Gelgitler arasında melankolik bir şair: Ümit Yaşar Oğuzcan
Periyodik reklam intiharı: Ümit Yaşar Oğuzcan çocukluk döneminde kaygılı ruh hâline sebep olacak biçimde anne-babanın boşanmasına şahit olmuştur. Bu olay Ümit Yaşar’ın ruhunda derin yaralar bıraktığından üzüntüyle edebiyata sığınmıştır. Ümit Yaşar’ın tedirgin ruh hâliyle yazdığı şiirlerine çocukluğunda başından geçen hastalık ve diğer talihsizlikleri, mutsuz ilk evliliği, sevmediği işi, geçim sıkıntısı, karşılıksız aşkları konu olmuş tüm bunlar aynı zamanda intiharlarına sebep olarak gösterilmiştir. Yaşadığı sıkıntılardan dolayı içe kapanan Ümit Yaşar, ömründe başarısız yirmi dört intihar girişiminde bulunduğunu ifade etmiştir.
Ömrü boyunca kalemini şiirine adayan Ümit Yaşar Oğuzcan, “eserlerini okumayıp cehaletin karanlığına gömülen eleştirmenlerce sağlıklı bir şekilde değerlendirilmediğini”, dedikodu, yalan ve iftira etrafında dönen ucuz söylemlerle kendisinin tenkit edildiğini ifade etmiştir. Ümit Yaşar’ın Güney dergisinin Şubat 1970 tarihli 29. sayısında yayınlanan “Haksızlıklar, İnsafsızıklar, Utanmazlıklar Karşısında Bir Şair” başlıklı yazısında bazı aydınların kendisini ruhi problemlerinden dolayı tabir-i amiyane ile belden aşağı vurmalarını, eserlerini görmemelerini bir art niyet olarak görüp onları eleştirmiştir. “Ümit Yaşar içki içer. Ümit Yaşar âşık olur. Ümit Yaşar vaktiyle intihara teşebbüs etmiştir.” kabilinden kişisel, çoğunlukla aslı astarı olmayan, onu çekmeyenlerin hasetle yaptıkları eleştirilerin bir bühtan olduğunu yazmıştır.
Sanatını “hiçbir sapık ideolojinin emrine vermediğini” yazan şairi, “ona göre” yıpratmak isteyen sağcısı, solcusu, orta yolcusu, onun şirini, mısralarını pervasızca çalmıştır. Şair, kendisiyle mücadele edemedikleri için onu, bu yoldan gözden düşürmek gayretinde birleştiklerini ifade etmiştir. Onu asıl yıkan ise Papirüs dergisinin Aralık 1969 tarihli 42. sayısında imzasız olarak yayınlanan ancak Ümit Yaşar’a göre Mehmet Doğan’ın kaleme aldığı “İkinci Yeni Antolojisi” başlıklı yazıda basit sevgi ve acıma duygularını gıcıklamaktan öte bir işe yaramayan, edebiyata bir şey kazandırmayan “periyodik reklam intiharıyla beslenen Ümit Yaşar tipi şiirin bu dönemde ortaya çıkışı bir rastlantı değildir. Ciddi sanat dergilerinin sayfalarına giremeyen bu şiirler yüksek tabakanın eğlence yerlerinde loş ışıklar altında masalarda ya da mikrofonlarda okunur.” Tarzı pek de edebî olmayan eleştirisine hemen hemen aynı dille şu karşılığı vermiştir: “Ne idüğü belirsiz bu Mehmet Doğan efendiye şunu hatırlatalım ki: kendisi beşikte altını pisletip ciyaklarken, benim şiirlerim zamanın en ciddi edebiyat dergilerinde çıkıyordu.”
- Ömrü boyunca kalemini şiirine adayan Ümit Yaşar Oğuzcan, dedikodu, yalan ve iftira etrafında dönen ucuz söylemlerle kendisinin tenkit edildiğini ifade etmiştir.
