FriedrichRückert : Bir şairinve dildehasınındünyası
Rückert, Tanrı’nın, yaratığı hervarlığa bir ses verdiğinden,bu ses ve dilde onları dinleyipanladığından emindir. Dillerinve dinlerin farklı biçim vekurallarının arkasında saklı birşarkıyı aramış, Doğu’da ve Batı’dabu melodiyi müşterek bir bestedebuluşturma arzusuyla yanmıştır.
“İnsanların ilk ve asli lisanı şiirdir.”
“Şimdinin benden çaldığı ismimi, gelecek teslim edecek bana” diyen Friedrich Rückerthakkında, 150. ölüm yıl dönümünde, “Goethe’yi bırakın Rückert okuyun”başlığıyla Süddeutsche Zeitung’ta yayımlanan makale, Prusyalı şairi haklı çıkartmıştır.
1788’de doğan ünlü şair, “İnsanların ilk ve asli lisanı şiirdir” der. Bir milleti tanımak ve sevmek, ne o ülkeyle yapılan savaş ve siyasetle ne de o ülkeyi kitaplardan öğrenmekle mümkündür. Zira bir milleti anlamak, o milletin şiirini ve kelimelerini anlamakla olur. Bireyler gibi milletlerin de bir his ve ruh dünyaları olduğuna inanan Rückert, bu dünyalara ancak şiir yoluyla temas edilebileceğine inanmış ve ömrünü de bu yola vakfetmiştir.
Sadece milletleri değil, insanın kendisini anlamasının yolu da evren, eşya, insan ve dildeki birliği kavramakla mümkündür. Şair ömrü boyunca varlığına inandığı ve tüm ses, tını, harf ve kelimelerin ait olduğunu düşündüğü bir ilahi lisanı yakalamanın peşinde koşmuştur.
Mevlana, Sadi, Hafız
Parçalanmış bir Almanya’ya doğan Prusyalı ünlü şair, Mevlana’dan etkilenerek tevhid ilkesinden ve vahdet-i vücud prensibinden etkilenmiş bir hayat ve sanat anlayışı geliştirmiştir. Onun vahdet arzusundaki şair ruhu, Hıristiyan dogmasının dar sınırlarına sığamaz ve dil sofuluğunun (Sprachfrömmigkeit) verdiği ilhamla, Allah’ın birliğinin en güzel izlerini Doğu’nun şiirinde ve inancında bulur. Araplar, Farisiler, ve Hintliler onun hiç tanışmadığı hususi ruh arkadaşlarıdır.
Kendi yazdığı gazellerini Freimund Raimar (Özgür Avaz) adıyla yayınlayan Rückert, hayatını, Doğu ve Batı nazmının en nadide iplerinden ilmek ilmek örülmüş ipekten bir halıya benzetir. O zaten kendine kurduğu bir rüya ülkesinde, Sadi’nin yüz yapraklı güllerinin açtığı, bin nameli bülbüllerin şakıdığı, Hafız’la şarapların içildiği, dervişlerin meşk ettiği bir bahçede yaşamaktadır. Tüm insanların asli lisanını arayan Rückert, o kadim ortak dili, tereddütsüz şiirde bulmuştur. Dünyayı açıklayan temel prensiptir şiir; ölçülerin ölçüsü.
- Rückert, bir dilden başka bir dile kelime ve anlam çevirisi yapmaktan ziyade, o şiiri yeniden söylemiştir. Tercüme ve şiir söylemede o kadar mahirdir ki orijinal gazellerde yer alan kelime oyunlarının neredeyse aynısını Almanca tercümelerde de yansıtabilmiştir. Rückert’te şiir ve hayat o kadar iç içe geçmiştir ki büyük şair, “Yaşadıysam şiir gibi söyleyim, şiir gibi söyleyemezsem yaşamışım neyleyim” demiştir.
