Mahmut Yesari’nin “Öğrencilik”, Hakkı Süha’nın “Öğretmenlik” Anıları

Mahmut Yesari - Hakkı Süha Gezgin.
Mahmut Yesari - Hakkı Süha Gezgin.

Edebiyat tarihimiz öğrencilik ve öğretmenlik anılarının anlatılarıyla doludur. Kimi değerli isimlerin okul hayatlarını birlikte geçirdiğini veya o dönemin yazarlarının geleceğin sanatçılarını nasıl eğittiğini onların hatıralarından öğreniriz. Bu yazıda o dünyaya yaklaşmak için Mahmut Yesari’nin öğrencilik, Hakkı Süha Gezgin ise öğretmenlik anılarını derledik.

Yesari’nin Sınıf Arkadaşı Çinli Mahmut Bir geçiş dönemi insanı olan Mahmut Yesari (1895-1945) Osmanlı’nın son yılları ile Cumhuriyet’in ilk yıllarında değişimi gözlenen toplumun kültürünü, tarihini, yaşantısını kaleme alırken devrin sosyal dokusunu, İstanbul folklorunu da eserlerine malzeme yaparak geleneğin taşıyıcısı olmuştur.

Öğrenim hayatına Burhan-ı Terakkî Mekteb-i İbtidaisi’nde başlayan Mahmut Yesari, buradan sonra Gedikpaşa’da Mekteb-i Tefeyyüz’ün rüştiye kısmının ardından İstanbul Sultanîsi’nde yatılı okumuştur. Çok renkli olan okulun farklı bir rengi de o dönem yurt dışından gelen talebelerdir. Mahmut Yesari’nin Yarımay dergisinin 1 İkinciteşrin [Kasım] 1942 tarihli 160. sayısında yayınlanan “Çinli Mahmut” başlıklı yazısı o günlerden hoş bir anıdır. Sultan Abdühamit’in farklı coğrafyalardan getirtip eğitim verdiği “Afganlar, Hintliler, Çinliler, Yemenliler, Bedeviler...” den biri olan Yesari’nin İstanbul Erkek Lisesi’ndeki mektep arkadaşı, sıra arkadaşı “Boy, bir kırk, kaşlar, yukarıya çekik, gözler, süzük, elmacık kemikleri çıkık, yayvan inik dudaklar, lop yüz, sıska değil, boyuna göre şişman da” olan Çinli Mahmut’tur. Yesari, bu sınıfını şöyle anlatmıştır: “Aradan yıllar geçti, hepsini hatırlayamam. Bir Çinli, aslen Tibetli Abdurrahman vardı, ateş gibi idi.

Abdurrahman’ın memleketlisi Mahmut, bir hamurdu. Riyaziyeye [matematiğe] meraklı idi. Başını kitaptan kaldırmazdı. Teneffüse çıktığımız zaman, o, elinde, bir kitap, köşeye çekilir, okur, okur, okurdu.

Bende yatılı idim. Mahmut, yatısızların akşam paydosundan sonra, yine okurdu.

Bu çocuğun, okumak hevesi sinirime dokunmaya başlamıştı:

— Neye bu kadar okuyorsun? Bana kızıyordu.

— Öğreneceğim. Onun okumasıyla insan, üç senelik dersleri öğrenebilirdi, okuyor okuyor amma, okudukları kafasına girmiyordu. Hoca, kaldırdığı zaman, Çinli Mahmut, duvar! Hoca, sinirleniyor:

— Hiç mi çalışmadın?

— Çalıştım!

— Ne diye bilmiyorsun? Çinli Mahmut, dut yemiş bülbül! Hoca, kızıyor:

— Cevap ver. Çinli Mahmut’ta cevap yok. Hoca, ceza yazıyor…

Mahmut, riyaziyeye meraklı ya, cebir [geometri] meselelerini hâl edecek. Nasıl uğraşıyor, bilmezsiniz. Sanki ben, onun kadar alâkalı imişim gibi soruyor:

— Nasıl, doğru mu?

Cebir hocamız, Bedros Zeki idi. Aksi, titiz bir adam. Çok da insafsız! On beş yirmi muadelenin hallini birden istiyor.

Cebir hocasının verdiği muadelelerin hallini hemen çıkarıvermek çok güç! Ben, bunun hilesini keşfettim. ‘Karlo Borle’nin bir cebir kitabı var. Bütün muadeleleri hallediyor. Bu kitabı, getirttim. Hoca, on, on beş değil, yirmi beş muadele de verse, ben, şıpın [özensiz] işi çıkarıyorum. Sınıftakiler aksıyorlar, hoca, beni hayretle karşılıyor;

— Talebem, işte bu! Ben içimden gülüyorum. Çinli Mahmut, isyan hâlinde. Bana soruyor:

— Nasıl yapıyorsun?

