Hayvanların divan edebiyatına kattığı renklere dair

Arşiv
Arşiv

Kendine has bir dünyası olan divan edebiyatı, ona ne “divan edebiyatı” ne “klasik Türk edebiyatı” ne de “eski Türk edebiyatı” demenin doğru olmadığı bir alan. Yine de ondan bahsederken bir ifade kullanmak zorunda olan bizler, literatüre yerleşen bu adlandırmalardan birini seçmek durumunda kalırız. Çünkü onu adlandırma sorunu henüz çözülebilmiş değil.

Betül Sinsoysal

  • Divan edebiyatında hayvanlara dair sembolik anlatımı çoğunlukla gördüğümüz yer elbette sembolizmin en çok yakıştığı şiirdir.
Hayvanlar bu anlam dünyasının vazgeçilmez parçalarından biri olmuş.
Hayvanlar bu anlam dünyasının vazgeçilmez parçalarından biri olmuş.
Divan edebiyatında “mevâlid-i selâse” olarak bilinen cansızlar/madenler, bitkiler ve hayvanlar, hayatın tüm renkleriyle edebiyata sirayet ettirilmesinde aracı olmuş doğa unsurlarıdır.
Divan edebiyatında “mevâlid-i selâse” olarak bilinen cansızlar/madenler, bitkiler ve hayvanlar, hayatın tüm renkleriyle edebiyata sirayet ettirilmesinde aracı olmuş doğa unsurlarıdır.

Divan edebiyatını adlandırma sorunu daha çok bu sahanın araştırmacılarını ilgilendirirken, divan edebiyatını anlama sorunu bu edebiyatın doğduğu, büyüdüğü ve ömrünü tamamladığı toprakların her ferdini ilgilendiriyor. Çünkü insan için hayati bir mesele olan anlam arayışı ve kimlik sorunu onun kendisini, yaşadığı toplumu ve bireyi anlamaya çalışmasıyla başlıyor. Dolayısıyla divan edebiyatını anlamaya yardımcı olacak olan her çalışma, aynı toprağın mahsulleri olan sonraki nesiller için insana, kimliğe ve yaşama dair ipuçları veren yardımcı birer rehber niteliği taşıyor.

Ceylan, beyitlerde sık sık, cüsse ve güç açısından zıt özellikler taşıdığı aslan ile birlikte geçerek tezat sanatı oluşturmada kullanılır.
Ceylan, beyitlerde sık sık, cüsse ve güç açısından zıt özellikler taşıdığı aslan ile birlikte geçerek tezat sanatı oluşturmada kullanılır.

Kendisini oluşturan toplumun taşıdığı sözlü edebiyat geleneğinin de etkisiyle divan edebiyatı, az sözle çok şey söyleme ve gizli, derin anlamlara işaret etme düsturu üzere şekillenmiş gibidir. Öyle ki şairler sık sık şiirlerinde mana, mazmun ve nükte gibi konulara verdikleri önemi vurgular ve anlamda orijinal olma, sözü farklı söyleme konusunda yarışırlar. Okuyucuyu/dinleyiciyi, benzetme yoluyla nesneler arasında belli ilişkiler ve bağlantılar kurmaya çağırmaları, divan şairlerinin şairlik geleneğidir. Bu gelenekte anlam konusu o kadar önemlidir ki “anlam” kavramı bile güzellik yönüyle bir sevgili gibi görülmüş ve hayal edilmiştir. Örneğin Nâbî, “güzel söyleyiş”i de bir güzele benzetir ve kendisinin bu güzelin süsleyicisi olduğunu söyler. Çünkü anlam, arzu edileni/ sevgiliyi çağrıştırır ve onun güzelliğinden beklenen ise etkileyiciliktir. Dolayısıyla şair, şiirinin muhatabında şaşkınlık, hayranlık uyandırmak ister. Bu hayranlık da “farklı” söyleyişle olacaktır ve farklı söyleyişin en uygun yollarından biri sembolik anlatımdır.

