Görgülü kuşlar gördüğünü işler, görmedik kuşlar ne görsün ki ne işler

Erken kalktım işime, şeker kattım aşıma. Bayram sabahı çeşmeden akan bu su, zemzem olsun, şifa olsun guzuma.
Erken kalktım işime, şeker kattım aşıma. Bayram sabahı çeşmeden akan bu su, zemzem olsun, şifa olsun guzuma.

Ben küçükken köyde henüz şebeke suyu olmadığı için bayram sabahı babaannemin tulumbadan çektiği suyu üzerimize, evin dört bir köşesine, duvarlara, yerlere serptiğini, sonra, erkekler bayram namazından gelmeden dedemin şehirden getirdiği “bayram kokusunu” kürekte yakıp tüm odalarda gezdirdiğini hatırlıyorum.

Sabahın en karanlık anı… Saati tam olarak kestiremiyorum, nefesimi tuttum bekliyorum. Evde on dört kişiyiz fakat en ufacık bir ses, hiç olmazsa fısıltı, o da olmazsa bir tıkırtı duymuyorum. Bir tek kalp atışlarım… Pencerem ardına kadar açık olmasına rağmen sokağım da bu sessizlik oyununa iştirak ediyormuşçasına kıpırtısız. Sanıyorum ki kâinatta her şey ve dahi herkes o anı beklemekte… Sonra yan odanın kapısı açılıyor… Ve yaklaşıyor yaklaşmakta olan… Ayak seslerinden, nefes alıp verişinden “onun” uyandığını anlıyorum. Ayak sesleri benim için navigasyon hükmünde. Önce banyoya girip abdest alıyor. Sonra mutfağa gittiğini işitiyorum. Musluğun sesini duyuyorum nihayet. Pikemi olabildiğince siper ediyorum kendime ve bekliyorum… Adımları evin dört bir köşesini dolaşıyor, kapı açma seslerini homurtular takip ediyor. Önünde hiçbir şey bırakmamacasına ilerlediğini biliyorum. Sonra adım sesleri duruyor. Kapım açılıyor, ağır adımlarla yatağıma yaklaşıyor, kulağıma eğilip mânisini okuyor, “Erken kalktım işime, şeker kattım aşıma. Bayram sabahı çeşmeden akan bu su, zemzem olsun, şifa olsun guzuma.” Pikemi açmamı beklediğini bildiğimden kaybedeceğim bir mücadeleye hiç girmemek için yavaşça aralıyorum. O da üzerime elindeki tastan su serpiyor…

Erken kalktım işime, şeker kattım aşıma. Bayram sabahı çeşmeden akan bu su, zemzem olsun, şifa olsun guzuma.
Erken kalktım işime, şeker kattım aşıma. Bayram sabahı çeşmeden akan bu su, zemzem olsun, şifa olsun guzuma.

Babaannem ona da kendi babaannesinden, annesinden emanet olan bu bayram geleneğini yarım asırdır hiç aksatmadan uygulamış olmanın huzuru ile mutfağa doğru ilerlerken hane halkı da gün ışımadan hareketlenmeye başlıyor. Babaannemin “sulu” bayram seremonileri bir önceki günden başlıyor fakat. Arefe günü hepimizi tek tek banyoya uğurlarken “Arefe şerefe suları yusun (yumak/yıkamak), arılık duruluk suların olsun, ömrün su gibi aziz olsun” diyor.

Ben küçükken köyde henüz şebeke suyu olmadığı için bayram sabahı babaannemin tulumbadan çektiği suyu üzerimize, evin dört bir köşesine, duvarlara, yerlere serptiğini, sonra, erkekler bayram namazından gelmeden dedemin şehirden getirdiği “bayram kokusunu” kürekte yakıp tüm odalarda gezdirdiğini hatırlıyorum. Belki de bu yüzden çocukluğumdan kalma bütün bayram anılarım bu tütsülenmiş koku ile geliyor bana.

  • Burnumun ucuna kadar gelen tütsülenmiş bayram kokusunu bertaraf edip nihayet mutfağa gittiğimde annemle bayram için bize gelen amcamlar ve kuzenlerim ile kahvaltı sofrasına nasıl sığacağımızı planlıyoruz. O sırada ocakta höşmerim kavuran babaannem rahmetli dedemin bayram namazından sonra kahvaltıya tüm cemaati davet ettiğini anlatıyor. “Deden rahmatlı hep ‘Misafir on kısmetle gelir; birini yer dokuzunu bırakır’ derdi. Bayram sofrasına yalnız oturduğumuz olmadı. Ben de her bayram daha erkekler namazdan gelmeden höşmerimi kavurup, yufkalara dürer komşulara dağıtırdım. Guzum hepsi bitti gitti işte. Eskiden bir devenin yürüyüşü kaldı. Şimdi sofralar büyüdü, öte beri çoğaldı ama yine de bir sofraya sığışılmıyor… Bırak sığışmayı bazı (bazen) sofraya sığışacak adam bulunmuyor.”

Babaannemin “ah nerde o eski bayramlar” temalı nostaljik söylevini haksız bulan ablam “ama babaannem” diyor. “Bazen insan, tanıdığı tanımadığı tüm akraba, eş dost, hısım ile bayramlaşmaktan kendi çekirdek ailesiyle vakit geçiremiyor, bayramlaşamıyor. Belki bu yüzden insanlar bayramlarda kendi kendine kalmak istiyor.” Babaannem ocaktan aldığı höşmerimi tabaklara pay ederken tek kaşı havada, “Yavrum adam adama gerek olmasa her biri bir dağ başında olurdu” diyor. “Bayram insanla bayram olur ancak. Bayram insanla öğrenilir. Eğer göreceği biri kalmazsa insan, nasıl öğrenir? Görgülü kuşlar gördüğünü işler yavrum. Görmedik kuşlar ne görsün ki ne işler? Sen bayramı bayram yapan âdetleri, görenekleri yaparsan, yaşarsan ancak bastığın yer bayram olur. Yoksa adımların çorak tarlada ıssız kalır.”

Babaannem her daim bastığı yerleri bayram yapanlardan… Biz de bastığımız yeri bayram yapabilmek için belki, bir gün onun bıraktığı yerden adımlarını takip ederek bayram sabahı çeşmeden doldurduğu tası devralacağımız, “Erken kalktım işime, şeker kattım aşıma. Bayram sabahı çeşmeden akan bu su, zemzem olsun, şifa olsun guzuma” diyeceğimiz o günü bekliyoruz…