Maktel-i Hüseyin

Maktel-i Hüseyin
Maktel-i Hüseyin

Hz. Hüseyin Efendimizin Kerbela’da şehit edilmesi, İslam tarihinin en kederli hatıralarından biridir şüphesiz. Olaya zemin hazırlayan sebepler de elimdir. Ancak hiçbiri, mensur ve manzum eserlerde bu hadise kadar yer bulmamıştır kendine. Haksızlığa uğrayan zatın âl-i abâdan olup, Fahr-i Cihan’ın dizinin dibinde büyümesi, sevgili kızının mahdumu olması ve canına hunharca kıyılması, gussa-ı matemi çoğaltarak asırlara yaymıştır.

Fuzuli Divan'nından bir sayfa
Fuzuli Divan'nından bir sayfa

Ciğerler dağlayan vaka, Hicri 61 senesinde vuku bulur. Hz. Hüseyin(ra), Yezid b. Muaviye’nin usulsüz olan hilafet ilanını kabul etmemiştir. Kûfeliler kendisine sayısız destek mektubu yollayınca, elçisini gönderir ve ardından biat almak üzere destekçileriyle yola koyulur. Yanında muhterem ailesi de bulunmaktadır. Hükmetme arzusuna ram olan Yezid durumu öğrenir ve şehre yeni bir idareci tayin eder ki, fecaatin ilk işareti böylece verilmiş olur. Gözdağı için, elçi hayatından edilmiştir.

Hüseyin Efendimiz fesat ateşinin yayılacağını anlayıp dileyenlerin geri dönebileceğini buyurunca, içlerinden ayrılanlar olur; kalan çoğunlukla sefere devam edilir. Ancak, yollarını yeni vali Ubeydullah İbn-i Ziyad’ın askeri keser ve mecburen Kerbela’ya doğru istikamet alırlar. Vardıkları yerde çadırlarını kurup konaklarlar çaresiz. Fırat suyuna ulaşmaları engellenmiştir. Onları bile isteye müşkül duruma sürükleyip kuşatan vali, zorla biat almak üzere elçisini gönderir. Hz. Hüseyin, Mekke yahut Şam’a gitmek istediğini ve halifelik hakkından vazgeçtiğini, ancak yine de Yezid’in hilafetini tanımayacağını bildirmiştir.

Hakkından feragat etmesine rağmen, adım atmasına izin verilmez. 10 Muharrem, yani aşure gününde kılıçlar kınından çıkar, yetmiş üç canın katledildiği facia vuku bulur. Kelime anlamı gam ve bela olan Kerbela, kana gark olmuştur.

Kanla yazılan mersiyeler

İşte bu ızdırap karşısında o günden bugüne yürekler dağlanır, hadiseyi başından itibaren inceden inceye dillendiren nice “Maktel-i Hüseyin” kaleme alınır. En çok okunup kulak verilenlerden biri, Kerbela şehrini ezbere bilen Fuzuli’nin Hadikatü’s-Sü’edâ’sıdır.

Kitap mensur olmakla birlikte şiirler de içerir. Üstadımız, eserinin ana kısmını, Hüseyin Vâiz-i Kâşifî’nin “ravza” adı verilen matem merasimlerinde okunagelen “Ravzatü’ş-Şüheda”sından, kendi üslubunca tercüme ederek meydana getirmiştir.

Ayrıca iktibaslarla ve şu misalde olduğu gibi, kendi mısralarıyla göz nurunu zenginleştirir:

  • “Ey feyz-resan-ı Arab u Türk ü Acem / Kıldun Arabı efsah-ı ehl-i âlem / İtdün fusaha-yı Acemi İsi-dem / Ben Türki-zebândan iltifat eyleme kem”.

Böylece yeni bir hüviyet kazanan metin, Farsçaya çevrilerek hadikahanlar tarafından mah-ı muharremde okunmuştur.

Bu muhallet eser karşısında şairlerimiz, her ne kadar kalem oynatmaya çekinseler de, din-i İslam’a ve ümmet-i Muhammed’e gönül borcu kabilinden, klasik Türk edebiyatına pek çok maktel ve mersiye kazandırmışlardır. 18. asırdan Darendeli Bekâî, Kitâb-ı Kerbelâyı talep neticesinde yazdığını ifade buyurduktan sonra şöyle der: “Murâd etdim edem veznile takrir / Gazâ-yı Kerbelâ-yı pür-cefâdan.” Metnin telifinden evvel muhatapları, Hadikatü’s-Sü’edânın mensur olduğunu, kendisinden manzum bir çalışma beklediklerini söyleyerek, şairimizi ikna ve teşvik etmişlerdir. Bekâî, aralarındaki konuşmayı şu mısralarla nakleder: “Dedim anı beyân etmiş Fuzûlî / … / Dediler nesrile etmiş beyânı / Sen anı eyle nazm-ı müntehâdan.”