Divan edebiyatında “mevâlid-i selâse” olarak bilinen cansızlar/madenler, bitkiler ve hayvanlar, hayatın tüm renkleriyle edebiyata sirayet ettirilmesinde aracı olmuş doğa unsurlarıdır. Şair ya da nâsir, bu unsurlarla süslediği eserinde sembolik anlatım aracılığıyla zengin bir anlam dünyası kurar. Hayvanlar bu anlam dünyasının vazgeçilmez parçalarından biri olmuş ve onların yer aldıkları metinler, okuru bir yandan canlı tasvirlere götürürken bir yandan da hayvanların insan tarafından nasıl gözlemlendiğine ışık tutmuştur.

Divan edebiyetı, hayvanların insan tarafından nasıl gözlemlendiğine ışık tutmuştur.
Divan edebiyetı, hayvanların insan tarafından nasıl gözlemlendiğine ışık tutmuştur.
  • Gülün kırmızı rengi ve güzelliği, bazen bülbülün ona kanını vermiş olmasıyla bazen de gülün hile ile bülbülün kanını içmiş olması veya bu kanı allık olarak yüzüne sürmüş olmasıyla açıklanmıştır.
 Âşığa eziyet eden ve onunla yarışan rakip ise domuz, tilki, akrep, karga gibi menfi görünümlü hayvanlara benzetilerek yerilmiştir.
Âşığa eziyet eden ve onunla yarışan rakip ise domuz, tilki, akrep, karga gibi menfi görünümlü hayvanlara benzetilerek yerilmiştir.

Divan edebiyatında hayvanlara dair sembolik anlatımı çoğunlukla gördüğümüz yer elbette sembolizmin en çok yakıştığı şiirdir. Divan şiirinin en önemli tipleri olan âşık, sevgili ve rakip tipleri, bu açıdan en zengin benzetmelere mazhar olmuşlardır. Âşığın gözü, bakışı, hâli, gönlü ve canı; sevgilinin güzellik unsurları ve rakibin âşık gözünden görünüşü, çeşitli hayvanlara yapılan renkli benzetmelerle tasvir edilmiştir. Kuşların ötüşleri, uçmaları, tuzağa düşmeleri, avlanmaları, kafese konulmaları, kanatlarının kırılması gibi hâlleri; divan şairine âşığı anlatmada ilham olmuş ve âşık tipinin gözü, bakışı, gönlü, canı farklı farklı yönleriyle kuş çeşitlerine benzetilmiştir. Sevgilinin güzellik unsurlarından en çok bahsedileni olan saçı/zülfü şekli, kokusu, rengi ile nice teşbih ve mecazlara konu olmuş; saçının karalığı, dağınıklığı ve perişanlığı, âşığa verdiği tatlı kederle adeta bir kötülük unsuru olarak akrep, yılan, doğan, şahin gibi hayvanlara benzetilmiştir. Âşığa eziyet eden ve onunla yarışan rakip ise domuz, tilki, akrep, karga gibi menfi görünümlü hayvanlara benzetilerek yerilmiştir. Divan edebiyatında en çok karşılaştığımız hayvanları bir fikir edinmek adına kısaca ve genel özellikleriyle ele alırsak, onları şu şekilde tasnif edebiliriz:

1. Kuşlar

Divan şiirinde en sık geçen kuşlar bülbül, papağan, güvercin, keklik, şahin, karga, Simurg/Anka ve hüma gibi kuşlardır. Bu kuşlar çeşitli özellikleriyle beyitlerde bazen tek tek bazense birbirleriyle tevriye, tezat gibi edebî sanatlar oluşturacakları şekilde birlikte geçerler. Bazı kuşlar menfi, bazıları ise müspet vasıflarıyla şiirlerdeki tasvirleri süslerler. Divan şairinin gözlemleri ve hayal dünyasındaki hâlleriyle birkaç kuşu kısaca şöyle açıklayabiliriz:

Simurg veya Anka: İsmi olup cismi olmayan, Kaf Dağı’nda yaşadığına inanılan büyük bir kuştur. Hakkında çeşitli rivayet ve efsaneler vardır. Divan şiirinde, otuz kuştan (veya her kuştan) bir alamet taşıması, yüzünün insana benzemesi, boynunun uzun olması, tüylerinin rengârenk olması, daima yükseklerde uçması, asla ele geçirilemeyişi ve avlanamayışı gibi özellikleriyle geçer.