— Yapılmayacak şeyler mi?

— Ben yapamıyorum.

— Benimkileri kopya et.

Çinli Mahmut, memnun benim hallettiğim muadeleleri kopya ediyor. Fakat bu işin yalnız kopya ile bitmeyeceğinin farkında değil, hoca kaldırıyor Çinli Mahmut, yine duvar!

Hoca kızıyor basıyor cezayı.

Mahmut, ‘daimi talebe’, yani ancak – o zaman – cuma günleri, gündüz izinli çıkabilir, izinsiz cezasını aldı mı Mahmut yandı!

Mahmut, bazen okumayı unutuyor ve bir ‘daüssıla’ [memleket özlemi] yanıklığı ile şarkılar söylüyordu:

Semaver koydum kaynar ya Yirmitteki baylara, Yirmitteki baylara...

Bu çocuklara, beşiklerinde, ağlamamaları, uyumaları için haşhaş tohumu verirlermiş. Beşikte beyni uyuşmuş olan bu çocuğun, mektepte uyanmasına imkân yoktu.

Riyaziyeye neden merak sarmıştı? Bu da anlaşılır bir şey değildir. Yalnız, kendisinin bir riyaziyeci olduğuna inanmıştı.

Tibet’e gidecekti. Annesini, ailesini düşünüyordu.

Tibet’te belki de bir mevki sahibi olacaktı. İhtimâl ‘riyaziye’sini orada ilerletecekti.

Çinli Mahmut’un bir keyfi vardı: Boza içmek. Mektebimizin yakınında ‘Bozacı Sinan’ var. Mahmut, cuma günleri çıkar, ‘Sinan’dan ibrikli teneke ile boza içer.

Bu ‘meccani talebe’lerin hükûmet tarafından aylıkları da vardı. Sigarası yok, hiçbir sefahati yok, Çinli Mahmut, para biriktiriyor: Boza içmek için.

İzinsiz kalınca ne yapacak?

Hoca derse kaldırınca:

— Vallahi çalıştım muallim bey, diyor.

Hatta bir gün isyan etti; beni gösterdi:

— Vallahi, billahi bu, hiç çalışmadı. Onu çağırın da sorun. Hoca, beni çağırdı, sorduğu ders, nasılsa dinlemiş olduklarımdan birine rastladı.

Gürül gürül söyledim Hoca, Çinli Mahmut’a:

— Gördün mü? Biliyor, dedi, Çinli Mahmut, ağlıyordu:

— Vallahi okumadı. Çinli Mahmut, belki bu gün; Tibet’te cumhurreisidir.”

  • Talat Paşa’nın talebesi Hakkı Süha Gezgin ve öğrencileri Türk kültür ve edebiyat tarihinin velut kalemlerinden biri olan öğretmen, şair, yazar Hakkı Süha Gezgin (1895 - 7 Kasım 1963) birbirinden kıymetli talebeler yetiştiren, millî eğitim camiasının her zaman takdirle anılan efsanevi öğretmenlerden biridir.
Mehmed Talat Paşa.
Mehmed Talat Paşa.

Hakkı Süha Gezgin, ilköğrenimini Manastır’da ve Selanik’te görmüştür.

Okuduğu lisenin müdürü meşhur Talat Paşa’nın Hakkı Süha’nın sınıfına girerek “Yeni tarih hocanız, Ömer Naci Bey!” diyerek tanıttığı İttihat ve Terakki’nin şöhretli hatiplerinden Ömer Naci ile ona vatan ve milliyet sevgisi aşılayan Genç Kalemler hareketinin önemli ismi Ali Canip Yöntem onun hocası olmuştur. Genç yaşta edebiyat hayatına atılan Hakkı Süha, Selanik’te çıkan Genç Kalemler dergisinde yayımladığı şiirlerinden birini “üstadım” dediği Ali Canip Bey’e ithaf etmiştir. Onun vefalı duruşuna yıllar sonra Ali Canip Yöntem, Hayat dergisinin 4 Nisan 1929 tarihli sayısında yayınlanan “Neyzen ve Şiirleri” başlıklı yazısını “Bu satırları onun zekâ ve sanatını hepimizden iyi bilen Hakkı Süha’ya ithaf ediyorum.” ithafıyla mukabele etmiştir.

Faruk Nafiz Çamlıbel.
Faruk Nafiz Çamlıbel.