Ümit Yaşar’ın Güney dergisinin Mart 1970 tarihli 30. sayısında yayınlanan “Haksızlıklar, İnsafsızlıklar, Utanmazlıklar Karşısında Bir Şair 2” başlıklı yazısında 1962 Varlık Yıllığı’nda Memet Fuat’ın onu yok sayan eleştirisinden dolayı çıkan tartışmada Yaşar Nabi Nayır’ın haksız tarafta olduğunu “Vah! Yaşar Nabi Bey, Vah!” diyerek ifade etmiştir. Bu yazıda Ümit Yaşar’ın adının olduğu dergide yazmayacağını ifade eden şairlere boyun eğdiğini iddia ettiği Yaşar Nabi Nayır da eleştiri oklarından nasibini almıştır. Onu görmezden gelen ve “periyodik reklam intiharı” yargısını zımni destekleyen Varlık dergisini de hedefe oturtan Ümit Yaşar, Varlık dergisiyle Yaşar Nabi gibi Papirüs’ü ve Cemal Süreyya’yı da defterinden silmiştir. Hatta nezaketi ve terbiyesi elvermediği için dergileri iade etmemiş, bundan sonra da dergilerin yeni sayılarının gönderilmemesini istemiştir
Aziz Nesin, Birlikte Yaşadıklarım, Birlikte Öldüklerim’de Tokatlıyan Han’daki bürosunda yaşamın doruğundayken bile “üst üste kendi[ni] öldürme gösterileri” yaptığı iddiasıyla onu eleştirmiştir. Arda Uskan, Fareli Köyün Kavalcısı’nda bir milyona yakın kitabı satılan, şiirleri dillerden düşmeyen, şarkılara konu olan bir şairin “Yaşamaktan çok ölümü istiyordum.” demesine yer verip onun intihar girişimlerinin “reklam” olarak adlandırılmasının Ümit Yaşar için ölüm kadar ağır olduğunu ifade etmiştir. “Bunun bir reklam olayı olduğunu söylemek, bir sanatçıyı böyle bir şeyle itham etmek toplumun e büyük ayıplarından biridir.” diyen Ümit Yaşar’ın küskünlüğü okurlarına değil, kendisini ciddiye almayan bir avuç insanaydı.
Acılar denizinde bir şair
Yaşadığı fırtınalı aşklar, ailevi ve maddi sıkıntıların meydana getirdiği ruhsal çöküntüyü hem yaşayarak hem de dışarıya yansıtarak aşmaya çalışan Ümit Yaşar Oğuzcan’ın (1926-1984) bu durumu evini de etkilemiştir. Zorluklarla geçen ömrünün çocukluk yıllarını su birikintisine, gençlik yıllarını göle, evlilik sonrası sorumluluğun üzerinde olduğu yılları ırmağa, oğlunun intiharından sonrasını da “acılar denizine” benzetmiştir. Sıkıntılarından dolayı ölüme odaklanıp intihar girişimlerinde bulunması, gelgitli, iniş çıkışlı ruh hâli Vedat’ı (1949- 1973) etkilemiştir. Mükemmel bir baba olmak isteyen Ümit Yaşar, şiirdeki maharetini oğlu Vedat’la iletişiminde gösterememiştir. Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde son sınıf öğrencisi olan Vedat’ın 6 Haziran 1973’te öğleden sonra Galata Kulesi’nden intiharı şair için acıyı en katmerli hissettiği zamanlar olmuştur.
Şairin bu yıllardaki şiirlerinde ayrılık, isyan, çaresizlik, umutsuzluk gibi duygular yoğunlaşmıştır. “Galata Kulesi” başlıklı şiirinde oğlunu kaybetmenin ardına hislerini kaleme dökmüş, hayatı ve ölümü sorgulamaya başlamış, bu hadise hayatını kökten değiştirmiştir. Dayanılmaz evlat acısını tarih dile getirdiği şiiri şöyledir:
“6 Haziran 1973 Pırıl pırıl bir yaz günüydü
Aydınlıktı, güzeldi dünya
Bir adam düştü o gün Galata Kulesi’nden
Kendini bir anda bıraktı boşluğa
Ömrünün baharında
Bütün umutlarıyla birlikte
Paramparça oldu
Bu adam benim oğlumdu.”
Kendini Ümit Yaşar Oğuzcan sanan akıl hastası!