44 Dil Biliyordu
- Rückert hakkında şöyle denmiştir: Dil diye bir şey yaratılmamış olsaydı, Rückert onu yapacak derecede dil ve üslup dehasına sahipti. Avrupa dillerinin yanı sıra Farsça, Arapça, Türkçe, Kıptice, İbranice, Tatarca gibi 44 dil bilen Rückert, Sanskiritçeyi de sadece 3 ayda öğrenmiştir. Pahalı olduğu için satın alamadığı Sanskritçe sözlüğünü kendi el yazısıyla kopya etmesi bile şairin dile ne derece yüksek bir tutku ile bağlı olduğunu göstermektedir. Şiirin yanı sıra 1600 Arapça deyiş ve atasözünü derlemiş, Hamasa isimli Arap halk türkülerinden oluşan bir eseri ve öğretici hikâyelerin yer aldığı Harîrî’nin Makamat’ını Almancaya kazandırmıştır. Bununla da kalmamış İslam öncesi Arap şiiri tercümelerinin yanı sıra Kâ’b İbn Züheyr’in Hz. Muhammed’den(sav) af dilediği şiiri de başarıyla tercüme etmiştir.
Kur’an’ı Şiirsel Bir Üslupla Çevirdi
1823 yılında Kur’an’ı dikkatle okuyup incelediğini ifade eden Rückert, ilk kez, Kur’an’ı şiir üslubu ile kısa ve uzun mısralar şeklinde tercüme etmiştir. Tamamlanmamış bu çalışmanın bazı bölümleri ilk kez 1888 yılında yayımlanmıştır. Annemarie Schimmel’in ifadesine göre bu çalışma, Kur’an’ın orijinal üslup ve ruhuna en yakın Almanca tercüme niteliğindedir.
Özellikle Duha ve İhlas surelerinin çevirisi, Arapça ve Almancaya aşina kulakların teslim ettiği üzere orijinalindeki duygu ve melodiyi neredeyse aynıyla vermektedir. O dönemde tercüme için yardımcı sözlük, gramer kitapları ve diğer teknik malzemenin yokluğu düşünüldüğünde, Rückert’in tercüme çalışmalarının ancak yüksek bir edebî deha ve istidatla mümkün olabileceği görülecektir.
- Firdevsî’nin Şahname’sini önce el yazısı ile kopya eden ve Almancaya kazandıran şairin asıl yoldaşı ise Almancada gazel yazma ilhamını aldığı Hafız’dır. Hafız’la meşgul olduğu dönemde (Östliche Rosen) Şark Gülleri isimli çalışma ortaya çıkmıştır. Ölümüne kadar Hafız okuyan ve tercümesiyle meşgul olan Rückert Farsçanın Almancadaki hoş sadası olmuştur.
Rückert, öğrenmenin ve anlamanın rasyonel değil sezgisel olmasından yanadır. Ona göre tercüme sanatı, kelime anlamlarını tam olarak bilmediğin bir metni, tam ve doğru olarak ifade etme sanatıdır ve gerçek tercüme eserler de böyle ortaya çıkar. Bu seziş kabiliyetini edinmenin yegâne yolu ise, tercüme edilecek dilin yahut öğrenilecek “şey”in dünyasına girmek yani onu sevmektir. Rückert öğrendiği her dille, inandığı ilahi ortak lisana daha çok yaklaştığını düşünür ve ruhunu esir eden zincirin halkalarından tek tek kurtularak özgürleştiğini hisseder.
Kindertotenlieder – Çocuk Ağıtları
Eşine ve çocuklarına vefa ve aşk ile bağlı bir aile babası olan Rückert’in henüz 3 yaşında kaybettiği kızı ve oğlunun hatırası için kaleme aldığı 400 çocuk ağıtını içeren Kindertotenlieder şiirlerinden bazı parçalar Gustav Mahler, Shubert, Schumann ve Loewe tarafından da bestelenmiş ve büyük ün kazanmıştır.
Bu derlemede yer alan şiirler evlatlarını kaybetmiş bir babanın çaresizliğinden çok kaderin cilveleri ve hayatın manası ile ilgili bir arayışın ifadesidirler. Çocuk ağıtlarında acıdan teselliye geçişin nağmeleri okunur.
- Gündüzüme gölge geceme ay ışığısın
- Ölümün hükmü geçmez kalpte olana
- Sen benim ahımda yaşayanımsın
İlkbaharda Şair, Sonbaharda Bilgin
Rückert iki iklimli bir hayat sürmüştür. Kısa sürede, anlamanın da ötesinde o dilde şiirler tercüme edecek ve yazacak seviyede dil öğrenen bu büyük deha, Erlangen’da ve Berlin’de filoloji öğreten bir üniversite hocası ve sınırsız bir duygu ve hayal dünyasına sahip bir şairdir.
Rückert, şair ve filolog kimliğini birbirinden ayırır. Nitekim kendisine üç semitik dilde tercüme yapması için gönderilen metinleri bekletmiş ve şöyle demiştir: “Şimdi kuşlarla, çiçeklerle ve yeni gelen baharla söyleşmekteyim, bekleyin, sonbaharda sisin gün ışığını örtmesi gibi şairin ilhamını gölgeleyecek Bilgin’i bekleyin.” Baharda çiçeklerle söyleşmek ve çiçek tozlarını koklamak varken, kitap tozları arasına kendilerini gömen insanları hayretle karşılamıştır.
Ona göre yalnızca insanların, kuşların, çiçeklerin değil, dillerin ve kelimelerin de ruhları vardır ve o, bu ruhlarla söyleşip durmaktadır.
Rückert, Tanrı’nın, yaratığı her varlığa bir ses verdiğinden, bu ses ve dilde onları dinleyip anladığından emindir. Dillerin ve dinlerin farklı biçim ve kurallarının arkasında harf harf, kelime kelime, vezin vezin saklı bir şarkıyı aramış, Doğu’da ve Batı’da bu melodiyi müşterek bir bestede buluşturma arzusuyla yanmıştır.
Ayna ve Sema: Zikir Motifleri
Mevlana’nın şiirinde sıklıkla kullandığı ayna metaforu Rückert’in de en çok kullandığı sembollerden biridir. Dünya ve evren Allah’ın, şiir ve sözcükler insan ruhunun, seven iki kalp ise birbirlerinin aynasıdır. Sevgililer birbirlerinin penceresinden dünyayı temaşa ederler. Her bir sevgili diğerinin dünyaya açılan penceresidir ve o aşk penceresinden yaşamın türlü manzaralarını izlemekte, iklimlerini yaşamaktadırlar.
- Rückert’e göre kelime ruhun aynasıdır; İnsanın Tanrı’ya sunabileceği neyi vardır ki ödünç aldığı kelimelerinden başka; dualarından, şarkılarından ve şiirlerinden başka. Tanrı da varlığının aksini bu kelimelerde seyreder çünkü bilinmek istemiştir. Şiirin ruhu, (Geist der Poesie) varlığın arkasında ve önünde, içinde ve dışında gezinir durur. Arayanlar oradan belki açık bir kapı bulur ve dünyanın hakikatine doğru yol alırlar.
Hayatı boyunca şairi meşgul eden temalardan birisi de Mevlana şiirlerinden aşina olduğu sema ve zikirdir. Mevlana’nın gazellerinden ilhamla yazdığı ve “Def söylesin ney inlesin Allah hu!” diye başlayan ve “Yalnızca Semada aşk ile dönen erenler/ Aşk uğruna tatlı canın verenler/ Allah’ta yaşar ve Allah’ta ölürler/ Allah hu!” diye biten kısa gazelinde, semadan duyduğu coşkuyu dile getirmiştir.
Dönen bir dervişin varlığında tevhidi gördüğü gibi, doğum ve ölümle birbirine eklenen halkalarda varlığın devridaimini izler. Sema edenler bu dansta kimi zaman yer değiştirseler de şarkı susmaz, ritim durmaz aslolan semadır. Sema sonsuza kadar döner ve ölüm