Hafta sonunun icadı bir uyandırma servisi olarak hafta sonu

​Hafta sonunun icadı bir uyandırma servisi olarak hafta sonu
​Hafta sonunun icadı bir uyandırma servisi olarak hafta sonu

Zamansızlık. Ya da zamanın iplerini -nihayet- elinde tutmaya, onu şekilden şekle sokmaya, eğip bükmeye muktedir olmak. Dünyanın pek çok yerinde yaşayan pek çok insanın benzer, hatta daha da ileri gidecek olursak aynı sanrılara kapılmasına sebep olan kurgusal bir zaman aralığı. Sihirli bir sözcük. Şimdi fısıldıyorum: hafta sonu. Bu satırları okuyan pek çok kişinin sadece bu fısıltı ile dahi hülyalara kapıldığını tahmin edebiliyorum. Belki tam da şu anda hafta sonuna kaç gün kaldığını ya da bu hafta sonunuzu nasıl geçireceğinizi düşünüyor olabilirsiniz. Fakat şimdiden uyarmalıyım ki bu yazı bir hafta sonu güzellemesi olmayacak. Belki pek çoğumuz için iç karartıcı olacak…

Waiting for the Weekend kitabında Witold Rybczynski, hafta içi ve hafta sonu döngüsünün anlamını sorgular. Bu döngü, Lewis Mumford ve Jacques Ellul gibi sosyal eleştirmenlerin uyardığı gündelik hayatın “standartlaştırılmasının” ve “bürokratikleşmesinin” başka bir belirtisi mi; hafta sonu sadece materyalist kültürün kurnaz bir pazarlama manevrası, yani tüketimi artıran bir cihaz mı, yoksa iş yerinin can sıkıntısına ve anlamsızlığına karşı koymak için aldatıcı bir plasebo mu vb. sorularıyla Rybczynski okuyucuyu kışkırtır.

Witold Rybczynski, hafta sonuna doğru yaptığımız yolculuğun gündelik hayatın standartlaşmasının ve bürokratikleşmesinin bir uzantısı olup olmadığını sorgular kitabında.
Witold Rybczynski, hafta sonuna doğru yaptığımız yolculuğun gündelik hayatın standartlaşmasının ve bürokratikleşmesinin bir uzantısı olup olmadığını sorgular kitabında.

Hafta sonu aktivitelerinin bir pazar hâline geldiği, “mutlu hafta sonlarının” hayatın yegâne amacı olduğu, sosyal medya kullanıcılarının yine sosyal medya aracılığı ile en “kaliteli” hafta sonunu kendisinin geçirdiği ispatı peşinde koştuğu günümüz koşullarını düşündüğümde, zihnimde hafta sonuna sahip olmak için beş gün çalışan insanın gerçekten hafta sonuna sahip mi yoksa ona ait mi olduğu sorusu beliriyor.

Bu sorunun cevabını birlikte aramadan evvel, kurgusal bir zaman aralığı olan hafta sonunun nasıl icat edildiğine bakalım.

Hafta sonu da nedir?

Nisan 1912 Yorkshire. Tobias Black, Oxford’da hukuk okurken tanıştığı Mathew Crawley ile yıllardır görüşmüyordu. Yorkshire’a yaptığı bir iş seyahati sırasında Mathew’in orada yaşadığını ve Downton Malikanesi’nin mirasçısı olduğunu işitti. Mathew’e York’ta olduğunu ve görüşmek istediğini bildiren bir mektup yazdı.

Mathew de onu Downton’a akşam yemeği için davet etti. Tobias aristokratlara duyduğu nefreti içinde saklı tutarak yıllardır görmediği dostunun davetini kabul etti.

Mathew, Grantham Kontu Robert Crawley, eşi Rosamund, kızları Mary, Edith ve Sybil ve Grantham Kontesi Büyükanne Lady Dowager onu büyük salonda karşıladılar ve ardından yemek salonuna geçtiler.

“Hafta sonu da nedir?” Ömürlerini daima hafta sonu tadında geçirmiş aristokratların bu yeni kavrama aşina olmayışını yadırgamadı Tobias.
“Hafta sonu da nedir?” Ömürlerini daima hafta sonu tadında geçirmiş aristokratların bu yeni kavrama aşina olmayışını yadırgamadı Tobias.

