İstanbul kıyılarının mikroplastik kirliliği haritalandırılacak
Marmara Denizi’nin kirliliği geçtiğimiz aylarda gündemimiz olan müsilajla daha fazla dikkatimizi çeker oldu. Bu kirliliğe sebep olan maddeler arasında ilk sırada mikroplastikler yer alıyor. Yıldız Teknik Üniversitesi; İstanbul, Gebze Teknik, Çukurova ve Ege Üniversiteleri ile İstanbul kıyılarındaki mikroplastik kirliliğini haritalandıran bir proje için çalışıyor. Haritada, Kağıthane deresinden sonra deniz yolcu taşımacılığının yoğun olduğu iskeleler bu kirlilikte başı çekiyor.
Biz de sohbetimizi yapmak üzere Yıldız Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Hanife Sarı Erkan ile o hatlardan birinde, Üsküdar-Eminönü vapurunda buluştuk. İstanbul kıyılarındaki mikroplastik kirliliğini haritalandırdıkları projeyi, mikroplastiklerin çevreye verdiği zararları, bu kirliliği azaltmak için hem yönetimsel hem de bireysel olarak neler yapabileceğimizi konuştuk.
Yıldız Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Güleda Engin ile birlikte İstanbul kıyılarında mikroplastik kirliliğini haritalandırıyorsunuz. Haritayla ilgili detaylara geçmeden önce şöyle başlayalım: “mikroplastik” nedir?
Prof. Dr. Güleda Engin Hocam ve proje ekibimizde bulunan İstanbul Üniversitesi, Gebze Teknik Üniversitesi, Çukurova Üniversitesi ve Ege Üniversitesi’nden çok kıymetli hocalarımızın da katkı sağladığı TÜBİTAK tarafından desteklenen bir araştırma projesi yürütüyoruz. Proje Mart 2020’de başladı, iki yıllık bir proje. Covid-19 pandemisi kapsamında uygulanan tüm kısıtlama ve kapanmalara rağmen proje takvimimizde herhangi bir değişiklik olmadan numuneleme işlemlerimize ve araştırmalarımıza devam ediyoruz.
Mikroplastikleri boyutları 5 mm’den küçük plastik parçacıklar/döküntüler olarak tanımlıyoruz. Mikroplastik kavramı aslında ilk olarak 1970’li yıllarda tanımlanmış, ancak 2017 yılı ve sonrasında, bu alandaki araştırmalar hız kazandı. Mikroplastikler okyanusları, gölleri, denizleri, nehirleri ve kıyı bölgelerini ve hatta kutup bölgelerini büyük ölçüde etkilediğinden son yıllarda yoğun ilgi görmektedir.
Mikroplastikler nasıl oluşuyor?
Mikroplastiklerin oluşum yollarını incelediğimizde, karşımıza birincil ve ikincil mikroplastikler olmak üzere iki farklı kaynak çıkıyor. Birincil mikroplastikler özel bir amaç için üretilen plastik endüstrisinde hammadde olarak kullanılan plastik peletler, kozmetikte, deterjanlarda, diğer hijyen ve kişisel bakım ürünlerinde kullanılan aşındırıcı mikro boncuklar gibi evsel ve endüstriyel uygulamalar için mikroskobik boyutta üretilen mikroplastiklerdir. Sentetik tekstil ürünleri, araç lastikleri, yol işaret boyaları, şehir tozları, gemi kaplamaları da diğer birincil mikroplastik kaynaklarıdır. İkincil mikroplastikler ise makro boyuttaki plastik atıkların biyolojik faaliyetler, UV ışınımları, mekanik sürtünmeler, sıcaklık dalgalanmaları, rüzgâr ve dalga hareketleri gibi çeşitli çevresel faktörler nedeniyle parçalanmaları ile oluşmaktadır.
