Kırk Ambar
Müminin, dert ve beladan ızdırap ve sabırsızlıkla kaçmasının, nohudun ve emsali yiyeceklerin ateşte kaynarken çömlekten çıkmaya çalışmasına benzemesi
Bir bak nasıl, çömlekte nohut, ateşte kaynayıp mağlup olarak yukarı çıkar. Her an hareket hâlinde olup tencerede yüzlerce coşkunluk gösterir. “Niçin ateşte durur, beni kaynatırsın? Madem beni satın aldın, bu başa kakış neden?” der.
Pişiren de onu kepçeyle karıştırıp der ki: Muradım seni pişirmektir. Hamsın, ayrılık ateşiyle piş de bir lezzetin olsun. Gıda olunca cana karışılır. Yoksa bu imtihan kahır için değil. Bostanda sular içip yeşerdin. O içiş ve yeşeriş bu ateş içindi. Bu yüzden Hakk’ın rahmeti, imtihan ehlinin rahatı bulması için kahırdan ileridedir. Varlık sırrının sermayesi belli olsun diye rahmeti kahrından öndedir. Çünkü lezzet olmadan et ve deri hasıl olmaz. Onlar hasıl olmadıkça da dostun aşkı onları nasıl yakabilir? Kaderi kahırda bulunursa üzülme. Bu yüzden sermayeni bağışlarsın. Tekrar bunun özrü için lütufta bulunsa kendine yıkanıp arınmayı iş edin.
Ey nohut, baharda safa sürdün, şimdi eziyet sana misafirdir, onu hoş tut. Ta ki misafir, şükürler edip ihsanlarını şahın huzurunda beyan etsin. Nimetine karşılık sana nimetleri verenle vuslat olsun. Bütün nimetler seni kıskansınlar… Ey nohut sen belalara düşüp kayna da sende varlık da benlik de yok olsun. Sen o bostan içre güldüysen bil ki can ve göz bostanının gülü olduğundandır. Su ve toprak bağından ayrıldıysan dirilere gıda olup dirildin. Sen gıda ol, kuvvet ve düşünce ol…
Doğruluk, iş ve söz meleğin gıdasıdır. Onun göğe miracı bu vasıflarla olur. İnsanın da o yemek gıdası olunca cansızlığı gider, dirileşir. Eğer sana acı söylüyorsam maksadım seni acılıklardan kurtarmaktır. Soğuk vurmuş, donmuş üzüm çözülsün diye soğuk suya konur. Senin de gönlün acılıklara katlansa bütün acılıklarından kurtulursun. Ham ve pişmemiş şey tatsız olur. Belaya sabretmeyen, o kapıda şan şeref bulamaz.
Nahîfî Süleyman Efendi’nin Mesnevî tercümesinden (Âmil Çelebioğlu neşrinden kısaltılarak)