Henüz yirmi beş sertifikam var
Sosyoloji bölümü öğrencisi olarak donanımlı ve sertifikalı olmam gerekiyordu. Hayatın her alanında var olmam, alacağım sertifikalarla tescillenecekti ve ‘aranan kişi’ olacaktım. ‘Etkili CV yazma teknikleri sertifikası’ bir anlamda kendini tanımak demekti. Ama o da ne! Benim ‘tescillenmiş bir kişilik testi’m bile yoktu.
Sosyal, dışa dönük kişiliğim aile meclislerinde hep gündem olurdu da, üniversiteye hazırlık için gittiğim eğitim merkezi de benzer bir değerlendirme yapınca eğitim alanım tescillenmiş oldu: Sosyoloji. Tercih sürecinde pek çok üniversite şirketi ile görüştüm. Gideceğim üniversitenin ders programı ve hocaları çok önemliydi ama illaki aktivite oranı yüksek olmalıydı. Geze geze Bağdat’ı bulamadıysam da afili tanıtım günleriyle tanınan, adı duyulunca sosyal medyanın sallandığı bir üniversiteye yerleştim.
Yerleştim de... ‘Hayat kısa, kuşlar uçuyor’ modunda devam eden genç dünyam birden bire alt üst oldu desem abartmış olmam. Sosyoloji okuyacaksam donanımlı bir birey olmalıymışım. Buradan başladık.
Eğitim hayatım, “biz okuyamadık, sen oku” diyen ailemin sayısız fedakârlıkları ile geçmişti, amma velakin üniversite kapısına dayanana dek dirsek çürüttüğüm on iki yıllık eğitimim boyunca aldığım tek bir sertifika bile yoktu. Annemin yastık altı yatırımları bankasından aldığım krediyle hızlı okuma teknikleri sertifikası hariç… Elime her geçen metni ışık hızıyla okuyup anlayacağım duygusunu damarlarıma zerk eden kapı gibi bir sertifika.
Üniversite tanıtım günlerinde gezerken tanışmış olduğum danışman hocanın, “Hedefin ne?” sorusu karşısında dondum kaldım. “E üniversite, işte geldim ya” diyecektim ki, “tuzak soru bu kesin” diye düşünüp gardımı aldım. O sırada masada duran ‘Etkili mülakat teknikleri ve CV yazma sertifika eğitimi’ başlıklı broşürler imdadıma yetişti. İşte dedim, buldum! Eğitim mekânına vardığımda yapmam gereken ilk şey CV doldurmaktı. İlkokuldan başlayarak itina ile yazdım. “Aldığınız sertifikalar” kısmına gelince, ‘Hızlı okuma eğitim teknikleri…’ sonrası tıkk. Rengimizin mora döndüğünü fark eden eğitmen “Panik yok, zaten bu yüzden buradasınız.” dedi. Salondan bir ohh sesi yükseldi, neyse ki yalnız değildim. Artık hayatımın kullanma kılavuzu elime verilmiş gibiydi, yapmam gereken tek şey sayfaları çevirmekti.
Annem bile beni bu test kadar tanıyamaz!
Sosyoloji bölümü öğrencisi olarak donanımlı ve sertifikalı olmam gerekiyordu. Hayatın her alanında var olmam, alacağım sertifikalarla tescillenecek ve ‘aranan kişi’ olacaktım. ‘Etkili CV yazma teknikleri sertifikası’ bir anlamda kendini tanımak demekti. Ama o da ne! Benim ‘tescillenmiş bir kişilik testi’m bile yoktu.
- Hemen harekete geçtim ve en iyi kişilik testlerinin satıldığı bir danışmanlık merkezinden destek aldım. Annem bile beni bu testle yeniden tanıyacaktı. Dışa dönük, sosyal, entelektüel, grup yönetim becerisine sahip, çözüm odaklı, yaratıcı, disiplinli, yenilikçi kimliğim ile kendimi yeniden doğmuş gibi hissettim. Bu da tamamdı, fakat o da neydi! Kimlik ve kişiliğimi yansıtan bir fotoğrafım yoktu.
En iyisi çekim yaptırmaktı ama bu kadar önemli bir mevzu asla bir mahalle arası fotoğrafçısına emanet edilemezdi. Ünlü bir merkezde kişiliğimi yansıtan bir ‘photographer’ın fikirleri eşliğinde stüdyo çekimi yaptırmaya karar verdim. Stüdyo çekim gücü, patlayan flaşlar ‘yaratıcı’ kimliğimle birleşince beynimde de flaşlar patladı. Neden bir photographer sertifikası almayaydım? Dünya hali ne olacağı belli mi olurdu, elimde bir altın bilezik eksik mi kalsaydı? Tabii ki gittim kursa. Sosyal alan soruşturmalarımda kullandığım çekimler CV’me eklenmişti bile. Bu arada annemim bankasından çektiğim geriye dönük krediler gitgide büyümekteydi.
Okuma hızım ve sosyoloji öğrencisi olmam, okuma gruplarına merakımı tetikliyordu, ama okumak kadar yazmak da gerekliydi. Öyle ya, sosyolojik kuram ve kavramlar bakkal Rüstem Efendi’ye anlatılır gibi anlatılamazdı. Arama motoruna yazdım, işte karşımdaydı: ‘Yaratıcı yazarlık atölyesi sertifika programı.’
