İnsanların tartışacağı şeyler yapmak istiyorum

Faruk Turgut.
Faruk Turgut.

Ulusal bir kanalda ilk kez, Müslüman kimliği ve İslami yaşayış şekli Kızılcık Şerbeti ve Kızıl Goncalar dizileriyle ekranlara yansıdı. Ancak her iki dizi de İslam dininin kuralları ve hassasiyetleriyle örtüşmediği için, sert bir şekilde eleştirildi. Bu dizilerin eksiklerine rağmen cesur işler olduğunu inkâr edemeyiz. Gold Film imzasıyla çıkan bu iki dizinin yapımcısı Faruk Turgut’la, geçtiğimiz sezona damgasını vuran yapımlarını konuştuk. Türkiye sosyolojisine ayna tutmak gerektiği teziyle yola çıktığını söyleyen Turgut, Kızılcık Şerbeti’nde entrikalara yer verme sebebini yurt dışı satışlarına bağladı, başta tepkiyle karşılanan Kızıl Goncalar dizisiyle ilgili de eleştiriler için çok acele edildiğini savundu.

Geçtiğimiz sezonun en çok konuşulan Kızılcık Şerbeti ve Kızıl Goncalar dizileri sahibi olduğunuz Gold Film’den çıktı. Bu projeleri hayata geçirirken dikkat ettiğiniz noktalar nelerdi?

İki yıl önce Kızılcık Şerbeti’ni yapmayı düşündüğüm dönem, Türkiye'nin sosyolojik yapısı farklıydı. Ülke gittikçe kutuplaşmış, insanlar kafelerini, restoranlarını tatil yerlerini bile ayırıyordu. Özellikle de televizyonda muhafazakâr yapının çok da temsil edilmediği bir gerçeklik vardı. Pandemi dönemi bu işlere çok kafa yordum. Netflix'te yayınlanan Bir Başkadır dizisini seyrederken “Acaba ulusal bir kanala böyle bir şey yapılsa nasıl bir reaksiyon olur?” diye çok düşündüm. Sonuç olarak Türkiye sosyolojisine ayna tutmak gerektiğini, bu kamplaşma ve ayrışmanın, kılığa kıyafete bakarak durum değerlendirmesi yapmanın ötesine geçmenin, artık vakti ve zamanı geldiğini düşündüm ve böyle bir konsept oluşturma çabası içine girdim. Projenin ilk fikir sahibi benim. Sonra birkaç senarist arkadaşımla bu konuları konuştuk, tartıştık. Ama benim baktığım pencereden bakmadıklarını görünce, en son Melis Hanım ve Zeynep Hanım’la birlikte yapmaya karar verdik. Tek amacımız bu ayrışmanın ve birbirini yok saymanın egemen olduğu Türkiye coğrafyasında; insanların biraz daha empatiyle, birbirlerini anlayıp, kılıkla kıyafetle değil de düşünce yapılarıyla, hayata bakışlarıyla değerlendirilmesi gerektiğinin doğru olacağını varsayarak bu yapıyı oluşturduk.

"Türkiye’de dizi yapmanın tek motivasyon kaynağı yurt dışı satışlarıdır."
"Türkiye’de dizi yapmanın tek motivasyon kaynağı yurt dışı satışlarıdır."

İlk sezonla ikinci sezon arasında epeyce fark var. Sonra ne oldu da bol entrikalı bir diziye dönüştü?

Tabii ilk sezon Kızılcık Şerbeti çok daha farklı, çok daha özel bir şeydi. İkinci sezon özellikle yurtdışı satışlarını dengeleyebilmek adına entrikanın bol olduğu bir yapıyı mecburen gözetmek zorunda kaldık ve konsept oraya doğru biraz kaydı.

Kızıl Goncalar daha derin ve nispeten daha lokal bir dizi. Bunu yaparken neyi amaçladınız?

Kızılcık Şerbeti’nden sonra ortaya çıkan o etkileşimin ve toplum nezdinde yarattığı etkinin duygusunu yaşadıktan sonra bir level daha üste çıkıp, daha farklı daha özel bir şey yapmam gerektiği konusunda bir fikir oluştu. Bu konuyu senarist arkadaşım Necati’yle konuşurken, Türkiye’de özellikle son dönemde tarikat gerçeğinin bu kadar egemen olduğu, insanların da bu yapıyı çok merak ettiğini düşünerek, böyle bir yapı üzerine bir kadın hikâyesi kurmanın doğru olacağına karar verdik. Ve o doğrultuda da yol aldık. Senaryolar çıktı, mekânlar oluşturuldu, sonra o dönemde yaşanan süreci az çok biliyorsunuz. Önce çok büyük tepkiler aldık, mekânlardan bir anda atıldık. Sıfırdan Beykoz Kundura Fabrikası’nda yeni mekânlar kurduk ve o mekânlarla diziye devam ederek bugüne kadar geldik.

Kızılcık Şerbeti’nin yurt dışı satışları, 50 ülkenin üstünde bir satış potansiyeline ulaştı.
Kızılcık Şerbeti’nin yurt dışı satışları, 50 ülkenin üstünde bir satış potansiyeline ulaştı.