Hakkı Süha, babasının Yemen’de şehit olması üzerine Selanik Ticaret Mektebini bırakıp İstanbul’a amcasının yanına gelmiştir. İstanbul’da Hadika-i Meşveret İdadisinde lise eğitimini tamamlamıştır. Beşir Ayvazoğlu’nun yayına hazırladığı Hakkı Süha’nın Edebî Portreler kitabına göre bu okulun son sınıfındaki arkadaşları Yusuf Ziya Ortaç ve Faruk Nafiz Çamlıbel, öğretmenleri ise Tarih Boyunca Güzel Yazılar I,II, III başlıklı kitaplarıyla tanınan Süleyman Şevket Tanlı’dır (1885- 25 Ağustos 1972). Hakkı Süha, amcasının vefatıyla ailenin geçimini üstlenmek zorunda kalmıştır. Sırtına binen medar-ı maişet kaygısından dolayı girdiği sınavı kazanarak 1913 yılından itibaren Gaziosmanpaşa, Nişantaşı, İstanbul sultanilerinde Türkçe/Edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Daha sonra Muğla’ya birlikte tayin oldukları şair arkadaşı Halit Fahri (Ozansoy) ile hem aynı okulda görev yapmış hem de aynı bekâr evini paylaşmıştır. Muğla’daki görevinden sonra İstanbul Sultanisinde edebiyat öğretmenliğine tayin edilmiştir. 1920 yılında aralarında Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntem’in de bulunduğu bir heyet tarafından sınav edildikten sonra orta okul ve lisede öğretmenlik hakkı kazanan Hakkı Süha, çoğunluğu İstanbul Erkek Lisesinde olmak üzere, Çapa Kız Muallim ve Fener Rum liselerinde, emekli olduktan sonra da Şişli Terakki Lisesi’nde öğretmenlik yapmıştır. Edebiyat okutmadaki büyük başarısı sayesinde adı adeta efsane hâline gelen bir öğretmen olmuştur.

İstanbul Erkek Lisesinin efsanevi hocası

İstanbul Erkek Lisesi’nde birçok talebe yetiştiren Hakkı Süha’nın fahri öğrencileri haricinde okul vasıtasıyla derslerine girdiği tespit edebildiğimiz öğrencileri şunlardır: Alaattin Yavaşça, mantıyı çok seven Hakkı Süha’yı sıkça evinde ağırlayan Ayşe Bürüngüz Kirazoğlu, Ercüment Behzat Lav, Hıfzı Oğuz Bekata, İhsan Sabri Çağlayangil, İsmet Alkan, Kenan Hulusi Koray, Konur Ertop, Niyazi Berkes, Ömer Faruk Toprak, Rauf Mutluay, Sait Faik Abasıyanık, uzun yıllar kapı komşuluğu yaptığı hocasına dair hatıraları yayınlanan Saliha Celkan Fazlıağaoğlu, Salim Rıza Kırkpınar, Selahattin Hilav, Tarık Buğra, Zahir Güvemli.

Alâeddin Yavaşca.
Alâeddin Yavaşca.

Hakkı Süha’dan tam not alan Tarık Buğra

Çok yönlü bir öğretmen Hakkı Süha Gezgin; Tarık Buğra’ya yön veren, onu etkileyen, yazı dünyasına sokan öğretmenlerden biri olmuştur. Tarık Buğra hakkında en yetkin araştırmalardan birisini yapan Beşir Ayvazoğlu, Büyük Ağa, Tarık Buğra adlı kitabında onun hocalarının teşvik ve telkiniyle edebiyat dünyasına girişini şöyle anlatmıştır:

Buğra İstanbul Lisesi’nde iken hocası Hakkı Süha Gezgin’in teşviki ile ilk hikâyelerini yazmaya başlar ve edebiyata duyduğu ilgi giderek artar. (…)

Hocasının kendisini beğenmesi üzerine Buğra, ilgi çekmesi açısından Osmanlıca, Farsça, Arapça kelime ve tamlamalardan oluşan edebî sanatları bol bir kompozisyon daha yazar. Ancak hocası, bu yazı üzerine kendisini azarlar ve Türkçe yazması gerektiği dersini ona ilk o zaman aşılar.” İstanbul Lisesinde, Hakkı Süha Gezgin’in binde bir verdiği tam numarayı alan Tarık Buğra, Politika Dışı başlıklı kitabında hocası hakkında şunları yazmıştır: “Kim bu Tarık Nazım? diye beni tahtaya kaldırdıktan sonra, yazdığım Ömer Seyfettin’e eki okuyup ‘Böyle yazılır işte’ diye beni şımartması... Ve bu şımarma ile döktürdüğüm, isim ve sıfat tamlamaları ile dolu, ağdalı… Daha çok beğenilmek... Hayran olunmak için elbette… İkinci kompozisyonum yüzünden küplere binip ‘Arapça isteyen Arabistâne, Acemce isteyen Acemistâne, Frenkçe isteyen Frengistâne’ diye Türkçe kavramını kafama mıhlayışı?”

