Kültürel hegemonyanın kıskacındaki Filistin
7 Ekim sonrası Gazze çerçevesinde küresel alanda yaşananlar, uluslararası siyasette ve Batılı hegemonya düzeneğinin güç ilişkilerini tanımlanması açısından zihin açıcı gelişmelere neden oldu. Devletler ile toplumların ilişkileri arasındaki çatlağın büyüdüğünü gösteren olaylar silsilesi dışında, kültürel hegemonyanın özellikle coğrafyamız üzerinde nasıl kurulduğunu daha net görmeye başladık. Kültür endüstrisinin köşe başlarını tutanların söylemi nasıl yeri geldiğinde pervasızca kullanabildiği ve dün makbul olanın bugün istenmeyen kişi olarak nasıl ilan edilebileceğini, toplumun önüne konan isimlerin nasıl belirli ajandalar çerçevesinde kullanılmak istendiği artık daha net görülüyor. Filistin’de iki aydır yaşanan İsrail katliamları o çark için büyük bir turnusol kağıdı oldu. Bugün artık sanat çevrelerinden spora ve Hollywood’a; çevre eylemlerinden sıradan bir orta okul çocuğuna, hatta Batılı fonların kullanılma biçimine kadar pek çok örnekle Filistin’e daha doğrusu Batılı olmayana karşı kültürel hegemonyanın kullanılma biçimleri eskisinden daha da aşikâr.
İşgalci güç İsrail’in yaklaşık 2 aydır Filistin toprağı Gazze ve Batı Şeria’da yürüttüğü katliam ve tehcir politikası şu ana kadar çoğu çocuk ve kadın 14 binden fazla Filistinli’nin canına mal oldu. Yüzbinlerce Filistinli ise 1948’de başlayan Nekbe’nin devamı bir süreçle hâlihazırda mülteci olarak bulundukları topraklarda yine mülteci konumuna düşerek yerlerinden - yurtlarından oldu. Tüm bu insanlık suçu ve soykırıma varan zulüm yaşanırken Batılı ülkelerin, birkaç istisna dışında, işgalci İsrail’e başta askeri olmak üzere, siyasi, ekonomik ve kültürel bağlamda tam destek verdiği görüldü. Ne var ki, işgalci gücün Filistin topraklarında yürüttüğü terörün şiddeti arttıkça, Batılı ülkelerde sadece siyasi alanda değil kamusal alanda da faşizmi andıran önlemler devreye sokarak Filistin’e yönelik her türlü destek ve sesi kırmak istiyor. Aslında 7 Ekim sonrası yaşananlar, 75 yıldır Filistin topraklarındaki İsrail işgalini meşrulaştırmak için kullanılan araçların faş olmasından başka bir şey değil. Nihayet dergisinin kasım sayısı için kaleme aldığım yazımda, Batı medyasının Filistin gerçeğini örtmek, Filistin’i tarihsizleştirmek ve İsrail sorununu gizlemek için nasıl çalıştığını örnekleriyle ortaya koymuştum. Aslında bu örnek, daha geniş bir çerçevenin, “kültürel hegemonya” denen Batılı sömürgeleştirme aracının önemli sacayaklarından biri. Son iki ay, Batı “kültür endüstrisi”nin, ki bu tanımlamaya spor ve eğitim alanlar dahil, Filistin’e destek içeren en ufak bir karşı çıkışı bastırmak için nasıl kullanıldığını pek çok örnek olayla gösterdi. Bu olaylar kapitalist sermayenin nasıl İsrail emrinde işlevselleştirildiğine, köşe başlarının nasıl tutulduğuna dair çarpıcı bilgileri de ortaya çıkardı. Futbolcu, sanatçı, yazar, aktivist, sivil toplum kuruluşu ya da öğrenci olsun, Batı’nın kendi ajandası ve söylemi dışında yapılacak herhangi bir siyasi tavır ya da protestonun nasıl bir anda şantaj, susturma ve bastırma gibi mekanizmalarla “piyasadan silinme” sonucunu doğuracağını maalesef görmüş olduk. Bu gözdağı girişimlerinden en çarpıcısı Amerika merkezli popüler bir sanat dergisi Artsforum çerçevesinde yaşanan gelişmelerdi.
