Kültür yollarıyla kültürel iktidar olunur mu?
Son yıllarda çeşitli şehirlerde yapılan Kültür Yolu Festivalleri, kültüre ve sanata ulaşamayan insanlar için bulunmaz bir nimet oldu. Bir yandan da bu festivallerin birilerine para kazandırdığı, kültüre ve sanata hizmet etmediği yönünde eleştiriler yapıldı. Bu yazıda 3 yıldır düzenlenen ve 2028 yılında 35 şehre yayılması hedeflenen festivallerin, kültürel iktidara hizmet edip etmediği sorusuna cevap aradım.
İlk kez Ekim 2021’de Beyoğlu ile başlayan Kültür Yolu Festivalleri, bu yıl toplam 11 ile yayıldı. Kültür Bakanlığı, bu etkinliklere her yıl 5 şehir ilave ederek 2028 yılına kadar festivalleri 35 şehirde yapmayı hedefliyor. Üç yıllık geçmişi olan bu etkinlikleri kimileri çok beğenirken, kimileri eleştiriye tabi tutuyor. Muhafazakâr bir partinin 20 yılı aşan iktidarında, kültürel iktidarın bundan payını alamadığının sürekli tartışıldığı bir ortamda, festivallerin buna hizmet edip etmediği de elbette konuşulması gereken bir konu. Buradan hareketle Kültür Yolu Festivalleri’nin kültürel iktidarın neresinde durduğuna, bu yolun bir basamak olup olmadığına bakmak istedim.
Festivallerin başlangıcı sayılan Beyoğlu Kültür Yolu Festivali’nin ilk yapıldığı dönemde, AKM yeni açılmış, Beyoğlu’nda birçok tarihi bina restorasyonla yenilenmiş ziyaretçisini bekliyordu. Kültür Bakanlığı hem bu mekânlara insanların gelmesini sağlamak hem de bu festivallerle kültür sanatı kolay ulaşılabilir hâle getirmek için kolları sıvadı. İlki deneme mahiyetinde yapılan festival, insanlar tarafından ilgiyle karşılanınca ertesi sene Ankara, Çanakkale Troya, Diyarbakır Sur ve Konya Mistik festivalleri de planlandı.
Paralar sokağa mı saçılıyor?
Beyoğlu’nda yapılan ilk festivalde, operadan baleye, tiyatrodan sinemaya, edebiyattan dansa, müzikten dijital sanatlara, sergilerden sohbetlere 51 ayrı mekânda 88 salon ve 5 açık hava sahnesinde 6 binden fazla sanatçı ve binden fazla etkinlik gerçekleştirildi. AKM’den başlayıp Galataport’a ulaşan 4,1 kilometrelik festival rotasında, Atlas Sineması ve İstanbul Sinema Müzesi, Galata Mevlevihanesi, Mehmet Akif Hatıra Evi, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi, Garibaldi Sahnesi, Taksim Camii, Galataport ve Atatürk Kültür Merkezi gibi önemli kültür ve sanat noktaları kullanıldı. Etkinliklerin çoğu ücretsiz, bir kısmı ise cüzi ücretlerle gerçekleşti.
İstanbul diğer şehirlere göre kültüre ve sanata doymuş olduğu için bu etkinliklerin kıymetinin bilindiği pek söylenemez. Eleştiriler genelde “Bizim vergilerimizle daha kaliteli işler yapılabilirdi!” şeklinde yürüdü. Hâlâ da eleştiri noktasında buradan ileriye geçildiğini düşünmüyorum. Zira üç senelik süreçte devamını birçok kimse takip etmediği için paranın boş yere sokaklara saçıldığı düşünülüyor.
Şehirler yarış hâlinde
Birçok kültür yolu festivalini yakından takip eden birisi olarak, Kültür Yolu Festivalleri’nin marka olma yolunda emin adımlarla ilerlediğine şahidim. Şehirler, bu festivalleri bir an önce kendi bölgelerine getirmek için yarış veriyor. Dünyanın en kapsamlı kültür sanat projelerinden biri olan Türkiye Kültür Yolu Festivalleri, Türkiye’nin kültürel değerlerini mimarlık, tarih, kültür ve sanat yoluyla zihinlere aktarmanın yanında, şehirlere marka etkinlikler de kazandırıyor. Hâliyle her şehrin yöneticisi bu markayı kendi ilinde görmek istiyor. Yapılan etkinlikler de her şehrin tarihi ve kültürel değerlerini yansıtacak şekilde, bölgenin tarihi mekânlarını veya karakteristik alanlarını kullanarak yapılıyor.