Ümit Yaşar Oğuzcan’ın yaşadığı travmaların etkisi ile kaygı, karamsarlık, huzursuzluk, depresif ruh hâli ve kendinden şüphe duyma olarak tezahür eden duygu bozuklukları ruhunda derin yaralar bırakmıştır. Sıkça intihar girişiminde bulunmasından da anlaşılacağı üzere ruhi sıkıntılar yaşayan, akıl hastalarının bilinçli bir kötülüğün sahibi olmadıklarını ifade eden
Ümit Yaşar Oğuzcan
Ümit Yaşar, sıkça uğradığı, sanatçıların uğrak mekânı Kulis Bar’dan çıkışında içkinin de tesiriyle intihar girişiminde bulununca akıl hastanesine kaldırılmıştır. Âdem Kotan’ın Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesinde yaptığı “Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Hayatı, Şairliği ve Şiirlerindeki Temalar Üzerine Bir İnceleme” başlıklı tezinin nakline göre “fazla kaçırdığı içkinin tesiriyle taşkınlık yapıyordu. Etraftan onu teskin etmeye çalışanlar muvaffak olamıyordu. Genç adam ufak tefekti; ama cüssesinden umulmadık derecede güçlü, kuvvetliydi. Karanlık sokaklarda ‘Yaşadığım hayattan bıktım, intihar edeceğim’ diye bağırıp çağırıyordu. Nihayet yetişen polisler onu apar topar hastaneye götürdüler. Genç adam yine rahat durmuyor, anlaşılmaz kelimeler ağzından dökülüyordu. ‘Aklından zoru var herhalde!’ dedi biri. Ve ikinci hedef Bakırköy Akıl Hastanesi oldu! İntihar edeceğinden bahseden adamı bir karyolaya sıkı sıkı bağladılar. Saatler ilerledi, sabah oldu. Artık içkinin tesiri geçmiş içtiği ilaçlardan dolayı midesi yıkanmıştı ve sakinleşmişti. Birkaç hemşire yataktaki gencin yanma sokularak adını öğrenmek istediler. Sordular: ‘Kimsin sen kardeşim? Ne oldu sana böyle?’ Cevap: ‘Ümit Yaşar! Ümit Yaşar Oğuzcan’ım ben!’ Hemşireler: ‘Tamam’ dediler. Bir tane daha kendini Ümit Yaşar zanneden deli geldi. Derdi malum!” Taşlamalar, Hicivler 1’deki “Başbakan” adlı şirinde Bakırköy Akıl Hastanesindeki hastaların genelinde görülen kendini tarihî bir şahsiyet ya da meşhur bir kişi olarak atfetmeye şiirinde şöyle yer vermiştir:
“Orada
Kendisini Bakan sananlar gördü
Kral sananlar gördü
Peygamber sananlar gördü
Âdem Kotan’ın “Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Hayatı, Şairliği ve Şiirlerindeki Temalar Üzerine Bir İnceleme” başlıklı tezinde Güldal Kızıldemir’in Yelpaze dergisinin 153. sayısında yayınlanan mülakatından nakledilen hastane macerası ise şöyledir: “İlk intihar girişimimde bir bekçinin gayretkeşliği yüzünden gözlerimi Bakırköy Akıl Hastanesi’nin ağır deliler koğuşunda açtım. Bekçi beni İlkyardım Hastanesi’ne götürmüş. Üzerimde deli gömleği yatağa bağlanmıştım ve koğuşta yüz dolayında delinin bulunduğunu dehşetle gördüm. O gece çektiğim sıkıntıyı anlatacak kelime bulamıyorum. Delinin biri ‘Hüsamettin, incir ağacımı getir’ diye bağırıp duruyordu. Aynı başlıkla yazdığım şiir o gecenin anısınadır. O gece oradan hiç çıkmayacakmışım gibi geldi. Ertesi sabah benimle birlikte o gece gelen delileri ayaklarımız bağlı ve üzerimize deli gömleği giydirilmiş vaziyette ifademiz alınmak üzere bir kapının önüne dizdiler. Soğuk bir günde çıplak ayakla taşların üzerinde epey bekledikten sonra odaya alındım. Daktilo başında bir adam ‘Düşün ve soracağım soruları bir kerede yanıtla’ dedi. ‘Adın, soyadın, ne iş yaparsın?’ cevaben ‘Ümit Yaşar Oğuzcan, şairim’ dedim. O zamana kadar arkası dönük olan bir hastabakıcı daktilodaki adama dönerek ‘Bu da kendini Ümit Yaşar sanıyor’ dedi. Üzerimde kimlik olmadığı için, sonradan Ümit Yaşar’lığımı kanıtlamamda bu hastabakıcının rolü büyük oldu. O zamanın Başhekimi Faruk Bayülken benim hastanede olduğuma inanmamış. Çağırttı, gittim, anlattığım kıyafetle tabii. Yalınayak ve deli gömleğiyle. Meğer, sevgili Faruk Bey beni çok severmiş. Giysilerimi getirtti, teselli dolu sözler söyledi ve ‘Bari bana bir mısra söyle de öyle git’ dedi. Kendisine eski ozanlarımızdan Adanalı Şair Deli Ziya’nın şu mısrasını söyledim: Biz deliysek kim cihanın akıllısı?”