Başta özellikle muhafazakâr kesimde tepkiyle karşılansa da daha sonra ilgiyle takip edilmeye başlandı. Geri dönüşler nasıl, aynı şekilde devam etmeyi düşünüyor musunuz?

Yaptığımız işten çok keyif alıyoruz. Geri dönüşleri olağanüstü, çok mutlu oluyorum. Özellikle muhafazakâr entelektüel kitlenin diziye karşı olan ilgisi ve sahiplenmesi beni ziyadesiyle mutlu ediyor. Şu anda da ikinci sezonun hazırlıklarını yapıyoruz. Aynı şekilde devam etmeyi düşünüyoruz.

Kızıl Goncalar dizisine baktığımızda, ilk bölümde çok sert ve abartılı yaklaşımlar vardı. Sonraki bölümlerde biraz daha dengeye oturdu. Gerçeklikten uzak sahnelerle ilgili eleştirilerde haklılık payı yok muydu?

Ben olduğuna inanmıyorum çünkü biz bir drama kuruyoruz. Sonuçta ilk bölümde iyiler ve kötüleri belirli bir sertlik içinde seyirciye vermediğimiz zaman dizinin ilgi çekmesi mümkün değil. Dizi uzun soluklu bir şeydir, bu sinema filmi değil ki. Yani tanıtıma veya birinci bölüme bakıp bir dizi üzerine yorum yapmanın çok adil bir hakkaniyet ölçüsünde geliştiğini düşünmüyorum. Ben ikinci bölümde öyle bir sahne koydum ki seyreden herkes bu tepkinin çok anlamsız olduğuna ikna oldu. O sahnede 28 Şubatçı bir profesöre 15 yaşındaki bir kız, kurduğu denklem üzerinden bir hayat dersi verdi.

Bu şekilde objektif bir yaklaşımınız olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?

"Yaptığımız işten çok keyif alıyoruz."
"Yaptığımız işten çok keyif alıyoruz."

Her iki dizimde de elimden geldiğince objektif ve mümkün olduğunca taraf tutmadan, Türkiye'nin sosyolojik gerçeklerini ciddiye alarak, önemseyerek ve özümseyerek yaptığıma inanıyorum. Bunun yanı sıra o dünyayı yaşayan, bilen bir sürü insan diziye danışmanlık hizmeti veriyor. Ben veya senaristim, “Aklımıza şu geldi, şunu da koyalım, birilerinin de hafif huzurunu kaçıralım, böyle de bir dizi yapalım” mantığı ile hareket etmedik ki! Türkiye’nin en eski yapımcısıyım. 1993’ten beri 78 tane dizi yapmışım, 2 bin 500 bölüm iş üretmişim. Hassasiyetlerin, reflekslerin veya yaptığım şeyin neye sebebiyet vereceğini bilerek hareket eden biriyim. Bunu da süreç içerisinde kanıtladığımı düşünüyorum. Keşke tanıtıma veya birinci bölümdeki iki sahneye bakıp bu kadar eleştirilmeseydi, ikinci bölüm beklenseydi, o tepkiler sonra olsaydı. Hatta şu anda bir sürü insan bunun mahcubiyetini yaşıyor ve beni arayarak veya mesaj atarak bunu dile getiriyor. Ama olan oldu. Hem oyuncu arkadaşlarım hem kendim için konuşuyorum, hepimiz bu ülkede yaşıyoruz, kimse kendi hayatına dönük anlamsız bir şeyin içinde olmayı tercih etmez.

Belki de dizinin izlenme sebeplerinden en önemlisi oyuncuların performansı. Oyuncular daha önce bilmedikleri bir dünyada performans sergilemek için nasıl bir çalışma içinde oldular?

Bu insanlar 4 ay öncesinden hazırlık yaptı, özellikle dini terimleri doğru kullanmak için özel hocalardan dersler alarak bu hale geldiler. Çok emek var, çok çaba var. Zaman zaman birilerini rahatsız edecek sahneler oluşturduysak, onu da bilemiyorum. Ama dramanın da bir kuralı var. Her dizi veya filmde iyi ve kötüyü doğru monte etmezseniz, kimse seyretmez. Cemaatlerin içinde de iyi ve kötü var. Mesela Zeynep’le Meryem iyiliği temsil ediyor burada. Sekülerlerin hepsi çok mu iyi? Orada daha da kötüler var. Biz insan hikâyesi anlatıyoruz, bir camianın tamamını iyi öbürünü kötü olarak gösterirsek dramayı kurgulamak açısından ciddi sıkıntılı bir durum oluşur.

Dindar ve özellikle başörtülü insanları ekranlarda görmeye alışık değiliz. Hele de tarikatları böyle bir konseptte ilk kez görüyoruz. Tepkilerin sebebi bu olamaz mı?

"Televizyonda muhafazakâr yapının çok da temsil edilmediği bir gerçeklik vardı."
"Televizyonda muhafazakâr yapının çok da temsil edilmediği bir gerçeklik vardı."

