Gördüklerime inanmak istemedim

Uyandığımda telefonumda birikmiş bildirimleri görüp şok yaşıyorum. Yüzüme hızlıca su çarptıktan sonra valizin içindeki eşyaları savurup yerine deprem bölgesinde giyilebilecek giysiler koyup fotoğraf makinemi ve ekipmanlarımı hazırlıyorum.
Uyandığımda telefonumda birikmiş bildirimleri görüp şok yaşıyorum. Yüzüme hızlıca su çarptıktan sonra valizin içindeki eşyaları savurup yerine deprem bölgesinde giyilebilecek giysiler koyup fotoğraf makinemi ve ekipmanlarımı hazırlıyorum.

Günlerden 6 Şubat gece yarısı… Sabah 07:55’te Diyarbakır’a uçağım var, içimden kendime “Yat uyu artık yarın yorucu bir gün olacak, dinlen.” diyorum. Diyarbakır’daki sergimizle alakalı yapılacak çekim için çiçekli elbisemi koyduğum valizimi hazırladıktan sonra alarmımı 5’e kurup yatıyorum.

Uyandığımda telefonumda birikmiş bildirimleri görüp şok yaşıyorum. Yüzüme hızlıca su çarptıktan sonra valizin içindeki eşyaları savurup yerine deprem bölgesinde giyilebilecek giysiler koyup fotoğraf makinemi ve ekipmanlarımı hazırlıyorum. Hızlı bir telefon trafiğinin ardından havalimanındayım. Bütün uçaklar iptal, içimden bir an önce bölgeye gidebilmek için sürekli dua ediyorum. Diyarbakır’a iner inmez yıkılan 7 binadan biri olan Hisami Apartmanı’ndayım. Enkazın üzerinde arama kurtarma faaliyetleri devam ediyor. Güvenlik şeridinin ardındaki kalabalık endişeyle olan biteni izliyor. Arama kurtarma çalışmaları devam ederken gerçekleşen 7,6 büyüklüğündeki deprem panik yaratıyor. Bazı arama kurtarma gönüllüleri panikle enkazın üstünden atlamaya çalışırken insanlar çığlık çığlığa kaçışıyor. O esnada sakin kalıp fotoğraf ve video çekmeye çalıştım. Depremin hemen ardından güvenlik güçleri önlemleri artırdı. Gün boyunca Diyarbakır’da yıkılan diğer enkazları ziyaret ettim. Bir yandan sağ çıkarılan vatandaşların sevincini yaşarken diğer yandan hayatını kaybedenlerin ailelerinin feryatları kulaklarımda çınlıyor. Gecenin 3’üne kadar enkaz başındaydım, güvenli bir çatı altında biraz dinlenmem gerekiyordu. Gözlerimi kapattıktan kısa süre sonra bir deprem daha oldu fakat öncekiler kadar güçlü değildi. Artçıların uzun süre devam edeceği söylendi.

Elimizdeki tek bilgi oradaki arkadaşlarımızın sözleriydi: “Adıyaman’da durum çok kötü!”
Elimizdeki tek bilgi oradaki arkadaşlarımızın sözleriydi: “Adıyaman’da durum çok kötü!”

Depremin ikinci gününde sabahın erken saatlerinde Adıyaman’a geçmek için müdürlerimle görüştüm ve organize olduk. Adıyaman’da bulunan arkadaşlarımıza “Ne getirelim?” diye sorduğumuzda mazot ve yiyecek dediler. Diyarbakır’daki durum Adıyaman’a göre çok daha hafifti, marketler ve benzin istasyonlarından alışveriş mümkündü. Adıyaman’a gitmeden önce orayla alakalı net bir bilgi almak istiyorduk ama ne internetten ne de haberlerden hiçbir şey öğrenemedik. Sosyal medyada karşıma enkaz altından video çekip “Beni kurtarın” diyen vatandaşların videoları çıkıyordu. Elimizdeki tek bilgi oradaki arkadaşlarımızın sözleriydi: “Adıyaman’da durum çok kötü!”

Adıyaman’a girdiğimizde gördüklerime inanmak istemedim. İlk enkazda durduk. Gözümüzün önünde aynı aileden 6 kişinin cesedi yakınları tarafından enkazdan çıkarıldı. Şehir merkezine doğru ilerlediğimizde neredeyse iki binadan birisi yıkılmış, ayakta kalanlarda ise büyük hasarlar oluşmuştu. Valiliğin önü, bölgedeki arkadaşımızla buluşma noktamızdı. Adıyaman Merkez’in ana arterlerinden biri olan Atatürk Bulvarı’nda trafikten ilerlemek mümkün değildi. Valiliğe ulaşabilmek için ara sokaklara girdik fakat yıkılan binalardan dolayı araçla ilerleyemedik. Arabayı park edip yürümeye başladık. Ana cadde üzerinde çok fazla enkaz vardı. Bir kısmının üzerinde arama kurtarma çalışmaları yapılıyordu. Elimde fotoğraf makinesini gören insanlar “Gel çek, sesimizi duyur!” diyordu. İnsanlar yanıma gelip enkaz altında olan yakınlarından bahsediyordu. Başımıza geleninin ne kadar büyük bir afet olduğunu işte o zaman anladım. Enkazların arasından geçerek ilerlemeye başladık. Ambulans sesleri, korna sesleri, feryatlar gökyüzünde yankılanıyordu. Distopik bir filmin ortasında gibiydim. 2021 yılında İzmir’de yaşanan depremi de gazeteci olarak takip etmiştim ama burada gördüklerim hiçbir şeye benzemiyordu.

Bir yandan sağ çıkarılan vatandaşların sevincini yaşarken diğer yandan hayatını kaybedenlerin ailelerinin feryatları kulaklarımda çınlıyor.
Bir yandan sağ çıkarılan vatandaşların sevincini yaşarken diğer yandan hayatını kaybedenlerin ailelerinin feryatları kulaklarımda çınlıyor.

Valiliğe yaklaştığımda hummalı bir arama kurtarma çalışmasının sürdüğü bir enkazın başında genç bir beyefendi gördüm. Üzgün ama dirayetli şekilde enkaz çalışmalarını izliyordu. Kendisine geçmiş olsun diyerek başladım söze, tanıştık. Tesadüf bu ya konuşurken eşimin arkadaşı olduğunu öğrendim. Enkazın altındaki ablasıyla sesli iletişim kurulduğunu, onun çıkarılmasını beklediklerini söyledi. Ben de ailesiyle birlikte 5 saat kadar çalışmaları takip ettim. Beklediğimiz süre içerisinde ailenin diğer üyeleriyle de tanıştık. Dilim döndüğünce onları teskin etmeye çalıştım. Orada sadece gazeteci değildim, önce insandım. Duyguları olan, gözleri dolan, aklına mukayyet olmaya çalışan bir insan... Bir yandan da onlar için manevi bir dayanak olduğumu hissediyordum. Depremin 41. saatinde ailenin mucizesi Feryal Çavuş Yaşar enkazdan sağ salim çıkıp ambulansa bindirildi. Ambulansın kapılarının kapanmasının ardından aileyle kucaklaştık. Bana teşekkür ettiklerinde “Asıl ben teşekkür ederim, ben ne yaptım ki?” dedim. Hamdettim. Anladım ki insanların teskin edilmeye ihtiyacı vardı.

Tanık olduğumuz acı o kadar büyüktü ki ancak dua ederek ve birbirimizle konuşarak insan olduğumuzu hatırlıyorduk.
Tanık olduğumuz acı o kadar büyüktü ki ancak dua ederek ve birbirimizle konuşarak insan olduğumuzu hatırlıyorduk.

Arama kurtarma esnasında adrenalin yükseldiği için üşüdüğümü unutmuştum. Hava dondurucu soğuktu. Uzun saatler ayağımda olan botlarımın içindeki çoraplar nemlendiği için parmak uçlarımı hissetmiyordum. Enkaz başında yakınlarını bekleyen ailelerin enkazlardan topladığı tahtaları yakarak ısınmaya çalıştığı ateşin başına geçtim. Oradayken yüreğimi ateş gibi yakan bir şey oldu. 5-6 saat öncesinde, hava henüz kararmamışken yaşlı bir amcayı görmüştüm. Telaşlı bir şekilde Cezayirli arama kurtarma ekiplerine bir şey anlatmaya çalışıyordu. Yanlarına gidip tercümanlık yaptım. Amca, oğlunun naaşının enkazda sıkıştığını ve onu çıkarmak için Cezayirli ekipten yardım istediklerini söylüyordu. Ekibe amcanın derdini anlattım, birlikte gidip naaşın yerini gösterdik. Gördüklerimi unutamıyorum. Öylece duruyordu orada… Ailesi ona bakıyor ama çekip çıkaramıyordu. Sonra üzerini örttük. Cezayirli ekip çalışmalarına başlarken ben onlardan ayrıldım. Gece vakti o ateşin başında amcayı yine gördüm ve kalbime bir ağırlık çöktü. Amca yanıma gelip “Kızım hâlâ çıkaramadılar,” dedi. Ekibe yeniden sordum, önce ses ve ısı alınan enkazlarda çalışma yaptıklarını söylediler. Bunu amcaya nasıl söyleyeceğimi uzun süre düşündüm. Zordu. Çok zor!

Beklediğimiz süre içerisinde ailenin diğer üyeleriyle de tanıştık. Dilim döndüğünce onları teskin etmeye çalıştım. Orada sadece gazeteci değildim, önce insandım. Duyguları olan, gözleri dolan, aklına mukayyet olmaya çalışan bir insan...
Beklediğimiz süre içerisinde ailenin diğer üyeleriyle de tanıştık. Dilim döndüğünce onları teskin etmeye çalıştım. Orada sadece gazeteci değildim, önce insandım. Duyguları olan, gözleri dolan, aklına mukayyet olmaya çalışan bir insan...

Valiliğin önüne gidip aracımızın içinde biraz ısındım, çektiğim fotoğrafları gönderdim hızlıca. Sonrasında eşyalarımı yüklendim ve karanlıkta flaşımı yakarak enkaz enkaz dolandım. Her yer zifiri karanlıktı. Bazı enkazların önünde arama kurtarma çalışması yoktu. Öyle bir yoldu ki Adıyaman’da son durumu soran arkadaşlarıma ağlayarak attığım bir ses kaydında “İnsanın Allah’a inancı olmasa kafayı yer, öyle bir yerdeyim şu an.” diye başlayıp “Elhamdülillah” diye devam etmişim. Aynı cadde üzerinde karanlığın ortasında yürürken ağlayarak attığım ses kaydında “Allah’ım bir umut!” derken 5 dakika sonrasında üç buçuk yaşında bir çocuk ve annesinin 45 saat sonra enkazdan sağ çıkarılışına tanık oldum. Deprem bölgesinde saatler her şeydi. Anlattıklarımı anlamanız biraz zor olabilir. Çünkü biz beş duyumuzla hissettik orayı. Gördük, işittik, kokladık… Burnumuza gelen ceset kokularıyla tattık acıyı… Biz depremzedelerin omzuna dokunduk onların acısı bize dokundu. O kadar çok acı vardı ki! Bu gerçekle yüzleşmem gerekiyordu.

Gönüllüler bekleyenlere kek, sıcak çorba ve su ikram ediyordu. Tüm bu acıların ortasında yaralara derman olmaya çalışıyorlardı. Ufacık bir yardımda bulunmak için canla başla çalıştılar. İnsanlığa olan inancımı güçlendirdiler. JAK, Madenciler, UMKE, askerler, polisler ve birçok STK’mız… Gittiğim hemen her enkazda onlarla karşılaştım. Kimisiyle enkaz başında uzun saatler sohbet edip tanış olduk. “Adıyaman Kardeşlik” grubu bile kurduk. Tanık olduğumuz acı o kadar büyüktü ki ancak dua ederek ve birbirimizle konuşarak insan olduğumuzu hatırlıyorduk.

Ufacık bir yardımda bulunmak için canla başla çalıştılar. İnsanlığa olan inancımı güçlendirdiler. JAK, Madenciler, UMKE, askerler, polisler ve birçok STK’mız…
Ufacık bir yardımda bulunmak için canla başla çalıştılar. İnsanlığa olan inancımı güçlendirdiler. JAK, Madenciler, UMKE, askerler, polisler ve birçok STK’mız…

5 günün sonunda Adıyaman’dan Ankara’ya döndüm. Buraya ayak bastığımda geri dönmek istedim. Hayata adapte olmak kolay olmadı. Öyle ki dönüşümden iki hafta sonra bölgeye yeniden gidiyorum. Yaraların bir nebze de olsa sarılmış olmasını umut ediyorum. Önceden sadece türküsünü bildiğim Adıyaman’ın bende artık çok farklı bir yeri var. Orada tanıştığım, omuz omuza çalıştığımız gazetecilerden arama kurtarma ekiplerine, sağlıkçılara bölgeye gelen yardım gönüllülerine kadar hepsinin yeri bambaşka... Hele ki kendi acısına rağmen oradaki çalışanlara çay çorba ikram eden onurlu Adıyaman halkı… Onların yeri kalbimde çok ayrı… Allah bizi güzel günlerde buluştursun inşallah...