Mikroplastikler noktasal (örneğin bir boru vasıtasıyla yapılan atıksu deşarjları) veya yayılı kaynaklardan deniz ortamlarına ulaşmaktadır. Mikroplastiklerin karadan denize noktasal kaynaklı ana ulaşım yolu, merkezi kanalizasyon sistemlerinin taşıdığı atıksulardır. Evsel atıksulardaki mikroplastikler, atıksu arıtma tesislerine taşınmakta veya arıtılmadan alıcı su ortamlarına deşarj edilmektedir. Mikroplastiklerin potansiyel olarak önemli bir girdisi ise birleşik kanalizasyon sistemlerindeki taşmalardan (yağmur suyu ve kanalizasyon hattının ortak olduğu sistemler) gelen akışlardır. Nehirler de iç kesimlerde üretilen mikroplastiklerin deniz ortamına ulaşmasında önemli bir yoldur. Noktasal olmayan (yayılı) kaynaklar belirli bir deşarj noktası olmayan kaynaklardır. Yayılı mikroplastik kaynakları ise yüzeysel akış, yağış veya rüzgâr yoluyla bir su kütlesine ulaşan plastiklerdir.
- Merkezi kanalizasyon sistemlerine bağlı olmayan alanlarda, genellikle septik tanklar gibi merkezi olmayan sistemler kullanılır. Septik tanklardan çeşitli nedenle oluşan sızıntılar da mikroplastiklerin yayılı kaynaklarındandır. Mikroplastiklerin haliçlerde ve kıyı bölgelerinde taşınması, mikroplastiklerin karadan açık okyanusa göçünü belirlemede kritik öneme sahiptir.
Mikroplastiklerle İstanbul’un en çok hangi noktalarında karşılaştınız?
Projede Marmara Denizi İstanbul kıyılarından ve İstanbul Boğazı’ndan belirlediğimiz toplam 48 istasyondan deniz yüzey suyu, dip sediment (çamur) numuneleri ve su kolonundan farklı derinliklerde su numuneleri alıyoruz. İstasyonlarımızı 5 farklı kategoriye ayırdık. Bunlar: sosyal faaliyetlerin yoğun olduğu marinalar, yoğun deniz taşımacılığının gerçekleştiği iskeleler, Marmara Denizi’ne dökülen akarsular, İSKİ tarafından denize ve Boğaz’a ön arıtılmış, klasik arıtma yöntemleri veya ileri biyolojik atıksu arıtma yöntemleri ile arıtılmış atıksuların deniz deşarjı ve derin deniz deşarjı yoluyla denize deşarj edildiği noktalardan oluşuyor.
İstasyonları özellikle bu alt kategorilere ayırdık, çünkü hem endüstriyel faaliyetlerin hem de sosyal faaliyetlerin denizdeki mikroplastik kirliliğine katkısını tespit etmek istiyoruz. Haliç’ten de Alibeyköy ve Kağıthane derelerinin Haliç’e döküldüğü noktalar ve Haliç orta kısımlarından olmak üzere toplam üç noktadan numuneler aldık. Mikroplastik kirliliğine mekânsal farklılıkların yanı sıra mevsimsel etkilerin de belirlenebilmesi için dört mevsim örnekleme yaptık. İlk numunelerimizin alımını Eylül 2020’de gerçekleştirdik. Sonrasında Aralık 2020, Mart/Nisan 2021 ve Haziran 2021’de olmak üzere tüm mevsimsel numuneleme işlemlerimizi tamamladık.
Mikroplastikler deniz ve okyanus ortamında çeşitli kirlilik taşınım süreçleri ile yer değiştiriyor ne yazık ki. Günümüzde insan yaşamının en uzak noktası olan Anktarktika’da bile mikroplastiklerin varlığı söz konusu.
İstanbul Boğazı’nda üstten Karadeniz akıntısı ve dipten Ege akıntısının olması da doğal olarak mikroplastiklerin mevcudiyetini ve taşınımı çok fazla etkiliyor.
Numune aldığımız istasyonları Yenikapı-Silivri, Kadıköy-Tuzla ve İstanbul Boğazı olmak üzere üç bölgeye ayırdığımızda en çok mikroplastik bulduğumuz bölgenin boğaz hattı olduğunu üç mevsim sonuçlarımıza göre söyleyebilirim. Tabii ki Haliç’te özellikle Kağıthane deresi çıkışı oldukça fazla mikroplastik tespit ettiğimiz bölgelerden biri. Elde ettiğimiz sonuçlar gerek mekânsal gerek zamansal açıdan farklılıklar gösteriyor. Projemiz kapsamında mikroplastiklerin hidrodinamik taşınım süreçleri de YTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü Hidrolik Anabilim Dalı’ndan Doç. Dr. Berna Ayat Aydoğan ve ekibi tarafından modellenecek. Dört mevsim boyunca elde ettiğimiz sonuçlara ve modelleme çıktılarına göre de İstanbul kıyılarının mikroplastik kirliliği haritasını oluşturmuş olacağız.
Anladığım kadarıyla deniz yolcu taşımacılığının yoğun olduğu iskeleler bu kirlilikte başı çekiyor. Biz de sohbetimizi o hatlardan birinde yapıyoruz. Projeye başladığınızdan beri aynı bölgeden kaç farklı numune aldınız? Sonuçları mevsim ya da pandemi gibi faktörler etkiledi mi?
2020 yılı sonbahar mevsimi sonuçlarımıza göre deniz yüzey suyunda iskele istasyonlarında en yüksek mikroplastik bolluğunu tespit ettik, km2 başına ortalama 3505 adet mikroplastik bulundu. Eminönü-Karaköy iskeleleri arasından aldığımız numunede ise 22675 adet/km2 mikroplastik bolluğu ile sonbahar mevsiminin en yüksek konsantrasyonu bulunmuştu.
Ancak kış ve ilkbahar mevsimlerinde Kağıthane deresinin Haliç’e döküldüğü yerden aldığımız numunelerde sırasıyla kilometrekare başına 103100 adet ve 39200 adet mikroplastik tespit ettik. Genel olarak Kağıthane deresinden sonra iskele istasyonlarının da mikroplastik açısından çok yoğun olduğunu söyleyebilirim. Mevsimsel olarak değişiklikler var tabii ki, özellikle kış mevsiminde yağışlı havaların da etkisiyle karadan denize mikroplastik taşınımının daha fazla olmasını bekliyorduk, elde ettiğimiz sonuçlar da bu hipotezi doğruladı. Deniz yüzey suyunda en yüksek kış mevsiminde mikroplastik tespit ettik. Sonbahar ve ilkbahar mevsimlerinde ise mekânsal farklılıklar olmakla birlikte ortalama konsantrasyon açısından benzer mikroplastik bolluğu olduğunu söyleyebiliriz. Eminönü-Karaköy, Beşiktaş ve Üsküdar iskeleleri civarından aldığımız numunelerde fazla miktarda mikroplastik tespit ediyoruz. Özellikle bu bahsettiğim iskele yakınlarında makro boyutta da plastik atık çok yoğun.
Bu atıklara örnek verebilir misiniz?
Lolipop çubukları, plastik saç tokaları, plastik bileklikler, şişe kapakları, sigara izmaritleri ve paketleri hatta plastik yoğurt kovaları bile ne yazık ki ağımıza takılıyor. Aklınıza dahi gelmeyecek pek çok makro (>2 cm) ve mega (5 mm-2 cm) boyutta plastik atık tespit ettik.
Maalesef ki birçok şeyi gözle görünür olduğunda konuşmaya başlıyoruz. Marmara Denizi’ndeki kirlilik de müsilaj yüzeye vurduğunda gündemimiz oldu. Mikroplastik yoğunluğu müsilajla ilişkilendirilebilir mi?
Mikroplastikler ile müsilaj birbirinden farklı atıkların ortaya çıkardığı sonuçlar aslında. Deniz ortamındaki müsilajın kökeni esas olarak planktonik organizmalar ve bentik filamentli algler olmak üzere iki mikrobiyal türe dayanmaktadır. Bahsi geçen bu iki türün deniz ortamında aşırı artışını özellikle denize deşarj edilen arıtılmış veya arıtılmamış atıksularda bulunan azot ve fosfor yükleri tetikliyor. Mikroplastikler ise özel bir amaç için kasten üretilmiş mikro boyuttaki plastik boncuklardan ve/veya makro plastiklerin parçalanması sonucunda oluşuyor.
Plastikler, habitatı yok ederek, deniz hayvanlarının uzuvlarına dolaşarak, istilacı türlerin habitatlar arasında taşınmasını kolaylaştırarak ve sedimentlerde birikerek çevre üzerinde zararlı etkiler oluşturmaktadır. Dip sedimentlerinde birikimin bentoslarda yaşayan ve yiyecek arayan hayvanlar üzerinde negatif etkilere yol açtığı bildirilmektedir. Mikroplastikler deniz ekosistemini etkileyen en önemli kirleticilerden biridir diyebiliriz.
Mikroplastikler ve müsilajın ortak noktası her iki kirliliğin de deniz yüzeyinde, su kolonunda ve sedimentlerde bulunabilmesidir ve denizlerdeki canlı yaşamını tehdit ediyor olmasıdır. Bunun yanı sıra müsilajın yoğun olduğu deniz yüzey suyunda mikroplastiklerin, müsilaj yumağının içinde hapsolarak normalde yoğunluğu düşük olduğu için yüzeyde birikme eğilimi gösterecek mikroplastiklerin sedimentlere çökelmesine yol açabileceğini söyleyebiliriz.
Gözümüzle göremediğimiz mikroplastikleri balık, midye gibi deniz ürünleriyle farkında olmadan tüketiyoruz da galiba. Mikroplastiklerin deniz ekosistemine ve bize verdiği zararlardan bahseder misiniz?
Denizde yaşayan canlılar tarafından bu küçük plastik parçacıkların yutulması, patolojik strese, yanlış doygunluğa, üreme komplikasyonlarına, bloke enzim üretimine, azalmış büyüme oranına ve oksidatif strese neden olduğu bildirildiğinden, organizmalar için büyük bir risk oluşturur.
Mikroplastikler, hayvanlarda ve insanlarda ise kanser, üreme aktivitesinde bozulmalar, azalmış bağışıklık sistemi ve şekil bozukluğu (malformasyon) gibi birçok yan etkiye neden olma potansiyeline sahiptir. Ayrıca deniz suyundan gıda zincirine aktarılabilen toksik kimyasallar da mikroplastiklerin yüzeyinde adsorbe olduğu için deniz ürünlerinin tüketimiyle insan vücuduna bu toksik kimyasalların da ulaşmasına sebep oluyor. Yani kısacası antropojenik bir kirlilik olan mikroplastiklerin balık, midye gibi deniz ürünleri ve deniz tuzu vb. besin kaynaklarıyla insan vücuduna ulaştığını söyleyebiliriz. İnsanların yalnızca yiyecek ve içeceklerden yılda tahmini 39000 ila52000 adet mikroplastik tükettiği tahmin ediliyor. Yapılan son çalışmalarda insan plasentasında bile mikroplastiklerin bulunduğu tespit edilmiştir.
Bu kirliliği azaltmak için hem yönetimsel olarak yapılan kısıtlamaları hem de bireysel olarak alabileceğimiz önlemleri anlatır mısınız?