En güzel kalem ve defterlerimle eğitime başladım. Sandığımda biriken kelimeler bir bir kâğıda düşüyordu. Nasıl bir yetenekti ki daha önce keşfedilmemişti. Kalemin kâğıtla buluşması başka bir ilana dikkatimi çekti: “Güzel yazı yazma kaligrafi eğitimi, eğitim sonunda sertifika verilir.” Yaratıcı ve elbette yenilikçi kişiliğimin dürtüleriyle eğitim salonunda aldım soluğu. Nasıl olmuş da yıllarca bu eğitim göz ardı etmiştim? Yazmak teknik olarak güzeldi fakat çok vakit alıyordu. Yine de illaki bir gün işime yarayacak, evlenirken davetli listesine yapacağım eşsiz dokunuşlarda kendini gösterecekti aldığım eğitim.
Hayattan gerçekten ne istiyormuşum!
Sertifika listem kabarıyordu ama CV’me eklenen her eğitim, ‘hayattan gerçekten ne istediğim’ konusunda zihnimi karıştırmaya başladı. Bir çıkmaza girmek üzereydim ki bana yol gösterecek bir ‘yaşam koçu’ fikri bütün hayatımı düzene sokmak üzere imdada yetişti. Yaşam koçum gündemde olan, ileriye dönük, bana katkı sağlayacak mesleki eğilimlerin eğitim planlarını benimle paylaştığındaysa, boşa geçen yıllarımın hüznü çöktü üstüme. Mezun olmama bir yıl kalmıştı. Şu kadar saat sonunda sertifika verilen tüm eğitimlerden haberdar olan yaşam koçum, yeni eğitim planımı yaptı.
Ve mezun oldum. CV’mde katlanarak devam eden eğitimlere “Sosyoloji mezunlarına müjde! Aile danışmanı olabilirsiniz” haberi sonrası ‘Aile danışmanlık sertifikası’ da eklendi. Anne-baba eğitmen eğitimi, akran eğitimi, aile içi arabuluculuk, ergen eğitim danışmanlığı, ilk çocukluk sendromu eğitimi, aile içi iletişim becerileri eğitimi... Eğitimler sürerken sağlıklı kalabilmek için ‘yoga’ derslerine devam ediyordum.
Aile danışmanı olarak ‘danışan’ almaya başladığımda aile bireylerinden küçük çocuğun direncini kıracak ve onu rahatlatacak ‘refleksoloji’ eğitimimin olmayışına çare bulmalıydım. Önce evrensel yaşam enerjisi ‘reiki’ ile kendimin şifacısı olmayı öğrendim. Elbette ki sertifikalı bir reikicinin yapması gerekenlerden haberdar olarak!
Annemim kredi destekleri krize girmişti, fakat eğitim sermayemi kazanca çevirecek bir merkez, tüm krizleri ortadan kaldıracaktı.
Bir aile danışmanı olarak kurum açmak için gerekli resmî prosedürler dışında ‘kurumsal koçluk’ desteği de almalıydım. Kurum kültürüne nasıl sahip olunur, vizyonumuz-misyonumuz, karar verme süreçleri, kurumda bireyler arasında uyum, karşılama nezaket protokol karşılama vs. gibi olmazsa olmaz alt başlıkları olan eğitimlerimi de tamamlamıştım artık.
Ailemin eğitim hayatımın ilk adımlarından beri bana vermiş olduğu maddi desteği danışmanlık merkezi açılışında da almıştım.
Ve sonunda aile danışmanlığı merkezimi açtım!
Günlerce aldığım sertifikaları odama nasıl yerleştireceğim konusunda kararsız kaldım. İç mimarın özenerek seçtiği duvar kâğıdının en albenili kısmı sertifikalarımla kapanmıştı. Fakat çerçeveler odaya başka bir hava katmıştı, orası gerçekti!
Açılış yapıldı, dostlar, arkadaşlar davet edildi. Merkezdeki odam takdir toplarken kabaran omuzlarım görüş mesafemi kapatıyordu. Eğitime yapılan yatırımların gün yüzüne çıkıyor olması ne şahane duyguydu öyle.
Arkadaşlarım ilk vakitler, “Daha yenisin elbette sana danışmaya gelecekler. Senden daha eğitimlisini mi bulacaklar?” sözleriyle teselli ediyorlardı. Bunları düşünüp danışmanlık merkezi penceresinden dışarı bakarken sokağın başındaki gireni çıkanı bitmeyen, yeşil yüksek kapılı apartmanı fark ettim.
Akşamüstü sokaktaki bakkala gidince, “Yeşil kapılı apartmanda kim oturuyor?” diye sordum:
- ‒Letafet Hanım’ın evi orası dedi bakkal Rüstem Efendi, mahallenin dert anasıdır. Kimin başı dara düşse kimin canı sıkılsa Letafet Hanım’ın kapısını çalar, fikrini alır.
- ‒Nasıl yani, kim ki bu kadın? Mesleği ne? Eğitimi nedir?
- Gülümsedi Rüstem Efendi:
- ‒Ne eğitimi hanım kız okuması yazması bile yoktur. Dinlemeyi bilir, gönlünü kapısını açar herkese, o kadar.
- ‒Nasıl ya!.. E hani donanımlı olmak gerekliydi?
- ‒E öyle zaten. Nasihat, en iyi donanımdır. Vaktiyle nasihat alanın hali başkadır.
En iyi nasihat veren eğitim
Merkeze döndüğünde sertifikalarla kaplı duvardaki eksiğin ne olduğunu fark etti. Arama motoruna “En iyi nasihat veren eğitim” yazdı.