Olabilir ama bunun için bana teşekkür edilmesi gerekmiyor mu? Türkiye’de ilk defa ulusal kanallarda bir dizide, bu tarz insanları ekrana taşımışım. Türkiye’nin gerçeği bu sonuçta, ben bunları gayet şık kostümlerle ve aslına uygun bir şekilde ekrana taşımışım, bundan memnun olunması gerekmiyor mu? Türkiye’deki algı şu dizilerdeki bütün olumsuzlukları sekülerler yapar, muhafazakarlarda hiç böyle şeyler yoktur. İyi de Türkiye’nin bazı gerçekleri ortada ve bunu herkes görüyor ve yaşıyor. Bunları ekrana taşıdığınızda insanlar niye rahatsız oluyor, ben onu anlamakta zorlanıyorum. Özgü Namal gibi bir oyuncuyu, tesettürün bütün normlarını ve kurallarını birebir uygulayarak, en doğru şekilde ekrana çıkarıyorum. Farklı yansıtsam tepkiler haklı diyeceğim. Öte yandan Türkiye’de muhafazakârlara yakın birçok kanal var. Benim gösterdiğim cesareti ve cüreti onlar da göstersin, onlar da bir şey yapsın. Hiçbir şey yapmayıp da yapılana sürekli eleştiri götürüp ve onlar üzerinden bir olumsuzluk yaratmak çok hakkaniyetli bir durum değil bence.

Cesaret işi bu diyorsunuz?

Ben cesaret gösterdim, kimsenin almadığı riskleri alarak bu iki diziyi yaptım. Başıma olmadık şeyler geldi. Ben bilmiyor muyum bir şey yap, yurt dışına sat, Türkiye’de reyting al, düzenini de bozma, huzurunu da kaçırma, eleştiri oklarına da muhatap olma, gayet mutlu mesut yaşa gitsin. Ama ben mesleğimin sorumluluğu gereği Türkiye’nin sosyolojisine ayna tutup, insanların bazı şeyleri konuşmasına, tartışmasına vesile olmak adına bu işleri yaptım. Güzel de oldu, tartışılıyor da. Çünkü Türk halkı okumaktan çok keyif almıyor, ekranda gördüklerine inanıyor. Televizyon Türkiye’de hâlâ çok etkili bir unsur. Bunu yapan insanların en azından bu konudaki şevkini, cesaretini ödüllendirmek gerekmiyor mu?

Bu tür dizileri görmeye devam edecek miyiz sizce? Başka yapımcılar da kolları sıvayıp işin içine girecek mi?

Bu konuda megalomanlık yapmayayım ama benim gösterdiğim cesareti gösterebilecek başka kimsenin olduğunu düşünmüyorum. Çünkü öyle veya böyle benim geçtiğim sürece sektörün bir kısmı şahit. Herkes bunu göze alıp yapar mı, çok emin değilim ama ben yapmaya devam edeceğim. Kırk yıldır da bu işi yapıyorum ve artık mesleğimin son dönemine geldim. Daha özel daha farklı ve daha anlamlı şeyler yapacağım. İnsanların konuşup tartışabileceği, öyle veya böyle topluma faydasının olabileceği şeyleri yapmanın derdine düştüm. Aslında benim için de şöyle bir zorluk oluştu, şu anda senaryo beğenemiyorum. Buradan sonra başa dönüp, daha önce yaptıklarımı tekrar eden işler yapmayı da hiç istemiyorum. Onun için şu anda ciddi anlamda proje bulmak konusunda zorlanıyorum.

Türkiye’de çok izlenen bu iki dizinin yurt dışı satışları da merak konusu. Farklı ülkelerde de ilgi görüyor mu?

Türkiye’de dizi yapmanın tek motivasyon kaynağı yurt dışı satışlarıdır. Kızılcık Şerbeti’nin yurt dışı satışları gayet iyi, 50 ülkenin üstünde bir satış potansiyeline ulaştı. Bölüm sayısı uzadıkça yurt dışının ilgisi daha çok artıyor. Kızılcık Şerbeti 66. bölümle sezon finalini tamamladı. Seneye devam edecek ve Türkiye’deki reytingleri çok yüksek olduğu için ona ilgi devam ediyor. Ama Kızıl Goncalar biraz daha lokal kalıyor ve henüz 19. bölümde. Özellikle bu sezon açıldığında yılbaşına kadar olan performansını görmeden, yabancı şirketler çok fazla bir şey yapmıyor. Şu anda Rusya ve İsrail satışı söz konusu. Ortadoğu ile bir görüşmemiz var. Kızılcık Şerbeti’yle mukayese ettiğinizde yurt dışı performansı çok geride. Az çok böyle olacağını tahmin ediyorduk. Ama önemli olan Türkiye’de de etki yaratmaktı. Son dönemde Türkiye’de tutmayan diziler yurt dışında daha iyi Türkiye’de tutan diziler yurt dışında pek sonuç almıyor. Biraz ters orantılı bir durum söz konusu…

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım