Gezmek, insanın kendi iç dünyasına yolculuğudur
Gezmek sadece zenginlerin, ekonomik durumu iyi olanların tekelinde değil. Çok kısıtlı imkânlarla birçok yeri gezip görmenin mümkün olduğunu yaşayarak anladım. Özellikle üniversite öğrencileri gezmek için okula ara vermek zorunda değilsiniz. İş hayatına atılıp seyahat için para kazanmayı beklerseniz çok geç kalabilirsiniz.
Lise yıllarımda, Maraş’ın sokaklarında, köylerinde başladığım geziler benim için giderek bir tutkuya dönüştü.
Özellikle üniversite döneminde otostopla Türkiye’yi baştan sona gezdim, diyebilirim. Yatılı okulda okurken hafta sonları köye dönmek için kullanmak zorunda kaldığımız bir ulaşım imkânıydı bizim için araçlara el kaldırıp binmek.
Bir kavşakta bazen dakikalarca bekleyen bazen başparmağını kaldırıp umudunu tazeleyen üç lise öğrencisinin şehirden köye, ailesine ulaşma mücadelesiydi bu. Maraş-Gaziantep güzergâhındaki bu mecburiyet, üniversitede tam anlamıyla bir serüvene dönüştü.
Gezmeyi seviyordum ama herkes gibi bir üniversite öğrencisiydim aslında. Gezgin olmak için ne okulu bıraktım ne de derslerimi aksattım.
Ülkemin dağlarını, denizlerini, köylerini, Anadolu bozkırlarında kıvrılan trenleri, ekmeğini paylaşan çobanları ve yorgun şoförleri, zeybek oynayan, halay çeken, horon tepen yiğitleri, ırmakları, çeşmeleri, camileri, şehirleri tanıdıkça daha çok sevmeye başladım Anadolu’yu.
İstanbul’u, Süleymaniye’yi, Üsküdar’ı… Sakarya Nehri’ni, Balıklı Göl’ü, Ürgüp’ü, Pamukkale’yi, Mevlana’yı, Zap suyunu, Uludağ’ı, Toroslar’ı gezip gördükçe vuruldum ben bu coğrafyaya.
Bir cennette yaşıyoruz; ama tatil günü evinizde, bilgisayarın, telefonun ya da televizyonun karşısında ya da bir kafe köşesinde pinekliyorsanız; “Nerede kardeşim bu cennet” diyebilirsiniz. Her pazar çoluk çocuk aynı piknik alanında mangal kurup “Ete zam geldi, tavuk kanatla idare” muhabbetindeyseniz, elbette ki yaşadığınız coğrafyanın farkına varmazsınız.
Gezmek zengin işi değil
Gezmek sadece zenginlerin, ekonomik durumu iyi olanların tekelinde değil. Çok kısıtlı imkânlarla birçok yeri gezip görmenin mümkün olduğunu yaşayarak anladım. Özellikle üniversite öğrencileri gezmek için okula ara vermek zorunda değilsiniz. İş hayatına atılıp seyahat için para kazanmayı beklerseniz çok geç kalabilirsiniz.
Ön yargılarınızı bir kenara bırakın ve kendi şehrinizden başlayın gezmeye. Yaşadığınız şehri gezip tanıdıkça başka şehirlerin, kapısını açmış sizi beklediğini göreceksiniz. Bir süre sonra haritaya baktığınızda Türkiye’de gezmediğiniz birkaç şehrin kaldığını görmeniz işten bile değil.
İlham kaynağım Evliya Çelebi olsa da, dedim ya ben bir seyyah değilim. Sadece zahmeti göze alıp yola çıkmaya cesaret ettim. Yıllardır dar zamanlarda, kısıtlı bütçeyle gezmeye çalışıyorum. Her şeyi bir kenara bırakıp macera olsun diye nerde akşam orada sabah tarzında yaşayan biri hiç değilim.
Bugün Paris’e, haftaya Londra’ya gidecek kadar ne zamanım ne de bütçem oldu. Trenlere kaçak binmek için cambazlık yapan ya da günlerce internette ucuz promosyon bileti arayan biri de olmadım hiç. Herkes gibi sabah işe gidip akşam evine dönen, çocuklarını parka götüren bir babayım.
Haftada bir gün halk pazarına, kıraathaneye, çayhaneye uğruyorum. Bayram seyranda hısım akraba ziyaretini ve dostlarını ihmal etmemeye çalışan, okuyan, yazan biriyim. Ama imkânları ve şartları zorlayarak, gezmeye, başka dünyaları tanımaya çalıştım. Yaşadığım şehirleri ve ülkemi köşe bucak gezdim. Şimdi başka ülkeleri gezmeye çalışıyorum.