Öncelikle deniz ve sucul ortamlardan mikroplastiklerin temizlenmesinin zor ve oldukça zahmetli olduğunu, hatta imkansıza yakın olduğunu söyleyebiliriz. Bunun en büyük nedeni küçük boyutlara sahip olmaları ve Dünya genelinde hidrodinamik taşınım yollarıyla taşınıyor olmalarıdır. Bu noktada sizin de söylediğiniz gibi mikroplastik oluşumunu önlemek ve azaltmak hem bireysel hem de yönetimsel olarak en önemli görevlerimizden biri olmalıdır. Mikroplastikleri azaltmak için birincil mikroplastiklerden olan sentetik tekstil ürünlerinden gelen fibrelerin çamaşır yıkama makinaları çıkış suları yoluyla su kaynaklarına ulaşımını önlemek için sentetik tekstil ürünlerini tercih etmemek, çamaşır yıkama makinası çıkış sularına mikroplastikleri tutabilecek gözenek boyutuna sahip filtreler yerleştirmek, içeriğinde mikro boncuk bulunan kişisel bakım ürünlerini ve temizlik ürünlerini tercih etmemek önemli.
Bunların yanı sıra bireysel olarak plastik su şişeleri yerine cam veya çelik mataraları tercih etmeliyiz. En önemli önleme adımının ise plastik bardak, çatal, tabak vb. tek kullanımlık plastik ürünler yerine uzun süre kullanabileceğimiz plastik ürünleri tercih etmek olduğunu söyleyebiliriz. Bildiğiniz gibi pandeminin de etkisiyle bu tür ürünlerin kullanımı son yıllarda oldukça fazla arttı. Avrupa Birliği ülkelerinde de tek kullanımlık plastik ürünlerin kullanımına Temmuz 2021 yılından itibaren kısıtlama getirildi ve bazı ürünlerin kullanımı yasaklandı. Yönetimsel açıdan ülkemizde de en kısa sürede bu kısıtlamanın getirilmesi gerekmekte. Diğer yandan evlerimizde atık plastiklerimizi ayrı biriktirerek ülke olarak geri dönüşüm ve geri kazanım oranlarımızı mümkün olduğunca arttırmalıyız. Doğaya gelişigüzel plastik atıklarımızı bırakmamalıyız, böylece makro boyuttaki plastiklerin doğada mikroplastiklere dönüşümünü engelleyebiliriz. Ülkemizde yeni çıkan bir kanuna göre 2022 yılbaşından itibaren ambalajlamada kullanılan plastik, cam, metal-alüminyum ve karton atıklar depozito iade sistemi kapsamına alınacak. Tüketiciler olarak ürün satın alırken bedeliyle birlikte depozito iade ücretini de ödeyeceğiz. Atığı iade edersek parasını geri alacağız. Bu uygulama da geri dönüşüme ciddi bir teşvik sağlayacaktır.
Bu yaz ülkemizde ve dünyanın çeşitli yerlerinde devam eden orman yangınlarını üzülerek izledik, insan olarak doğanın karşısında ne kadar âciz olduğumuzu hatırladık. İklim krizini ya da ormana bırakılan çöplerin yangına sebep olabileceğini düşündüğümüzde, bu felaketin altından da insan eli çıkıyor. Konunun belki biraz dışına çıkmış olacağız ama son olarak çevre kirliliğinin orman yangınlarına etkisini konuşarak sohbetimizi bitirelim.
İklim krizi ve küresel ısınmanın etkisini ülkemizde fazlasıyla hissediyoruz. Bunun en basit örneği sanayi devriminden sonra Dünya genelinde sıcaklık artışı ortalama 1 °C iken Türkiye için bu değerin 1.5 °C’yi aştığını biliyoruz. Bu yıl Marmara Denizi’nde müsilaj olayının patlak vermesinin sebeplerinden biri de Marmara Denizi’ndeki sıcaklık artışının diğer denizlerden fazla olmasıdır. Orman yangınlarında da elbette kurak havanın etkisi ve sıcaklık artışı birincil sebep olsa da ormanlara atılan cam, plastik, metal vb. atıkların yangınların ortaya çıkmasında etkili olduğunu söyleyebiliriz. İstatistikler bize yangınların %85’den daha yüksek oranda insan kaynaklı olduğunu gösteriyor. Her türlü çevresel kirliliğin insan kaynaklı olduğunu düşünürsek bu tür çevre felaketlerinin önlenebilmesi için bireysel olarak ve ülke olarak çevremize çok daha hassas yaklaşmamız gerekiyor.