayın temel motivasyonu buydu. Marmara herkesin istifade ettiği, hepimiz için önemli bir değer. Haliyle söz söyleme hakkı sadece bakanlıkta, yerel idarecilerde ya da bu konuda çalışan denizbilimcilerde olmamalı.

Fotoğraf: Sedat Özkömeç
Fotoğraf: Sedat Özkömeç

Çalıştay 700’ün üzerinde yüksek bir katılımla gerçekleşti. Siz de bilirsiniz ki bu rakamı bir çalıştay çerçevesinde yönetebilmek, anlamlı çıktılar ortaya koymak oldukça güç. Bu aşamada da gelen tüm eleştirileri makul karşılıyoruz. Eylem planındaki maddelerin işlevselliğiyle ilgili eleştiri geliştirenlerin içleri rahat olsun. Müsilaj alanında oldukça yetkin akademisyenler ve denizbilimcilerle çalıştığımız için bu durumun ne olduğu ve nasıl ortadan kalkabileceğiyle ilgili nesnel çözümleri biliyoruz. Bu çözümlerin tamamı eylem planındaki maddelerde var. 11 farklı üniversiteden ve TÜBİTAK’tan 21 bilim insanı ile bir Bilim ve Teknik Kurul oluşturuldu ve bu planın her aşamasında etkin olacaklar. Zeytin kara suyu, peynir altı suyu gibi Çevre Mühendisliği disiplinince bilinen oldukça spesifik maddelerin bile yer aldığı bir plan bu. Karasal ya da denizlerden kaynaklı atık su girdilerini ya da çevreyi tehdit edecek diğer unsurları ortadan kaldırmaya ilişkin tüm önlemler plana derç edildi. Madde madde üzerinden geçildiğinde Marmara Denizi Eylem Planı’nın yıllar içinde Marmara Denizi’ni sadece müsilajdan değil tüm tehditlerden koruyacak kuşatıcılıkta olduğunu görmek zor değil.

Marmara Denizi mikroplastiklerle ilgili atık araştırmalarında birinci, çöplerle ilgili çalışmalarda ise ilk onun içinde görünüyor. Denizimizin durumu müsilaj haricinde de pek parlak değil. Eylem planında halkın bilinçlendirilmesi ile ilgili bir madde de var. Marmarada yaşayan bireyler olarak biz neler yapabiliriz?

Eylem planındaki madde fosfor temelli birtakım kozmetik malzemelerin ve deterjanların kullanımının sınırlandırılmasına yönelik. Organik ürünlerin özendirilmesi ve teşviği üzerinden bir çalışma yapılacak.

Fotoğraf: Sedat Özkömeç
Fotoğraf: Sedat Özkömeç

Bunun haricinde bireysel olarak yapabileceğimiz basit şeyler var. Denizlerimizde 10-15 yıl önce herhangi bir kirlilik parametresi olarak karşımıza çıkmayan bugün ise artık baş edilemez boyuta gelen mikroplastikler var. Mikroplastikler, yaşamsal aktivitelerimizi sürdürürken dışarıya attığımız bir çöpün yoğun bir yağışla caddelerden sürüklenerek denizle buluşması ya da deniz ulaşımında veya şurada burada yiyip içtiklerimizi denize atmayla çoğalıyor. Maalesef hepsi olmasa da bazı balıkçıların her şeyi yutacağını düşünüp tüm atıklarını denize boşaltıyor olmaları da etkili. Okyanuslarda artık deniz çöplerinden oluşan plastik adalar var. Her evde bir atık yönetiminin olması gerekiyor. Dışarıda da kentsel aidiyetle, kamusal alanları kullanırken tıpkı evlerimizdeki gibi hassas olmalıyız. Bu konuda halk talepkar olmalı ve belediyeleri çok etkin bir atık yönetimini sahada uygulamak durumunda bırakmalı. Marmara’daki atık suların %53’ü ön arıtmadan geçiyor demiştik. Temelde odaklanmamız gereken şeylerden biri de tüketim alışkanlıklarımız. Marmara Denizi’ne günde yaklaşık 7 milyon metreküp su deşarj ediliyor. Bu en üst düzeyde arıtılsa bile çok büyük bir rakam.

Pandeminin bu rakama etkisi var mı?

Pandemide suyu daha çok kullandık şüphesiz ama bugün yaşadığımız çevresel sorunlara katkısının çok belirgin olduğunu söylemek için daha çok araştırma yapılmalı. Deterjanların, hijyen malzemelerinin yoğun tüketilmesi nedeniyle belki pandemi kaynaklı fosfor oranının artmasından bahsedebiliriz.

Sokaklarımız tabii ki temiz olmalı ancak çok yoğun su ve hijyen malzemesi kullanıllarak yapılan yıkama merasimleri anlamlı değil. Bunun hem atıksu arıtım altyapısına hem de denizlerimize, göllerimize zararı var. Biz su tüketimimizi azaltırsak arıtmak zorunda olduğumuz su miktarı da azalmış olacak. Diş fırçalarken suyu kapatmak, duş alırken suyu az kullanmak, her gün çamaşır yıkamamak gibi basit gibi görünen şeyleri ihmal etmeyelim.