Hüma (Hümây): Hüma, talih kuşu/devlet kuşu olarak bilinir. Okyanus adalarında, Kaf Dağı’nda veya Çin’de yaşadığına inanılan bu kuş, divan şiirinde baht açıklığının sembolü olarak kullanılır. Hüma ile sevgili arasında benzetme ilişkisi kurulan beyitlerde, genellikle sevgilinin âşığa olan iltifatı/ilgisi, bahtın açılması olarak yorumlanır. Hüma çoğu zaman Anka veya Simurg ile karıştırılır.

Hüdhüd: İbibik veya çavuş kuşu da denen Hüdhüd, Süleyman Peygamber’e hizmet eden bir kuş oluşuyla ve çok uzaklardaki bir suyu bile havadan görerek keşfedebilme özelliğiyle bilinir.

Bülbül (andelîb, hezar): Divan şiirinde ve genel anlamda Doğu edebiyatlarında bülbülün önemli bir yeri vardır. Divan şiirinde geçen kuşlar arasında en sık karşılaşılan kuş, bülbüldür. Güllerin açtığı zamanlarda daha canlı öten bülbüllerin coşkusu, şairlere, bülbülü âşık ve gülü ise maşuk olarak hayal ettirmiştir. Nitekim bülbül, divan şiirinde sesinin güzelliğiyle anılagelmiştir. Gül ve gülün aşkıyla âh u zâr eden bülbülün hâlleri, nice manzumeye, hatta müstakil eserlere konu olmuştur. Halk şairleri bülbülü serbest bir muhayyile ile şiirlerine alırken divan şairi onu belirli kurallara bağlı olarak ele almış fakat bu kurallar bülbülün şiirdeki yerini daraltmayıp aksine bulunan ince manalarla zenginleştirmiştir. Gülün kırmızı rengi ve güzelliği, bazen bülbülün ona kanını vermiş olmasıyla bazen de gülün hile ile bülbülün kanını içmiş olması veya bu kanı allık olarak yüzüne sürmüş olmasıyla açıklanmıştır. Ayrıca bu sembolizasyon, tasavvufî şiirde de görülmüş; gül kimi zaman Allah’ı, kimi zaman ise Hz. Muhammed’i “sevilen” olarak temsil etmiş, bu durumda “seyr ü sülûk”a (manevi yolculuğa) çıkan yolcu/talip/mürid de ten kafesindeki bülbül olmuştur. Sonuç olarak bülbül ister beşerî ister ilâhî aşk söz konusu olsun, âşığı temsil etmiştir. Aşağıdaki beyitte şair, insanların bülbülü, ettiği ahlar ve acıyla inlemeler sebebiyle, onun can kuşu sandıklarını söyler: Halk-ı âlem andelîbi murg-ı cânım sandılar Ettiği nâlişleri âh u figânım sandılar (Hayâlî Bey)

Keklik (kebk) ve Güvercin (kebûter): Keklik ve güvercin divan şiirinde av kuşu olarak, şahin ve doğan gibi avcı kuşlarla birlikte görülür. Keklik de güvercin de sevgilinin benzetildiği kuşlardandır. Sevgili, sesi ve gövdesinin güzelliğiyle kekliğe benzetilir. Güvercinin geçtiği beyitlerde bazen onun posta görevine de gönderme yapılır. Özellikle ava merak duyan şairlerin şiirlerindeki ayrıntılı teşbihler, döneminin avcılık usulleri hakkında bize bilgi verir.

Papağan (tûtî, dudu kuşu): Divan şiirinde genellikle “tûtî” olarak geçer ve bazen şiir söyleyen âşığa benzemesiyle bazen de renklilikte/ güzellikte sevgiliye benzemesiyle konu edilir. Bu kuşun geçtiği beyitlerde, onun aynayla konuşturulmasına ve şekerle beslenmesine gönderme yapıldığı görülür. Örneğin aşağıdaki beyitte şair, mucizeler söyleyen bir papağan olduğunu ve söylediklerinin boş sözler olmadığını belirterek gönül aynası temiz olmayan felekle söyleşemeyeceğini söyler. Ayna motifiyle şair hem gönlü kastedip, gönlü temiz olmayanlarla muhatap olmak istemediğini belirtmiş hem de aynanın konuşturulmak istenen papağanların karşısına koyulması âdetine gönderme yapmıştır: Tûtî-i mûcize-gûyem ne desem lâf değil Çerh ile söyleşemem âyînesi sâf değil (Nef’î)

Tavus: Gezip tozması, salınışı, renkgârenk oluşu gibi özellikleriyle divan şiirinde sevgilinin tasvirinde anılır. Ayrıca bazen tavus kuşuyla ilgili bazı rivayetlere göndermeler yapıldığı görülür. Örneğin tavus kuşunun aslında bir cennet kuşu olduğu, ama şeytanın cennete girmesine yardım ettiği için cennetten çıkarıldığı; güzelliğiyle çok gururlanan bir kuş olduğu ve gururunun kırılması için ayakları ve sesinin çirkin yaratıldığı, bu sebeple tavusun güzel olduğu hâlde dertli bir kuş olduğu gibi efsanelere şiirlerde göndermeler yapılır.

Şahin ve Doğan (bâz, şah-bâz): Şahin ve doğan, sevgilinin gönül avlayan saçlarıyla karşımıza çıkar. Sevgilinin saçı, doğan veya şahine benzetildiğinde, âşık sevgilinin saçının/doğanın/ şahinin pençesine düşmüş olarak tasvir edilir. Âşığın gönlü kuşa benzetildiğinde gönlü kendisi kuşa benzetildiğinde ise kendisi sevgilinin saçı tarafından avlanır. Bazense güneş, gece denen kargayı kaçırdığı için doğana benzetilir. Şiirlerde şahin veya doğan geçtiğinde, avlanma amaçlı kullanılan bu kuşların elde taşınması, bilekten salınması ve ava salınmadan önce bağlı bulundurulmaları gibi durumlara göndermeler yapılır.

Âşığın gönlü kuşa benzetildiğinde gönlü kendisi kuşa benzetildiğinde ise kendisi sevgilinin saçı tarafından avlanır.
Âşığın gönlü kuşa benzetildiğinde gönlü kendisi kuşa benzetildiğinde ise kendisi sevgilinin saçı tarafından avlanır.
  • Divan şiirinde genelde bekçilik yönüyle geçen köpek, bu açıdan âşığın rakibine yakıştırdığı isimlerden biri olmuştur. Çünkü rakip, sevgilinin yanından hiç ayrılmayışıyla hem kıskanılan hem de sevgiliye ulaşmayı engelleyen kişidir.

Karga (zâğ, gurâb): Divan şiirinde rakip tipinden bahsedilirken sık sık karga benzetmesi yapılır. Çünkü karganın renginin siyah oluşu ve sesinin “çirkin” oluşu rakibe yaraşan vasıflar olarak görülür. Bazen rengi sebebiyle geceye benzetilse de genellikle divan şairinin şiirlerde kargaya bakış açısı olumsuzdur. Ayrıca halk arasında karga ötüşü, kara haberle ilişkilendirilir ve bu inanış da beyitlerde görülür.