Müelliflerinin de beyan ettiği üzere, makteller birkaç gaye gözetilerek kaleme alınmıştır. Hazin hadiseyi hatırlayıp vefakâr olmak ve ehl-i beyte duyulan ihtiramı dile döküp, ruz-u mahşerde himmet ummak arzusu başta gelir. Bir diğer maksat, Hacı Nurettin Efendi’nin buyurduğu gibi, bir yadigâr bırakma isteğidir:

  • “İy azizler işte başlaruz söze / Bir vasiyet kılaruz illa size”. Türkçede tespit edilen ilk maktel olan, 14. asırdan Şâzi yahut Yusuf-ı Meddah adlı şaire ait, “Dâstân-ı Maktel-i Hüseyin”de ise temenniler şöyle sıralanmıştır: “Yazdum anı yâdigâr olmağ-içün / Okuyanlar bir du’â kılmağ-içün / Okuyanı, dinleyeni, yazanı / Rahmetünle yarlıgagıl yâ Ganî”. Üçüncü dizeden, halk arasındaki dinleme geleneğini hatırlıyoruz. Vaktiyle, evlerde ya da dergâhlarda böylesi kitaplar takrir edilip dinlenerek, bilgi ve hissiyat takviye edilmekteydi. 15. yüzyıldan Yahya Bahşi de, söz konusu toplumsal alışkanlığa atıfla şöyle demekte: “Meclislerinde kulunu anup du’alar ideler / … / Sebep olup bunı hem okudana / Okuyup dinleyici okudana”. Yakın zamana dek gönülleri mamur eyleyen ananeyi, şimdi camilerimizde devam ettirip tefekküre bir kapı açmak, neden mümkün olmasın.

Unutulmaya yüz tutmuş yas

Maktel-i Hüseyin’lerde görüyoruz ki, hikâye anlatımına uygun bir tür olan mesnevi nazım tarzı tercih edilmiştir. Genellikle on meclis yer alır ve olayın akışı teferruatıyla verilir. Bablar, muharrem ayının birinden itibaren, on gün boyunca tek tek takrir edilir. Metinleri bir tarih kitabı olmaktan çıkaran özellik, duygu aktarımının esas olmasıdır. Darendeli Bekâi’nin şu beytinde rastladığımız gibi: “Ol Yezid’in çokdurur gerçi eri / Benzemez lakin sana anın biri.”

Maktel-i Hüseyin’lerde öne çıkan hususiyet, tel’indir. Eserine “Maktel-i Âl-i Resul” adını veren Âşıkî bir gazelinde, Yezid’in melanet bir iş yaparak bedduayı hak ettiğini şöyle dillendirir: “Muhammed’den ne güç gördün anun evladını kırdun / Ki uryân ehlini sürdün sana şimden girü lanet.” 16. yüzyıl müelliflerimizden Lâmii Çelebi ise, olup biteni hatırlayınca ilenmekten geri durulamayacağını söylemiştir: “Levh-i dilden hak olup bu kîl u kâl / Terk-i lânet etmeğe kılmaz mecâl”. Satırlarda, tel’ine rağmen kader ve ibret vurgusunun öne çıkması mühimdir. Yahya Bahşî’nin, “Gör tama n’itdi ana bil hikmeti / Sen de bunda alıgörgil ibreti / Allah onardugını kim azıdır / Olmak azmak dahı başda yazıdır” mısralarındaki, ibret, hikmet ve yazgı çerçeveli yorum, Sünni dünyada aşure gününün, neden yas ikliminde anılmadığının bir sebebini nazar-ı dikkate sunmasıyla, önem arz etmekte.

Kanaması durmayan yara

Kerbela toprağından yapılmış taş
Kerbela toprağından yapılmış taş

Şii coğrafyada matem tutulması, hissiyatın dile dökümünün yanında mezhebe mensubiyetin izharı hâline gelmiştir malum. Maktel ve mersiyeler anma cemiyetlerinde okunmuş ve okunmaktadır. Matem merasimi, 10. asırda kurulan Büveyhiler zamanında resmileşir ve söz konusu edebî türün ehemmiyeti artar. Safeviler’de aynı değer devam eder. Keza, Osmanlı memalikinde. Anadolu ve Balkan coğrafyasındaki Alevi-Bektaşi muhitlerinin yanı sıra Sünni dergâhlarında, mah-ı muharremin birinci gününden itibaren makteller okunup tefekkür edilmiş, 10’unda ise niyaz dağıtırcasına, aşure pişirilip halka verilmiştir.

Maktel-i Hüseyin’ler, geniş İslam coğrafyasının müşterek değerlerinden biri, elsine-i selase dediğimiz, birbiriyle alışveriş hâlinde olan Arap, Fars ve Türk edebiyatlarının vazgeçilmez ortak türü olmuştur böyle. Bu havzadan günümüze ulaşan ilk metin ise, Arap edebiyatından Ebu Mihnef'e aittir.

Tesiri ve tefsiri asırları aşan bu musibet karşısında kalemler feryat etmiştir hasıl-ı kelam. Kelimeler acıyı tarife yetersiz kalsa da, kim bilir nice maktel ve mersiye dertli gönüllerden varlık bulacaktır yine. Fuzuli’nin hayret makamından işaret buyurduğu üzere:

  • “Ne tükenmez kısadur kim hergiz âhir olmadı / Şerhi aciz eyledi ehl-i cihanun varını.”