Kültür Yolları’nda yapılan etkinliklere yakından baktığımızda, zaman zaman bir pop şarkıcısının konseriyle büyük kitleler coşarken, başka bir yerde de senfoni orkestraları daha küçük bir sanat zevkine hitap ediyor. Tiyatrosundan sergisine böyle bir çeşitlilik var. Bir yanda Devrim Erbil sergisiyle karşılaşırken, diğer yanda “no name” sanatçılar kendilerini gösterebildikleri bir güzergâh bulabiliyor. Sanat dünyasında kendine yer bulabilmek, adını duyurabilmek için genç sanatçılara tanınan bu imkân, başlı başına Kültür Yolları’nı baş tacı etmenin sebebi bile olabilir.
Diyarbakır’da bayram havası
Geçen yıl ilk kez yapılan Diyarbakır Sur Festivali’nde ilginç detayları gözlemleme imkânı bulmuştum. Yıllarca terörle anılan şehir, festival renklerine bürünmüş her yer cümbüş havasındaydı. Esnafla konuştuğumuzda “Her yer bayram yeri gibi, sadece bayramlarda bu coşkuyu ve hareketliliği görürdük” demişlerdi. Festivalde, çocuklardan yetişkinlere toplumun her kesimine hitap eden etkinliklerle, Dengbejlerden Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konserine, Türkçe, Kürtçe, Ermenice şarkılardan eyvan gecelerine, Kürtçe mevlitten sohbetlere kadar pek çok değer bir arada yer aldı. Bu sadece Diyarbakır için geçerli değil ama özellikle bu festival, etkinliklerin her şehrin kendi rengini barındırarak yapıldığına iyi bir örnek...
Bu yıl 5 Ağustos’tan 12 Kasım’a kadar sürecek olan festivalin ilk durağı Kapadokya’ydı. Peri bacalarının o muhteşem ambiyansında senfoni orkestrasından Anadolu Ateşi’ne, Yavuz Bingöl’den Oğuzhan Koç’a her zevke hitap eden konserler Kapadokya akşamlarına görülmeyen bir hareketlilik kazandırdı. Festivalin sergi ve etkinlikleri ise tarihi taş binalara serpiştirilerek muhteşem bir görsellik sunuldu.
Trabzon Sümela ve Erzurum Palandöken’de de şehrin tarihi yapıları kullanılarak aynı çeşitlilik sergilendi.
Guinness rekorlar kitabına girebilir
Türkiye Kültür Yolu Festivalleri süresi, çeşitliliği ve kapsama alanları bakımından dünyanın en büyük festivaline dönüşmüş durumda. Düzenlendiği 11 ilin toplam alanı 135.281 km² olan festival dizisi, 99 günü kapsıyor ve Habertürk’ten Mehmet Çalışkan’ın ifadesine göre Guinness Rekorlar Kitabı’na girecek kadar büyük. Zira dünyadaki en uzun festival, Çin’in Heilongjiang eyaletinde düzenlenen Harbin Buz ve Kar Heykel Festivali, her yıl 5 Ocak’tan 5 Şubat’a kadar sürüyor. Ardından Edinburgh Festivali 24 gün sürerken, Almanya'nın Münih şehrinde yapılan Oktoberfest ve ABD’nin Kaliforniya eyaletinde yapılan Coachella Festivali ikişer hafta sürüyor.
İlk vazgeçilen kültür sanat mı olmalı
Adeta güncellenmiş panayırlar gibi şehre yayılan ve insanlar tarafından ilgiyle karşılanan bu festivallerin eleştirilecek hiç yönü yok mu?
Bu kadar ekonomik kriz varken, paraları eğlenceye harcamayı eleştirmek ilk bakıldığında mantıklı bir argüman gibi gelse de festivalin yapıldığı şehirlerdeki esnaf hâlinden gayet memnun.
Üstelik kültürel etkinliklere para ayıramayacak derecede fakir bir ülke de değiliz. Gazetelerin ilk vazgeçilen sayfalarının kültür sanat olmasını nasıl eleştiriyorsak kültür sanat etkinliklerinden vazgeçmeye de bu minvalde yaklaşabiliriz.
Gelenekle modern iç içe
Daha kaliteli işler olabilir mi? Evet olabilir. Mesela Kapadokya’da Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası’na eşlik eden Ferman Akgül, dersine iyi çalışıp gelebilirdi veya daha iyi uyum sağlayacak bir solist bulunabilirdi. Yerel sanatçılar biraz daha ön plana çıkartılabilirdi. Festivallerin sonunda ortaya kalıcı eserler çıkartılabilirdi. Buna benzer örnekler çoğaltılabilir. Daha iyi nasıl olabilirdi sorusunun cevabı, eğlence çıksın, sadece kültürel etkinlikler olsun argümanı değildir. Kültür-sanat bunların hepsini karşılar.Festival deyince de bir tarafta geleneksel diğer tarafta modernin iç içe geçtiğini görmek, muhtemelen sadece bu iktidar dönemine mahsus bir şey. Zira eskiden yapılan festivallerde hat sergisi veya mevlit okunmasını görmenin mümkün olmadığını herkes hatırlayacaktır. Nitekim hâlâ seküler kesimin kültür sanat faaliyetlerinde geleneksel sanat veya sanatçı yer almaz. Kültür Yolları, bunu sentezlemeyi öğretmek açısından da tarihe geçebilir.
Kalite kime göre neye göre
Kalite meselesi de tartışılır. Kime göre neye göre kalite? Kültür ve sanat biraz da zevklere hitap eder. Birinin beğendiği veya ilgilendiği alana diğeri ilgi göstermezse bunun adı kalitesizlik olamaz. Üstelik o kadar çeşitlilik var ki, herkesin ilgi alanına hitap edecek bir şey illaki oluyor. Bir de şu var, sen gerçekten kültür sanat insanıysan, bütçenin önemli bir kısmını da bu işlere harcıyorsundur. Tiyatroya, sinemaya, konserlere gidiyor, kültürel etkinlikleri takip ediyor, sergileri geziyorsundur. O zaman bu etkinlikler sana kısmi olarak dokunur. Ama bunları yapmayan veya yapamayan birçok insanın sanata veya sanatçıya ulaşması, kültürel etkinliklere dahil olması neden kıymetli olmasın? Bugün kalabalık veya asgari ücretle geçinen bir ailenin, tiyatro, sinema veya konser gibi ücretli etkinliklere katılabilmesi artık çok zor. Dolayısıyla ücretsiz etkinlikler, genellikle tam da bu ailelere hitap ediyor. Üstelik bunun sayısı da azımsanmayacak kadar çok.
Zenginler elini cebine atsın!
Kültür Yolları Festivalleriyle elbette kültürel iktidar olunmaz ama kültürel iktidar olmanın bir yolunun hatta en önemli yolunun para harcamak olduğunu, bu işleri yapanlar iyi bilir. Sol seküler kesim 1980’lerden sonra yurt dışından kültürel sanat yoluyla fonlanmasaydı, onların kültürel iktidarından bahsedebilir miydik? Bir film çekmek için cüzi desteklerden söz etmiyorum, yayınevi kurdurmaktan sanat galerisi açtırmaya kadar hâkim bir alandan söz ediyorum. Kültürel iktidarın yolu yine de devletin verdiği üç beş destekten değil, özel şirketlerin ciddi sponsorluklarından geçiyor.
Kolay olan bakanlığı veya belediyeleri eleştirmek, zor olansa zenginleri bu işlere para harcamaya teşvik etmektir.
Ve bu alanda kim ne yapıyorsa o yaptığıyla kalmamalı “Daha iyisini nasıl yapabilirim?” sorusunun peşine düşmelidir.
Bütün bunlar tohum demektir. Yapılan her şeyin karşılığını almak için en az 50 yıl beklemek gerekir. Dolayısıyla Kültür Yolu festivallerinin kültürel iktidara hizmet edip etmediği, bugünden yarına anlaşılacak bir şey değildir.