Fas'ta başka bir mevsim
Fas’taki modern görünümlü pek çok yapı gibi, bu zaviyenin iç duvarlarında da geleneksel mozaik zilij kullanılmıştı. Geometrik desenlerden oluşan bu mozaiğin ortasındaki yuvarlak motif Kâbe’yi, çevresindeki beyazlık Kazablanka’yı, mavi Şafşavan’ı, kızıl Marakeş’i, yeşil Fez’i, dışa doğru yıldızlar da gökyüzünü sembolize eder.
- Allah’tan gayrısının aşkına rağbet etme O’ndan başka her şey bir seraptır
- Şeyh el-Alavî
Kuzey Afrika-Fas seyahatlerimizde, Gariplerin Kitabı’nda anlatılan “ölçülü bir neşe içindeki” dervişleri tanıma fırsatı bulduk ve “mevsim” ya da “ihtifal” denilen, farklı kolların ve şeyhlerinin de davet edildiği zikir meclislerine katıldık.
Daha önce benzer halkalara aşina olmamıza rağmen, afişlerle ilan edilerek halka duyurulan bir “mevsim”e ilk kez bu yıl katılacaktık. Fas’ta yıllık zikir meclisleri için kullanılan “mevsim” ifadesi, ruhun kuru yaprakları sayılan kalbî hastalıkların dökülmesi ve yerini yeşeren yapraklara, “ilkbahar”a bırakmasından mülhemdi sanki.
Kanada, Singapur, Tunus, Avrupa, Mısır ve Kuzey Afrika’nın farklı bölgelerinden gelen yüzlerce kişi, birkaç gün süren bu manevi kampta sadece Allah’ı zikretmek için bir araya gelir. Muhabbetlerini hissetmek için aynı dili konuşmanız gerekmez. Fasih Arapça konuşana da buralarda pek rastlamazsınız zaten. Fas’ın yeni şehir kısmındaki dört katlı zaviyeye ulaştığımızda, mevsimin son günüydü
Fas’taki modern görünümlü pek çok yapı gibi, bu zaviyenin iç duvarlarında da geleneksel mozaik zilij kullanılmıştı. Geometrik desenlerden oluşan bu mozaiğin ortasındaki yuvarlak motif Kâbe’yi, çevresindeki beyazlık Kazablanka’yı, mavi Şafşavan’ı, kızıl Marakeş’i, yeşil Fez’i, dışa doğru yıldızlar da gökyüzünü sembolize eder.
Hanımlar kısmındaki yazı tahtasından, gelen misafirlerin birkaç gündür İslami ilimler alanında ders aldıkları anlaşılıyordu. Kalacak yeri olmayanlar zaviyedeki odalara yerleşmişti. Zaviyenin temizlik, kahvaltı gibi ihtiyaçları civarda oturan fukara tarafından karşılanıyordu. Ama zaviyenin asıl görevlisi Sidi Abdulkerim’di. Şeyh Efendi ise oldukça yaşlı ve mübarek bir zattı. Türkiye’den geldiğimiz için miydi bilmiyorum, özellikle kalkıp bizi karşıladı. En çok dikkatimi çeken husus, müritlerine karşı çok babacan ve rahat oluşuydu.
Fukara, şeyh efendinin yanında doğal bir şekilde konuşup davranabiliyordu. Zaviyenin girişinde, özellikle fotoğraf çekilmemesine yönelik ikazlar, her şeyi fotoğraflamaya alışık bizler için dikkat çekiciydi.
“Allah zengindir siz ise fakirsiniz” ayetinden mülhem ihvandan topluca bahsederken fukara/fakirat deniliyordu. Zaviyenin bahçesinde, fukara (erkekler) için kurulan büyük çadırda, Verş kıraatiyle bir ağızdan okunan Fatiha ve Vakıa sureleriyle meclis başlarken, fakirat (hanımlar) da zaviyenin içinden, canlı yayınla zikri dinliyordu. Derken 12. yy.da Rif Dağı’nın tepesinde tek başına yaşayıp hayatı boyunca sadece Hasan eş-Şazelî’yi müritliğe kabul eden İbn-i Meşiş’in salat-ı Meşişiyye duası okundu:
“... Beni Seninle ve Senin için destekle/ Benimle Senin aranı birleştir/ Senden gayrısıyla arama gir/ Allah Allah Allah…”
Bu zikir halkası da diğerleri gibi “Biz ona şah damarından daha yakınız” ayetinin yeniden ve yeniden ve yeniden hatırlanması için bir vesileydi.
Tesbihatlar, Arapça ilahiler, kasideler...
Neden sonra Rif bölgesinden gelen ve mürşide olduğu anlaşılan bir fakirat birden kalktı ve çadırdan dinlediğimiz erkek meclisinin yayınını kapatıp, ariflerin divanlarından Endülüs geleneğinin en güzel kasidelerini, herkesin katılımıyla söylemeye başladı.
Mürşidenin hâli öyle etkileyiciydi ki, lisanu’l-gayb ile başka bir âlemden sesleniyor da, kalpler coşup taşarak içindeki dünyalık şeyleri dışarı atıyordu sanki. Derken hadrâ başladı. Çok yaşlı fukaranın bile hadrâ esnasındaki cezbeyle ayakları yerden kesiliyor gibiydi.
Meczuplar, gelin gibi süslenmiş çocuklar, hepsi bu manevi şölenin merkezindeydi. Hadrânın ardından daha hazır bir kalple dinlenilen müzakere ve tekrar tekrar Kur’an tilavetiyle, meclis sabah namazına dek sürdü. Geleneksel kapşonlu cellabeleri ve yüz ifadelerindeki bilgelik ile Fas’ın masalsı sokaklarında rastladığımda bile çok etkilendiğim Endülüslü hanımların, böylesi feyizli bir ortamına tanık olmak büyük nimetti. Tasavvufi terimlere, felsefesine, edebiyatına falan vâkıf değillerdi belki ama o terimlerin tekabül ettiği hâli bizzat yaşadıkları belliydi.
İkindiden beri namaz, zikir, arada ikramlarla devam eden meclis sona erip sabah ezanı okunmak üzereyken, sofra bezleri serildi ve ellerinde tajin kaplarıyla şeyh efendinin kızları kasideler söyleyerek servise başladı. Menüde kuskus üzerine safranlı körili tavuk ve karpuz vardı.
Ortadan, aynı kaptan yenen yemek yendikçe bereketlendi. Bugüne kadar yediğim en lezzetli yemeklerden olan bu menü, zaviyenin aşçısı Seyda Zuhur’un öncülüğünde yüzlerce kişiye yetecek şekilde pişirilmişti.
Namazın ardından, çok istememe rağmen, bir ağızdan yapılmaya başlanan virde eşlik edemeyip, mindere kıvrılıp uyuyanlar arasına ben de karışmıştım…
Bu ahir zamanda, eski tekke geleneğinden aşina olduğumuz canlı bir zaviyenin hâlâ açık olması; geçerken uğrayıp meclise katılarak hiçbir meblağ ödemeden, çıkarsız, kartvizit alışverişi yapmadan, ruh yoldaşlığıyla ağırlandığımız böylesi meclislerin var olması ne güzel!