Hiç fırsat verilmeyenlerin haykırışı
ABD’li Yahudi Profesör Norman Finkelstein’a neden Hamas’ı kınamadığı sorulduğunda “Çünkü bu gençler tecrit kamplarında doğdular. Onlara hiçbir zaman bir şans verilmedi.” cevabını veriyordu. Dünya kamuoyu gerçekten de Filistin’deki İsrail işgali konusunda doğru bilgiye erişemediği gibi Filistinlilerin kendilerini ifade etmelerine, işgal gerçeğini dünyaya haykırmalarına da izin verilmedi. İsrail’in son zamanlarda artık rutin hâle gelen saldırılarının İslam dünyası ve uluslararası kamuoyu tarafından normalleştirildiği bir süreçte 7 Ekim operasyonu bir şok dalgası yarattı. Bu operasyon, sonucu her ne olursa olsun, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir paradigma değişimini başlattı. Uluslararası kamuoyu, her gün bombalarla katledilen Filistinlilerin yaşadığı işgal gerçekliğiyle yüzleşmeye başladı.
El-Kassam Tugayları’nın iletişim stratejisi
7 Ekim günü gerçekleşen Aksa Tufanı Operasyonu, Filistin direnişinin askeri boyutunun önemli eşik noktalarından biri oldu. Ancak askeri operasyonun ötesinde İsrail mitinin yıkılışı ve Filistin direnişi söyleminin küreselleşmesi açısından yeni bir süreç başladı. Filistinli direniş güçleri “havadan, karadan ve denizden” karşı saldırı başlattıklarında sadece İsrail değil, bütün dünya hazırlıksız yakalandı. “Dünyanın en iyilerinden olma iddiasındaki istihbarat örgütü bunu nasıl öngörememişti? İsrail ordusu bunu nasıl engelleyememişti? Bu operasyonla birlikte Filistin davası haksız konuma düşer miydi?” gibi sorular tartışıldı. Ancak en önemli tartışma Filistinli direniş örgütlerinin neden böyle bir operasyon düzenlediği ve sonuçlarının ne olacağı yönündeydi.
El-Kassam Tugayları Komutanı Muhammed Deyf operasyon sonrası medyaya yaptığı açıklamada operasyonu şu şekilde gerekçelendiriyordu: “İşgalin işlediği suçlar nedeniyle bu yıl yüzlerce (insanımız) şehit oldu ve yaralandı. İnsani (esir) takası çağrılarımız reddedildi ve Batı Şeria’da günlük ihlaller devam ediyor. İşgalin tüm suçlarına son vermeye karar verdik. Onların (İsrail’in) hesap vermeksizin hareket etmeye devam etme zamanı sona ermiştir. Bu nedenle ‘El Aksa Tufanı’ Operasyonu’nu ilan ettik ve ilk saldırıda 20 dakika içinde 5.000’den fazla roket fırlatıldı.”
“İsrail işgalinin tüm suçlarına son vermek” hedefiyle başlatılan operasyon, uluslararası kamuoyunda kimin haklı olduğuna ilişkin söylemsel bir mücadeleyi de başlattı. İsrail propagandası bunun bir terör eylemi olduğunu ve İsrail’in kendini savunma hakkına, yani misilleme hakkına sahip olduğunu iddia ediyordu. İsrail propagandası Batı cephesi tarafından sorgulanmaksızın kabul edildi ve hem Batı medyası hem de Batılı siyasetçiler “İsrail’in kendini savunma hakkı” hikâyesini yeniden üretmeye başladılar. Oysa El-Kassam komutanı tarafından yapılan açıklamada bu operasyonun kendisinin İsrail işgali suçlarına karşı bir misilleme olduğu vurgulanıyordu. İsrail ısrarla savaşı 7 Ekim tarihinden başlatmak isterken Filistin tarafı savaşın 1948’de ve belki de yüz yıl öncesinde başladığını duyurmaya çalışıyordu. Bu nedenle El-Kassam tarafından yapılan tüm açıklamalarda işgal gerçeğinin tarihsel bağlamına vurgu yapılıyordu.
