1730’lardan itibaren, dindarlığın zayıfladığı ve şeytanın insanları maddi çıkarlar peşinde koşmaları için kandırdığı iddialarıyla Amerika’da Büyük Uyanış başladı. Bu hareket, ilhamını 1739’da İngiltere’den gelmiş olan, Wesley tarikatı mensubu George Whitefield ve Massachusetts’in Northampton kentindeki Cemaatler Kilisesi’nde (Congregational Church) görev yapan Jonathan Edwards’dan alıyordu. Zaman zaman 20 bin kişilik topluluklara hitap eden Evanjelist Whitefield’a göre Tanrı artık kullarıyla, cemaatler ya da kiliseler üzerinden değil, kişisel ilişkiler kurmayı tercih ediyordu.
Whitefield ve Edwards gibi takipçileri nezdinde Tanrı, Amerika’da kiliseyi görmezden gelerek, bir kestirme yol olarak, kişilerin kendisiyle birebir ilişki kurmak için istekli ve iradeli idi. Bazı tarihçilere göre, Whitefield o kadar etkiliydi ki, o dönemde Amerika nüfusunun yüzde sekseni onu vaaz ederken dinlemişti. Böyle bir Tanrı anlayışı, birçok koloniye bölünmüş bir coğrafya için gerekliydi. Bu anlayış, insanlara sadece daha rahat ilişkiye geçilebilen bir Tanrı’yı mümkün kılmıyor, aynı zamanda kiliseler üstü bir anlayış getirerek, kolonilerle parçalanmış Amerika kıtasını Tanrı’nın gölgesi altında toplanan tek bir ulus hâline getiriyordu.
1800’lerde ise özellikle Metodist ve Baptist Hıristiyanların eliyle Amerika’da ikinci Büyük Uyanış başladı. Büyük kamp toplantıları yoluyla mesajını duyuran bu yeni akımın Kentucky’nin Cane Ridge kasabasında yapılan ikinci toplantısına, sayısı 10-25 bin arasında tahmin edilen Presbiteryen, Baptist ve Metodist din adamları katıldı. Kiliselerini yaygınlaştırmak isteyen Baptist ve Metodistlerin asıl amacı mezheplerarası misyoner bir topluluk kurarak Batı Amerika’yı Hıristiyanlaştırmaktı.
Baptist ve Metodistler gibi Evanjelist kiliseler Amerika Hıristiyanlarını doktrinsel yanı ağır basan bir din anlayışından uzaklaştırdı ve onların ilgisini Tanrı ve Baba’dan İsa’ya çevirdi. Nihayetinde İsa, yani Tanrı’nın tek oğlu, Amerikan Hıristiyan maneviyatının yüzü hâline geldi. Bu yüz çoktan beyaz tenli, renkli gözlü ve kumral uzun saçlı bir Kuzey Amerikalı olmuştu. Bu hareketin ortaya çıkardığı İsa figürü, İsa’nın insani yanına vurgu yapan, O’nun insanlığını, Hıristiyanlar için çektiği acıyı, etini ve kanını, Tanrı ile arasında bulunan baba oğul ilişkisini ve insanları anlayabilen yönünü öne çıkartan daha pratik bir maneviyata uygundu.
Amerika’da bugünkü İsa figürünü kuran en temel isimlerden bir diğeri, Güneyli Baptistlerin liderlerinden ve birçok Amerikan başkanına danışmanlık yapmış olan Evanjelist Billy Graham’dır. 20. yüzyılın en etkili vaizi olarak anılan Graham, Markos İncili 16:15’te İsa’nın “Dünyanın her yanına gidin, Müjde’yi bütün yaratılmışlara duyurun” tavsiyesine uyarak, 185’ten fazla ülkede yaklaşık 215 milyon kişiye vaaz etmiştir.
Müjde’yi yaymak için modern dünyanın teknolojisini de kullanan Graham, Tanrı’yı ve İsa’yı ilahi bir marka hâline getirerek kitaplar, televizyon, internet, radyo ve dergiler aracılığıyla ünlü etmiştir. Hatta Graham’ın hareketinden etkilenerek Amerika’da “televenjalist” gibi bir terim üretilebilmiştir. 1990’larda ise Metodist ve Baptistler tarafından daha liberal ve daha insani yönüne vurgu yapılan İsa figürü ve Graham’ın İsa’yı markalaştıran hareketi meyvesini verdi ve “İsa Olsa Ne Yapardı?” (What Would Jesus Do? – WWJD) hareketini mümkün kıldı. Özellikle gençler arasında moda olan bu hareket, Hıristiyanların herhangi bir problemle karşılaştığında nasıl davranacaklarının ipuçlarını vermeyi amaçlayan bir hareketti. İsa, senin karşılaştığın durumla karşılaşsaydı ne yapardı? Bu dönemde, üzerinde “WWJD?” yazılı tişörtler, bileklikler, çantalar, hatta iç çamaşırları yok sattı. İsa figürü artık 1990’larda Kuzey Amerika’da yaşayan bir figürdü ve Tanrı tarafından dünyaya 20. yüzyılda yaşayan Kuzey Amerikalıların gündelik sorunlarını çözmek amacıyla gönderilmişti.
İsa, bu yolla sıradan Amerikalıların kendisiyle iletişim kurabileceği bir figür hâline gelmişti fakat İsa figürünün bu değişimi, Hz. İsa’yı popüler kültürün içinde eritti ve onu markalaştırarak ticari bir meta hâline getirdi. Tarih boyunca, Tanrı’nın oğlu, İyi Çoban, Cennetin Kralı ve daha birçok şekilde anlaşılan ve ihtiram gösterilen İsa’nın manevi ehemmiyeti, modern, kapitalist ve tüketici orta sınıf Amerikalılar tarafından tek bir soruya indirgendi: İsa Olsa Ne Yapardı? İsa, artık, tavsiyesi belki dinlenebilecek, fakat dinlenmemesi çok da büyük bir sorun teşkil etmeyecek iyi bir arkadaştı. İsa tek bir John’u veya tek bir Jane’i düşünüyor, kişisel olarak seviyor, onun için tasalanıyor ve onun iyiliğini düşünerek hayatı ve kaderi hakkında kişisel kararlar alıyordu.
1990’larda gelişen bu “İsa Olsa Ne Yapardı?” hareketi, bugün etkilerini hâlâ sürdürmekte. Yazının başında bahsettiğimiz, çılgın bir romantik olarak karşımıza çıkan İsa figürü, ancak İsa’nın bir arkadaş derekesine indirilmesiyle mümkündür. İsa’nın normal bir arkadaşlıktan erkek arkadaşlık/boyfriendlik derecesine terfi-i rütbesi ise çok da zor olmasa gerektir.
İkonaların birer söylem olduğundan ve bu yolla yeni özne biçimlerinin mümkün/zorunlu hâle geldiğinden bahsettik.
Orta Çağ’da kilise, bazilika ve anıt mezarların duvarlarına ve kubbelerine bin bir emekle çizilen sanatsal resimler, modern dünyada yerini yapılması birkaç saniyeyi almayan Twitter paylaşımlarına ve Instagram resimlerine bırakmıştır. Bugünün ikonaları romanlarda ve kişisel gelişim kitaplarında kurgulanan figürler ya da sosyal medya hesaplarından post olarak atılan basit çizimlerdir. Peki, bu modern ikonalar nasıl bir öznelik şeklini mümkün/zorunlu kılmaktadır?
Kendisini yazar ve İncil öğretmeni olarak tanıtan Julie Ferwerda, Crosswalk isimli internet sitesinde çıkan “İsa ile Randevulaşmak: Yalnızlığın Yegâne Şifası (Dating Jesus: The Single Cure for Loneliness)” yazısında İsa ile randevulaşmak isteyen kişilere yedi tavsiye vermekte. Buna göre, İsa ile randevulaşan kişilerin O’nun aşk mektupları olan İncil’i okuması, İsa’ya mektuplar yazması, O’nun gündelik hayat içinde karşısına çıkardığı cevapları kaydetmesi, O’nunla uzun yürüyüşler yapıp sohbet etmesi, mesela park ve bahçelerde O’nunla özel randevulara çıkması, O’nun için hediyeler hazırlaması ve O’nun hakkında çalışarak O’nu incelemesi gerekmekte.
Ferwerda, yazısının girişinde İsa ile randevulaşmanın gerekliliğini, evli insanların dahi çekmekte olduğu yalnızlık ve aşk açlığına bağlamakta. Ferwerda’ya göre, kişinin gönül işlerinde tatmin bulmasının tek yolu İsa ile sevgili olmak. İsa ile randevularından ayrıntılı bir şekilde bahseden Ferwerda, bu randevularında yanına bir İncil alarak bir parka veya bahçeye gittiğini, İncil okurken bir yandan Hıristiyan ilahileri dinlediğini ve bu şekilde bir iki saat kadar Hz. İsa ile “takıldığını” söylüyor. Bir süre sonra, Ferwerda’ya göre, İsa kendi elleriyle sırf Ferwerda için hazırladığı bir hediyeyi, mesela mükemmel bir gün batışını ya da çok güzel bir yağmur serpintisini ona hediye ediyor.
İsa ile randevulaşmak ve O’nun aşkına mazhar olmak, Ferwerda ve birçok Hıristiyan için yalnızlıklarını gidermenin bir yolu. Çünkü İsa artık dünya hayatını düzenleyen kuralların koyucusu bir peygamber değil, tüm yaratılmışların efendisi ve Cennetin Kralı da değil, fakat bu özelliklerin bir kısmını hâlâ bünyesinde taşıyan ama artık daha çok insanları tek tek seven, onlara âşık olan, dertlendiklerinde onların yanlarında olup onlara destek olan ve problemler karşısında hayata tutunmalarını sağlayan iyi bir arkadaş yahut romantik bir sevgili olmuştur.
Kişiler, İsa ile sevgili ya da arkadaş olarak yalnızlıklarını giderebilmekte, kendilerini tekrar değerli hissedebilmektedir. Başka bir deyişle, bugünün dünyasında prenses olmak ancak Cennetin Kralı ve Tanrı’nın oğlu olan İsa’nın sevgilisi olmakla mümkündür.
Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım