Gençlik edebiyatı sınırlarından mütevazı bir isyan
Şu vakte kadar gençliğe ve bilhassa genç kesimin büyük yaş gruplarıyla olan iletişimine değinen yazıların kahir ekseriyetinde MÖ 8. yüzyılda yaşamış olan Hesiodos’a nispet edilmiş o meşhur rivayet zikrediliyor: “Günümüz gençleri öyle umursamaz ki ileride ülke yönetimini ele alacaklarını düşündükçe umutsuzluğa kapılıyorum. Bizlere, büyüklere karşı saygılı olmayı, ağır başlı davranmayı öğretmemişler. Şimdiki gençler kurallara boş veriyor. Çok duyarsızlar ve beklemesini bilmiyorlar.”
Bu ve benzeri argümanların bu kadar sık kullanılması, genç ve yetişkin insan arasındaki ebedî çatışmanın o çağa özgü değil, tarih boyunca süregeldiğine dair kallavi bir delil olması hasebiyle ya girizgahta ya gelişmede ya kenarında köşesinde fakat muhakkak bir yerinde kendine yer bulmuş. Haklı bir yer buluş, sonuçta her mecliste gönlümüzce “Bize inanmıyorsanız işte alın bakın” diyemiyoruz.
Fakat öte yandan da “bu fark hep varmış” demek de mevcut çağ için yetersiz bir yargı çünkü tarih boyunca kuşaklar arasındaki fark ilk kez bu kadar açık. Yalnızca kuşaklar arasında değil; çocuğun aynı masaya oturduğu bir büyük kardeşiyle arasında bile hayatı idrak ve anlayış bakımından neredeyse bir kuşak kadar fark var. Kaldı ki iki kuşak arasındaki farkın ne kadar keskin bir ivmeyle açıldığını, çalışan bir iş makinasını temaşaya durmuş amcalarımız, abilerimiz gibi hayretle izliyoruz.
Açılan bu farkın da sebebi malum, internet çağının getirisiyle sürat kazanmayan hiçbir şey yok. Yavaş yavaş gelişen hiçbir durumun bu çağda yeri yokken pek tabii ki değişimler de katbekat hızlı gelişecek ve mevcut tüm makaslar pek çabuk açılacak, onlarca yıl sürecek değişimler birkaç yıl içerisinde vuku bulacaktı. Yine de konuşmakla görmek bir değil, şaşırmakta haklıyız. Hesiodos bu çağa gelip iki üç yıl geçirdikten sonra alacağı vaziyeti tahmin bile edemem şahsen, biz yine bu sürate iyi dayanıyoruz.
Gençlik edebiyatına hücum! Ama neden?
Gençliğin pek de elle tutulur, bir kalıba konup usul izan dinletilir bir dönem olmadığını biliyoruz, yetişkinliğin bu dönemi görmezden gelişi ve hatta yerden yere vurma hevesi de aşikâr. Hâl böyleyken “Gençlik edebiyatı” meselesine alelacele girişmeden evvel “Bu gençler de hep…” gibi ithamları biraz yumuşatma ve edebiyatından önce belki de hâlâ mensubu olduğum gençlik hakkında bir temel oluşturma niyetindeyim. Temeli oluşturulmadan kalkışılmış inşaatlara bakılırsa yazının girişindeki bu sürünceme daha az yadırganabilir.
Genç edebiyatı, edebiyat içerisinde kendine yer bulabilen bir alan mı ve “edebiyat” mefhumundan ayrı olarak “genç edebiyatı” alt başlığını açmamız yanlış mı? Hayır ve hayır.
Edebiyat camiasında alt başlıklar oluşturmak bazı vakitler pek hoş karşılanır bir iş olmayabiliyor,
“çocuk edebiyatı” başlığı özelinde bile bazı tartışmalar sürüyorken bir kesim, “gençlik edebiyatı” başlığına çoktan cephe almış durumda.
Hülasa, gençlik edebiyatının da daha evvel gençliğe yapılmış tavırdan nasibini alarak ciddiye alınmaması, kabul görmemesi, sığ ve amiyane bulunması hâlâ edebiyat meclislerinde konuşulup eleştirilen, pek de bir yere çıkılamayan bir mesele.
Bu alanın evveliyatı da zaten malumdur ki pek geriye gitmiyor. Gençlik edebiyatı ancak 1990 sonrası Türkiye’sinde çeviri metinlerle kendine yer bulmaya, üzerinde çalışılmaya başlanabilmiş bir alan. Fakat aynı dönemlerde gelişim gösteren çocuk edebiyatı kadar ilerleyebilmiş değil. Çocuk edebiyatı kadar hızlı kabul görülmemesinden fakat bir yandan da tümüyle reddedilememesinden sebep ki bu alan sanki çocuk edebiyatının bir alt kolu hâline gelmiş. Gençlik edebiyatının hâlen edebiyat camiası içerisinde çok genç olması, bu türün bağımsız bir tür olduğunun anlaşılmaması bile bazı görüşlere göre şaibeli. Bu sebeple mevcut kaynakların çoğunda hususi olarak “gençlik edebiyatı” değil, “çocuk ve gençlik edebiyatı” çatısında incelemelerle karşılaşıyoruz.
Hâlbuki onlu yaşların ortasından başlayıp yirmili yaşların ortasına değin ulaşan bu süreç, diğer yaş gruplarına kıyasla oldukça çetrefilli ve kendine has ve belirleyici fizyolojik, psikolojik özellikler taşırken (zaman zaman çocuk edebiyatıyla benzer yön ve yöntemlere sahip olsa da) bu yaş grubuna hitap edecek metinleri bir başka yaş grubuyla aynı çatıya koymak pek tabii bir hatadır. Ayrılmalı ve hitap ettiği yaş grubuna mahsus dinamikler baz alınarak üzerinde çalışılmalıdır.
Bu ve benzer hususlarda, Peygamber Efendimizin (sav) değil yaş, tabiat olarak dahi farklılık gösteren sahabelere fıtratlarına mahsus bir tavırla yaklaşmasını şiar alıyorum. Nasıl ki bir çocukla bir yetişkinle olduğu gibi iletişime geçmek her iki taraf için de zorlayıcı ve büyük oranda sonuçsuz kalacaksa bu kadar fırtınanın, arbedenin, heyecan ve coşkunun vücut bulduğu gençlik dönemiyle de kendi dilinde konuşmak ve tabii bunu ayrı bir alan olarak ele almak bir fantezi değil, zarurettir.
Tamam, haklı olduğunuz noktalar olabilir…
Bu kadar süratli bir çağda, genç insanların ilgisinde hatta odağında olmak; onun gereksinimlerini, deneyimini, yaşının getirdiği olumlu ve olumsuz pek çok etkene hâkim olmakla mümkün olabilir. Bir metin herhangi bir okurun değil, hususi olarak genç okurun duygu ve düşüncesine mahsus emarelerle ona hitap ediyorsa, eserin dilinde, hikâyesinde, olay örgüsünde genç insanın idrak evrenine göre olması durumu varsa genç edebiyatı için geçerliliği olduğu söylenebilir. Fakat onun algı ve dikkat düzeyinde dil, alaka, gerçeklik barındırmayan bir metin için edebî kıymeti çok yüksek olsa da istikameti itibariyle yolundan sapmış denebilir.
Kurgu geleneksel olsa dahi dili, anlatıyı bu yaş grubunun onunla bağlantı kuracağı şekilde dizayn etmek mühim kaygılardan biri olmalı. Bu elbette ki sığ ve edebî estetikten uzak bir üslup demek değil yahut pek çok okurun yaka silktiği hafif hikâyelerin peşinden koşmak ve amiyane tabirle seviyeyi aşağı indirmek demek de değil. Aksine, kallavi bir hususu bile bir gencin ilgi ve idrakini celp edecek bir surette okura sunmak, yazarın beceri ve hâkimiyetini ortaya koyduğu bir delildir.
Fakat elbette ki okurun idrakine, muhayyilesine uygun olmasını umduğumuz genç edebiyatı çatısından, oldukça kalitesiz ve neredeyse bir sokak ağzı mesabesinde basit bir üslup ya da üsluptaki sıkıntıyı aratmayacak sorunlu kurgularla oluşturulmuş metinler çıktığını da ne yazık ki görüyoruz.
İnsanların bu alana cephe almasının anlaşılabilir tarafı bu gibi metinlerin yoğunluğu ve bu yapıtlara olan rağbetin kuvveti.
Ancak bunun talep edilmesindeki sebep de anlaşılmayacak gibi değil. Türlü sosyal medya platformlarına olan ilgi ve her yönüyle eleştirilmesine rağmen birbirinin neredeyse aynısı olan bir sıra dizi-filme gösterilen rağbet neden oluyorsa, bu metinler de bu sebeple üretiliyor, talep ediliyor. Gerek tahayyülatta gerekse eylemde bir sorumluluk atfetmediği, zahmetsizce tüketilebildiği için.