Aristokratlar ve onların bitmek bilmeyen gösterişleri diye düşündü Tobias. Mathew yemek sırasında ertesi gün bir işe başlayacağını söyleyince masada büyük bir gerginlik yaşandı. Tobias, Mathew’in bir lorda dönüşmediğini gördüğü için mutlu olmuştu. Ama Lord Robert bu durumu tatsız buluyordu. Mathew iş arıyorsa malikânenin işleriyle nasıl ilgilenebilecekti. Mathew konta merak buyurmamasını akşamları ve hafta sonu ilgilenebileceğini söyledi.

Hafta sonu” kavramı masanın ortasına bomba gibi düşüverdi. Lady Dowager şaşkınlıkla dile getirdi merakını, “Hafta sonu da nedir?” Ömürlerini daima hafta sonu tadında geçirmiş aristokratların bu yeni kavrama aşina olmayışını yadırgamadı Tobias.Mathew’le göz göze geldiler ve hafta sonunu anlatmaya koyuldular.

Bahsettiğim sahne, 2010-2015 yılları arasında yayınlanan, 20. yüzyılda İngiliz aristokrat bir aile ve hizmetkârlarının gündelik hayatlarını konu edinen Downton Abbey isimli dizide geçmektedir. Muhteşem babaanne Lady Dowager’ın ortaya bırakıverdiği “What is the weekend?/Hafta sonu da nedir?” sorusu izleyiciler tarafından şaşkınlıkla karşılanmış olsa da sorunun sorulduğu “kurgusal” tarih göz önüne alındığında hiç de şaşırtıcı olmasa gerekir. Zira Lady Dowager gibi 1840’larda doğmuş birinin hangi sınıftan olursa olsun orta yaşa gelinceye dek bu kavramı duymuş olması mümkün değildi. Oxford İngilizce Sözlüğü, “week-end” kelimesinin ilk kez 1879 tarihinde Notes and Queries adlı İngiliz dergisinde kullanıldığını tespit etti. Burada “hafta sonu”nun bir lehçeye ait terim olup olmadığı sorgulandı.

Sttrafordshire, bu kelimeyi şöyle açıkladı: “Eğer bir kişi cumartesi akşamüzeri, cumartesi akşamını ve takip eden pazar gününü arkadaşlarıyla geçirmek için evden ayrılırsa, onun hafta sonunu ‘falan filanla’ geçirdiği söylenir. Bu ismin cumartesi ve cumartesi ile pazartesi arasındaki zaman diliminde olduğunu öğrendim.”

Bir ibadet günü olarak “hafta sonu”

Bugün hayatlarımız yedi günlük bir döngünün etrafında şekilleniyor. Bu yedi günlük döngü bilindiği kadarıyla ilk olarak M.Ö. 6. yüzyılda Yahudiler tarafından uygulandı. Lakin bu yedi günlük döngüde bir dinlenme günü söz konusu değildi. Antik Roma’da ise farklı olarak sekiz günde bir nundinae yani dinlenme günü vardı. Bu dinlenme gününde çocuklar okuldan muaf tutuluyorlar, plebler çalışmayı bırakıyorlar ve emek verdikleri ürünlerini satabilmek için şehre gidiyorlardı. Bu dinlenme günü aynı zamanda dinî törenlerin de uygulandığı pazar günü idi.

Devrimci Fransız takvimi ise décades adı verilen on günlük haftalardan oluşuyor ve bu on günde décadi adı verilen bir gün boş zaman olarak geçiriliyordu. Haftanın dört gün olduğu kültürlerde üç gün sebt günü olarak kutlanıyordu.

Sebt günü çoğunlukla haftada bir günlük dinlenme ya da ibadet etme günüydü. Tanrı’nın kâinatı altı günde yarattığı yedinci gün dinlendiği ve bu yedinci günün Tanrı tarafından dinlenme günü olarak belirlenip, kutsal kılındığı inancından gelmekteydi. Bu dinlenme yani sebt günü, Müslümanlar için cuma, Yahudiler için cumartesi ve Hristiyanlar için pazar günüydü.