Saha görüntülerinin etkisi
El-Kassam Tugayları operasyonun ilk gününden itibaren medyaya yaptıkları açıklamalar yoluyla uluslararası kamuoyunu gelişmeler hakkında bilgilendirdi. Aksa Tufanı Operasyonu’nu izleyen günlerde İsrail tarafı hâlen ne olduğu konusunda net bir açıklama yapamaz iken El-Kassam Tugayları, operasyon bölgesinde İsrail’in zayiatları ve ele geçirilen esirler hakkında rakamlar ve bilgiler sunuyordu. Dolayısıyla hem İsrail kamuoyu hem de uluslararası kamuoyu El-Kassam’ın verdiği bilgiler üzerinden tartışma yürütmek zorunda kalıyordu. İsrail’in kayıpları ilk kez El-Kassam tarafından duyuruluyordu. Böylece İsrail’in vereceği rakamlar değerini yitirirken El-Kassam’ın verdiği bilgiler daha fazla sarsıntıya yol açıyordu. İsrail askerleriyle çatışmaya giren El-Kassam savaşçıları, İsrail askerlerinin düşük standartlara sahip olduğunu ve böyle bir orduya karşı galip geleceklerini vurguluyorlardı. Tüm bu argümanlar, İsrail’in yenilmezlik mitini zayıflatarak Filistin direnişi söylemini güçlendiren öğeler oldu.
Filistinliler İsrail propagandasının nasıl işlediğine dair on yıllara dayanan bir deneyime sahip. Bu nedenle İsrail propagandasıyla baş etme yöntemleri de geliştirmiş durumdalar. Bu kapsamda El-Kassam Tugayları düzenlenen operasyonun ve sonrasındaki çatışmaların kaydedilerek kamuoyuyla paylaşılması stratejisini izledi. Bu görüntüler hem İsrail propagandasının çökertilmesini hem de İsrail zayiatlarının delilleriyle birlikte, yalanlamaya yer bırakmayacak şekilde kamuoyuna aktarılmasını sağladı. Nitekim Aksa Tufanı Operasyonu sırasında sivillerin hedef alınmadığına ilişkin görüntüler El-Kassam tarafından yayınlandı. Daha sonra İsrail gazetesi Haaretz, İsrail savaş helikopterlerinin Gazze Şeridi yakınındaki partiye katılan sivil İsraillileri vurduğu haberini paylaştı. Dolayısıyla İsrail’in kendi eliyle öldürdüğü İsrailli sivillerin suçunu Filistinlilere atma propagandası başarısız oldu.
Gazze Şeridi’ne kara operasyonu düzenleyen İsrail ordusu büyük zaiyatlar verdi. Her ne kadar İsrail tarafından yalanlansa da El-Kassam tarafından yayınlanan görüntüler onlarca tankın ve askeri aracın vurulduğunu ortaya koyuyordu. Güçlü İsrail ordusu mitinin sembollerinden olan Merkava tanklarının Filistinli savaşçılar tarafından tek atışta imha edilmesi öne çıkan görüntüler arasındaydı. Filistinli savaşçılar bazen de çıplak elleriyle İsrail tanklarının yanına kadar giderek patlayıcı bırakıyordu. Bu saha görüntüleri, izleyenlerde toplamda kaç aracın imha edildiğini sayabildiği şekilde bir şeffaflık algısı üretiyordu. Ancak aynı zamanda Filistinlilerin kendi topraklarını koruma konusundaki kararlılığını, inancını ve cesaretini de simgeliyordu.
İsrail propagandasının çöküşü
El-Kassam Tugayları’nın iletişim stratejisi, İsrail propagandasının çöküşünde etkili oldu. Öncelikle Aksa Tufanı Operasyonu’nun beklenmedik bir anda gerçekleşmesi ve başarılı olması, İsrail’in uzun yıllar inşa ettiği güvenlik mitini yerle bir etti. Filistinlilerin bağımsız bir devlete sahip olmadan bölgede güvenliğin tesis edilemeyeceği gerçeği net biçimde ortaya konuldu.