Bu yalnızca genç edebiyatında mevcut bir sorun da değil; edebiyatın her cihetinde, sanatta, film ve dizilerde, sanal içeriklerde, alışverişte, hasılı ulaşılabilir tüm kaynaklarda var olan bir problem. Tutmuş kurgu, karakter ve olay örgülerinin tekrarlandığı metinler; müstehcen içeriklerin sıklıkla kullanımı; şişirilmiş küresel taleplerin metinde bir farkındalık hâlinde sunularak yapay bir konfor alanı oluşturulması gibi pek çok sorun tabii ki genç edebiyatında da yerini buluyor. Bunların çoğunun tüketim temelli olduğunu söyleyebiliriz
Tüketim kültürü çok büyük bir rakip ve dürüst olmak gerekirse buna karşı kolektif şekilde mücadele edebilmenin formülünü bulmuş değilim. Fakat okurun bilinçlenmesi, besleneceği kaynağı sağlıklı şekilde seçebilecek kadar kendini geliştirmesinin buna karşı kuvvetli bir tedbir olduğu düşünüyorum.
“Ölümün, tacizin, suçun, cinayetin, belki narsist bir karakterin ya da toksik bir ilişkinin ve benzeri konuların anlatımı olmamalı mı?” tartışmasına karşı “Gerçek hayatta varsa neden metinde buna yer vermiyoruz?” sorusu gelebiliyor. Bu haklı bir eleştiri olabilir fakat dikkat edilmesi gereken çok kritik noktalar mevcut. Böyle bir konunun işlenişi yazarın niyeti ve maharetiyle doğru orantılıdır. Mesele, neyin nasıl anlatıldığı, ne sıklıkla ele alındığı, neyin güzellemesinin yapıldığı ya da neyin olay örgüsü ve karakter bağlamında kötülendiğiyle ilgilidir.
Çok spesifik bir örnekle meseleyi konumlandırmak gerekirse… Bir dönem fazlaca yankı bulan kötü çocuk hikayelerinden çıkarımla görüyoruz ki; Bahsi geçen travmatik hususların süslü, albenili karakterlerle tasvir edildiğini ve genç okur kitlesinin bir kısmına bu metinlerin sevdirildiğini ve hatta benzerlerinin talep edilmesine sebep olunduğunu biliyoruz. Hâlbuki anlatılan şey aynı kalsa ve bu tip hikâyeler, bunu güzelleyen bir anlatımdan ziyade bunun yıkıcılığını, götürüsünü ortaya koyan bir pencereden ele alınsa o vakitteki sempatinin tam zıddıyla karşılaşabilirdik. Yani okur nezdinde söyleme biçimi, söylenilen şeyin önüne geçebilir. Fecaat bir hadise de allanıp pullanabilir. Mesele buraya gelmişken belki de ayrıca bir parantez açılması gereken, insanlarda büyük bir önyargı oluşturmuş bir başka mesele olarak: Wattpad.
Benim sınıf sınıf gezen güzel defterim
- Bir dönem pek çok insanın aklında kötü çocuklar, müstehcen içerikler, travmatik hadiselerin romantize edilmesi gibi hezeyanlarla yer edindi. Bu gerekçelere bakıldığında ve ön plana çıkan içeriklerin ekseriyeti baz alındığında var olan önyargıların bir kısmını hak ettiği aslında herkesçe kabul edilebilir. Fakat o dönem pek çok insanın atladığı bir konu vardı ki bu sorunlu metinler Wattpad platformundan evvel zaten çeviri metinlerle birlikte fazlaca mevcuttu.
Platformun şahlandığı zamandan yıllar öncesini kapsayan süreçte, çoğunluğu çeviri metinlerle aynı şeyleri görüyorduk ki Wattpad platformlarındaki metinlerin ilk çıkışı da bu çeviri metinlerin ilhamıyla olmuştu.
Bu platformun en büyük avantajı okurlar ve bu yapıtları ortaya koyan insanlar arasındaki etkileşimi hızlı ve dolaysız şekilde sağlamasıydı, bu kolaylık birçok insan için keşfedilme ve gelişim gösterebilme, daha iyiye yol alabilme gibi imkânlar sundu ve çok kıymetli hikâyeler de burada yer buldu ki bunlar öylece bir kenara atılabilecek şeyler değil.
Tüm bu verilere bakarak genç edebiyatına tümden ket vurmak zararımıza olabilir. Alternatif oluşturmak yasaklamaktan evlâdır, bir şeyi yerinden aldıktan sonra kalan boşluğu doldurmamak yeni sorunlara temel hazırlayacaktır. Karşısında olduğumuz bu yozlaşmış yapıtlarla mücadele etmenin tek yolu, inandığımız yol üzere güzel olanı üretmeye çalışmak ve seçim bilincimizi geliştirmektir muhakkak.
Yazılarımı lise son sınıfta arkadaşlarımla paylaşmaya başlamıştım. Defterimin yavaş yavaş başka insanlara ulaştığını hatırlıyorum, yazılarım başta kendi sınıfım ve ardından diğer sınıflar tarafından talep edilir olmuştu. Yalnızca yazmanın heyecanı da değil, bunun kendi yaş grubumda bir karşılığının olduğunu görmek, hangi kanallar dâhilinde onlara ulaşabiliyorum, daha o vakit bunu bana yavaş yavaş göstermişti. Mensubu olduğum yaş grubuna ve sahip olduğu heyecana hitap edebilme ihtimali bana büyük bir kuvvet oldu.
O dönem üniversite sınavının stresini hafifletmek için roman ve hikâyeler okuduğumuz bir vakitte Wattpad platformuyla tanışmıştım. Fakat aşina olduğumuz çeviri kurguların benzerleriyle karşılaşınca başka bir arayışa girmiştim. Arayış beni bu işe kendi başıma kalkışmaya cesaretlendirdi ve kendi yazılarımı yayınladım.
Kısa bir müddet on-yirmi kişi kadar bir okurla devam etmiştik, ardından yüz kadar, ardından bin, sonra on bin ve dahası… Onların heyecanıyla benim heyecanımın bir noktada kesişmiş olması benim için muhteşem bir deneyimdi. Karşılık bulmadığı yerleri görüyordum, bulduğu yerleri görüyordum, bazen bulmadığı yerleri onlarda karşılık bulacak şekle sokuyordum. Okuyan insanlar beni besliyordu, ben de onlara bizi buluşturan bir metin veriyordum.
Tam o dönemlerde yayınevleri buradaki ivmeyi fark etmiş ve projeleri kendi kıstaslarına göre seçip yayıncılığa dâhil etmeye başlamıştı. Bazısı safi olarak talebe bakıyordu bazısı yüksek okunma oranlarına bazısı niteliğe. Bu süreçte kolay tüketimi haricinde pek de ağırlığı olmayan projelerin yayınlandığına şahit olduk. Bu şahitlik gerek edebiyat camiasını gerekse okurları, ebeveynleri türe karşı cephe almaya itti. Fakat hatalı istikametin yanı sıra gerçekten nitelikli eser arayışında olan yayıncılar da vardı.
- On dokuz yaşımda bir okur ve toy bir yazar olarak yayınevlerinden metnim hakkında teklif aldığımda bu durum heyecanın yanı sıra beni derin bir kaygıya da sevk etmişti. Bir anda parlayıp sönecek ve gelişim gösteremeden talep döngüsüne kapılacak olmak beni korkutuyordu.
O esnada Timaş Yayınları’ndan aldığım bir görüşme talebi, vizyona sahip bir kurum tarafından dikkate alınmış olmak kaygılarımı biraz olsun dindirmişti. Daha sonra birçok kitabımın editörlüğünü yapacak olan arkadaşım Rukiye ve yayıncılığın derin sularındaki ilk adımlarımda bana yol gösteren kıymetli İhsan Abi’yle de tanışmamız bu şekilde olmuştu. Kendi hâlinde yazmanın, yazılarını arkadaşlarına okutuyor olmanın, bir mecrada yazdıklarını yayınlamanın dinginliğinden yayıncılığın matematiğine geçiş beni başta sarstı, fakat hamdolsun türlü vesileler ve gayretle yolumu buldum.
Çok yakın bir vakitte yedinci romanım yayınlandı. Şimdi bulunduğum bu yerden ilk kitaplarıma dönüp baktığımda karşımda acemi, yolunu arayan bir Merve görüyorum. Anlatımı, kurgusu, diliyle daha çok şey öğrenmesi gereken o yeniyetme yazarın vaziyetini şu an bulunduğum yerden fark edebiliyor olmak bana büyük bir keyif veriyor. Ve tabii kitaplarımı okuyan genç, yetişkin insanların talep ve beklentisinin de aynı doğrultuda gelişim gösterdiğini görmek de beni besleyip daha iyisi için şevk veren bir keyif.
Umudum, bundan sonraki yıllarda dönüp kendime baktığımda tüm eksiklerimi benzer şekilde görecek olgunluğa erişmek ve gençlerle kurduğuma inandığım bağı hayırla kuvvetlendirmek, bu alana dair birilerine naçizane ilham olabilmek. Çünkü gençlik, hikâye ve yaşamak umurumdadır.
Tüm anlattıklarımın mutlak bir doğru olmaması; yolda bulup, ceplerimde biriktirip öğrendiklerimden ibaret olması hasebiyle kusur kaldıracak sözler olacağını düşünüyorum. “Bence böyle” diye kestirip atmak lakayt kaçabileceği için dolaylı olarak diyorum ki, “Ben böyle gördüm, bildim.”