Gözlerden ırak bir halk İsrail Arapları
İşgal altındaki Arapların gündemlerinden ve İsrail’in uyguladığı şiddetten etkilenseler de, İsrail vatandaşı olarak yaşayan Arapların, nispeten daha rahat ve özgür oldukları ifade edilebilir.
Yaklaşık 300 bin kişilik nüfusuyla İsrail’in üçüncü büyük şehri olan Hayfa, hem kıyısında kurulu bulunduğu Akdeniz’in hem de sırtını yasladığı Karmel Dağı’nın güzelliğini kendisinde toplamıştır.
Şehir merkezinden güneye ve doğuya doğru yapacağınız kısa seyahatler ise, sizi, daha çarpıcı bir güzelliğin kucağına bırakır: yemyeşil Filistin köyleri…
Birçoğu 1948’den sonra işgal edilmiş olan bu köylerde, Filistinlilerin evleri, okulları ve mezarlıkları hâlâ ayakta, ziyaretçilerini bekler durumdadır. Yol boyunca tek tük Arap köylerine de rastlarsınız. Bu ilginç çelişki, Ortadoğu’nun sıcak gerçekliklerinin size kendisini hatırlatması ve dayatmasıdır aslında.
Bu işgal ve terk edilmiş köylerden biri, Hayfa şehir merkezine yalnızca 7 kilometre mesafede yer alan Beled eş-Şeyh’tir, yani Şeyh’in Beldesi.
İsmini, Osmanlı döneminde bölgede yaşayan Şeyh Abdullah Sahlî’den alan köy, Ortadoğu’nun yakın tarihindeki en önemli aktörlerden bir “şeyh”e daha ev sahipliği yapmaktadır: Şeyh İzzeddîn el-Kassâm.
1880’de Suriye’nin Lazkiye kentine bağlı bir kasabada dünyaya gelen İzzeddin el-Kassâm, Osmanlı’nın dağılmasından sonra bölgeyi istila eden Fransız ve İngiliz güçlerine karşı direnişin önde gelen isimlerindendi.
Filistin’in İngilizler tarafından manda yönetimi altına alınmasıyla birlikte patlak veren çatışmalarda, Kassâm ve talebeleri hep ileri saftaydılar. Siyonist terör örgütlerinin Arap ve Müslüman ahaliye saldırmaya başlamasının ardından, İzzeddîn el-Kassâm da kendi askerî birliğini kurmuş ve işgale karşı direnişi bizzat örgütlemeye başlamıştı.
Nihayet 19 Kasım 1935’te beraberindeki az sayıda askerle şehit düştüğünde, Kassâm, Beled eş-Şeyh’teki mütevazı kabristana defnedilmişti.
31 Aralık 1947 gecesi 60’tan fazla sakini Siyonistler tarafından katledilen Beled eş-Şeyh, dört ay sonra, 25 Nisan 1948’de resmen işgal edildi. Köyde kalan az sayıda Filistinli bölgeyi terk ederken, onlardan kalan meskenler ve dükkânlar, Yahudiler tarafından sahiplenildi.
* * *
Beled eş-Şeyh’in hikâyesi, Filistin topraklarındaki binlerce köyünkine benziyordu. Burada vaktiyle yaşayan Arapların hikâyesi de öyle. İmparatorluk düzeninin birkaç yıl içinde darmadağın olmasından sonra, onların yüzyıllardır yaşadıkları sakin hayat da yok olup gitmişti.
Çoğu, atalarının yurdu olan toprakları terk edip başka ülkelere göç etmek durumunda kalmış, kısmen “şanslı” olan bazıları da kendilerine yaşayacak bir toprak parçası bulabilmişti.
Siyonist işgal güçlerinin etnik temizlik, soykırım ve tedhiş hareketleri sonucunda, Filistin’de yaşayan yüz binlerce Arap yok edilmiş ve sürgüne gönderilmiş olsa da, yine de bütün bir bölgeyi “temizlemek” mümkün olmamıştı.
15 Mayıs 1948 sabahı Arap ordularının birleşik saldırılarıyla karşı karşıya kalan İsrail devleti, yaklaşık sekiz ay sonra çatışmalar tamamen sona erdiğinde, artık rüştünü ispatlamış ve uluslararası alanda kabul görmüştü. 1948’deki ilk savaşla birlikte Batı Şeria ve Doğu Kudüs, Ürdün Krallığı’nın kontrolüne girmişti.
Ama “İsrail” olarak tescillenen yeni ülkenin sınırları içinde de 100 bin dolayında (farklı kaynaklar, bu rakamı 200 bine kadar çeşitlendirmektedir) Arap kalmıştı. İşte, günümüzde kendilerine “İsrail Arapları” veya “İsrailli Araplar” denilen nüfusun kısa (ve trajik öykülerle örülü) hikâyesinin başlangıcı böyleydi.
Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ün 1967’de İsrail tarafından işgal edilmesiyle, İsrail içinde yaşayan Arapların statüsü giderek daha fazla tartışma konusu olacaktı.
* * *
İsrail Merkez İstatistik Bürosu’nun geçtiğimiz yıl açıkladığı en yeni verilere göre, ülkenin toplam nüfusunun (8 milyon 842 bin) yüzde 20,9’u (1 milyon 849 bin) Araplardan oluşuyor. Tam olarak beşte birlik bir oran teşkil eden Arapların kahir ekseriyeti Müslüman.
İsrailli Araplar, ülke içinde böylesine önemli bir yekûn teşkil etmelerine rağmen, 1948’den bu yana, kâğıt üzerinde kendilerine verilen “eşit vatandaş” olma hakkını henüz elde edebilmiş değiller. Özellikle siyasi temsil noktasında, İsrail devlet düzeninin kendilerini kasten görmezden geldiği konusunda şikâyetçiler.
Siyasal temsil noktasında, İsrail’in geçtiğimiz 70 yılına göz attığımızda, karşımıza çıkan tablo ilginç: İsrail Parlamentosu’nda (Knesset) şimdiye kadar toplam 51 Arap vekil görev yaptı.
1966’da İsrail’in Arap bölgelerindeki askerî yönetim ve olağanüstü hâli resmen kaldırmasıyla siyasete katılım artsa da, Araplar, Knesset’e temsilci göndermekte her zaman çekingen davrandılar. Hadaş, İlerlemeci Hareket, Arap Ulusal Hareketi (Taal) ve Beled gibi ünlü siyasi oluşumlar bünyesinde görev yapan Arap vekiller, çoğunlukla sol-sosyalist çizgiye mensuptular.
2013’te, toplam 120 üyeye sahip Knesset’te 11 Arap vekil vardı. 2015 genel seçimlerinden önce, Arapların meclisteki varlığını kısıtlamak için çıkarılan yüzde 3,25 baraj şartı, Arap vekilleri ortak listeyle seçime girmek zorunda bıraktı.
Sonuçlar açıklandığında, birleşik Arap listesinin 13 vekil kazandığı görüldü. 5 Arap vekil de, İsrail’deki diğer partilerin listelerinden seçilmişti. Knesset’te günümüzde 18 Arap vekil görev yapmakta ve bu oran, meclisin toplam üye sayısının yüzde 15’ine denk gelmektedir.
Arapların ülke nüfusu içindeki oranıyla kıyaslandığında, bu rakamın adaletli bir temsil olduğunu söylemek mümkün değildir. Bunun üzerine bir de Arap vekillerin, meclisin çalışmaları sırasında karşılaştıkları çeşitli engellemeleri, soruşturmaları ve hak ihlallerini eklediğimizde, İsrailli Araplara verilen siyasi hakların, uygulamada ciddi çelişkiler içerdiği söylenebilir.
* * *
İsrail Araplarının en yoğun yaşadıkları bölgeler Hayfa (merkezde yüzde 20, güney dış semtlerde yüzde 70), Akkâ (toplamda yüzde 25, sur içinde yüzde 95), Lud ve Ramle (yüzde 20) olarak sıralanabilir.Tel Aviv bölgesindeki Arap nüfus ise yüzde 2 dolayındadır.
İşgal altındaki Arapların gündemlerinden ve İsrail’in uyguladığı şiddetten etkilenseler de, İsrail vatandaşı olarak yaşayan Arapların, nispeten daha rahat ve özgür oldukları ifade edilebilir.
Buna rağmen, İsrail toplumunda karşılaştıkları ayrımcılıklar, belediye hizmetlerinin yetersizliği başta olmak üzere günlük hayatlarında yaşadıkları mahrumiyetler, İsrail Arapları tarafından dile getirilen başlıca hususlardır.
Ancak yine de Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te yaşayan Araplarla kıyaslandıklarında, hayatlarının rutinini etkileyen sık ve somut engellemelerle karşılaşmadıkları kaydedilmektedir.
Kurulduğu topraklarda bulunan Arap nüfusu yönetme konusunda, İsrail’in böylece üç farklı yöntem kullandığı ortaya çıkmaktadır:
- 1) Kendi içinde yaşayan Arap nüfusa nisbî bir konfor hazırlayarak, onları diğer Araplardan ayrıştırmak,
- 2) Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te olduğu gibi, işgali somut şekilde hissettirerek, bağımsız bir Filistin devletinin oluşumunu fiilen engellemek,
- 3) Gazze’ye uygulanan abluka.
Bu üç yöntem, İsrail’in direkt veya dolaylı yönden kontrol altında tuttuğu bütün Filistin coğrafyasındaki Araplar arasında ayrışma ve rekabetler körüklemekte, özellikle siyasi anlamda aralarında bir türlü uzlaşma sağlayamamalarına yol açmaktadır.
İsrail topraklarında yaşayan Arapların da, siyasi iddia taşıdıkları ve işgalle yüzleşmeyi seçtikleri takdirde, çeşitli yaptırımlarla karşı karşıya kaldıkları vakidir. Bu bağlamda:
Kamuoyunun yakından tanıdığı Şeyh Râid Salah liderliğindeki “1948 Filistin İslami Hareketi” isimli oluşum, İsrail işgaline karşı mücadele veren çeşitli kurumların en büyüğü ve etkilisidir.
İslami hareket mensupları, İsrail tarafından baskı ve kovuşturmaya uğrayan kesimlerin başında gelmektedir. Buna ilaveten, özellikle 1980’lerin ilk yarısında İsrail askerlerine karşı düzenlenen çeşitli eylemlerin sanığı olan Filistinlilere, İsrail tarafından uzun süreli hapis cezaları verilmiştir.
Bunlar arasında, 1983’ten bu yana tutuklu bulunan Hayfa asıllı Kerim Yunus, 35 yıldır hapiste olarak “dünyanın en uzun süreli siyasi mahkûmu” unvanına sahip olmuştur.
* * *
İsrail’le ilgili değerlendirmeler genellikle Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze’deki Arapların ve Filistinlilerin durumuna yoğunlaştığından, İsrail içindeki Arap nüfusla ilgili bilgiler, ülkemizde son derece kısıtlıdır. Bu konu üzerine yapılacak derinlikli araştırmalar ve okumalar, İsrail toplumsal yapısının ve siyaset mekanizmasının daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.