Bugün kullandığımız manada “hafta sonu” kavramı ise, 19. yüzyıl başlarında İngiltere’nin kuzeyinde yer alan sanayi bölgesinde ortaya çıkmıştı. Hafta sonu tatili, bu bölgede fabrika sahipleri ve işçiler arasında yapılan gönüllü bir düzenleme idi. Cumartesi öğleden sonrası için verilen izni kapsıyordu. Bu düzenleme, fabrika çalışanlarının pazartesi sabahı ayık ve tazelenmiş olarak gelmesini amaçlıyordu.

1908 yılında ilk kez beş günlük çalışma haftası Amerika’da New England pamuk fabrikasında başlatıldı. Bu sayede Yahudi işçiler sebt gününde çalışmamış olacaklardı.

Daha fazla boş zaman daha fazla araba

Henry Ford, “Daha fazla boş zamana sahip olan insanların daha fazla kıyafeti olacağını, daha çok çeşitli yemek yiyeceklerini ve otomobillere daha çok ihtiyaç duyacaklarını” düşünüyordu.
Henry Ford, “Daha fazla boş zamana sahip olan insanların daha fazla kıyafeti olacağını, daha çok çeşitli yemek yiyeceklerini ve otomobillere daha çok ihtiyaç duyacaklarını” düşünüyordu.

Ünlü otomobil üreticisi ve fordizm tarzı üretim biçiminin mucidi olan Henry Ford,Daha fazla boş zamana sahip olan insanların daha fazla kıyafeti olacağını, daha çok çeşitli yemek yiyeceklerini ve otomobillere daha çok ihtiyaç duyacaklarını” düşünüyordu. Bu argümanından hareketle Ford, kendi çalışanlarının aynı zamanda en iyi tüketicileri olabileceğini fark etti. Fakat kendi çalışanlarına kendi ürettikleri otomobilleri satabilmek için onların bu otomobilleri kullanabilecekleri boş zamana ihtiyaçları vardı.

Bu sebeple 1926 yılında Henry Ford otomotiv fabrikasını cumartesi ve pazar günleri kapatma kararı aldı. Henry Ford’un yaptığı bu düzenleme, hafta sonunun “normalleşmesi” için atılan en önemli adımlardandı. Fakat büyük bir çelişkiyi de içinde barındırıyordu.

Hafta sonunu hem dinlenme hem tüketim zamanı hâline getirerek aynı zamanda çalışanların işlerine bağlı kalmalarını sağlayan bir hile niteliğindeydi.

Hafta sonu salgını

1929 yılında ’da Amalgameted firmasında çalışan giyim işçileri, haftada beş gün çalışma talep eden ve bunu alan ilk sendika oldu. Bu talepler ve kazanımlar Amerika’da yayılmaya başladı.

1938 yılında haftada 40 saatlik çalışmayı düzenleyen Adil Çalışma Standartları Yasası’nın yürürlüğe girmesinin akabinde iki günlük hafta sonu ülke çapında kabul edildi. Bu yasanın yürürlüğe girmesinin ardından pek çok ülke uluslararası pazarlara uyum sağlamak için cuma-cumartesi veya cumartesi-pazar günlerini hafta sonu kabul etti.

1955 yılında iki günlük hafta sonu İngiltere, Kanada ve Amerika’da standart hâline gelmişken, yarım gün cumartesi ve pazar günü tatili Avrupa çapında yaygındı.

Bizde hafta tatilinin icadı

Osmanlı’da medrese talebelerine, çamaşırlarını yıkamaları, derslerine çalışabilmeleri için haftada bir gün tatil verilirdi ki bu gün genellikle salı günü idi. Daha sonraları cuma günü de tatil gününe eklendi. Bu günlerde ders yapılmazdı.

  • Osmanlı tarihinin ilk şeyhülislamı olan Molla Fenari(rh) pazartesi günlerini de tatil etti. Böylece medreselerde haftanın üç günü tatil olmuş oldu. Tanzimat’tan önceki dönemlerde resmî dairelerde hafta tatili çarşamba veya perşembe günleri verilirdi. Bu “tatil gününde” memurlar, şahsi ihtiyaçlarını görürlerdi. 1826 yılında ise cuma günü memurlar, medrese talebeleri ve hocaları için hafta tatili yapıldı. Mektep ve medreseler aynı zamanda perşembe günleri de tatil yaparlardı. Gayrimüslim memurlar da hafta tatilini Hristiyan veya Yahudi olma durumlarına göre cumartesi veya pazar yaparlardı. Gayrimüslim mektepleri de aynı şekilde perşembe ve cuma günleri açık olur, yine Hristiyanlar pazar, Yahudiler cumartesi günleri tatil yaparlardı. Dükkânlar hafta tatilinden muaf tutuluyorlardı. 1924 yılında çıkarılan bir kanun ile bütün resmî daireler, okullar ve dükkânlar için cuma günleri resmî tatil ilan edildi. 1935 yılında ise hafta tatili pazar gününe alındı (Kaynak: Ekrem Buğra Ekinci). Bu düzenlemenin nasıl karşılandığını, nasıl tatbik edildiğini görmek için dilerseniz 2 Haziran 1935 tarihli Zaman gazetesinden bir habere yakından bakalım:
  • “Evvelce de yazdığımız gibi, hafta tatilinin cumadan pazara çevrilmesi ve bu tatilin cumartesi günleri azami saat 13’den başlanması hakkındaki kanun meriyet mevkiine girdiğinden dünden itibaren tatbik sahasına konulmuştur. Dün bilimum resmî dairelerle, müesseseler, bankalar, mektepler, borsalar, her nevi kurum ve cemiyetler saat tam 13’de kapanmış, buralarda çalışan memurlarla müstahdimin istirahat etmek üzere dağılmışlardır. Kanunda halkın yiyeceği, içeceği ve giyeceği şeylerden gayri yerlerin kapatılması kaydı bulunması, dün ilk gün olmak hasebile tatbik sahasında birtakım yanlışlıklara yol açmıştır. Her kaymakam kanunun bu maddesini kendine göre tefsir eylediği ve aşağı yukarı her mıntıka polis amiri de aynı tereddütlere düştüğü cihetle, dün şehrin bazı yerlerinde bir kısım dükkânlar kapandığı hâlde diğer bazı yerlerinde ayni mahiyetteki dükkânlar açık kalmıştır. Tabii gelecek hafta bu kabil ayrılıklar ve yanlışlıklar olmayacaktır. Bizim tahkikatımıza göre vaziyet şudur: Badema, bilimum nim resmî müesseseler, bankalar, mektepler, fabrikalar, avukat ve ticaret yazıhaneleri her cumartesi günü, tıpkı resmî devair gibi saat 13’de kapanacak ve pazartesi sabahları açılacaktır. Cumartesi günleri bunların haricindeki yerler açık olacağı gibi pazar günleri de eskiden cuma günleri açık olmalarına kanunen müsaade edilen yerler açık olabilecekler, diğerleri tamamen kapalı kalacaklardır. Binaenaleyh pazar günleri belediye hafta tatili kanunu tatbik eyleyecek ve eskiden cuma günlerinde olduğu gibi buna riayet etmeyenleri cezalandıracaktır.”

Cumartesi günlerinin de resmî tatil ilan edilmesiyle birlikte iki günlük hafta sonu tatili ilk kez 30 Mayıs 1974 tarihinde uygulanmaya başlandı.

Hepimiz hafta sonu için çalışıyoruz

Geçenlerde bir kamu kuruluşunda memur olan arkadaşımla sohbet ediyorduk. Arkadaşım iş yerindeki tüm arkadaşlarının pazartesi gününden itibaren cuma gününü beklediklerini, sohbetlerin genellikle, “Bugün günlerden çarşambaymış, cuma zannetmiştim”, “Bu hafta geçmek bilmedi”, “Hafta sonu bir gelse” minvalinde olduğunu anlatıyordu.


O bunları anlatırken fon müziği olarak zihnimde durmaksızın Loverboys adlı Kanadalı rock müziği grubunun 1981 yılındaki hit şarkıları “Working for the weekend/ Hafta sonu için çalışıyor” çalıyordu. Nihayetinde öyle değil miydi? Kimilerimiz hafta sonu tüm gün uyuyabilmek ya da daha geç uyanabilmek, kimilerimiz hafta sonu etkinliklerini satın alabilmek, kimilerimiz dört başı mamur kahvaltılar yapabilmek, kimilerimiz seyahat edebilmek, kır gezilerine çıkabilmek, spor yapabilmek, kurslara gidebilmek, ÖSYM’nin hazırladığı sınavlara girebilmek, hiçbir şey yapmamak için fakat hepimiz hafta sonu için çalışmıyor muyuz?

G. K. Chesterton, boş zamanın özgürlükle karıştırılmaması gerektiğini söyler. Zira ona göre birincinin varlığı hiçbir şekilde ikincinin mevcudiyetini garanti etmemektedir. Chesterton’a katılmamak elde değil zira hafta sonunun icat edilmesinin akabinde, bazı psikologlar evrensel boş zamanın, evrensel can sıkıntısı anlamına geleceğinden endişe ettiler. Bu sebeple çalışanların hafta sonunu nasıl değerlendireceklerine dair tavsiyeler, çizelgeler hazırlandı, etkinlikler tasarlandı, ürünler pazarlandı.

Weber’in Protestan Ahlakı ve Kapitalizm’in Ruhu kitabına bir nazire niteliğinde olan Hacker Etiği kitabında yeni bir iş etiği öneren Pekka Himanen, eski Protestan etiğinin “çalışma merkezci” yapısını, vakti optimize etmesini eleştirirken, artık bilgi ekonomisinde, vakti optimize etme idealinin iş yerinin dışındaki hayata da taşındığını söyler.

Ona göre, “İnsan artık boş vaktinde bile yalnızca ‘olmak’ için özgür değildir; ‘oluşunu’ en iyi şekilde icra etmelidir. Örneğin, ancak bir acemi rahatlama teknikleri üzerine bir kurs almadan rahatlamaya başlar. Hobi sahibi değil de yalnızca hobi meraklısı olmak, utanç verici bir şey olarak kabul edilir.”

Himanen, optimize edilmiş bir hayatta boş vakitlerin, çalışma vaktinin kalıplarını benimsediğini, evde geçen vaktin de en az işteki kadar sıkı bir şekilde saati saatine planlandığını söyler. “5.30-5.45, çocuğu antrenmana götür. 5.45-6.30, spor salonu. 6.30-7.20, terapi seansı. 7.20-7.35, çocuğu antrenmandan al. 7.35-8.00, yemek hazırla ve ye. 8.00-11.00, ailenle televizyon izle. 11.00-11.35, eşinle konuş. 11.35-12.35, gece şovunu izle.

Hapsetmeyi, bir bireyi hem fiziksel hareket özgürlüğünü kısıtlayarak hem de zaman yönetimi mefhumunu dahi elinden alarak bir mekâna sabitlemek olarak tanımlayabiliriz. O hâlde, böylesine optimize edilmiş, programlanmış, daha çok tüketmeye ayrılmış, kurgusal bir “boş vakit” olan hafta sonunun özgürlükle eş değer olduğunu söylememiz ne kadar doğru olur? Hafta sonuna ait olduğumuzu değil, ona sahip olduğumuzu, yalnızca ona sahip olmak için çalıştığımızı iddia edebilir miyiz?

Hafta sonu pazarı, çalışanlar için dev bir “uyandırma servisi” iken, kendi zamanımızı kendimizin yönettiğimizi söyleyebilmemiz ne derece mümkün olur? Yani... İcat edilirken dahi, işçilerin haklarını korumaktan çok, iş verenin ürettiği malları pazarlaması için bir vasıta olan hafta sonu mefhumunun, bizi bize bırakmasını, bize boş vakit kazandırmasını beklemek bir sanrı değil de nedir? O hâlde bitirirken o sihirli sözcüğü tekrar fısıldayalım: Mutlu hafta sonları.