Evsizlerin evleri

Evsizlerin evleri
Evsizlerin evleri

Atalarımız, ev alma komşu al, demiş. Komşularla çevrili bir ev sahibi olmak en iyi, komşusuz bir kiracı olmak en kötü durumsa; arada yer alan iki konumdan ilki olan iyi komşularla çevrili bir yerde kiracı olmayı, ikincisine yani komşusuz bir yerde evin sahibi olmaya tercih etmişler. Kenar mahalle duvarlarına “semt bizim ev kira” yazanlar da bir semte duyulan aidiyetin ev sahipliği karşısındaki önceliğini vurgular. Nitekim, bırakın ev sahibini, kiracı bile olamayan evsizin toplumsal konumunu anlamaya çalışırken, komşuluk ve semt aidiyeti gibi hususlar gündeme gelir. Evin fiziksel, mekânsal uzantısı apartman, muhit, mahalle ve semtse; sosyal uzantısı da onu çevreleyen ilişkiler ve komşulardır. Gerçekten de evsizliğin temel bir boyutu, bir an sosyal çevreden, insanlardan örülü bir ağdan, yardımlaşacak kadar derin ve olumlu toplumsal ilişkilerden yoksun kalmaktır. Göz aşinaları, tanıdıklar hep vardır, “arkadaşlar iyidir” ama…

Evsizliğin temel boyutu sosyal çevreden, insanlardan örülü bir ağdan, yardımlaşacak kadar derin ve olumlu toplumsal ilişkilerden yoksun kalmaktır.
Evsizliğin temel boyutu sosyal çevreden, insanlardan örülü bir ağdan, yardımlaşacak kadar derin ve olumlu toplumsal ilişkilerden yoksun kalmaktır.

Hz. Ömer’e göre birini tanımak için ya evine girip çıkışından/çıkandan haberi olacak kadar yakın komşusu olmak, ya yol arkadaşlığı yapıp zor durumlar karşısındaki ahlâkî durumunu gözlemlemek ya da borç ve alışveriş gibi iktisadi işlerde hakka riayet edip etmediğini tecrübe etmek gerekir. Yahut Arslanbenzer’in mısrasındaki gibi, “Arkadaş arkadaşın meşhuruydu, şimdiki gibi değildi yani”. Biz musallada yatarken, hakkımızda “Nasıl bilirdiniz?” diye sorulduğunda hüsn-i hâlimize gözleri yaşararak hüsn-i şehadet edecek kişilerin varlığı, konunun sosyal ilişki boyutunu ifade eder. Evsiz kalmak da çoğunlukla anne-baba vefatını, ailenin parçalanmasını, eş-evlat, akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin, mahalle/okul/iş arkadaşlıklarının çözülmesini takip eder. İlişki ağları o kadar önemlidir ki bir insanı evsiz bıraktığı gibi, evsiz kalınca da ilk kurulan şey de ilişkilerdir. Nitekim evsizlerin sokak hâllerine baktığımızda, önceki hayatlarından umutlarını kestikçe belli mekânlarda istikrarlı bir şekilde kalarak kendilerine diğer evsizler esnaf, dernek elemanı, imam, hizmet sağlayıcı gibi insanlardan oluşan yeni bir muhit edindiklerini görürüz. Bu ilişkiler çoğunlukla yüzeysel bile olsa bir “sosyal sermaye” teşkil eder ki bu da çoğunlukla evsizleri sokaktan kurtulmaya yaklaştırır.

Bir insanın evsiz kalışı: özel eşyaların dağılışı

Yeni bir eve taşındığımızda orayı sahiplenmemizi kolaylaştıran hususların başında aynı muhitte olması ya da evin oturumunun, cephesinin bir önceki eve benzemesi kadar, ev eşyalarındaki süreklilik gelir.
Yeni bir eve taşındığımızda orayı sahiplenmemizi kolaylaştıran hususların başında aynı muhitte olması ya da evin oturumunun, cephesinin bir önceki eve benzemesi kadar, ev eşyalarındaki süreklilik gelir.

