Kızılcık Şerbeti: Entrika ya da dürüstlük
Biri “seküler”, diğeri “muhafazakâr” gençlerin evliliği üzerinden, tarafların birbirini görme biçimindeki isabetli veya problemli yönlerin işlenmesi, kuşkusuz “istediği gibi görme, istediği gibi duyma” konforunun sorunları açısından sağaltıcı bir rol ifa edebilir. Dizideki ne seküler ne de muhafazakâr aile, toplumun geniş kesimlerini yansıtmıyor. Buna karşılık, geniş kesimler, karakterler ve olaylarda kendi çatışmalarından bir parça bulabiliyor.
Ortak bir kamumuz neredeyse yok, bir çekişme hâli içindeyiz. Bu durum edebiyattan sanata pek çok alana yansıyor, spor müsabakaları da nadiren dışında kalıyor.
Toplumun siyasi görüş ve kanaatlerinin içine sığdırılmak istendiği iki kamp arasındaki ayrım, keskin bir dünya görüşü farkına dayanmıyor. Kızılcık Şerbeti dizisi bu yüzden heyecan duyurdu.
Dizilerde, tanımlanmaları zor olduğu ve toplumsal hassasiyet açısından işlenmesi riskli geldiği için, bu toplumda hiç yaşamıyormuş gibi yerleri boş bırakılan kesimler hep olageldi.
Bir dizinin, bütün konular ve kurgularda boş kalan yeri layıkıyla doldurması beklenemez. Yine de başlangıçlar iyidir.
Biri “seküler”, diğeri “muhafazakâr” gençlerin evliliği üzerinden, tarafların birbirini görme biçimindeki isabetli veya problemli yönlerin işlenmesi, kuşkusuz “istediği gibi görme, istediği gibi duyma” konforunun sorunları açısından sağaltıcı bir rol ifa edebilir. Dizideki ne seküler ne de muhafazakâr aile, toplumun geniş kesimlerini yansıtmıyor. Buna karşılık, geniş kesimler, karakterler ve olaylarda kendi çatışmalarından bir parça bulabiliyor.
RTÜK yasağından hemen önceki bölümlerde, Nursema’nın ailesine isyanını izledik. Amerika’da tahsil gördüğü hâlde, kapalı çevrelerde yetişen muti başörtülü kızların beden diline sahipti Nursema. Zamanla giriştiği sorgulamanın bütün ifadelerine yansıdığı fark ediliyor.
Eskiden de tamamen bir örnek değildi, dizilerin başörtülü kadınları. Uzak akraba, nine veya mutfak işçisi olarak görünürlerdi Yeşilçam’da, dizilerde de devam etti bu. Kamusal alanda başörtüsü tartışmalarının en az 75 senelik bir ömrü var; üstelik başörtüsü direnişi toplumun büyük bir kesimini, hatta siyasetin dilini belirledi. Böyleyken herhangi bir film veya dizide, bu direnişin içinden bir karaktere rastlamak mümkün değildi, son yirmi yıldan beridir de bu böyle. Huzur Sokağı’nın Feyza’sının bir kamusal alan meselesi yoktu, hayatını evde kazanacağını, evine döneceğini vurguluyordu romanın sonlarında. Bir Başkadır’ın örtünme tarzı direnişçi kızlarınkini andıran kahramanı, bir rezidansta ev işçisi olarak çalışan Meryem, dizinin tanıtımlarında, “içinde bulunduğu çaresizliği kabullenen saf ve muhafazakâr bir kadın” olarak tanımlanıyor. Ev işçisi kadınlar da metropolde ayakta durma mücadelesi verirken bir direnişçi karakteri ediniyor kuşkusuz.
Her uygarlık iddiası bir “arındırmayla” başlar. Ulusalcı kamu da tesettürlü kadınları yok sayarak tasarlanmıştı. Başörtülü öğrenciler, 60’lardan itibaren sergiledikleri direnişle kapıları, duvarları zorlayarak, mevcut siyasal dili etkileyip yönlendirecek şekilde kamusal alanı değişime zorladılar. İlhami Soysal 1968’de gerçekleşen İlahiyat Fakültesi boykotu üzerine yazısında Hatice Babacan’dan “Şeriatçıların Ana Pauker 1 ’i” diye söz ediyordu. (Akşam, 18 Nisan 1968)
20’lerin ortalarından 60’lara kadar başörtülü kadınlar medyada ve hatıratlarda namevcuttur. Samiha Ayverdi ve Münevver Ayaşlı gibi mütedeyyin münevver kadınlar faaliyetlerini bu kamuyla uzlaşacak şekilde biçimlendirmişlerdi. Geçim mücadelesi veren kadınlar başörtülü olarak ev işçisi, çaycı, hademeydi. Bu nedenle de başörtüsü zamanla mavi yakalılıkla özdeşleştirilmiştir. İslami hassasiyetlerini koruma çabası içindeki kadınlar ise korunaklı ortamlarda muhafaza edebilirlerdi hayat tarzlarını. Böylelikle tesettürlü kadınlar “kapalı” sıfatıyla çağrılır oldular. Osmanlı çağında örtülü dindar kadınlar için kullanılmayan “kapalı” sıfatı, yeni sistemde bir bakıma “kamuya kapalı” anlamına geliyor ve aileler için de kullanılıyordu.
Kamuya kapalılık, süreç içinde mütedeyyin erkek ve kadınların dillerinin birbirinden nispeten kopması gibi bir problemi haizdi. Benzeri bir kopukluk Kızılcık Şerbeti gibi olgunun sınırlı bir şekilde ve başörtüsünün kamusal serbesti kazandığı bir dönemde geçen bir dizide bile kendini gösteriyor. “Burjuva” diye niteleyebileceğimiz bir servet ve tecrübe birikimine sahip “kapalı” ve geniş ailelerde, varlıklı olmanın da etkisiyle, hane içinde kadınlar arası -saray yaşantılarını hatırlatan türde iktidar mücadeleleri, gizli kapaklı işler yaşanması şaşırtıcı gelmiyor. Zenginleşme duvarları kalınlaştırmakla kalmaz, elinde olanı tutamama yönündeki vesveseleri de artırır. Kızılcık Şerbeti’ndeki ailenin kadınları ve erkekleri kamusal alan mücadelesine katılmış kişilikler değiller. Yüksek duvarlar arkasında, korunaklı bir hayat sürdürüyorlar. Seküler kesimlerle ilişkileri de kısmen iş hayatıyla sınırlı bir şekilde mümkün görünüyor. Evlilikler, Nursema için planlandığı gibi, benzer aileler arasında gerçekleşiyor.
Aşk her zaman konfor bozucudur. Doğa’yla Fatih’in aşkları ve evlilikleri aileleri tarafından hoşnutlukla karşılanmasa da dünyaya gelecek çocuğun hatırına göz yumuluyor.
Mütedeyyin veya seküler, günümüz gençliği arasında hayata ebeveynlerinden farklı bakanlar istisna teşkil etmiyorlar. Bunun sebebi teknolojik bir devrim çağında yetişmeleri olabilir ancak bir sebeple buna yatkın değillerse eğer, gençler kesimler arasındaki çatışma diline o kadar da yakınlık duymuyor. Mütedeyyinler arasında İkna Odaları’na atıfla konuşanlara pek rastlamıyorsunuz. Seküler gençler de başörtülü kadınlara, genellikle, geçmişte kimi ebeveynlerin sergilediği jakoben dille yaklaşmıyor. Şüphesiz gerginlik, husumet hiç yok değil. Bu büyük ölçüde verili siyasetin dilinden kaynaklanıyor. Gelgelelim günümüz gençlerini ebeveynlerinden ayıran şey bu siyaset dili.
Gerçek hayattan bir örneğini yakın tarihlerde dolaylı bir şekilde izlediğim için, Nursema’nın ailesiyle evlilik konusunda yaşadığı çatışmanın istisnai olmadığını söyleyebilirim. Zengin bir iş adamı babanın ve ev hanımı bir annenin biricik kızıydı, diyelim ki adı Nisa. İmam Hatip Lisesi’nin ardından, Türkiye’nin ilk özel üniversitelerinden birinde eğitim görmeye başladı Nisa. Özel şoför getirip götürüyordu üniversiteye, hatta hayatında ilk kez yalnız başına bir caddeden karşı karşıya geçtiğinde bunu, sınıf arkadaşı olan kızıma söylemişti. Ev dışı hayatında annesi hep yanındaydı, sinemaya ve AVM’ye onunla gidiyor, onun uygun gördüğü kişilerle arkadaşlık ediyordu. Bu arada üniversite çevresinden de arkadaşlar edinmeye başlamıştı. Derken dijital yollarla küresel oyun gruplarına dahil oldu. Aile çevresinden zengin kısmetleri vardı, annesi evlerine en yakın yerde oturanı seçmesini istiyordu. Ağabeyi, onun erkeklerle görüşme eğilimini sınamak için peşine kendi arkadaşını takmıştı. Laf atıyor, sırnaşıyordu çocuk; şöyle güzelsiniz böyle aklımı başımdan aldınız, diye. Bunu fark edip de anlattığında annesinden beklediği desteği bulamadı. Oynadığı savaş oyunundaki arkadaşlarından Amerikalı subayın gösterdiği ilgiye de böylece kapıldı belki. Bir gece subayla Skype yoluyla konuşurken uyuyakalmıştı. Annesi odaya girip de ekranda yabancı bir adamın kızını seyrettiğini görünce, onu en ağır sıfatlarla aşağıladı. Bir süre dışarı çıkmasını yasakladılar. Haftalar sonra sınav için ayrıldı evden, bir daha da geri dönmedi. Önce bir arkadaşının, yakının evinde daha sonra subayın gönderdiği parayla otelde kalmaya başladı. Çok geçmeden subay gelip “kurtardı” onu. Hatta ailesiyle de tanıştı ancak aile evliliklerine razı olmadı. Subay da Nisa’yı, Avrupa romantik çağının bir düşünü canlandırır gibi kaçırırcasına ülkesine götürdü. Sonra neler mi oldu? Aşk bitti, kızımız başını açtı, Amerika’da üniversiteyi bitirip bir işe girdi... Tabii hikâye, bir diziye konu olabilecek kadar saçaklı. Nisa’yı çileden çıkaran olayın, ağabeyinin diğer aile üyelerinin de onayıyla çevirdiği entrika olduğunun altını çizmek isterim. “Bana kaçmaktan başka yol bırakmadılar. Üzerime yönelttikleri baskıyı hak ettiğimi, böyle bir baskıya hakları olduğunu düşünüyorlardı.” diye anlatmıştı kızıma.
Nursema ise, istemediği bir evliliğe zorlandığında çileden çıkmaya başlamıştı. Ailesinin ona rızası hilafına layık gördüğü zayıf karakterli adamla geçirdiği her saniye tırmandırdı bu cinneti ve sonu hastanede bitti.
Dizideki hikâye elbet “dizi” olduğu, bir tür akıcılığı ve çekim gücünü koruması beklendiği için yer yer inandırıcılığını yitiriyor, iki ailenin diğer fertleri arasında doğan aşklar gibi. Ayrıca seküler kadınlara hayat mücadelesinin getirdiği erdemler yakıştırılırken, rahata gömülmüş muhafazakâr kadınlar kuruntulu, gıybete ve kandırılmaya yatkın olarak tasvir ediliyor.
Şüphesiz gerçek anlamda “modern” yani zamanının insanı olan kadın, evliliğe bir geçim yolu gözüyle bakmaz, gerçek anlamda mütedeyyin kadın da bu anlamda daima moderndir. İslam bu nedenle de kadına miras hakkı tanımıştır ya… Dindarlık ise amellerle güç kazanan veya zaafa düşen bir nitelik. Kamusal hakları için mücadele eden başörtülü kadınlar moderndi, bir meslek sahibi olmayı amaçlıyor, vesayet sisteminin yanı sıra bu sistemden kaynaklanan ayrımcılık ve hak ihlallerini sorguluyorlardı. Dönemlerinin diliyle konuşuyor, bu dönemin icaplarını anlamaya çalışıyorlardı. Kimisi değerleri ve idealleri için aileleriyle çatışma pahasına çalışma hayatına atıldı, birçoğu tahsilini sürdürmek için gurbet yollarına düştü, önemli bir kısmı kendini İslami hakikatlerin tebliğine adadı. Aceleye gelen “dava” evlilikleri yapanlar, bu evlilikleri yürütemedi. Bu kadınların mücadelesi, sinema ve televizyona hemen hemen hiç yansıtılmadı. Böyle bir değerli bulmama olgusu kurguya dökülmediğinde, üzerine de pek az düşünülüyor (Ranciere). Üstelik başörtülü kadınlar bile -yerleşik, kemikleşmiş imgelerin etkisiyle- an geliyor birbirlerinden bu değer atfını esirgeyebiliyor. Katıldığım bir Zoom programında ilahiyat eğitimi görmüş, kırk yaşlarında ve bir hayli faal başörtülü bir kadın, “Başörtülü öğretmen görmeyi yadırgıyorum, hâlâ alışamadım, alanında yetersizmiş gibi geliyor.” demişti. Kamusallığa ilişkin keskin şartlanmaların gölgesi kolay kaybolmuyor benliklerden.
Dizinin muhafazakâr kadınları ise, değindiğim gibi, başörtüsü mücadelesinden gelmiyorlar. Hayata, ekonomik faaliyeti yürüten eşleri aracılığıyla tutunurken, o eşi “elinde kaçırma”ya yönelik bir şüphe hâli sergiliyorlar. Bir bakıma “tuzu kuru” bir hayat sürdürdükleri için, toplumsal meselelerin uzağında, aldanmaya ve aldatılmaya müsait bir profil koyuyorlar ortaya.
Söz konusu olan aslında burjuvalara özgü bir çürüme hâlinin, dini gerekçeler öne sürülerek kontrol altında tutulması. Mesela amcası Ömer, Nursema’nın evlendirildiği kişiyi cezalandırmak için mafyatik yollara başvurmakta tereddüt etmiyor. Aynı amca, ağabeyinin Nursema’yı istemediği bir adamla evlendirmesine seyirci kalmışken, pencereden itilme olayının hesabını sormadan hemen önce o adamın gece hayatına düşkünlüğüne dair yeni bilgiler edindiğini öğreniyoruz. Bunca “muktedir” bir aile Amerika’ya tahsile gönderebildikleri biricik kızlarını, hiç de iyi tanımadıkları biriyle evlenmeye zorlamakta beis görmüyor.
Yapılar yozlaşırken ilk itirazın seslerinin saflığını korumuş kesimlerden yükselmesi anlaşılır. Bir ailenin geçimini üstlenen erkek, bir de patronsa, sistemle daha bir bütünlük içindedir, hesaba katması gereken dengeler, gözetmesi gereken ilişkiler ve bağlamlar vardır. Nursema’nın ise “takva” ve “hicap” konularındaki kabulleri, değerleri için kendini geri planda tutmaya sevk etmekteydi. Takva, sonuçta, Allah’a karşı sorumluluk bilinci. Genç kız “takvalılık” değerini ağır derslerle birlikte yeniden öğrendi. Üstelik kısa süre önce hem aşkı tanımıştı. Hem de sevdiğinden ayrılmayı. Ölümle burun buruna kaldıktan sonra kendini savunma cesaretinde bu tanımaların da bir payı var mutlaka. Hidayet romanlarında hep seküler bir kız olurdu, mütedeyyin genç vasıtasıyla hayat tarzını değiştiren. Bu dizide mütedeyyin genç, seküler kızı istediği çerçeveye yerleştiremiyor bir türlü; beri taraftan başörtülü kız kardeşi, âşık olduğu seküler erkeğe çeviriyor yüzünü. Orada bir öğrenci-öğretmen ilişkisinden çok eşit bir öğrenme olduğunu fark etmekteyiz. Süreç içinde neler olur bilemeyiz, hayatta da bilemeyeceğimiz gibi.
Yazmaktan kaçındığımız, filme aktarmaktan uzak durduğumuz gerçekler bize yeteri kadar öğretemez oldu hayatı; evler eski evler, şehirler de eski şehirler olmadığı, sofa ve avluların dersleri de kaybolduğu için. Hikâyeler, kameralar eşliğinde unutulmaktan kurtuluyor ve yine kameralar sayesinde hak ettiği değere yakınlaşıyor. Nursema karakteri bir senaristin hayal gücünün eseri ama -örneğini verdiğim gibi- yoktan var edilmiş değil. Kamusal yasaklı başörtüsünün serbesti sonrası normalleşmeyle birlikte başörtülü kahramanların hikâyeleri çeşitlilik gösterirken gerçek kişi ve olaylara daha yakın düşecektir şüphesiz.
1. Ana Pauker (1893-1960), Troçkist eğilimleri nedeniyle Sovyetlerden sınır dışı edilen Romanyalı komünist lider.