Kargaya ek olarak kuzgun, akbaba, baykuş gibi kuşlar da acizlikleri, renkleri, kötü ötüşleri, tiksinti veren beslenme alışkanlıklarıyla şiirlerde yer almıştır. Bu kuşlar aynı zamanda halk arasında, benzer sebeplerle olsa gerek, uğursuz kabul edilen kuşlardır. Şiirlerde sevgilinin hüma, papağan gibi güzel kuşlara benzetildiği durumlarda, rakip karga, akbaba gibi menfi algılanan kuşlara benzetilir ve bu şekilde şair tezat sanatı oluşturmuş olur. Örneğin şeker dudaklı sevgiliye seslenen şair, sevgiliyi rakipler/yabancılar arasında gören kimselerin, “Ne yazık ki papağana kargalar yoldaş olmuş” dediklerini söyler:

Ey şeker-leb dir gören ağyarlar içre seni

Hem-dem olmuş tûtîye hayfâ ki şimdi zâglar (Revânî)

2. Dört Ayaklılar:

Ceylan (âhû, gazâl): İri ve siyah olan güzel gözleri ve asla ele geçmemesi sebebiyle sevgilinin benzetildiği ceylan, özellikle misk adlı güzel kokunun elde edilmesindeki rolüyle sevgilinin güzel kokulu saçının tasvirinde kullanılır. Sevgilinin yüzü gül bahçesine benzetildiğinde, gözleri bu bahçenin ceylanı olur. Ayrıca ceylan, beyitlerde sık sık, cüsse ve güç açısından zıt özellikler taşıdığı aslan ile birlikte geçerek tezat sanatı oluşturmada kullanılır.

Aslan (şîr, arslan): Divan şiirinde çoğunlukla güç ve kuvveti anlatmak için kullanılan aslan, özellikle kasidelerde, övülen kişinin vasıfları anlatılırken anılır. Sevgili söz konusu olduğunda, bazen sevgilinin zalimliği anlatılırken “şîr-pençe” gibi ifadelerle aslan pençesi benzetme amaçlı kullanılır.

Bazense sevgilinin bakışının haşmeti, “şîr-âne” oluşuyla tasvir edilir. Ayrıca güneşin de ışıkları sebebiyle bir aslana benzetildiği görülür. Tasavvufi şiirde ise aslan sık sık Hz. Ali ile yan yana geçer ve Hz. Ali şiirlerde “Şîr-i Yezdân”, “Şîr-i Hüdâ” gibi lakaplarla “Allah’ın aslanı” olarak anılır.

At (esb, küheylan, rahş, semend): Türk kültüründe çağlarca insana yaşam koşullarındaki yarenliğiyle büyük önem taşımış olan at, divan şiirinde de önemli yerini almış; at çeşitlerinden atla ilgili terki, üzengi, nal, mıh, dizgin gibi eşyalara hatta ata biniş şekillerine kadar, ata dair pek çok şey şiire dahil olmuştur. Bazen de literatürdeki meşhur kahramanların atları özel isimleriyle şiirlerde geçmiş ve beyitlere anlam zenginliği katmışlardır. Örneğin Battal Gazi’nin atı olarak bilinen Aşkar, çok maharetli oluşuyla özellikle kasidelerde övülen kişinin atı için kullanılmıştır. Ayrıca sadece atlara yazılmış kaside ve mersiyeler olan “rahşiyye”ler de atın divan edebiyatındaki yerinin önemini gösteren örneklerdendir.

Öküz (gâv): Eski bir inanışa göre dünya, sudaki bir balığın üzerinde bulunan bir öküzün boynuzları üzerindedir. Hatta bu inanışla bağlantılı olarak yeryüzündeki sarsıntıların sebebi bu öküzün, başını sallaması olarak geçer. Aşağıdaki örnekte şair, bu inanışa gönderme yapmış ve sabah rüzgârının, sevgilinin yolunun tozunu rakibin yüzüne kondurmasından bahsederken, “O öküze yeryüzünün minnetini yükledik” diyerek rakibi öküze benzetmiştir:

Gerd-i râhın çihre-yi ağyâra kondurmış sabâ

Yükledük ol gâve hep rûy-ı zemînün minnetin (Bâkî)

Köpek (kelb, seg, it): Divan şiirinde genelde bekçilik yönüyle geçen köpek, bu açıdan âşığın rakibine yakıştırdığı isimlerden biri olmuştur. Çünkü rakip, sevgilinin yanından hiç ayrılmayışıyla hem kıskanılan hem de sevgiliye ulaşmayı engelleyen kişidir. Aşağıdaki örnekte şair, elektriğin ve gece aydınlatmasının olmadığı devirlerde insanların geç saatlerde dışarıda dolaşabilmesi, evlerine gidebilmesi için sokaklardaki saldırgan köpeklere ciğer ve kemik atmaları âdetine gönderme yapar, sevgilinin mahallesinde gezen köpeklere/rakiplere, perişan ve yaralı gönlünden parçalar feda ettiğini söyler:

Pâre pâre dil-i mecrûh u perîşâ- numdan

Ser-i kûyunda gezen her ite bir pâre fedâ (Fuzûlî)

Domuz (tonuz, tonguz): Müslümanlarca olumsuz karşılanan bir hayvan olduğu için divan şiirinde rakibin benzetildiği hayvanlardan biri de domuz olmuştur. Aşağıdaki beyitte şair sevgilinin bahçesini/ mahallesini Ka’be’ye benzeterek rakibe seslenir ve “Ka’be’de kurban olarak domuz kesilebilseydi, sevgilinin bahçesinde senin canını alırdım” der:

Kûyında yârun alur idim cânun iy rakîb

Lâyık ola idi Ka’bede kurbâna ger tonuz (Zâtî)

3. Sürüngenler, Balık ve Böcekler

Pervane: “Gece kelebeği” de denilen pervane; kanatlı, küçük bir böcektir. Mum ışığına üşüşmesi ile bilinir. Gündüzleri karanlık yerde bulunup, hava karardığında gördüğü ışığa koşar. Işık sebebiyle küçük gözleri kamaştığı için ışıktan ayrılamaz ve ışığın yayıldığı lambaya, muma çarptığı için kanatları, vücudu yanar. Divan şiirinde pervane, mumun (“şem”in) ışığının âşığıdır ve aşkı sebebiyle şuursuzca yanmaktadır. Bu benzetmeden hareketle divan şiirinde sevgilinin “şem”, âşığınsa “pervâne” olarak geçtiği nice şiirler ve müstakil olarak “Şem ü Pervâne” adlı alegorik aşk hikâyeleri/mesneviler yazılmıştır. Aşağıdaki beyitte şair, aşk ateşinin önce sevgiliye sonra âşığa düştüğünü söyler. Çünkü malumdur ki ışığa âşık olan pervanenin yanması için önce mumun yanması gerekmektedir:

Aşk odu evvel düşer ma’şûka andan âşıka

Şem’i gör kim yanmayınca yakmadı pervâneyi (Fuzûlî)

Karınca (mûr): Divan şiirinde karınca, benzetme unsuru olarak sevgilinin yüzündeki ayva tüylerinin tasvirinde kullanılır. Bazen de sevgilinin beni ile karşılaştırılır. Ayrıca âşık da zayıflık, kudretsizlik ve küçüklük açısından karıncaya benzetilir. Karıncanın gücü yetmezken büyük işlere kalkışması, âşığın sevgili karşısındaki durumunun önemli bir yönünü ortaya koyar. Karınca âşık iken sevgili padişah olur. Bu durumda sık sık Kur’an-ı Kerim’deki Neml Sûresi’nde geçen Hz. Süleyman ve karınca kıssasına gönderme yapılır.

Sinek (mekes): Sinek, siyah olması ve tatlıya konması yönüyle sevgilinin yanağı veya dudağının kenarındaki beninin tasvirinde geçer. Çünkü sevgili, tatlı yanaklı ve bal dudaklıdır. Bazen de âşığın kendisi veya rakip acizlik konusunda sineğe benzetilir. Aşağıdaki beyitte şair, sevgilinin benini kıskanır ve eğer sihirle bir sinek olsa, o put gibi güzel sevgilinin dudağına konup, tıpkı beninin yaptığı gibi küstahça şeker yiyeceğini söyler:

Sihirle bir mekes olsam konardım ol sanemin

Lebinde hâli gibi yer idim şeker güstâh (Ahmed Paşa)

Balık (mâhî): Divan şiirinde balık; suda/denizde oluşu, uyku uyumaması, ağ veya olta ile avlanması gibi özellikleriyle, âşığın canı, gönlü ve kurduğu hayaller tasvir edilirken geçer. Aşağıdaki beyitte şair, Cihanı Süsleyen’i (kâinatın yaratıcısı olan Allah’ı), cihanda olmasına rağmen aramayı bilmeyenleri ve cihanın süsünü görmeyenleri; denizde olduğu hâlde denizi bilmeyen balıklara benzetir:

Cihan-ârâ cihan içredir ârâyı bilmezler

Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler (Hayâlî Bey)

Yılan (mâr): Sevgilinin saçı; uzunluğu, kıvrımlı oluşu, siyahlığı, zehirli oluşu gibi sebeplerle yılana benzetilir. Ayrıca hazinelerin bir yılan tarafından korunduğu efsanesi sebebiyle, sevgilinin saçı, bir hazineyi barındıran yüzünün bekçisi olur. Böyle tasvirlerde yılan bazen ejderha olarak da geçer; çünkü yüz yıl yaşayan yılanların ejderhaya dönüştüğüne inanılır. Sevgilinin saçlarının yılanla bu kadar özdeşleşmesinin mitolojik bir alt yapısı da olsa gerektir. Mitolojilerde kadınla çeşitli ilişkisi olan yılanın özellikle yenilenen ve dönüşen bir varlık olması, kadının aylık döngüsü ve doğurganlığı ile paralel görülmüştür. Artemis, Hekate, Persephone gibi pek çok tanrıça ellerinde yılanla veya saçları yılan şeklinde temsil edilmiştir. Ayrıca Yunan mitolojisindeki Medusa’nın özellikleri divan şairinin tasvir ettiği sevgili tipiyle benzeşir.

Kozmik unsur olarak da divan edebiyatında yer alan hayvanlar balık, sevr (boğa), hamel (koç) gibi burç isimleriyle metinlerde tevriyeli biçimde geçerler. Özellikle hamel (koç), ilkbaharın başlangıcı olan mart ayından ötürü Nevruz göndermelerinde anılır. Bazen burç ismi olarak anılan hayvan adlarına, ifadenin atmosferine uyan başka hayvan adları da eşlik eder. Örneğin Vehbî’nin sanatkârane bir dille yazdığı Sûrnâmesi’nde gece-gündüz süren tören tasvir edilirken güneşe benzetilen Şah’ın hamel (koç) burcunu kendine taht ettiği ve geceyi gündüze çevirdiği söylenir. Ardından meşalelerin ortalığı aydınlatmasıyla gece ve gündüzün “bir” gibi olduğu belirtilir. Çünkü gece ve gündüzün eşit olduğu 21 Mart, hamel (koç) burcundadır. Aynı tasvirler içerisinde gece göğü aydınlatan fişeklerin oluşturduğu renkler de tavus kuşunun kuyruğuna benzetilir.

Divan şiirinde hayvanların genel olarak olumlu-olumsuz duygu, düşünce, durum ve olayların anlatımında, insan tarafından algılanış biçimlerine göre tezat oluşturarak birlikte anıldıkları görülür. Hüsn ü Aşk’taki “Sıfat-ı Şikâr-ı Îşân” bölümü buna güzel bir örnektir. Burada kabilenin kederi, hayvanların müspet ve menfi olanlarını karşılaştırma yoluyla anlatılır: Bu kabiledekiler avlanmaya niyet etseler avlayacakları çil kuşları kertenkeleye, keklikler kanatlı akrebe dönüşür. Alıcı doğanlar hasret bakışıdır, tuttukları ise korku baykuşları… Büyük yılanlar onların önlerine sıç- rayarak önlerinde halkalansa, onlar “Ne güzel turna kuşları sürüsüne rastladık!” derler. Onların ceylanları, ahlarının dumanlarıdır. Avcıları, avları tarafından avlanıyordur. Tavşan onlar için âdeta bir telli kurşundur.