Mehmet Akif’in izinde bir öğretmen

Mehmet Akif Ersoy.
Mehmet Akif Ersoy.

Hakkı Süha’nın İstanbul Kız Lisesi’nden talebesi Ayşe Bürüngüz Kirazoğlu, Beşir Ayvazoğlu’na yazdığı mektubunda hocasının ömrünün son yıllarında yakalandığı hastalığını sarakaya aldığını yazmıştır. O kendine has feraseti ve engin kültürü ile durumunu kabullenmiş ve ziyaretine gelen Dr. Kamil Karakayalı’ya “Doktorum dörtnala gidiyorum değil mi?” deyince herkesi hüzne gark etmiştir. Ayşe Hanım mektubunda sık sık, bazen yalnız bazen de arkadaşları ile Fatih’teki evlerine gelen hocasının ikram edilen Kayseri mantılarını büyük bir zevk ve iştahla yerken “Bu yemek doyana kadar değil, ölene kadar yenir.” esprisini nakletmiştir.

Hakkı Tarık Us.
Hakkı Tarık Us.

Mektubun devamı şöyledir: “Çocukluğum ve ilk gençliğim Hakkı Süha Bey’e ait hatıralarla doludur. Heybetli, uzun boylu, gür sesli, içi dışı güzel bir insan. Tam bir İstanbul beyefendisi. Her davetimize kolunun altında o vakit Hakkı Tarık Us’la beraber çıkardığı Vakit gazetesi olduğu hâlde gelir, kardeşlerime ve bana çok kıymetli hediyeler vererek bizi karşısına alır, ufkumuzu genişletecek sorular sorar, sonra cevapların en güzelini yine kendisi verirdi.

İstanbul Kız Lisesine gittiğim ilk yıl bize gelmişti. Hiç unutmam bana ‘Gurbet ne demektir?’ diye sormuştu. Utana sıkıla bir şeyler gevelerken gür sesiyle ‘Gurbet Türk bayrağının dalgalanmadığı, Türk dilinin konuşulmadığı her yerdir.’ demişti. Bu cümledeki derin manayı büyüdükçe daha iyi kavradım.

Onu her görüşümüz bana ve kardeşlerime Mehmed Akif’i iyi tanımayı, şiirlerini ezberlemeyi, ona hayran olmayı öğretti. Üniversitede Türkoloji tahsilini seçmemde onun payı elbette ki çok büyüktür.”

Müzisyen talebesi Alaattin Yavaşça’nın gözünden Hakkı Süha

  • Tıp doktoru ve klasik Türk müziği sanatçısı Mehmet Alaattin Yavaşca (1926- 2021) İstanbul Erkek Lisesinden hocası Hakkı Süha’yı gözlük camlarının ardında içi daima gülen şefkat, sevgi dolu bakışları olan biri olarak tanımıştır.

Beşir Ayvazoğlu’nun Her Kuyuda Bir Yusuf isimli biyografi kitabında Yavaşça’nın hocası ile tanışması ve ona dair kanaatleri şöyle aktarılmıştır: “Alaeddin Yavaşça, Hakkı Süha Bey’in edebiyat derslerinde önce bir öğrenciye o gün işlenecek metni edebiyat kitabından okuttuğunu, ardından bu metin üzerinde tartışma açarak öğrencilerinin konuşma ve düşünme kabiliyetlerini geliştirmeye çalıştığını söylüyor. Bir gün böyle bir tartışma sırasında söz mûsikîye, oradan da Türk mûsikîsinin önemli sazlarından kanuna intikal eder.

Hakkı Süha Bey nedense bir an ‘mandal’ kelimesini hatırlayamaz. Yavaşça şöyle devam ediyor: Hocaya ‘mandal’ kelimesini hatırlatınca ‘Dangıl dungulof, sen nereden biliyorsun? Dersten sonra beni gör!’ dedi. O sırada kanun çalma heveslisiyim, ama daha basit temrinleri zor çıkarıyordum. Hanendelikte ise oldukça rahattım. Dersten sonraki konuşmada hocaya mûsikîdeki durumumu izah ettikten sonra, bana evin adresini vererek fasıl meşklerine kanunumla iştirakimi emretti. Bu benim için bir nimetti.”

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım