Filozoflarla binalar üzerine
Genelde rock starlarının hakkında şarkı söylemedikleri her şeyin anlatıldığı Talking Heads adında bir rock grubunun 1978’li tarihli More songs about Buildings and Food (Binalar ve Yiyecekler hakkında daha fazla şarkı) adında bir albümü vardı. Pop şarkıları geneli itibariyle aşk teması üzerine varyasyonlardan oluşur; Van Morrison’ın 1976 yılında çıkarttığı hit parçası “Cleaning windows” ise diğerlerine nazaran çok daha farklı bir konumdadır. Felsefeciler ise sığ bir şekilde epistemoloji, metafizik ve hayatın anlamı gibi ıvır zıvır şeylerle ilgilenme eğilimindedirler. Fakat arada sırada bu büyük kafalar arasında kendi sahalarından çıkıp başka alanlar üzerine yazanlar da olmuştur. Mesela binalar ve yapı üzerine (Martin Heidegger), yemek üzerine (Hobbes), dometes suyu üzerine (Robert Nozick) ve son olarak hava üzerine (Lucretius ve Aristoteles). Bu kısa seri felsefecilerin ağzından duymaya pek de alışık olmadığımız şeyler hakkında onların ne dediği üzerinedir.
İngilizler her zaman çok pratik bir topluluk olmuştur. Francis Bacon (1561-1626) bu konuda bir örnektir. “Evler içinde yaşamak için inşa edilir, bakmak için değil” diye yazmıştı “Binalar Üzerine” başlıklı denemesinde. Mary Wollstonecraft, (1759-1797) Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi adlı eserinde binalar hakkında yazdığı bölümde de aynı pragmatik duygu kendini gösteriyordu. Feminizmin öncüllerinden olan yazarın, televizyon ekranlarımızı dolduran ve her yerde karşımıza çıkan “kendin yap” programlarına ayıracak pek vakti olmazdı sanırım: “Ev ve bahçe çocuklar üzerinde nasıl bir görünüm yaratırsa yaratsın, onlar da bundan zevk almazlar” (s.87).
Descartes’tan Heidegger ve Wittgenstein’a kadar kıta filozoflarının farklı bir görüşe sahip olması neredeyse beklenen bir durumdur. G.W.F. Hegel (1770-1831) “mimarlığın güzel sanat” olduğuna dair karşıt bir bakış açısına sahipti. Hatta son derece metafizik bir tonda, “bir bina, tanrının yeterli gerçekliğinin yolunu açan ilk şeydir” (Estetik: Güzel Sanatlar Üzerine Bir Ders s.84) demiştir.
René Descartes (1596-1650) evler hakkında yazarken biraz daha gerçekçiydi, ancak onun da güçlü görüşleri vardı. “Tek bir mimar tarafından üstlenilen ve tamamlanan binalar” diye yazmıştı Fransız rasyonalist “genellikle birkaç ressamın çalıştığı binalardan daha güzel ve daha düzenlidir” (Yöntem Üzerine Konuşma, s.35).
Martin Heidegger (1889-1976) tarafından tasarlanan ve inşa edilen üç yatak odalı kulübe kendi tarzında “güzeldi.” Heidegger’in Kara Orman’daki meşhur kulübesi artık halka açık. Her ne kadar 1920’lerde bile standart olan konfordan yoksun olsa da düşünmek için estetik açıdan hoş bir sığınak. Usta inşaatçı Heidegger, varoluşsal olarak şöyle düşünüyordu: “Bina üzerine düşünmek, bırakın bina için kurallar koymayı, mimari fikirleri keşfetme iddiasında bile değildir. Bu düşünce girişimi, binayı bir sanat ya da bir inşaat tekniği olarak görmez; daha ziyade binanın izini, olan her şeyin ait olduğu o alana kadar sürer. ‘Yaşamak nedir’ diye sorarız.” (Şiir, Dil, Düşünce, s.141).
Heidegger inşaatla uğraşan tek filozof değildi. Ludwig Wittgenstein (1889-1951) ile felsefi açıdan pek benzerlikleri olmayabilir, ancak aynı yıl doğan iki filozofun ortak bir tutkusu vardı: mimari. Wittgenstein akademik hayatının çoğunu İngiltere’de geçirdi ve felsefedeki analitik dönüşte etkili oldu, ancak binalar hakkında yazarken daha çok kıtasal bir metafizikçi gibiydi. “Mimarlık” diye yazmıştı, “bir şeyi ölümsüzleştirir ve yüceltir. Dolayısıyla yüceltilecek hiçbir şeyin olmadığı yerde mimari de olamaz” (Kültür ve Değer, s.133).
Belli ki Wittgenstein yüceltilecek bir şeyler olduğuna inanmış olmalı ki filozof, kız kardeşi için Viyana’daki Kundmanngasse’de hâlâ ayakta duran bir ev tasarladı. Ne yazık ki kız kardeşi binadan nefret etti ve orada hiç yaşamadı. İlginçtir ki “filozof” sıfatından hiçbir zaman tam anlamıyla hoşnut olmayan Wittgenstein, Viyana Şehir Rehberi’nde “Dr. L. Wittgenstein, mimar” şeklinde yer almaktadır.
*Bu yazı Philosophy Now dergisinden çevrilmiştir