Evin bir uzantısı, boyutu ya da ikamesi komşular/insanlar olduğu gibi, bir başka görünümü de eşyalardır. Yeni bir eve taşındığımızda orayı sahiplenmemizi kolaylaştıran hususların başında aynı muhitte olması ya da evin oturumunun, cephesinin bir önceki eve benzemesi kadar, ev eşyalarındaki süreklilik gelir. Eşyalardan hem işlevsel hem dayanıklı hem de estetik olmalarını bekleriz. Ama eşya bu üç boyuttan fazlasıdır. İnsanla temas ettiği anda yeni anlamlar, sembolik değerler yüklenir. Hz. Peygamber eşyalarına isim bile verirmiş mesela. Hatta bir dağı sever, o dağ tarafından da sevilirmiş. Demek ki, bir nesne/eşya ile aramızdaki bağ tek taraflı olmayabilir de. Nitekim mekânsal aidiyet “etrafınızdaki insanlarla en çok bağ kurduğunuzu, sizi seven ve sizin de sevdiğiniz insanlar olduğunu hissettiğiniz yer” olarak tanımlanır. Eşyaların insanlarla temas ede ede kazandıkları bir işlev de insanlara aidiyet hissi kazandırmaktır. Bir eşyayla bağ kurdukça ona kendimizden bir şeyler katarız ve o adeta bizim bir parçamıza, uzantımıza dönüşür.

Çocuklar kendileri için değerli ama genel kabulde değersiz “eşya”lara bile izinsiz atıldığında nasıl tepki verir? Bir eşya işlevli olmasa bile, salt bize göre estetik olduğundan, ona sahip olmak bizim için önemlidir. Etrafımıza kendimize benzer addettiğimiz nesneler toplayarak kendimize güvenli bir alan yaratırız. Bir bilye, kart, oyuncak, kozalak, meşe palamudu, midye kabuğu ya da çakıl taşı bizim için çok değerli, anlamlı olabilir. Evsizlik eşyalarla bu tarz bir ilişki kuramamak demektir. Evsiz, Yüksel Bekaroğlu-Doğan’ın Türkiye’de bu konuda yazılan ilk doktora tezine (2018) dayanan Evsizler kitabına (2021) göre, eşyaları defalarca çalınıp gasp edilmiş, sokakta kol gezen hırsız ve gaspçılar karşısında eşyalarının güvenliğini sağlamak için uyku mekânı olarak ya görünür yerleri ya da büsbütün ulaşılması zor yerleri tercih eden, çalınma riskinin büyüklüğü karşısında ne para ne eşya biriktiren biridir.

Kiracıyken evsiz kalmak en fazla bir seyahat bavulu alıp evden çıkmak demektir. Evde çocukluktan beri biriktirdiğimiz, kimse için hiçbir değeri ya da anlamı olmayan ama bizim için son derece değerli birtakım küçük nesneler olabilir. Ailemizden kalma birkaç fotoğraf albümü, karneler, eski bir İETT kartı, kimlik... Marc Auge’nin, Evsiz Bir Adamın Güncesi (Journal d’un SDF, 2011) kitabındaki hikâye belki de bu geçişlerin en yumuşağını temsil eder. Kahraman kiracıyken eve bir eskici çağırır ve kalan eşyalarını ona satıp arabasına taşınır. Arabasına sığacak kadar şeyini yanına alabildiği için şanslıdır. (Özellikle Amerika’da beyaz yaka işlerde çalışan ve arabalarıyla özel araba parklarında yaşayan bir gizli evsiz türü çok yaygındır.) Arabası olmasaydı alabilecekleri bir sırt çantasına sığacak nesnelerle sınırlı olabilirdi. Evsizlerin güvende olabilmek için gündüz kalabalık parklarda uyudukları düşünülünce sırt çantası bile hırsız ve gaspçılardan korunması gereken büyük bir servet anlamına gelecekti. En azından içinde ne olduğu anlaşılana kadar.

Esnafın, evsizlere küçük işler yaptırıp para kazandırmanın ve yemek yedirmenin yanı sıra, evsizin değerli eşyalarını koruyup sakladığı da olur
Esnafın, evsizlere küçük işler yaptırıp para kazandırmanın ve yemek yedirmenin yanı sıra, evsizin değerli eşyalarını koruyup sakladığı da olur

Her geçiş Auge’nin anlattığı kadar yumuşak olmayabilir. Bir evsiz, bir akrabasının evinde iftiraya uğrayıp bir tek sırt çantasını alarak kapıyı çarpıp çıkabilir. Bir yetiştirme yurdundan yanına neredeyse hiçbir şey almadan kaçabilir. Ya da kiracı olduğu evdeki eşyaların en özel, kişisel olanlarını bir iki koli yapar ve eski ev sahibinden eşyalarının bir süre apartmanın deposunda durmasını rica eder. Parasıyla bir depo kiralayacak değil ya. Varsa tanıdığı bir esnafla konuşup yine kolisinin dükkanında bir köşede durmasını temin edebilir. Sonsuza kadar değil tabii, arada bir uğrayıp hâla orada mı, bir problem var mı, diye kontrol etmesi gerekir. Kendisi için kıvrılıp yatacak sıcak bir köşe bulamamıştır ama en azından bir kolicik özel eşyası için ıslanıp bozulmayacak kuru bir köşesi vardır. Kurtlar Vadisi (2003) dizisindeki Ali Candan karakteri gibi, insan ölse bile odasını muhafaza edecek bir ana ocağı kalmamıştır belli ki. Eskiden işportacılık yapan bir evsiz abi, bazı eşyalarının bu şekilde uzun süre Aksaray’da sahibini tanıdığı bir internet kafede kaldığını şöyle anlatmıştı mesela: “İnternet kafelerde kaldım senelerce. Eşyamı koyuyordum. Şimdi de valizimin bir tanesi orada ta eskiden tanıdığım bir adamın yanındadır. Orada durur. Benim bazı ilaçlarım falan orada. Giderim onları alırım, yine oraya bırakırım.”

Marc Auge’nin, Evsiz Bir Adamın Güncesi.
Marc Auge’nin, Evsiz Bir Adamın Güncesi.

Evsizler arasında, güven ilişkisi kurduğu esnafa çantasını ya da özel eşyalarını emanet etme kısmen yaygındır. Esnafın, evsizlere küçük işler yaptırıp para kazandırmanın ve yemek yedirmenin yanı sıra, evsizin değerli eşyalarını koruyup sakladığı da olur. Evsizin para biriktirme durumu varsa, esnaf bu parayı muhafaza edebilir. Özellikle uyuşturucu bağımlısı sokak çocukları, gün içinde sinyalcilikten kazandıklarını zabıtaya kaptırmamak için parça parça esnafa emanet edebilir: Biraz sinyalcilik yapıp topladığı parayı bir büfeye emanet eder, biraz daha toplar, onu da bir dönerciye, markete bırakır. Akşama kadar, paralarını birer banka, kasa gibi, birkaç noktada biriktirir. Zabıtalar bu durumu tespit ederse esnafın başı belaya girmesin diye onlara “Sen hiç başını belaya sokma, benim ne kadar param varsa ver.” diye tembihler. Zira nasıl olsa parasını birden fazla kasada saklamış, riski bölüştürmüştür. Belki de evsiz bir yönüyle, eşyalar dünyasından zoraki çekilmiş, kendi imparatorluğunu eşyalar üstünde kurmaktan vazgeçmiştir.

Evsizin evleri: rutinler

Evsizler sanılanın aksine suçun faili değil mefulü, suça maruz kalan bir toplum kesimidir. Korunma ihtiyaçları yüzünden kendilerine yatma mekânı olarak ya göz önünde, kameraların bulunduğu, polislerin devriye gezdiği yerleri seçerler. Özellikle apartman girişi, işyeri önü gibi yerlerde yatanlar şehirde hayat başlamadan, sokaklar hareketlenmeden kalkıp yataklarını toplamak durumunda kalır. Gün belli görevlerle, tekrarlarla başlar. Sabah işlerinin art arda gelişi, kendi içinde, mekânda yeri olmayan, zamanın içinde mukim bir geometrik mekân yaratır. Öz bakım rutinleri özsaygının önemli bir cüzüdür. Evsiz için rutinler “normal insanlar” gibi olduğunu evvela kendine ispat etmeye yarar. Diyebiliriz ki, nasıl evsiz olmayanın bir evi de günlük rutinleriyse, evsiz için de günlük rutinler evin yokluğunda önem kazanır, bir çeşit ev hâlini alır. Beni Eve Götür (Lead Me Home, 2021) belgeselinde evsizlerin sabah kalkınca yatağını toplayıp giyindiklerini, dişlerini fırçaladıklarını görürüz. Psikolog Gökhan Çınar’ın “Katarsis” ve “Paylaş Benimle” programlarına da çıkan, uzun yıllar Tophane parkında kalan evsiz Alaattin Arslan abinin sakal tıraşı olması da buna örnek verilebilir. Nasıl ki müzik için çingenelerin vatanı denirse, evsizlerin evlerinden birinin de günlük rutinleri olduğu söylenebilir. Günlük rutinden uzaklaşma, bir evsizin hayatında daha umutsuz bir noktaya doğru gittiğinin, kendini iyice koyverdiğinin işareti olabilir.

