Koku: arayış, kelimeler ve hatırlamak
İslam dünyasında kokunun izini her yerde sürebilirsiniz. Ayetlerde, hadislerde, gündelik hayatta, rüyalarda, şiirlerde, şarkılarda… Koku demek öncelikle gül demek, gül Peygamberimiz Efendimiz demek. İşte ayetlerden, hadislerden , ilhamlardan, şiirlerden sızarak zarifliği ile gelip tekke ve tarikat adabı içinde kendine yer bulan bu kokuya dair birkaç kelam edelim. Gül alıp gül satanlarla, gülden terazi kuranlarla hemhâl olalım…
- “Her kalp kendi içindeki çiçeğin kokusunu verir.”
- Abdülkâdir Geylânî (ks)
Kelebekler üzerinde yapılmış ilginç bir deney var: Henüz tırtıl evresinde iken belirli kokular koklatılıp sonra elektrik veriliyor; daha sonra tırtıl kozasını örüp, kelebek hâline gelip, kozayı yırtıp çıkınca aynı kokuya maruz bırakılıyor.
Sonuç: Kelebeklerin elektrik verilmeden hemen önce maruz bırakıldıkları kokuya karşı müthiş asabi bir tepkisi var. Tırtıl hâlinden kelebeğe dönerken önceki hayatına dair hatıralarını unutmadığı böyle kanıtlanmış kelebeklerin.
Derler ki bir insan birçok şeyi unutabilir. Hatta sağlıklı olmanın emarelerinden birisi de unutmaktır. Fakat belirli kokuları zihnimiz asla unutmuyor. Hangi kokular olduğu oldukça kişisel bir durum.
Annenizin kokusu, çocukluğunuzda aldığınız bir yemeğin kokusu, çok duygusal bir anda burnunuza gelen herhangi bir koku, bir çiçeğin kokusu…
İslam dünyasında kokunun izini her yerde sürebilirsiniz. Ayetlerde, hadislerde, gündelik hayatta, rüyalarda, şiirlerde, şarkılarda… Koku demek öncelikle gül demek, gül Peygamberimiz Efendimiz demek. İşte ayetlerden, hadislerden, ilhamlardan, şiirlerden sızarak zarifliği ile gelip tekke ve tarikat adabı içinde kendine yer bulan bu kokuya dair birkaç kelam edelim. Gül alıp gül satanlarla, gülden terazi kuranlarla hemhâl olalım…
Yusuf suresinin 94. ayetininbir bölümünde Yakub aleyhisselam şöyle diyor: “… Ben Yusuf’un kokusunu alıyorum.” Yakub aleyhisselam Yusuf’undan ayrı kaldığı onca yıl boyunca kokusunu unutmamış.
Kervan Mısır’dan yola çıktığı zaman rüzgâr, Allah Teâlâ’dan izin isteyip Yusuf’un gömleğine sinen kokusunu Yakub aleyhisselama getiriyor.Yusuf aleyhisselamın güzelliği sadece yüzü, elleri, vücudu ile sınırlı değil. Kokusu da güzel. İşte Yakub aleyhisselamın burnuna gelen bu güzel kokudur. Ayette koku manası verilen kelime “rîh” kelimesidir. Aynı zamanda destek, rüzgâr gibi farklı anlamlara gelen bu kelimeden türemiş olan reyhan kelimesi de Rahman suresinin on ikinci ayetinde cennet nimetleri tasvir edilirken geçmektedir.
Sevgili, rüzgâr ve koku… Çok katmanlı okumalara izin veren divan edebiyatında da bu kıssadaki imajlardan hareketle o kadar çok beyit söylenmiş ki. On altıncı yüzyıl şairlerinden Figânî’nin “Şemîm-i kâkülün almış nesîm gülşende / Demiş ki sünbüle sende emânet olsun bu” (Rüzgâr gül bahçesinden senin kâkülünün kokusunu alıp sünbüle getirmiş, bu koku sende emanet olsun demiştir. Yani sünbülün güzel kokusunun tek sebebi rüzgârın sevgilinin saçlarının kokusunu sünbüle taşımasıdır. Sondaki “bu” kelimesinin hem işaret zamiri bu hem de Farsça koku anlamına gelen “bû” kelimesine işaret ettiğini de ayrıca belirtelim.) Ahmed-i Dâî’nin “Meğer ol zülf-i perişân ile cem oldı sabâ / Yoksa bâd-ı seherin böyle nedendir kokusu” (Sabâ rüzgârı sevgilinin zülfüne dokunmuş olmalı, yoksa seher rüzgârının böyle kokusu mu olur?) anlamındaki beyti de zikredilmesi gereken güzel beyitlerden bir tanesi.
Modern dönem şairlerinden İlhan Berk’in “Rüzgâr yine kokunu getirdi. Anlayacağın yine canım burnumda” dizelerini de yâd etmeden geçmek olmaz. Canım burnumda kelimesinde yaptığı tevriye de ayrı güzel. Hem sevgilinin kokusuyla canlanmak hem de o kokuyu duyunca can verecek gibi olmak. İkinci Yeni’nin güzel şairlerinden Cemal Süreya da “Aşktın sen, kokundan bildim seni” dizesinde geleneğin sesini terennüm ettiriyor.
Güzel ameller güzel kokular
Bilinen rivayete göre Üveys el-Karenî , Efendimiz hazretlerini görmeye gelir, fakat evinde bulamayınca annesine verdiği söz üzere beklemeden geri döner. Efendimiz hâne-i saadetlerine geldikleri zaman “Burada bir Allah dostunun kokusunu almaktayım” buyururlar. O an orada olmayan Üveys el-Karenî hazretlerini başka bir şeyden değil de kokusundan bilmesinde de bir incelik olması lazım.
Halvet ve zikir ile geçmiş bir ömrün izi etrafa yayılan güzel kokular olsa gerek. Amelin, insanın kokusuna etkisini anlatan bir de hadis var.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Kur’an okuyan mümin turunç gibidir. Hem kendisi güzel hem kokusu güzel. Kur’an okumayan mümin ise hurma gibidir. Kendisi güzel ama kokusu yok.” Kötü amellerin ise insanda kötü kokulara sebep olduğunu evliyaullahtan bir zatın, “Eğer günahlarınızın kokusunu alsaydınız birbirinize hiç yaklaşmazdınız” sözünden anlıyoruz.
Güzel kelimeler, güzel kokular
- “Gelin gülle başlayalım atalara uyarak/
- Baharı koklayarak girelim kelimeler ülkesine”
- Sezai Karakoç
Efendimizin hasletlerinin anlatıldığı eserlerde vücud-ı mübareklerindeki her uzuv için bir hasletten bahsedilir. Gözleri, nasıl ki önündekini görüyorsa arkasındakini de görür; gölgesi yere düşmez; bir topluluk içinde en uzun ve en heybetli olarak görünür. Burnunun da bir hasleti var: Ne zaman Cebrail aleyhisselam semadan vahiy getirse yola çıktığı anda kokusundan bilir. “Rîh” (koku) kelimesi ile “ruh” kelimesi hem mana hem de gramer bakımından ilişkili.
Kadir suresinde Cebrail aleyhisselamın “Ruh” olarak da tavsif edildiğini hatırlayalım. (Aklıma Ahmed Hâşim’in meşhur O Belde şiirindeki “Topluyor bûy-ı rûhunu gûyâ” dizesi geliyor.) O zaman koku ile söz arasında bir bağlantıdan bahsetmek gerekecek şüphesiz. Nasıl ki maddi bedenimizin bir kokusu varsa manevi olan ruhumuzun da bir kokusu var.
Efendimiz buyuruyor ki: “Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi. Güzel koku, kadın ve gözümün nuru namaz.” İsmet Özel’in Kırk Hadiskitabında dünyanızdan kelimesine yaptığı vurgu önemli. “Peygamberlerin kendimizi yakın hissettiğimiz dünya ile bağlarının farklı olduğunu öğreniyoruz” diyor. Efendimize “dünyamızdan” sevdirilen güzel koku, bu gelen vahiy kokusunun bir yansıması olarak düşünülebilir. Belki “farklı bağlara” bu da eklenebilir.
Evliyaullahın çoklukla tekrar ettiği bir söz: Ez sohbet-i dervîşân bûy-ı Muhammed âmed. “Dervişlerin sohbetinden Hz. Muhammed’in kokusu gelir” anlamındadır. Bu hem bir ölçü hem bir uyarıdır. Bir ölçüdür çünkü derviş, gönül kırıcı söz söylemez, gıybet etmez. Bir uyarıdır çünkü sohbetten Hz. Muhammed’in kokusu gelmiyorsa sohbette bulunanların manevi bir sıkıntı içinde olduğuna, mâlâyâni laflar ile vakit geçirdiğine işarettir. (Şimdi Sezai Karakoç’un yukarıda alıntıladığım dizeleri biraz daha anlam kazanmıyor mu sizce de?) Aynı zamanda sohbetin yani sözün de kokusu olduğunu anlıyoruz buradan. Maddi olarak ağzımızdan çıkan her sözcük manevi olarak üstümüzde bir koku bırakıyor. Meleklerin de zikir meclislerine iştirak etmesinin sebeplerinden biri sürülen kelime-i tevhidlerden, çekilen evrad ve ezkârdan husule gelen bu manevi kokulardır. Efendimizin de soğan, sarımsak gibi kötü kokulu şeylerden uzak durması, “Ben sizin görüşmediklerinizle görüşüyorum” diyerek meleklerin kötü kokulardan hoşlanmadıklarını belirtmesi de hatırlanmalıdır.
Güzel mertebeler, güzel kokular
Hâl ehlinin bildirdiğine göre koku, kişinin müntesib olduğu tarikata ve seyr ü sülukundaki mertebesine göre değişiklik gösterir. Belirli esmaların mertebelerinde güzel kokular salike ikram edilir. Bu koku, saliki öyle bir hâle sokar ki her daim o kokuyu arar. Tekrar ikram edilmesi için cehd ü gayret eder, kokuyu alamazsa rahatsız olur.
Şemme-i Muhammedî’yi (Efendimizin gül kokusunu) her daim özler. Bu sebeple kimi tarikatlarda salikin sülukunu tamamlamadan koku sürünmesine izin verilmemiştir. Tarikat ehli olanlar birbirlerini bu kokulardan tanıyıp bulurlar.
Hüseyin Vassâf Efendi, Sefîne-i Evliyâ adlı eserinde konuya dair çok güzel bir hatırasını Sünbülîler Faslı’nda anlatıyor: “Çocukluk hayatında Sünbül isminden istidlâlen türbe penceresinin önünde iken içerden sünbül kokusu gelecek diye koklar, hakîkaten sünbül kokusu alırdım. O hâl ne derece cânıma tesir etmiş ki şeyhûhete teveccüh eden bu hâlimde bile o neşe-i tufûliyyetin bakıyye-i âsârını görerek o kokudan hisse-mend oluyorum.”
Galata Mevlevihanesi post-nişinlerinden ve divan edebiyatının son büyük şarilerinden Şeyh Galib de bir beytinde: “Gülşen-i hüsne ne nireng-i tılısm etmişler / Bûy-ı telvîn gelir gonce-i temkîninden” (Güzelliğin gül bahçesine nasıl bir büyü yapmışlar ki temkin goncasından telvin kokusu geliyor) diyor.
“Telvîn” bir hâlden bir hâle, bir sıfattan bir sıfata geçmek, sabit olmamak demek. “Temkîn” ise vuslata erişmek, Hak’ta sabit olmak anlamında. Şeyh Galib’in telvîn ve temkîn mertebelerini kokularından ayırması az önce belirttiğimiz noktayı biraz daha şerh ediyor. Her mertebenin/hâlin kokusu ayrı iken nasıl olur da temkîn mertebesinden telvîn kokuları gelebilir? Bu nasıl bir tılsımdır, diyerek şaşkınlığını beyan ediyor.
Evliya Çelebi’nin o meşhur rüyası ile bitirelim: Ahî Çelebi Camii’nde Bilal-i Habeşî ile müezzinlik yaptıktan sonra Efendimizin huzuruna çıkınca “Şefaat ya Resulallah” diyecek yerde şaşırıp “Seyahat ya Resulallah” dedikten sonra huzzâr-ı meclisin tek tek elini öpen Evliya Çelebi bize meclisi şöyle tanıtıyor: “Ammâ bizzat râyiha-i Hazret-i Resûl za’feran-ı verd-i handân gibi kokardı. Sâir enbiyânın dest-i şerîfleri ayva râyihası kokardı. Hazret-i Ebûbekir es-Sıddîk’ın dest-i şerîfleri kavun gibi şemm olunurdu. Hazret-i Ömer, ke-râyihati’l-amber gibi idi. Hazret-i Osman, benefşe gibi râyihası vardı. Hazret-i Alî, ke-râyiha-i yâsemen idi. İmâm Hasan karanfil gibi, İmâm Hüseyn verd-i ebyaz gibi kokardı.” Bir rüyadan hâtırda kalan birkaç şey var ise birisi de kokudur…