Her şey için Allah'a şükürler olsun

​ASANTE MUNGUK WA WEMA WAKO.
​ASANTE MUNGUK WA WEMA WAKO.

ASANTE MUNGUK WA WEMA WAKO yani “Her şey için Allah’a şükürler olsun.” yazıyor. Zanzibar’a geldiğim ilk günden beri tanıştığım, selamlaştığım herkesin bu cümleyi hayatlarının merkezine alarak yaşadığına şahit oldum. Yaklaşık 20 gündür buradayım, çok sayıda aileyle tanışıp onların hanelerine misafir oldum. Bazı karşılaşmalarımın da yer alacağı bu yazıda “her şeye rağmen ve her şey için” sürekli şükür hâlinde olan bu insanların aile, akrabalık ve komşuluk ilişkilerini anlatmaya çalışacağım.

Ramazan’ın son günlerinden itibaren bir belgesel projesi için Zanzibar’dayız. Bayramın ilk gününü balıkçı köyü olan Kizimkazi’de geçirdik. Hemen yanımızdaki evin duvarında ASANTE MUNGUK WA WEMA WAKO yani “Her şey için Allah’a şükürler olsun” yazıyor. Zanzibar’a geldiğim ilk günden beri tanıştığım, selamlaştığım herkesin bu cümleyi hayatlarının merkezine alarak yaşadığına şahit oldum. Yaklaşık 20 gündür buradayım, çok sayıda aileyle tanışıp onların hanelerine misafir oldum. Bazı karşılaşmalarımın da yer alacağı bu yazıda “her şeye rağmen ve her şey için” sürekli şükür hâlinde olan bu insanların aile, akrabalık ve komşuluk ilişkilerini anlatmaya çalışacağım.

I. 70 yaşındaki emekli medrese hocası Muallim Saidi Arapçayı ve İngilizceyi ana dili Svahilice gibi akıcı konuşuyor. İngilizceyi kitaplardan kendi başına çalışarak öğrenmiş. 10 yıl önce görme yetisini kaybeden Saidi, o günden sonra yerel ve ulusal radyoları dinleyerek dünyadaki siyaset, teknoloji ve kültürel gelişmelerden haberdar olmayı hiç ihmal etmemiş. Bu nedenle ona köyün bilgesi diyorlar. Kendisiyle sohbet ederken kısa sürede etrafımızı Saidi’nin torunları sardı. Onlarla bayramlaştıktan sonra mahalledeki pek çok hanenin Saidi’nin akrabaları olduğunu fark ettik.

İlk şoku atlatır atlatmaz gözümün görebildiği evleri, çaktırmadan saymaya başladım. 20’den fazla evden oluşan bu mahallede Muallim Saidi 2 eşi, 11 çocuğu ve 100’e yakın torunuyla yaşıyor. Aslında buraya Saidi köyü de diyebiliriz. Eşler aynı mahallede ayrı evlerde oturuyor. Buralarda iki, üç ya da dört evlilik yapmak hukuka aykırı değil. Alışkın oldukları bu durumla ilgili her eş için ayrı bir ev açmak üzerine sözlü bir kültür de oluşmuş. Çocuklar babalarının diğer eşlerine de öz anneleri gibi muamele ederken onlara kendi anneleri gibi “mama” diye hitap ediyor. Kadınlar da aynı şekilde eşlerinin diğer hanımlarından olan çocuklarına kendi evlatları gibi davranıyor.

II. Bunun en güzel örneklerinden birine Rahma’nın evinde şahit oldum. Ne zaman ziyaret etsek evinde çok sayıda çocuk vardı. İçlerinden hangilerinin Rahma’nın öz çocukları olduğunu hâlen ayırt edemiyorum. Ubuntu olarak baktığı yetimlerine ve mahalledeki komşu çocuklarına da kendi evlatları gibi davrandığı için onları seyrederek öz çocuklarının hangisi olduğunu anlamak imkânsız.

Ancak sorarsak kendi kızlarını gösteriyor. Üç çocuğundan en büyüğü vefat eden 44 yaşındaki Rahma’yı, eşi yeni bir evlilik yaparak terk etmiş ve diğer kadından da 3 çocuğu olmuş. O kadın genç yaşında vefat edince Rahma, eşiyle görüşmemesine rağmen, o çocuklara da kendi çocukları gibi sahip çıkmış. Türk lirasıyla aylık 6-7 bin lira gibi bir geliri olan Rahma sadece kendi çocukları ve baktığı yetimlerin değil, tüm mahallenin annesi. Ona herkes Mama Rahma diyor. Kendi babası da birden fazla evlilik yapmış ve Rahma o kadınları öz annesinden ayırmıyor.

  • Çok eşliliğin mağdur ettiği çok sayıda kadın olmasına rağmen Türkiye’de şiddet, tehdit hatta ölümle sonuçlanan boşanmalardan bahsettiğimizde hemen hepsi, kendileri zor durumda olsa da ülkemizde yaşanan bu duruma inanamadı.

Şaşkınlıklarını boşanmanın da evlilik kadar doğal bir şey olduğunu, yeniden bir hayat kurulabileceğini kadın ya da erkek arkadaşları ve akrabaları üzerinden örneklerle anlatarak ifade ettiler.

III. Bizim alışık olduğumuz bir aile örneğiyle devam edelim. Çocukluğundan beri balıkçılık yapan İshak tek eşli bir evliliği tercih etmiş. Yunus adında 3 yaşında bir oğlu var. Eşi Huzeyme yakında ikinci çocuğunu dünyaya getirecek. Bizi balık yemeğe davet ettikleri akşam, evlerini de görünce, hayata bakışlarının buradaki insanlardan farklı olduğuna şahit olduk. Buna temizlik anlayışlarından çalışkanlıklarına kadar pek çok şeyi dahil edebiliriz. Fakat dünyaya bakışları, ekonomik ve sosyal statüleri ne kadar farklı olursa olsun kendi çocukları haricinde akraba ve komşu çocuklarının da sofralarında bulunması bu toprakların değişmez bir gerçeği.

IV. Sanki burada çocuklar kendi evlerinden çok, akraba ve komşu evlerinde hatta sokakta büyüyor. Komşular ve akrabalar mahallenin tüm çocuklarına kendi çocukları gibi sahip çıkıyor. Onları yediriyor, içiriyor, uyutuyor. Kendi evladına nasıl davranıyorsa onlara da öyle muamele ediyor. Dolayısıyla evindeki çocuğun, kocasının ikinci eşinin ya da üçüncü eşinin çocuğu olmasıyla, komşusunun çocuğu olması arasında bir fark yok. Birbirlerinin hayatını her anlamda kolaylaştırıyorlar. Belki bunda ubuntu ile hayata bakışlarındaki “biz birlikte varız ve sen iyiysen ben iyiyim” felsefelerinin etkili olduğu kadar, hayatı her anlamda sade yaşamaları da etkilidir. Bu sadelik onların hareket alanlarını genişletiyor ve tüm mahalleyi hanelerine dahil ediyor.

Bunun en güzel örneğini yaptıkları büyük aile toplantılarında görüyoruz. Birinin düğünü mü yapılacak, borcu mu ödenecek, cenazesi mi var, bunun için yakın ya da uzak bütün akrabalar toplanıyor. Herkes hibe olarak 10 bin şilin veriyor ve bu para toplanılan kişinin ihtiyacı doğrultusunda harcanıyor. Bu parayı vermek bazı aileleri maddi anlamda zorlasa da kendi başlarına bir şey geldiğinde akrabalarının onlar için de toplanacağını ve hayatlarını kolaylaştıracağını biliyorlar. Artık pek çoğumuzun ihtiyaçlarımız için kredi çektiği bu dünyada, böyle bir geleneğin akrabalık ilişkileri üzerinden devam ediyor olması sizi de en az benim kadar şaşırtmış olmalı.

V. Çok eşliliğin de yasal olduğu bu adada aile olmak ve yuva kurmak o kadar önemli ki gelin olacak kızı bir ay öncesinden hem bakıma hem de eğitime alıyorlar. Bu bakım ve eğitim baba evi haricindeki herhangi bir evde yapılıyor. Bu ev abisinin, kardeşinin, teyzesinin evi olabileceği gibi bir komşu evi de olabilir. Bu bağlamda komşular da akrabalardan ayrı tutulmuyor. Eğitimi alacağı eve yerleşen gelin için önce alışveriş yapılıyor daha sonra gelini yormadan, üzmeden, yuvasında eşine nasıl davranacağından tutun da evini nasıl temizleyeceğine, nasıl yemek pişireceğine kadar uygulamalı bir eğitim veriliyor. En sonunda ruhsal ve bedensel anlamda tüm bakımı yapılmış olarak düğün gününe kadar hiç iş yaptırılmadan dinlendiriliyor. Gittiğimiz düğünde hazırlanıp süslenmiş bir gelinin, gün boyu ayaklarını uzatarak sağdıcı olan arkadaşına bir yastığa yaslanır gibi yaslanıp damadın gelmesini beklemesi, oldukça ilginç bir sahneydi.

Karşılaştığım insanların aile ve akrabalık ilişkileri bugüne kadar gördüğüm ve yaşadığım pek çok şeyden oldukça farklı. Onların hayatlarını ne kadar doğal ve sade yaşadıklarını yılın belli bir bölümünü Zanzibar’da geçiren Kevser Çelikel’den defalarca dinlememe rağmen ne demek istediğini tam anlayamadığımı buraya gelince fark ettim. Onların hanelerinde misafir olduktan sonra bu toprakların hiçbir yapaylığı üzerinde tutmadığını kendi gözlerimle görmüş oldum. Yaşıyor oldukları pek çok şeyi bizim de biliyor ama hayatımıza geçiremiyor olmamız üzerine düşünmeye başladım.

Yüzlerinin sürekli gülüyor olması, elbette dertsiz oldukları anlamına gelmiyor. Dertlerini kabul ederek, o derdi kafalarına takmadan yaşamaya devam etmeyi içselleştirmiş, hayata geçirebilmişler. Bunu da biz Mzungulara daimî bir teslimiyetle “hakuna matata” diyerek sürekli hatırlatıyorlar.