Nükteye önem veren divan şairi, belli kalıplar ve kurallar içerisinde hareket ediyor olsa da toplumsal eleştirilerinde de hayvanları edebiyata dahil etmiştir. Örneğin Şeyhî’nin ve Molla Lütfî’nin Harnâme adlı eserlerinde olaylar eşek üzerine kurulmuş ve mizahi bir dil kullanılmıştır. Mersiye geleneğinde ölen kişinin mübalağalı biçimde övülmesini eleştiren Meâlî de, Mersiye-i Gürbe’yi yazarak övülen şahsın yerine bir kediyi koymuştur. Kedisinin ölümünden dolayı köstebeğin ağlamaktan kör olduğunu, kurt ve tilkinin acılarından dağlara düştüğünü söyleyen şair, toplumsal eleştirisini okurun yüzünü doğaya çevirme yoluyla yapmış, meramını hayvanları kişileştirerek anlatmayı seçmiştir. Hayvanlar için yazılmış başka mersiyeler de vardır. Necâtî Bey’in, ölmüş katırı için yazdığı Mersiye-i Ester meşhurdur.

Bu kısa tasniften anlaşılacağı üzere doğanın ve yaşamın çeşitli şekillerde içine sirayet ettiği divan edebiyatının anlaşılması, öncelikle onun kendine has olan dilinin çözümlenmesini gerektiriyor. Buradaki dilden kasıt ise döneminin sosyal hayatı, dünya görüşü, gelenekleri ve telakkileridir. Sözün ve anlamın çaba gerektirenini seven insanların oluşturduğu bu edebiyatı anlamaya çalışmak da çaba gerektirir. Ancak bu sarf etmeye değer bir çabadır. Çünkü kadimin, geçmişin izlerini takip etmeyi öğrenen ve estetik algıları gelişen bireylerin yaşadığı bir toplum, sanatın en güzel biçimleriyle hayatı güzelleştirmesine de olanak tanımış olacaktır.

KAYNAK / KAYNAKÇA CEYLAN, Ö. (2003). KUŞ CENNETİ ŞİİRİMİZ - KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE KUŞLAR, ISTANBUL: FİLİZ KİTABEVİ. DOĞAN, M. N. (2008). ŞEYH GALİB - HÜSN Ü AŞK, İSTANBUL: YELKENLİ KİTABEVİ. ELIADE, M. (2014). DİNLER TARİHİNE GİRİŞ (ÇEV. LALE ARSLAN ÖZCAN), İSTANBUL: KABALCI YAYINEVİ. KAPLAN, M. (2012). HİKMET ŞAİRİ YUSUF NÂBÎ, ŞANLIURFA VALİLİĞİ İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ YAYINLARI. KURNAZ, C. (1992). “BÜLBÜL”, İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, C. 6, SS: 485-486. MENGİ, M. (2010). DİVAN ŞİİRİ YAZILARI, İSTANBUL: AKÇAĞ YAYINNLARI. ONAY, A.T. (2007). AÇIKLAMALI DİVAN ŞİİRİ SÖZLÜĞÜ (HAZ. CEMAL KURNAZ), ANKARA: BİRLEŞİK YAYINEVİ. PALA, İ. (2007). ANSİKLOPEDİK DİVAN ŞİİRİ SÖZLÜĞÜ, İSTANBUL: KAPI YAYINLARI. ŞENTÜRK A. A. (1995). “KLASİK OSMANLI EDEBİYATINDA TİPLER I RAKÎB”, OSMANLI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ THE JOURNAL OF OTTOMAN STUDİES, 15 (15), 1-91. TOLASA, H. (2001). AHMET PAŞA’NIN ŞİİR DÜNYASI, İSTANBUL: AKÇAĞ YAYINLARI. TULUM, M. (2008). SÛRNÂME – SULTAN AHMED’İN DÜĞÜN KİTABI, İSTANBUL: KABALCI YAYINEVİ.