İsrail propagandasının temel argümanlarından birisi işlenen suçların sorumluluğunu Filistin tarafına yüklemek olmuştur. Aksa Tufanı Operasyonu sonrasında da İsrail’in Gazze’deki sivil katliamlarında esas sorumlu olarak Hamas ve askeri kanadı El-Kassam Tugayları gösterildi: “Hamas’ın düzenlediği terör saldırısının cezasını Gazzeliler çekiyor.” söylemi ortaya atıldı. Hamas’ın Filistinlileri temsil etmediği ve bir terör örgütünden ibaret olduğu propagandası kullanıldı. Ancak İsrail zulmü sadece Gazze’de değil, Hamas’ın olmadığı Batış Şeria’da ve Doğu Kudüs’te de devam ediyordu. Dolayısıyla İsrail propagandası kabul görmedi. El-Kassam Tugayları kamuoyunu bilgilendirirken doğru bilgi verme stratejisi izledi. Sahadaki gelişmeler planlı biçimde, rakamlara dayanarak, gerçeği yansıtacak şekilde verildi. İsrail propagandası ise sürekli yanlış bilgi vererek kendini yalanlayan bir duruma düştü. Bu nedenle örneğin Gazze’de beş yüzden fazla sivilin hayatını kaybettiği İsrail saldırısında Batılı gazeteler manşetlerini defalarca değiştirmek zorunda kaldı. Hamas’ın hastanenin altında bir karargâha sahip olduğu, sivilleri kalkan olarak kullandığı, İsrail’e fırlattığı füzenin yanlışlıkla hastaneye düştüğü gibi yalanlar kısa sürede açığa çıktı. İsrail yalanlarının ifşa edilmesi, İsrail propagandasının çöküşünü hızlandırdı.
El-Kassam’ın medya stratejisinde Filistinli savaşçılar önemli bir rol oynadı. Medya görünürlüklerinde Filistin davasının birer temsilcisi olarak disiplinli, organize ve ahlaklı bir duruşa sahip kişiler olarak temsil gösterdiler. Operasyon sırasında savaş hukukuna saygı gösteren, sivilleri hedef almayan, onları koruyan ve iyi muamele eden taraf olarak konumlandılar. İsrail tanklarıyla sıfır noktasında çatışacak kadar cesur, topraklarını korurken şehit olmayı arzulayacak kadar imanlı bireyler olarak öne çıktılar. Gazze’deki tüm Filistinliler, sözleriyle ve eylemleriyle Hamas’ı ve Filistin direnişini desteklediklerini ifade ettiler. Tüm ailesini İsrail saldırısında kaybetmiş ve evi yıkılmış sıradan bir Filistinlinin hâlen topraklarını terk etmeye yanaşmayan onurlu duruşu, Filistin davasının ne olduğuna ilişkin uluslararası kamuoyuna güçlü mesajlar verdi. Bunun karşısında İsrail güçleri ve destekçileri ise Filistin halkını ve Müslümanları ötekileştiren, onları aşağı gören, sivillerin ve çocukların öldürülmesini haklı gören, soykırıma varan söylemleri benimseyen ırkçı fanatikler olarak medyaya yansıdı.
Uluslararası kamuoyu, kendini savunma iddiasında olan İsrail’in her gün Gazze’de masum sivilleri ve çocukları öldürmesi karşısında daha fazla sessiz kalamadı. İsrail propagandasının aktarıcısı konumundaki Batı medyasının yalanlarının açığa çıkması, artık katliamın doğrudan kabul edilmesi anlamına geliyordu. Nitekim İsrail propagandasının bir boyutu da Filistinlilerin insandışılaştırılmasıydı. Bu ötekileştirici söylem belirli bir topluluğun imhasını meşrulaştırma işlevi görüyordu. Dolayısıyla artık uluslararası kamuoyu bu savaşta tarafını net biçimde seçmek durumundaydı: Katliamı ve soykırımı destekleyen taraf mı? İşgale ve zulme karşı direnen taraf mı?
Dünyanın özgür bireylerine seslenme
Aksa Tufanı sonrası başlayan çatışmalarda kamuoyunu bilgilendirme görevi daha önce olduğu gibi El-Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde tarafından yerine getirildi. Süregelen savaşta Ebu Ubeyde ismi daha fazla tanındı ve dünya genelinde bir fenomene dönüştü. Ebu Ubeyde, kamera karşısındaki konuşmalarında her zaman kendinden emin, düşmanın tehditlerine boyun eğmeyen, hatta onu bekleyen yenilgi konusunda uyaran sert bir karakter olarak tanındı. Konuşmalarına “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” başlıyor ve “Bu bir zafer ya da şehadet cihadıdır.” sözleriyle bitiriyor. Kefiye ile kapattığı yüzünden görünen gözleri, düşmanı tehdit ediyor. Nitekim İsrail’in hava koşulları nedeniyle kara harekâtını ertelediği günlerde “Düşman beklediğinden ya da korktuğundan daha büyük bir yenilgiyi tadacak. Siyonizm’in çöküş zamanı başlamıştır.” uyarısında bulunuyordu.
Ebu Ubeyde’nin yüzünü kapatan kırmızı kefiyesi Gazze’deki direnişin de sembolü hâline geldi. Kırmızı Kefiye İzzeddin El Kassam Tugayları’nın kurucu üyesi olan ve 1993 yılında, henüz 22 yaşındayken İsrail güçlerinin suikastine uğrayan İmad Akil tarafından giyiliyordu. Dolayısıyla bu simgeyle hem bir savaşçı olarak Akil anılıyor hem de bu sayede Filistin davasının ve direnişinin tarihsel sürekliliği de vurgulanıyor.
Ebu Ubeyde, konuşmalarında Filistin davasının tarihselliğini sürekli ön plana çıkarıyor ve mevcut çatışmaların tarihsel bağlamda tartışılmasına gayret ediyor. Bir konuşmasında eski İsrail liderleri Yitzhak Shamir, İzak Rabin ve Ariel Şaron’un da Gazze’yi yok etme planları olduğunu hatırlatarak “Tüm bu kişiler masumları öldürmekle dolu bir sicille tarihin çöplüğüne gittiler. Direnişimiz devam etti, büyüdü ve daha da güçlendi. Siz katiller onlardan daha şanslı olmayacaksınız ve Yüce Allah’ın izniyle sadece hüsrana ve çöküşe uğrayacaksınız.” ifadelerini kullanıyordu. İsrail işgali yeni bir mesele değildi ve Filistinlilerin direnişi tarihten bugüne sürdüğü gibi bundan sonra da hedefine ulaşana dek devam edecekti.
Ebu Ubeyde yaptığı konuşmalarda sadece zayiatlar hakkında bilgi vermekle kalmıyor, tüm uluslararası kamuoyuna da sesleniyor. Bir konuşmasında Batı Şeria’daki, Kudüs’teki Filistinlileri, ellerindeki imkânlarla direnişe destek vermeye çağırırken başka bir konuşmasında İslam dünyasını ve Arap ülkelerini harekete geçmeye çağırıyor. Bazen bu çağrılar daha spesifik gruplara ve sonuçlara yönelik olabiliyor. Son konuşmasında Ürdünlülere seslenerek “Sizler, Ürdün’deki halkımız, hareketinizden korkan ve sizi etkisiz hâle getirmek ve davanızdan soyutlamak için yorulmak bilmeden çabalayan işgalin kabususunuz.” İfadelerini kullanmış ve onları eyleme çağırmıştır. Ebu Ubeyde tüm dünyadaki Filistin davasını destekleyen eylemlere selam göndererek “Ey adaletsizliği ve zorbalığı reddeden dünyanın özgür insanları!” ifadelerini kullanmıştır. Bu ifadeler özellikle Filistin davasının küreselleşmesi açısından önemlidir. İsrail propagandasının etkisini yitirmesiyle uluslararası kamuoyu Filistin davasına daha insancıl bir perspektifle, adaletsizlik ve zulüm perspektifiyle bakmaya başlamıştır. Bu da Hamas tarafından yürütülen savaşın, kamuoyu açısından küresel bir cephe inşa etmede başarılı olduğunu göstermesi bakımından umut vericidir.
Nihayetinde Ebu Ubeyde’nin karizması ve küresel etkisi İsrail hükümetini endişelendirdi ve ona karşı bir değersizleştirme kampanyası başlattı. Ancak bu kampanyanın Ebu Ubeyde’yi daha da yücelttiği ve tanınır hâle getirdiğini söylemek mümkün.
Esir değiş tokuşunun anlattıkları
Aksa Tufanı operasyonun temel hedeflerinden biri ele geçirilen İsrailli esirler ile İsrail hapishanelerinde haksız yere yıllardır tutulan Filistinli esirlerin değiş tokuşunu sağlamaktı. Bu nedenle Hamas ilk günden itibaren böyle bir değiş tokuşa hazır olduklarını ilan etti. İsrail ise bunu kendi vatandaşlarını kurtarmak için bir fırsat olarak görmek yerine Gazze’de katliam yürütmek için bir mazeret olarak gördü. Hamas’ın bir terör eylemi gerçekleştirdiği iddiasını destekleyebilmek için Hamas’ın sivilleri öldürdüğü ve daha başka dehşet verici eylemlere imza attığını öne sürüyordu. Bu iddiaların zaman içerisinde gerçek olmadığı anlaşıldı. Ancak İsrail propagandasına ilk etkili cevap Hamas’ın 24 Ekim tarihinde serbest bıraktığı iki esirden biri olan 85 yaşındaki İsrailli Yochaved Lifshitz’den gelmişti. Gazetecilerin “Neden ayrılırken Hamas üyesiyle el sıkıştığı” sorusuna yaşlı kadın; “Bize kibar davrandılar ve tüm ihtiyaçlarımızı karşıladılar.” şeklinde cevap verdi. Serbest bırakılan yaşlı kadının Hamas hakkında anlattıkları İsrail propagandasıyla çelişiyordu. Aksa Tufanı Operasyonu sivilleri öldürmeyi hedef almamıştı, onlara şiddet uygulanmamıştı ya da İsrail’in iddia ettiği kötülüklerin hiçbiri yaşanmamıştı. Aksine kadın esirlere sadece kadın savaşçılar eşlik etmişti. Tüm ihtiyaçları giderilmiş ve sağlık kontrolleri de yapılmıştı.
İsrail’in yıllardır haksız yere tutukladığı Filistinlilere yaptığı insanlık dışı muameleler, işkenceler göz önünde bulundurulduğunda, bütün birikmiş öfkeye rağmen Filistinli grupların İsrailli esirlere insanlık onuruna yakışacak biçimde davranması, bu savaşta ahlaki üstünlüğün Filistinlilerden yana olduğunun bir göstergesiydi.
Nitekim 24 Kasım’da başlayan dört günlük ateşkes ile birlikte taraflar arasında esir değiş tokuşu gerçekleşti. 50 İsrailli esire karşılık İsrail hapishanelerinde alıkonulan 150 Filistinli serbest bırakıldı. Takas edilen esirler kadın ve çocuklar arasından seçildi. İsrail tarafı serbest bırakılan esirlere konuşma yasağı getirdi çünkü daha önce konuşan yaşlı kadın İsrail propagandasına zarar vermişti. El-Kassam tarafından yayınlanan görüntüler serbest bırakılan İsrailli esirlerin gayet sağlıklı ve stresten uzak olduklarını gösteriyordu. İsrail tarafından serbest bırakılan Filistinlilerin görüntülerinde ise yıllarca maruz kalınan insanlık dışı muameleler ve işkencenin izleri görülebiliyordu. Kimi Filistinliler İsrail hapishanelerinde gençliklerini yitirmişlerdi. Kimileri ise eşlerinden, çocuklarından ve sevdiklerinden uzak, en mutlu yıllarını kaybetmişlerdi. Bunların hiçbirinin geri dönüşü yoktu. Her Filistinli esirin bireysel hikâyesi, İsrail işgalinin tarihine, ideolojisine, eşitsizliklere, zulümlere ve en nihayetinde işgal gerçeğine işaret ediyordu. Esir değiş tokuşu İsrail işgali gerçeğinin tarihselliğinin ve insani boyutunun tüm dünyaya duyurulması için önemli bir rol oynadı. Uluslararası kamuoyu bugüne kadar haber değeri görülmeyen bu Filistinlilerin hikâyeleri hakkında belki de ilk kez bilgi sahibi oldu. Bu hikâyelerin her biri aslında İsrail işgali gerçeğinin de hikâyesiydi.