Gezmeye ilk başladığım yıllar kendime bir güzergâh belirleyip yola çıkıyordum. Zamanla haritanın ve güzergâhla ilgili bazı bilgilerin şart olduğunu anladım. Ben seyahat planlarımı mutlaka bir harita üzerinde yaparım. Gideceğim güzergâhla ilgili küçük de olsa araştırmalar yaparım.
Güzergâhımda bulunan şehirlerle ilgili resmî kurumların internet sitelerinde kısa bir gezinti yaparım; ama kesinlikle gezi blogları, gezi sitelerine uğramam.
Zaten büyük çoğunluğu “Nerede ne yenilir, ne içilir?” odaklı yazılar. Bu noktada İstanbul gibi doğru dürüst kent rehberi olan şehrimiz çok nadir. Bazen okuduğum bir kitap çiziyor güzergâhımı.
İstanbul, Ankara, Konya, Bursa’yı farklı dönemlerde gezmiştim; Tanpınar’ın Beş Şehir’ini okuyunca kitabı tamamlamak için rotayı Erzurum’a çevirdim.
Gezilerimin büyük çoğunluğunu tatillerde memleketime dönerken yaptım. Otogardan bilet alıp akşam otobüse binip sabah memlekette inmedim. Mesela kışın Uşak’ta sebze meyve haline gidip Antalya istikametine giden bir kamyon buldum, Antalya’yı gezdim.
Ertesi gün Antalya halinden bir araç bulup Mersin’i, Adana’yı gezdim. Maraş’tan Denizli’ye kumaş taşıyan bir tır ayarladım ve Denizli’yi gezip Uşak’a döndüm. Üniversitede Aydınlı bir arkadaşıma Aydın’ı merak ettiğimi, gezmek istediğimi söyledim. Böylece hem Aydın’ı gezdim hem de Egeli bir ailenin sofrasına oturdum, kültürünü tanıdım. Bazı şehirleri bu şekilde gezdim.
İnsanı gezmeye çağıran elbette ki doğa ve tarih; ama benim yolculuğum daha çok insan ve kültür odaklı. Mesela Galata Kulesi kadar Hezarfen’i, kulenin dibindeki simitçinin hikâyesini merak ediyorum. Eyfel Kulesi’nden çok Marsilyalı balıkçıları görmek istiyordum. Sonuçta öyle de oldu: Gittim ve onları gördüm.
Geçtiğimiz yaz
Geçtiğimiz yaz çantamı sırtıma alıp çıktım yola. Yunanistan, İtalya, Malta, Sicilya ve Sardinya Adası ve Fransa’nın güney şehirlerinde yaklaşık bir ay boyunca gezip döndüm.
Bütün bu ülkeleri otostopla gezdim. Yollarda beklediğim çok oldu; ama hiçbir zaman yolda kalmadım. Otostop (hitchhiking) Avrupa’da çok yaygın olsa da son yıllarda araçla kalabalıkların arasına dalıp felakete yol açan olaylar nedeniyle çoğu kimse risk almak istemiyor.
Bu nedenle daha çok limanlarda bulunan gümrük çıkışlarında, dinlenme noktalarında, petrol istasyonlarında kendimi anlatıp tanıtarak ulaşım sorununu çözdüm. Yeri geldiğinde tren ve vapur kullandım.
Avrupa’da resimlerini gördüğümüz, hayranlıkla anlatılan müzeleri, binaları, meydanları değil. Yani Roma’da herkesin turla gidip gördüğü Aziz Petrus Meydanı, Vatikan müzelerini değil; köyleri, tarlaları, dağları, fabrikaları gezdim.
Filmlerde, haberlerde, gazetelerde, sosyal medyada gösterilen Avrupa’nın dışındaki Avrupa’yı merak ediyordum.
Avrupa köylüsü, çiftçisi, fabrika işçisi, dilencisi; kısacası Avrupa’nın taşrası nasıl yaşıyor, bunu anlamaya çalıştım. Bu insanların sofralarına oturdum. Kahvelerini içtim.
Gün oldu Selanik’te şeftali hasadı yapan köylülerle şeftali topladım. Gün oldu Bari’de incir toplayan bir ihtiyar kadına yardım ettim. Gün oldu Marsilya’da aracının lastiğini değiştiren bir adama yardım ettim.
Kapı komşumuzla bile iletişim kurmakta zorlanırken; bu insanlarla nasıl iletişim kurabildin, diyebilirsiniz. Sırtında çanta ile gezen birine hemen her yerde kapılar açılıyor.
