Köprü: Mekânsal bir ayrılık mı, birleştirme illüzyonu mu?
Evrende her nesnenin varlığı imgesel anlamda çift taraflıdır. Nesneler doğada hem birbirine bağlı hem de birbirinden ayrı sayılır. Her varlık bir öncekinin biraz değişmiş hâlidir. Her zerre küçük bir evren olmakla birlikte dünyanın da küçük bir benzeri olma özelliğini taşır. Bu açıdan bakıldığında varlığın da tıpkı dünya gibi yuvarlak bir yapıda olduğuna dair veriler önem kazanmaktadır. İnsanın taklit ederek yürüme ve konuşma öğrenmesi, ayna nöronları sayesinde yaşadığı gelgitler dairesel yapıdadır. İlkel atalarımızın dairesel bacak hareketleri ile yürümesi ve dik durması vücut dengesini sağlayan iç kulaktaki yarım daire kanallarının yuvarlak şeması da benzer özellik taşır. O hâlde maddenin ve duyularımızın mekânda çokluk birliği oluşturması ne kadar mümkündür? İki noktanın üzerine bir çizgi çekilmesi o iki noktayı bütün kılmak için her zaman yeterli gelir mi? Düz bir yer, iki noktası üzerine çizgi çekilmeden, yani köprü inşasından evvel zaten orada mıdır? Bu soruların cevaplarına köprünün helezonik yapısı üzerinden ulaşmaya çalışacağız.
Michel Serres, bisiklet metaforu üzerinden insan ırkı olarak pek çok tekerleğimiz olduğundan bahsederken her yöne dönen ama merkezi sabit olan pusulalar gibi kendi dengemizi sağlayabildiğimize dikkat çeker. Aslında çocuğun yani ilkel insanın davranışlarını geliştirerek devamlı tekrarlarız. Tekerler üzerine türemiş ya da yükselmiş olarak yüzlerce döngü üstünde bir yükseklikte kendimizi artık daha ustaca bisiklet sürerken buluruz. Tüm bu çoklu döngüler bir arada çalışır ve insanın bütüncül dengesini oluşturur. Serres, vertigo yani denge rahatsızlığının bir nevi ilkel insanın doğrulmayı öğrenmeye başladığı o günlerin eski bir tanıklığı olarak insana eşlik ettiğini öne sürer. Çünkü vertigo rahatsızlığı dairesel bir denge problemidir. Bedensel şemalarımızı, jestlerin, duruşların ve hareketlerin tasarrufuna ve nesneleştirilen davranış kaynaklarına dönüşen halat çözümlemelerine bırakırız. Bununla birlikte doğumdan sonra kadın bedeninin yeniden bakir hâle gelmesi, yani yeniden yeniden üretime devam edebilmesi insanın yaratılışındaki yuvarlak döngüyü ve insanın bir tekerlek gibi dönme ve yuvarlanma ve sürekli canlı kalabilme yetilerini gösterir. Bir modelin aynadaki hareketlerini taklit etmesi gibi insan kucağına doğduğu ailesini, maruz kaldığı sosyal çevresini kendi döngüsünün içine çekerek belirli bir süzgeç oluşturur. Doğum gibi yaşam da dairesel bir incelikle ilerler.
- Heidegger’in köprü metaforunda olduğu gibi belirsiz olan mekânı anlamlı ve belirgin bir yer hâline getiren aidiyet duygusu ve insanın algısal deneyimidir. Yani inşa edildikten sonra işlevinin ötesinde bir anlam taşımaya başlayarak bir sembole dönüşür.
İki yakayı birbirine bağlamak için inşa edilmiş yapı anlamına gelmesi yönüyle köprü, insanın amaç, ihtiyaç ve imgelemi arasında bir bağlantı oluşturur ve insanın birleştirme içgüdüsü ile mekân istencinin genişlemesine atıfta bulunur. Belli ve sonlu iki yeri temasa geçiren köprü, kişiye bir zemin diyaloğu vadeder. Geçilen köprüde hiçbir zaman tek yönlü bir yolculuk kısıtlaması yoktur. Yani geçilen yönün aksi bir yolculuk köprüde her zaman mümkün olduğundan yahut aynı köprü üzerinden geri dönüş yapılmayıp başka bir köprü üzerinden başlangıçtaki yakaya geçebilme seçeneğinin her daim olması köprüye dairesel bir özellik atfeder.
Heidegger’in köprü metaforunda olduğu gibi belirsiz olan mekânı anlamlı ve belirgin bir yer hâline getiren aidiyet duygusu ve insanın algısal deneyimidir. Yani inşa edildikten sonra işlevinin ötesinde bir anlam taşımaya başlayarak bir sembole dönüşür. Yer, köprü olmadan önce orada olmayıp köprünün inşası ile anlam kazanır. Peki köprü mekânsal bir ayrılık mı yoksa birleştirme illüzyonu mudur?
Simmel, köprünün varoluşunda taşıdığı ayırma ve birleştirme bağıntısında daha çok birleştirmeyi çağrıştırdığını vurguluyor olsa da insanın medcezir ritmindeki her an ilintili olanı ayırıp ayrı olanı ilintilendirmeye teşne yapısı, aslında bütüncül bir birleşme ve birleştirme diyalektiğinden uzaktır. Dünya bir sarmal üzerinde dönüp dururken insan yatağına sığmayan bir su gibi kabarıp bu döngüde sabitlenmemiş bir canlı olarak yaşar. Tekerleğin gelişmiş bir versiyonu olarak bisikleti ele aldığımızda, dairenin üzerinde sağlanan hareketin dengeye meydan okuduğunu görürüz. Her öğrenme bedenlerimizden bir ayrılıkla çıkıp bir icat olarak geri döner. Zihnimizdeki şemalar yine dairesel birleşmeler sonucunda yeni uyaranlara tepki gösterir. Jaspers’ın yuvarlak varlık ilkesinde ifade edildiği gibi ağaçlardan yapılan ilk köprülerin silindirik yapısı, insanın yaşama ve evreni anlama çabasında durmadan kendini kendi üzerine katlayışı, varlığın yuvarlaklığına işaret eden en büyük verilerdir.