Hac geride kalan her şeyi bırakıp gitmekmiş
Hacdan gelen oyuncaklar, saatler, kıyafetler, takılar, süs eşyaları… Hatta hacca giderken giyilen kıyafetler, biletler, orada kullanılan eşyalar… Fatih Ketancı uzun zamandan bu yana işte bu hacla ilgili malzemeler, nesneler, günlükler ve çeşitli efemera toplayan bir koleksiyoner. Binlerce parçadan oluşan bu önemli koleksiyon hac ile ilgili algımızın, düşündüklerimizin yıllar içindeki dönüşümüne mercek tutuyor. Ketancı ile her geçen gün büyüyen koleksiyonunu ve bu parçaların bir araya geldiğinde kendisine düşündürdüklerini konuştuk.
Uzun zamandır hac hatıraları biriktiriyorsunuz. Bu birikim geçen zaman içinde “hac”ın anlamı üzerine sizde nasıl bir etki oluşturdu?
1950’li 60’lı yıllarda basılmış, hac-umre usulünü anlatan menasik kitaplarından birinde, hacca gidecek kişinin ailesinin bir yıllık geçimini temin etmesi gerektiğini okumuştum. O an çok üzerinde durmamıştım ama bir süre önce, bir hatırat okurken nedenini anladığımı hissettim. Hac zor bir ibadet, yol da uzun ve meşakkatli... Eskiden hacca gidenler “ölümü” hatırlarından hiç çıkarmıyormuş.
Hacca gidenler helalleşir, borçlarını kapatıp gidermiş. Bugün belki bu devam ediyor ama bir husus var, o çok önemli. Hacdan geri dönemezsem ailem geçimini bir süre temin edip toparlansın, diye para bırakıyorlar. Hac için yola çıkan kişi; ailesini, evini, vatanını, sevdiklerini âdeta terk edip yola çıkıyor. O yolda karşılaştığı meşakkatler, açlık, susuzluk gözüne bile gelmiyor. Çünkü hac geride kalan her şeyi bırakıp gitmekmiş, biz bunu unutmuşuz.
Bugün 4-5 saatte Hicaz’a ulaşıp Kâbe’ye yakın, evlerimizden daha konforlu otellerde konaklıyor, dünya mutfağından seçkin yemekler tadıp haccımızı, umremizi tamamlıyor, geri dönüyoruz. Eskilerin hatıralarında, yazışmalarında sıklıkla yemek alışkanlıkları üzerine notlara denk geliyorum. Peksimetten bahsediyorlar mesela. Buradan giderken alıp gitmişler. Başka birisi fırından aldığı somuna biraz zeytini katık edip yemiş, bu yazmış mektubunda. Eskiler hep anlatır. Hacılar zayıflamış ve kararmış olarak geri dönermiş. Yolda ve Hicaz’da geçirilen ortalama bir aylık süre zarfında tüm alışkanlıklarınızdan vazgeçiyorsunuz. Hac aslında her şeyden arınma imkânıymış, fakat anlamını yitirmişiz.
Kâbe Yollarında filminin senaristi büyük romancı Tarık Buğra yola çıkmadan iki rekât namaz kılan hacı adayı için “Gazaya niyet eder gibi namazını kıldı.” diyor. Gazaya niyet edenle, ölmeyi göze alanla, ölmeye gidenle “tatile gider gibi giden” arasında büyük fark var. Ruh, hissiyat, duyuş ve tabii ki lezzet... Her şey çok farklı.
İkinci bir husus da şu: Yol. Hep anlatıyorum. Eskiden insanlar hacca gidebilmek için 20- 30 yıl, 40 yıl para biriktirirmiş.
- “Türkler yaşlanınca hacca gidiyor!” derler, yok öyle bir şey! Türkler fakir çünkü, hazırlığını tamamlaması 30-40 yıl sürüyor. Türk hacca gidebilmek için her şeyden vazgeçiyor. Sevdiği şeyi yemiyor, ceketi pantolonu yamalı, ayakkabısı 10 yıllık. Çünkü gözünü başka bir şeye dikmiş. Hayatının en uzun yolculuğuna hazırlanıyor.
Hac yolu hatıraları şehit hikâyelerimize çok benzer. Allah tüm kapıları açar, hikmet, irfan, sabır, güzellik bahşeder, olmayacak şeyleri oldurur. Sıradan insanların keramet gösterdiğine şahit olursunuz. Çünkü pek çok “sıradan” Müslüman; tarikat, ders, vird bilmeden, bu yola çıkabilmek için kendi nefsinden vazgeçmiş, uykusundan, rahatından, arzularından vazgeçmiş, adeta seyru sülukunu bu yolda tamamlamıştır. Yıllar süren hazırlık ve yolculuk onları öyle pişirir ki, nice ümmi Müslüman için bu yol kemale ulaştığı “tarikat” olur.
Hacca ilişkin pek çok âdetimiz var
Bugün kaybolan ancak geçmişte devam eden “hac” alışkanlıkları var mı? Bugün hâlâ devam eden hac geleneklerimiz var mı?
Cumhuriyet tarihi boyunca hacca ilişkin pek çok alışkanlık, âdet geliştirmişiz. Bunların bir kısmı Osmanlı döneminde ortaya çıkmış olmalı. Evlerin dış yüzeyine hac ile ilgili remizler koymak belki de bunların en bilineni. Mısır, Filistin ve Suriye’de de örnekleri görülen, Türkiye’de Kilis’ten Diyarbakır, Mardin’e kadar uzanan hat boyunca hacdan dönen kişilerin evlerinin kapısına veya duvarlarına Mekke- Medine görselli tabelalar yerleştirilir veya resimler yapılırmış. Bugüne ulaşan en güzel örneklerin Şanlıurfa’da olduğunu zannediyorum. Bu âdet Türkiye’nin pek çok yerinde farklı şekillerde var olmuş. Örneğin Yozgat’ta kapı yeşile boyanıp üzerine ay yıldız çizilirmiş. Orhan Seyfi Orhon’dan öğrendiğimize göre İstanbul’da da benzer şekilde kapılar yeşile boyanırmış.
Yoğunluklu olarak Bursa ve civarında görülen, “karşılama töreni” diyebileceğimiz, aile ve komşu kızların en güzel kıyafetlerle konukları ağırladığı, günlerce devam eden hacı tehniyesi ve “hacca gidenin dönüşüne şükür” mahiyetinde kesilen eşik kurbanı artık yok.
Hacı adaylarının yola çıkmadan önce yaşadıkları şehrin manevi sultanını ziyaret edip dua etmesi çok yaygın bir âdetti. İstanbul’da Eyüp Sultan Hazretleri, Bursa’da Emir Sultan Hazretleri, Kastamonu’da Şeyh Şaban-ı Veli Hazretleri örneğin... Günümüzde bu âdetin unutulmaya yüz tuttuğunu, hacı mevlidi, hacı yemeği gibi âdetlerin ise giderek azalsa da yaşamaya devam ettiğini zannediyorum. Hamdolsun, Türk bayrağı ile uğurlama ve karşılama yaşamaya devam ediyor.
Haremeyn temalı hediyeler, hatıralar
İnsanların Mekke ve Medine’den getirdikleri ürünler yıllara göre nasıl farklılıklar gösteriyor?
Türkler için hacdan gelen en kıymetli hediyeler, Efendimizin veya kutsal toprakların hatırasını taşıyan şeylerdi. Bunlar arasında; Kâbe’nin veya Hücre-i Saadet’in bakımı veya temizliği esnasında çıkarılan ve Gubar-ı Şerif denilen kalıplanmış toprak, çok küçük dahi olsa Kâbe örtüsünden bir parça, Cennet-ül Baki veya Cennet-ül Mualla’da metfun annelerimizin veya sahabe efendilerimizin kabirlerinden getirilen toprak vardı. Şifalı Medine toprağı da bu kıymette bir hediyeydi. Zemzem ve hurma da yine en kıymetli hediyeler arasında yer alıyordu. Bugün hâlâ pek çok kişi, Efendimizin yaşadığı topraklara olan hürmetinden dolayı Hicaz’dan gelen hurmaların çekirdeklerini atmak yerine saklamayı veya toprağa gömmeyi tercih eder. 1950-60 yılları arasında yazılan hatıratların birkaçında kadife kumaş hediye getirildiğinden bahsediliyor. O dönemde Türkiye’de zor bulunan bir kumaş, bu yüzden çok kıymetli. Kan taşından ay yıldızlı kolyeler, inci, gümüş yüzükler, üzerinde Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî resmi bulunan gösterişli sürmedanlar, deve kemiği veya acve hurması çekirdeğinden tespihler, pirinçten veya bakırdan mamul misk kutuları ile hacı miski o yılların en çok getirilen hediyeleri. Tespit ettiğim kadarıyla plastik nesneler 60’ların sonunda ortaya çıkıyor. Kullanılan malzeme sonraki yıllara göre çok dayanaklı. Sıklıkla Amerika, Belçika, İtalya, Japonya, Tayvan, Hong Kong gibi ülkelerin ürünlerine denk geliyoruz. O dönem hediyelerinden en çok hatırda kalanı sanırım stereoskopik hac dürbünleridir. İçerisine yerleştirilen yuvarlak kartuşlarla hac farizasını, ziyaret yerlerini üç boyutlu olarak gördüğümüz bu dürbünleri pek çok kişi hatırlayacaktır. Yine aynı dönemde Haremeyn temalı duvar halıları, seccadeler, levhalar ve gece lambaları, imamesindeki küçük mercekte Mekke-Medine resmi bulunan ahşap ve plastik tespihler, ezan okuyan cami formundaki saatler, çiçek, çoklukla gül desenli kadife karyola örtüleri, üzerinde Mekke’de ziyaret edilen çeşitli yerlerin resminin bulunduğu ipekli başörtüler getirmek çok yaygın. Aynı yıllarda getirilen elmalı, kirazlı bürümcük örtüler; Bursa’nın, Manisa’nın bazı ilçelerinde yaşlı insanlar arasında hâlâ çok popüler. O dönemde Türkiye’de bulamayacağınız kasetçalar, çok fonksiyonlu taşınabilir televizyon gibi çeşitli elektronik eşyalar da getirilen hediyeler arasında. Sonraki yıllarda plastik ürünler artıyor; Çin, Hicaz pazarına giriyor. Boncuklu desenli çantalar, televizyon şeklindeki dürbünler, renkli plastik tespihler, dijital saatli tükenmez kalemler daha çok bu dönemde görülüyor. Saat tüm zamanların en çok sevilen hediyelerinden birisi. Haremeyn görseli kapaklı cep saatlerinden 80’lerin en popüler nesnesi olan hesap makinesi gibi çeşitli işlevlere sahip saatlere kadar, pek çok farklı türde saat hediye olarak getirilmiş.
Bütün bunlara ilave olarak oyuncakları zikretmek lazım. 50-70’ler arasında popüler olan yabancı menşeili teneke oyuncakların bir kısmının hacdan getirildiğini zannediyorum. Robotlar, Razer Ruy Gun gibi ışıklı oyun tabancaları, kendi etrafında dönen arabalar ise kendi çocukluğumdan hatırladığım hediyeler.
Siz bu nesneleri nerelerden alıyor, topluyorsunuz?
Genelde antikacılar, sahaflar, bit pazarları ve çeşitli müzayedelerden topluyorum. Son bir iki yıldır ise arkadaşlarımdan ailelerine ait hatıralar, objeler ve çeşitli efemera hediye olarak gelmeye başladı. Hepsine müteşekkirim.
Bu bağlamda yine oradan gelen nesneler baz alınarak yürütülen akademik çalışmalar var mı? Hac psikolojisi, sosyolojisi gibi…
Bildiğim kadarıyla hacdan getirilen hediyeler üzerine herhangi bir çalışma yok. Benim yoğunlaştığım bir mesele. İnşallah bize yapmak nasip olur. Bunun dışındaki alanlarda çeşitli akademik çalışmalar yürütülüyor, kitaplar hazırlanıyor. Bu vesileyle, Mardin Artuklu Üniversitesinden Dr. Ali Bedir’in “Bir Toplumsal Hafıza Biçimi Olarak Hacc Anlatıları” ile Harran Üniversitesinden Dr. Fatma Çakmak’ın “Dinsel Bir İtibar Göstergesi Olarak Hacılık” isimli doktora tezlerini anmış olalım. Geçtiğimiz yıl, Kocaeli’de yaşayan diş doktoru Ayşegül Yelmer Hanım şahsi koleksiyonunda bulunan hac, umre, Mekke ve Medine konulu binlerce malzemenin bibliyografyasını içeren Hicaz Kitabiyatı ismiyle çok kıymetli bir eser yayınladı. Allah razı olsun kendisinden. Ayrıca, yakın dönemde Diyanet Vakfı Yayınları tarafından Hac Kitaplığı Serisi yayımlandı. Alanla alakalı çok önemli kitaplardan oluşan müthiş bir kaynak set.
Otobüs biletinin peşindeyim
Şu an elinizdeki koleksiyon ne durumda? Ne tür nesnelerden oluşuyor? Böyle bir arşivin saklanması, bakımı zor oluyor mu?
Koleksiyon; uçak ve vapur biletlerden pasaportlara, aşı kartlarından sağlık belgelerine, seyahat firması afişlerinden broşürlere, hacda ve yolda çekilmiş orijinal fotoğraflardan Türkiye’ye yollanmış kartpostal ve mektuplara, matbu hatıratlardan dönem gazete ve dergilerine, hacdan getirilen farklı dönemlere ait oyuncak ve her türlü hediyeden duvar halılarına, bavullardan zemzem bidonlarına, kadife kumaştan başörtüsüne, Hacı künyesinden seccadeye, 70’lerde hacı uğurlamasında kullanılmış Türk bayrağından hacı vapurlarına ait efemeraya kadar çok geniş bir skalada malzemeden oluşuyor. Hâlâ peşinde olduğum şeyler var. 1960’lı yıllarda Saraybosna’dan hacca giden bir Boşnak’ın pasaportu ve otobüs bileti nasip oldu ama henüz Türkiye’den bir otobüs bileti bulamadım. Koleksiyonu muhafaza etmek gerçekten zor. Şu an evin bir odası tamamen dolmuş durumda, ayrıca başka odalardan yer çalıyorum. En büyük talihim eşim Tuba hanım. Yüksek anlayışı ve desteği sayesinde bu koleksiyonu yapmak mümkün oldu. Allah kendisinden razı olsun.
Elinizdeki koleksiyonu kitaplaştırmayı düşünüyor musunuz?
Bir kitap projesi üzerine çalışmaya başladık. Kıymetli okurların duasına talibim.
Bu söyleşi sayfasında kullanılan tüm görseller Fatih Ketancı arşivinden alınmıştır.