İnsanların ilgisini çekiyor otostopla gezen biri. Biraz tebessüm ve bir selamla başlıyor iletişim. Yunanistan’da birçok kişi Türkçe biliyor.
Türkçe bilmeyen İngilizce biliyor. Biraz İngilizce biliyorsanız, dünyanın her yerinde konuşup anlaşabiliyorsunuz zaten. Ben 25-30 yaşında sınavlar için kâğıt üzerinde öğrendiğim İngilizceyle konuşup anlaşmaya çalıştım.
Bu nedenle biraz zorlandım. Özellikle ilk hafta derdimi anlatmaya ve konuşulanları anlamaya çalışırken; sabahtan akşama kadar dayak yemiş gibi hissediyordum kendimi. İkinci hafta dayak yemekten kurtuldum, diyebilirim. Daha rahat konuşup anlaşmaya başladım insanlarla.
Selanik’te otostop çekip aracına bindiğim aile radyoda, bir kısmı Rumca bir kısmı Türkçe bir Karadeniz müziği dinliyordu.
Muhabbet bu şarkıyla başladı. Özellikle Alesia gayet güzel konuşuyordu Türkçeyi. İsminin anlamını sordum. İnsanlara, yolda kalmış kişilere yardım etmeyi seven kişi demekmiş. “Bana bu sebeple mi yardım ettiniz?” dedim. “Biz ailece yardım etmeyi severiz; ama eşim daha duyarlı” diyen kocasının adı sanırım Philip’ti. İstanbul’u Beyoğlu’nu çok iyi bilen Alesia ve ailesiyle iki saat kadar şeftali toplayarak muhabbet ettim. Öğle yemeği yedim ve yola çıktım.
İletişim kurmak için ilk adımı kendiniz atmalısınız. İtalya’da Bari şehrinde evinin bahçesinde incir toplayan ihtiyar kadına, izin verirse yardım edebileceğimi söyledim. Bir sepet incir topladım. Komşularına dağıtacağını söyledi. Bir tabak incir ikram etti. Tarihî bir şehir ve her yer turist dolu olduğu için Bari’ye neden geldiğimi sormadı. Bari’yi ve İstanbul’u konuştuk. Daha önce İstanbul’a gelmiş. Uzun uzun gezdiği yerleri anlattı.
İnsanlarla iletişim kurmanın en kolay yolu birilerine yardım etmek. Bu nedenle genellikle bir işle meşgul olan kişilerle muhatap olmaya çalıştım. Mesela Marsilya’da aracının lastiğini değiştirmeye çalışan ama bir türlü beceremeyen 45-50 yaşlarındaki bir adama yardım ettim.
Teşekkür amacıyla bana nasıl yardımcı olabileceğini sordu. Marsilyalı balıkçıları merak ettiğimi ve görmek istediğimi söyledim. Haliç’i anımsatan tarihî limana kadar beni götürdü. Kıyıda binlerce balıkçı teknesinin bulunduğu bu limanda uzun uzun oturdum. Tezgâhlarda balık satan kadınların sükûnetini izledim. Bizim Eminönü balıkçıları gibi insanı neşelendirmeyi bilmiyorlar.
Yol arkadaşım Antoin “Denizde balıkları erkekler tutar, karada kadınlar” dedi. Malta’nın başkenti Valetta’da dil öğrenmeye gelmiş gençlerin sohbetine katıldım. Gençler Malta sahillerinde gülüp eğlenirken; kalelerin önünde yeniçerilerin kılıç sesini duydum.
Zaferlere alıştığımız için midir, bilmiyorum; ama hüzünle biten bu ses yara açtı içimde. Daha önce Suriye’de Halep, İdlip gibi bazı şehirleri gezmiştim. Halep’te gezdiğim sokakların yakılıp yıkıldığını gördükçe derinleşiyor bu yara.
Böyle sayıyorum ama kaç şehir ya da kaç ülke gezdiğinizden çok nasıl gezdiğiniz önemli. Nereye, neden ve nasıl gideceğinizi bilmelisiniz. Yola çıkmak için bir amacınız olmalı.
Rastgele rüzgârın savurduğu yere gidip aylak aylak dolaşmak sadece zaman kaybıdır. Bunun için güzergâhınızı harita üzerinde çizmelisiniz. Çaresizlik psikolojisi yaşamamak için şartlar ve imkânlar dâhilinde alternatif güzergâhlar da oluşturmalısınız.
Özellikle otostopla yola çıkmış bir kişi nereye gideceğini ve ne amaçla yola çıktığını mutlaka bilmeli. Çünkü yolculuk yapmak istediğiniz herkes size nereye gideceğinizi soracaktır.
Tereddütlü, kuşkulu, net olmayan cevaplar sizi yolda bırakabilir. Yeri geldiğinde tren, vapur, otobüs ya da uçak kullanmak zorunda kalabilirsiniz. Bütçeniz dâhilinde bütün bu ihtimalleri ve imkânları değerlendirebilirsiniz. Düşük maliyetle seyahat edeceğim diye her zaman otostopla yorulmanıza gerek yok. Günümüzde çok ekonomik şartlarda gezmek mümkün.
Kalacak yeri çözmek
Oteller pahalı, bütçeniz sınırlı olabilir. Ama sizin de lüks ve pahalı otellerde kalmanız gerekmiyor. Üniversitelerin, turizm okullarının uygulama oteli adı verilen otelleri var; öğretmenevi gibi kurum misafirhaneleri, pansiyonlar, hosteller var. Ben bazen geceleri trenle seyahat ederek uyur dinlenir, gündüzleri gezerim.
Ayrıca geceleri sokaklar boşaldığında otogarlar, tren istasyonları, hastanelerin bekleme salonları, yurt dışında halka açık büyük gümrük limanlarının bekleme salonları sizin için iyi bir sığınak olabilir. Özellikle yurt dışında Türkiye’deki gibi öğretmenevi falan yok.
Oteller çok pahalı, 27 gün boyunca otelde, pansiyonda kalmanız mümkün değil. Gündüz gezdiniz, bazen bir parkta, sahilde uyudunuz dinlendiniz; ama gece sokaklar boşaldığında kendinize güvenli bir yer bulmak zorundasınız. Ben genellikle tren istasyonlarını tercih ediyorum.
Her yerde kamera ve güvenlik görevlisi var. Saatlerce bekleseniz de kimseyi rahatsız etmiyorsunuz. Elbette ki güvenlikçiler, yetkililer ya da polis bazen gelip saatlerdir neden beklediğinizi sorabiliyorlar. “Gidecek yerim yok, burası benim için otel” derseniz sıkıntı çıkabilir. Bu gibi durumları “Bir arkadaşımı bekliyorum. Burada buluşup yola birlikte devam edeceğiz” gibi sözlerle geçiştirebilirsiniz.
Yanınızda zaruri eşyaların bulunduğu hafif ve rahat bir sırt çantanız olmalı. Uzun uzun yürümek ya da sırtınızda çanta ile dakikalarca beklemek zorunda kalabilirsiniz.
Rahatınıza düşkün olabilirsiniz; ama otostop yolculuğuna şortla, terlikle çıkılmaz. Her mevsim ve koşulda giyilebilecek sağlam ve pratik elbiseler tercih etmelisiniz. Çantanızda mutlaka uzun kollu bir şeyler bulunsun. Maraş’ta öğlen sıcaktan yanarken, şafak vakti Erzurum’a indiğinizde üşütürseniz bütün planlarınız altüst olabilir.
Gezmenin fotoğraf çekip sosyal medyada paylaşmak için yapılan bir şey olmadığını bilmelisiniz. Zaman zaman zorluklarla karşılaşabilirsiniz. Otostopun, en ucuz seyahat yolu olsa da bazı riskler taşıdığını unutmayın; ancak bu sıkıntılar günlük yaşamınızda, kendi şehrinizde karşılaşabileceğiniz risklerden çok da farklı değil.
Yıllardır geziyorum, yaşadığım en büyük olay İtalya’dan Yunanistan’a geçerken gemide fotoğraf makinamın kaybolmasıdır. Vasat, ucuz bir aletti; ama resimlerim gitti, ona üzüldüm. Yani otostopla gezmeye çıkmak savaşa çıkmak gibi bir durum değildir. Yola çıkmak isteyen ama bir türlü cesaret edemeyenler...
Otostopla yolculuk zamanla kazanılan bir tecrübe ve görgü işidir. Önce kendi şehrinizde, kendi mahallenizde deneyin. Başlangıç aşamasında bir kişi az, üç kişi fazladır. İdeal olan iki kişi, iki kafadardır. Ancak şunu da bilin ki, zamanla tek başınıza yollara düşmek ibadet gibi bir şeydir.
Yer üzerinde yolculuk önemlidir, zevklidir, dinçleştirir. Ama olayın aslı astarı şu: Başka şehirlere, başka ülkelere yaptığınız her yolculuk, bir anlamda kendi iç dünyanıza yapılmış gibidir.