Evsizler sanılanın aksine suçun faili değil mefulü, suça maruz kalan bir toplum kesimidir. Korunma ihtiyaçları yüzünden kendilerine yatma mekânı olarak ya göz önünde, kameraların bulunduğu, polislerin devriye gezdiği yerleri seçerler.
Evsizler sanılanın aksine suçun faili değil mefulü, suça maruz kalan bir toplum kesimidir. Korunma ihtiyaçları yüzünden kendilerine yatma mekânı olarak ya göz önünde, kameraların bulunduğu, polislerin devriye gezdiği yerleri seçerler.

Günlük taşınma da evsizlerin günlük rutinlerindendir. Kendini koyvermemiş, canlı, umutlu bir evsiz nadiren sabahladığı bir parkta günü geçirir. Zira sabah saatlerinde evsiz olduğu anlaşılmayacak şekilde başka bir parkta oturmak onu parkta oturan diğer emekliler arasında görünmez kılar. Kılık kıyafetini, sakal tıraşını ona göre ayarlar. Parkta ya da cami bahçesinde oturur, kuşlarla oynar, bir kediyi sever, bir kitap ya da bulduğu bir gazeteyi okur, oradaki diğer insanlarla sohbet eder. Yatış yeri ile günü geçirme mekânı arasındaki mesafeyi açmak, evsizler açısından bir tanınmama taktiği, böylece evsiz olduğu bilinmeden günlük ilişkiler kurabilmeye yardımcı bir yöntemdir.

Kronik ya da uzun süreli evsizler bahis mevzuu olduğunda, konu sadece günlük rutinler değildir. Zaman alabildiğine genişler, sokakta geçirilen bir ömür hâlini alır. Akıllı telefonu olanlar WhatsApp’tan cuma mesajları atar, tuşlu telefonu olanlar cuma tebriki için kısa aramalar yapar. Haftanın belli günleri evsizlere ücretsiz yemek dağıtan belli yerler vardır, belli günler belli yerlerin yemekleri daha güzeldir, oralara yemeğe gidilir. Haftada bir pansiyonda kalmaları… Hafta içi biraz sinyalcilik yapıp bir gecelik pansiyon parası biriktirmiş olarak cumartesi sabahı bir camide iyi bir yemek yiyip hijyen malzemeleri ve temiz iç çamaşırı alıp o geceyi bir pansiyonda geçirmek mesela. Sokaklarla ucuz pansiyonlar arasında haftalık bir taşınma. Evsizin semtler arasında taşınmaları, yıllık rutinin bir parçası hâlini alır. Mevsimlik döngüleri vardır. Kışın soğuğunda duldası çok yerlere, Eminönü hanlar bölgesine taşınır bazıları, yazın ise rûyizemin Alaattin Abi’nin deyimiyle “çok yıldızlı çimen palas oteli”dir. Evsiz adeta benliğinin, kimliğinin bir parçası hâlini alan, kendi geliştirdiği günlük, haftalık ve yıllık döngülere tutunur. Mekânda evi yoksa o da zaman içinde kendine bir mekân, bir ev inşa eder.

Evsizlerin bütün taşınmaları semtler arasında değildir. Şehirler arası taşınanlar da vardır. Bir evsiz bir süre sadece o semtte değil, o şehirde de görünmeyebilir. Bilmem kaçıncı defa memleketine dönmeyi kafasına koymuş, başka şehirde bir iş bulmuş, bir arkadaşının yaşadığı şehre gitmiş, bir tanıdığının boş evine davet edilmiş, soğuktan bunalıp sıcak iklime göç etmiş, evsizlere yönelik başka bir şehirdeki barınma evini denemek istemiş olabilir. Böylece İstanbul’daki bir evsiz bir süreliğine Bursa, Kocaeli, Antalya ya da Ankara’da evsiz kalır, her şehirde bir süre tutunup o şehirde evsiz kalmayı deneyimler ve kürkçü dükkânına, en temelde hangi şehrin, hangi muhitin evsiziyse oraya döner.

Evsizin mülkleri: birtakım kâğıtlar ve diğer eşyalar

Evsizler mülksüz değildir. Her ne kadar evsizlerin çoğunun cüzdanı ve kimliği olmasa da evsizlerin yanlarında taşıdıkları çeşitli nesnelerden söz edilebilir. Bu nesnelerin başında kimlik numarasının, isimlerin, telefon numaralarının ya da ilaçların yazılı olduğu birtakım kâğıtlar gelir. Bir “eski evsiz”in beyanıyla, o kâğıtta “güvendiğimiz, çok sevdiğimiz, değer verdiğimiz insanlar 20-25 [insanın] numara[sı olur].” Sokaktan ve eskiden çalışılan yerlerden arkadaşlar, bazen işverenler… (Evsiz bazı yerlere bir arkadaşının adresini, telefon numarasını verir ve ulaşılır olmaya çalışır.) Bir hizmet sağlayıcının ifadesiyle: “Bak adam sokakta yaşıyor yıllarca, cüzdanının en dip yerinde, bir kâğıda yazmış eşinin ismi, telefon numarası, kızının ismi, telefon numarası. Telefon numaraları duruyor orada.” Başka bir hizmet sağlayıcının ifadesiyle o kâğıtta ilaç isimleri yazabilir: “Düzenli ilaç kullanıyor mesela, dört ilacı var, sanırım on yıllık bir reçetesi vardı. O kâğıt hiç kaybolmaz, çok eski bir kağıttır. Bana verirken de kâğıdı çok çekinir, ‘Bak sakın kaybedeyim deme.’ der. O eski reçeteyle gideriz. Orada ilaçların ismi yazar sadece.”

Belki bir defter, çalana fayda vermediği için çalınınca ekstra isyan edilen bir şiir defteri, bir fotoğraf… Bir taşıma kartı olabilir. Bir hizmet sağlayıcı, çok aktif kullanmasalar da evsizlerin yarısının, bir diğeri %70’inin telefonu olduğunu belirtir. Bu telefon defalarca çalınmış ya da paraya sıkışınca satılmıştır. Yardım olarak alınan montlar, battaniyeler de üşümek pahasına satılır zaman zaman. Ayakkabılar da kendi çapında değerlidir, satılabilirliği yani çalınabilirliği vardır. Çalınmasın diye yastık yapılıp yatılır. Ayakkabının yanı sıra, yatarken kullanılan yatak-yorgan muadili mülklerden de söz edilebilir. Yağmurlu günlerde bile ıslanmayacak şekilde bir parkta ya da köprü altında bir çalının arkasına, taşların, panoların arasına saklanmış bir karton ve battaniye olabilir. Kronik rahatsızlığı olan evsizler ilaçlarını da yanlarında taşır. Çalınma riski olmayan, sinyalcilik yaparken işe yarayabilecek bir şey olarak da düşünülebilir bu ilaçlar. Bir hizmet sağlayıcının ifadesiyle, “İlaçlarını mutlaka yanında [taşırlar], onların yanında bir ilaç poşeti de görebilirsiniz.”

Evsizler, bir hizmet sağlayıcının ifadesiyle, “Belli lokasyonlarda, belli alanlarda eşyalarını nasıl muhafaza edebilecekleri, beslenme ihtiyaçlarını hangi rota içerisinde giderebilecekleri hakkında çok ciddi bilgi sahibiler. Kendilerine has rotaları var, o rota üzerinde sürekli olarak dönüyorlar aslında. O aynı kişiyi o rota içerisinde birden fazla kez görebilirsiniz.” Bir küçük tüp ve çaydanlığı olup çay demleyenlere de suyu taşıyarak getirdiği gecekondu benzeri küçük bir barakaya sahip olanlara, ufak tefek yerleşik düzene geçen evsizlere de rastlanabilir. Cami çevreleri su kaynağı olmalarıyla lojistik ve fizibilite açısından elverişli mekânlardır. Bir de evsiz dindar, caminin imamı da evsizlerle ilgilenen biriyse şartlar daha da iyi olmuş olur.