“Ateşkes” dedi kovuldu
Aylık 30 bin abonesi olan ve 8,3 milyon aylık tekil görüntülenme alan Artsforum dergisinde 6 yıldır genel yayın yönetmeni pozisyonunda olan David Velasco’nun İsrail’in Gazze’ye saldırılarına ilişkin kaleme aldığı, Filistin’in bağımsızlığını destekleyen, ateşkes talebinde bulunan ve birçok farklı sanatçı tarafından da imzalanan açık mektubu, Amerika kültür- sanat dünyasında bir depreme sebep oldu. Liberal duruşuyla bilinen derginin sahipleri mektubun yayınlanmasının hemen ardından Velasco’nun işine son verildiğini açıkladı. Ancak bu sadece başlangıçtı.
Kara listeler oluşturuldu
Açık mektuba imza atan güncel sanat dünyasında yaşayan en önemli fotoğraf sanatçılarından sayılan Nan Goldin, “Daha önce böyle korkunç bir döneme şahitlik etmemiştim” diyerek, “(Mektubu imzalamalarından dolayı) insanların kara listeye alındığını ve işlerini kaybettiklerini” belirterek adeta sistemin efendilerine isyan etti.
Sanat galerisi ve koleksiyoner ağı
İsrail destekçisi ağ için bu da yeterli olmadı. Mektubu imzalayan Velasco dahil binlerce sanatçı ve kültür işçisini hedef alan bir nefret kampanyası başlatıldı. Mektupta imzası bulunan sanatçılar, New York’un belli başlı sanat galerisi sahipleri tarafından aranarak, imzalarını çekmeleri tistendi.
- Birkaç koleksiyoner, mektupta imzası bulunan Filistinli sanatçı Jumana Manna’nın Ohio Devlet Üniversitesi Wexner Sanat Merkezi’nde devam eden sergisinin kaldırılması için baskıda bulundu.
Başka bazı koleksiyonerler ise mektubu imzalayan sanatçıların koleksiyonlarında bulunan eserlerini değerinden daha düşüğe satmak ve itibarlarını bu yolla yaralamayı teşvik edeceklerini açıkladı. Bazıları ise söz konusu sanatçıları mektuptan imzalarını çekmeleri için “ikna” faaliyetlerinde bulundu. Her ne kadar Jumana Manna’nın sergisi baskıya rağmen devam etse de sanat galerileri ve koleksiyonerler üzerinden sergilenen baskı, kültürel hegemonyanın kullanılma biçimi bir kez daha ortaya çıkardı.
Çinlisin sen Çin'de kal
Bu noktada en dikkat çekici örneklerden biri Çinli muhalif sanatçı ve aktivist Ai Weiwei’nin başına gelenlerdi. 7 Ekim sonrası, Gazze’de yürütülen katliam kampanyası karşısında Batı’nın sessizliğine kayıtsız kalamayan Weiwei,
Yahudi halkına yapılan zulümle ilgili suçluluk duygusu bazen Arap dünyasını etkisizleştirmek için kullanıldı.
ifadelerinin ardından âdeta şimşekleri üzerine çekti. Sanatçının İngiltere’nin başkenti Londra’da açacağı sergi bu sözü gerekçe gösterilerek süresiz askıya alındı ve attığı tweeti silmek zorunda kaldı. Bugüne kadar Çin’in karanlık insan hakları siciline karşı konuştuğu için el üstünde tutulan Ai Weiwei, Batı hegemonyasının kılcal damarlarına dokununca bir anda istenmeyen adam ilan edildi. Adeta Weiwei’ye durması gerektiği yer gösterildi, “Çinlisin sen Çin’de kal” dendi.
“Duam çocuklar için” dedi, terörist ilan edildi
Sanattan, milyonları peşinden koşturan başka bir kültürel olguya, futbola geçiş yapalım. Hani meşhur ve artık bir kitap başlığından daha fazlası olan “Futbol asla sadece futbol değildir” sözünü yeşil sahalarda kırmızı kartın sadece oyunla ilgili bir şey olmadığını gösteren örnekler var önümüzde... Fransa Milli Takımı’nın süper yıldızı, Cezayir asıllı Kerim Benzema, 15 Ekim’de, “Tüm dualarımız bir kez daha kadın ve çocuk ayırt etmeyen haksız bombaların kurbanı olan tüm Gazze sakinleri için” paylaşımını kendi X hesabından yaptıktan hemen sonra “terörist” ilan edildi. Hatta Fransız İçişleri Bakanlığı tarafından “Terör örgütleriyle bağlantısı olmakla” suçlandı.
LGBT’ye alkış, Filistin’e kırmızı kart
Geçen sene kasım ayında Katar’da oynanan Dünya Kupası’nda, LGBT propagandası yaparak siyasi bir tavır alan Almanya Milli Takımı politikacılar, federasyon ve medya tarafından yere göğe konulamazken Alman Bundesliga kulüplerinde forma giyen Müslüman futbolcular, Filistin’de yaşanan katliamlara tepki gösterince kadro dışı edilme başta olmak üzere sınır dışı etmeye kadar varan tehditlerle karşı karşıya kaldılar. Mainz 05’te forma giyen Hollandalı Müslüman futbolcu Enver El Gazi, “Nehirden Denize Özgür Filistin” mesajını paylaştıktan sonra kadro dışında bırakıldı. El Gazi üzerinde artan baskı nedeniyle paylaşımını silmek zorunda kaldı. Gazi sadece maç kadrosundan değil, antreman kadrosundan bile çıkartıldı.
- Mainz 05 kulübünden yapılan açıklamada, Gazi için alınan karara “kulübün değerleri” gerekçe gösterildi. Demem o ki, bir halkın katliama uğramasına karşı takınılan insani tavır, Alman futbol kulübünün değerleri arasında yer almıyormuş!
Yahudi kulübünde Aksa Fotoğrafı olmaz
Bayern Münih’in Fas kökenli Hollandalı futbolcusu Noussair Mazraoui, sosyal medya hesabından İbrahim suresinin 42. ayeti olan “Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma” ifadesiyle Mescid-i Aksa fotoğrafını paylaşmasının ardından sınır dışı edilme tehdidine maruz kaldı. Alman siyasetçi Johannes Steiger’in Mazraoui’yi hedef alan mesajında, “Nazilerin Yahudi Kulübü adını verdiği bir kulüp, işlerin bu şekilde devam etmesine izin veremez.” diyerek aslında Nazilerin imza atacağı bir tehdidi İslam ve Filistin karşıtlığı üzerinden yineliyordu. Son yıllarda ülkedeki Mağrip asıllı Arap azınlığa yoğun baskı uygulayan ve İslam karşıtı politikaların zirve yaptığı Fransa da, Nazi yöntemlerinde komşusu Almanya’dan farklı tavır takınmadı. Fransız futbol ligi Ligue 1’in OGC Nice kulübünde forma giyen Cezayirli futbolcu Yusuf Atal, Filistin’e destek mesajı sonrası, “Kulübün değerlerine aykırı davranmak” gerekçesiyle kadro dışı bırakıldı. Atal, ancak mesajını sildikten sonra yeniden kadroya alındı.
Oscar da kurtaramaz
Yerleşik düzenin siyasi hedefleri doğrultusunda Oscar ödül törenlerinde her türlü mesajın rahatlıkla verilebildiği ve ödüllendirildiği Hollywood’un kırmızı halısında, Filistin’e destek vermek, kariyeriniz ne kadar büyük olursa olsun, yeteneğiniz ne kadar iyi olursa olsun kabul görmüyor ve lince uğramanıza neden oluyor. Oscarlı oyuncu Susan Sarandon’un başına gelenler bu anlamda oldukça öğreticiydi. Filistin’e verdiği desteği uzun zamandır yüksek sesle dile getiren Sarandon’ın sözleşmesi yaptığı açıklamalarının ardından Hollywood Birleşik Yetenek Ajansı tarafından iptal edildi.
Filistin’in çığlığına ses verdi ve kovuldu
Sadece Sarandon gibi kariyerli oyuncular değil, Melissa Barrera gibi Hollywood merdivenlerini yeni yeni tırmanan genç isimler de lince maruz kaldı. Popüler korku filmi Çığlık serisinde rol alan 33 yaşındaki Meksikalı oyuncu, İsrail’in Gazze’de işlediği suçları açıkça belirtince seriden çıkartıldı. Barrera, “Gazze şu anda bir toplama kampı gibi muamele görüyor.” diye Instagram hesabına yazıp, “Herkesi bir köşeye sıkıştırıyoruz, gidecek yer yok, elektrik yok, su yok... İnsanlar tarihimizden hiçbir şey öğrenmediler. Ve tıpkı tarihimiz gibi insanlar da hâlâ sessizce olup biteni izliyor. Bu soykırım ve etnik temizliktir.” isyanını dile getirdi. Ardından ise Amerikan kültür endüstrisinin çirkin yüzüyle karşılaştı. Tüm bunlara rağmen Barrera, bu çirkinlik karşısında diz çökmeyeceğini açıkladı.
Greta artık istenmiyor
- Bir zamanlar “İklim değişikliği tehdidi”nin bayraktarlığı yaptırılan, başta eski ABD Başkanı Donald Trump olmak üzere dünya liderlerinin karşısına öfkeli İsveçli genç kız olarak çıkartılan Greta Thunberg de, kültür endüstrisinin ajandasına uymayıp gözden düşenler arasında yer aldı.
Filistin’de yaşananlar karşısında sessiz kalmayarak, sosyal medya üzerinden ve çevre eylemleri sırasında sahneden mesajlar veren Greta, Hollanda’nın Amsterdam kentindeki bir gösteri sırasında konuşma yaparken sahneden indirilmek istendi. Thunberg konuşmasında “Ezilenlerin, özgürlük ve adalet için mücadele edenlerin sesine kulak vermeliyiz. Aksi takdirde, uluslararası dayanışma olmadan iklim adaleti olamaz” dedi ve Filistinli ve Afgan iki kadını sahneye devam etti. Bu esnada elindeki mikrofon, “Ben buraya siyaset yapmaya değil çevre eylemi yapmaya geldim!” diyen bir kişi tarafından alınmak istendi. Aslında bu kişinin söyledikleri Batılı karar vericiler nezdinde neyin siyaseten makbul olup olmadığını göstermesi açısından zihin açıcıydı. Greta’nın yaşadıkları bununla kalmadı. İsrail’e Avrupa’daki en büyük medya desteğini veren Almanya’nın Tageszeitung (TAZ) gazetesi Greta’nın birinci sayfadan fotoğrafını paylaşarak, genç aktivistin ismiyle kelime oyunu yaptı ve “Persona Non Greta” yani diplomasi sözlüğünde “İstenmeyen adam” başlığıyla okuyucusunun karşısına çıktı. Bu başlığın Thunberg’e “sınırlarını bil, yoksa seni yok sayarız” tehdidi içerdiğini anlamamak mümkün değil.
13 yaşa “Özgür Filistin” cezası Amerikan üniversitelerinde Filistin’le dayanışma amacıyla eylemler düzenleyen öğrencilerin hem yönetimler hem de şirketler tarafından tehdit edildiği biliniyor. Peki ya 13 yaşındaki bir öğrencinin sadece “Özgür Filistin” dediği için okulundan uzaklaştırma cezası aldığını söylesem! Bu korkunç olay ABD’nin Kaliforniya eyaletinin New Port Beach şehrindeki Corona Del Mar Lisesi’nde gerçekleşti.
- 7 Ekim sonrası, okuldaki Yahudi öğrenciler tarafından sürekli tacize ve “Filistin’e geri dönüp, ölmesi” tehdidine maruz kalan Filistinli öğrencinin yaşadıklarına sessiz kalan okul yönetimi, aynı öğrencinin tacizler karşısında “Özgür Filistin” tepkisini göstermesinin ardından harekete geçti. Öğrenciye, “Bir halkı yok etmekle tehdit ettiği” gerekçesiyle 3 gün okuldan uzaklaştırma cezası verildi.
Bu akıl almaz hikâye aslında işgal altında her gün yaşanan ve Filistinli çocukların işgalci güç tarafından öldürülme ya da tutuklanması karşısında Batı’nın neden sessiz kaldığını da bize anlatıyor. Batı’daki egemen kültüre göre “Özgür Filistin” söylemi aslında suç işlemekle eş anlamlı.
Batılı fonların gerçek yüzü
7 Ekim sonrası yaşanan ve Batı’nın kendi kültürünü diğer ülkelere hangi yollarla dayattığını gösteren başka bir gelişme ise Orta Doğu’daki Filistinli sivil toplum kuruluşlarına Batılı ülkelerden yapılan bazı bağışların bıçak gibi kesilmesi oldu. El Cezire’nin haberine göre Batılı fonların bazıları, Filistinli medya gruplarına, insan hakları kuruluşlarına ve düşünce kuruluşlarını yaptıkları yardımları durdurmakla kalmadı ayrıca İsrail’in acımasız saldırının yanında saf tutmaya başladıkları görüldü. Yani aslında bu tip fonların amacının her türlü şiddet ve baskıya karşı çıkmak olmadığı, olayları kendi amaçları doğrultusunda yönlendirmek olduğu ortaya çıktı. “Öfke ve kızgınlığın miktarı sadece halkımızla sınırlı değil, aynı zamanda (Arap bölgesindeki insan hakları savunucuları olarak) bizi de kapsıyor” diyen, Mısır Kişisel Haklar İnisiyatifi›nin (EIPR) Genel Koordinatörü Hossam Baghat, “Bu Batılı hükümetlerden veya ortaklardan bazılarıyla bir daha nasıl etkileşime girebileceğimizi veya etkileşime girip giremeyeceğimizi bilmiyoruz” sözleriyle yaşadığı şaşkınlığı ortaya koyuyordu. Öte yandan Avusturya, Danimarka, Almanya ve İsveç, Filistin’e yönelik ikili kalkınma programı yardımlarını hiçbir gerekçe göstermeden durdurulduğu duyurdu. Bu fon kesintisi Birleşmiş Milletler’le ilgili kurumlar, Filistin otoritesi ve bir takım sivil toplum kuruluşları için 139 milyon dolarlık bir kayıp anlamına geliyordu. Yine sözde amacı işgal altındaki Filistin topraklarında demokrasi ve iyi yönetişimi desteklemek olan İsviçre Dışişleri Bakanlığı Federal Departmanının sağladığı milyonlarca dolarlık fon da aniden kesildi. Ayrıca, İsrail’in Filistin’e saldırılarını haberleştiren Arap medya organları kendilerini hedef alan sansür girişimleri karşısında, daha önceki olaylardan farklı olarak, hiçbir Batılı kurumdan destek açıklaması gelmediğini belirttiler. Yani Batılı fonlar için demokrasi, insan hakları, medya özgürlüğü ve objektif yayıncılık, İsrail sınırlarında sona eriyordu.