Evsiz olmayanların evsizlikleri

Evin uzantılarından biri eşyalar madem, evsiz değilken evsiz olmanın bir görünümü, kayıp çocukluk nesneleridir denebilir. “Üç göç bir yangın yerini tutar” demişler. Kendimize çocukluktan kalma eşyalarımızın bir yerlerde durup durmadığını sorabiliriz. Evimizde, ulaşabileceğimiz bir yerde mi yoksa başka bir yerde mi? Hani o filmlerde gördüğümüz küçük sandık… İçinde piyasa değeri olmayan, en fazla efemera sayılabilecek bazı küçük, hatıra değeri olan nesneler, kâğıtlar, yazılar, çizimler... Bir noktaya kadar köydeki evdeydi, anne-babanızın evinde bir kolideydi, bir ardiye ya da depodaydı… Depoyu su basabilir, deprem olabilir, evler boşaltılabilir… Bizim için değerli, başkası için anlamsız olan ve bir yerde toplu olarak duran o parçalar dünyaya dağılıp gidebilir.

Evsiz olmayanların hayatına sirayet eden bir başka evsizlik görünümü de evden uzak geçen zamanlar, bir başka deyişle tatilcinin evsizliğidir. Ev biraz da günlük rutinler demektir zira. Düzenli tatil yapan insanlarda tatil süresi uzadıkça artan bir “eve dönme” isteğinden söz edilebilir. Kıyafetler, diş fırçaları, ayakkabı ve terlikler, hırka ve montlar, temizler ve kirliler birbiri içine girdikçe eve dönme yönünde gerilim ve çekim artacaktır. Çamaşır makinası ya da çamaşır yıkama hizmeti alınmıyorsa kirliler artar. Hele de tarak, tırnak makası, tıraş bıçağı gibi öz bakım alet edevatı unutulmuşsa, ya da tatil sırasında bir şekilde edinilememişse, kişi evdeki rutinlerinden giderek uzaklaşır ve eve (aslında evdeki rutinine) dönme iştiyakı gün geçtikçe birikip büyür. Büyüyen rutin hasreti kendini ev hasreti hâlinde gösterir.

Kendini evsiz saymayanların hayatlarında, bilimsel tanımlar ışığında bakılınca “meğer ben de (bir dönem) evsizmişim” dedirten müşahhas durumlar olabilir. Evsizlik konusundaki sosyolojik araştırmalarda “gizli evsizlik” (hidden homelessness), “güvencesiz konut” (insecure housing), “elverişsiz/yetersiz konut” (inadequate housing) gibi, evsizliğin kapsamını genişleten kavramlar vardır.“Gizli evsizler” (hidden homeless) kaldıkları net ve tek bir ev olmamakla birlikte kendi evsizliklerine arkadaş ya da akrabalarının yanında, çekyatta, kanepede (couch surfing), çadırda, arabada, ucuz bir otel ya da pansiyonda, bekar odasında kalmak gibi geçici çözümler bulmuş insanları tarif eder. Bunlar kayıtlara evsiz olarak geçmezler. Gece ya da gündüz saatlerinde sokakta uyudukları da vaki değildir. Belediyelerin evsiz barınma evlerini de kullanmazlar. Bunlar bir başka açıdan bakıldığında kamuya da yük olmaz, kendi sosyal ve iktisadi sermayelerine, kendi kaynaklarına dayanan insanlar olarak görülebilir.

Ev sahibi tarafından her an evden atılma korkusu yaşayan kiracılar ve aile içi şiddet/ dışlanma gibi tehditlere maruz kalan aile fertlerinin durumu “güvencesiz konut” kavramıyla bir evsizlik türü olarak görülür.
Ev sahibi tarafından her an evden atılma korkusu yaşayan kiracılar ve aile içi şiddet/ dışlanma gibi tehditlere maruz kalan aile fertlerinin durumu “güvencesiz konut” kavramıyla bir evsizlik türü olarak görülür.

Ev sahibi tarafından her an evden atılma korkusu yaşayan kiracılar ve aile içi şiddet/dışlanma gibi tehditlere maruz kalan aile fertlerinin durumu “güvencesiz konut” kavramıyla bir evsizlik türü olarak görülür.[1] “Yetersiz/elverişsiz konut”larda, çok kalabalık evlerde yaşayan göçmenler de geniş tanıma göre evsiz sayılır. Ya da gençlikte, sınav için gidilen bir şehirde otogarda geçirilen gece kayda girmeyen bir “geçici evsizlik” örneğidir. Yine öğrencilikte, eşyalarının, kitaplarının koliler içinde dağınık hâlde çeşitli yerlerde olduğu bir dönem de; biri bir yurdun deposunda, biri ailesinin evinin ya da bir arkadaşının evinin ardiyesinde ya da tavan arasında… Hafta boyunca farklı birkaç yerde kaldığı bir dönem de; kâh bir, kâh başka bir arkadaşta, bazen de işyerinde… Temel birkaç eşyasını sürekli yanında taşıdığı, çantasında gezdirdiği bir dönem de; cüzdan ve cep telefonu dışında, anahtar olmaksızın, kalemi defteri, temel hijyen malzemeleri, diş fırçası… Bu şekilde sabit bir evi olmama durumu “gizli evsizlik” olarak isimlendirilir. İnsan bu kavramlara aşina değilken, hayatının bir dönemini evsiz olarak geçirdiğinin farkına bile varmayabilir. Bir başka ifadeyle, farkında olmadan evsizliğe temas ettiğimiz, teğet geçtiğimiz bir dönemimiz olmuş olabilir. Dahası evsizlik sadece geçmişimizle değil, geleceğimizle de ilgili olabilir. İlişkilerin yüzeyselleştiği, bireyciliğin, bireysel kurtuluş ve sınıf atlama heveslerinin güçlendiği, iktisadi kutuplaşmanın artıp sadece orta ve alt sınıf arasındaki değil, orta ve alt sınıfın kendi içlerindeki dayanışmanın da zayıfladığı bir zaman ve zeminde “herkes bir gün evsiz kalabilir” uyarısı bir ibret levhası gibi belki de hiç olmadığı kadar güncel ve geçerlidir.

“Yetersiz/ elverişsiz konut”larda, çok kalabalık evlerde yaşayan göçmenler de geniş tanıma göre evsiz sayılır. Ya da gençlikte sınav için gidilen bir şehirde otogarda geçirilen gece kayda girmeyen bir “geçici evsizlik” örneğidir.
“Yetersiz/ elverişsiz konut”larda, çok kalabalık evlerde yaşayan göçmenler de geniş tanıma göre evsiz sayılır. Ya da gençlikte sınav için gidilen bir şehirde otogarda geçirilen gece kayda girmeyen bir “geçici evsizlik” örneğidir.
  • [1] Bu durum bir evde yaşayan ama o eve ancak eğreti bir şekilde, adeta teyelle, geçici olarak tutturulmuş bir kimseye denk düşer. Bir insan ne zaman kendini bir eve ait hisseder? Bir uçta atalarından kalma, kendisine ait bir yerde, bizzat inşa ettiği bir evde, belki ömrü boyunca da hiç başka bir yere gitmeden, bağ kurduğu, sevip sevildiği insanlarla çevrili olarak yaşayan biri vardır. Diğer tarafta ise çocukluğundan itibaren önce anne-babasının, sonra kendisinin memuriyetleri dolayısıyla farklı şehirlerde kısa kısa yaşayan, yatılı okulda okuyan, kiralık evlerde, lojmanlarda oturan birini koyabiliriz. Bir sonraki durağının neresi olduğunu bilmeyen bir göçmen kuş, geçici konağına ne kadar bağlanabilir? Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünnetini takip edip, kıyametin koptuğunu, orada geçireceği zamanın çok kısa olduğunu göre göre, elindeki fidanı dikip orayı güzelleştirme cehdi sergileyebilir mi? Bir anlığına yahut kısa süreliğine bulunduğu bir yerde bile sosyal ağlar kurma girişiminde bulunmak, evsizlerin -özellikle de evsizler arasında öne çıkıp sivrilen, iletişim, organizasyon ve arabuluculuk becerisine sahip, olgun, okuryazar, güvenilir “öncü evsiz”lerin- becerilerinden biri sayılabilir.
  • Mehmet Ali Akyurt
  • Akademisyen
  • 82 İstanbul doğumlu. Evli, iki oğlu var. Fayrap dergisinde yazdı, İz Yayıncılık’ta çalıştı. Araştırmalarını İstanbul Sosyoloji çatısı altında yürütüyor. Sosyoloji, felsefe ve şiirle ilgileniyor. Okumayı biraz; gezmeyi, düşünmeyi, konuşmayı ve yazmayı çokça seviyor.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım