Evrak-ı perişan arasında: Halil Ethem bey’in Ahmet Midhat Efendi’ye dair hatıraları

Halil Ethem Eldem (1861-1938), Osmanlı Devleti’nin son dönemleri ile Cumhuriyet’in ilk yıllarında çalışmalarıyla önemli hizmetler ifa etmiş, dikkat çekici kültür adamlarımızdan biridir.
Halil Ethem Eldem (1861-1938), Osmanlı Devleti’nin son dönemleri ile Cumhuriyet’in ilk yıllarında çalışmalarıyla önemli hizmetler ifa etmiş, dikkat çekici kültür adamlarımızdan biridir.

Türk-İslam eserleri ve özellikle sikkeler üzerine yazılarıyla tanınan Halil Ethem Bey’in dikkat çekici yazılarından biri de Şehbal mecmuasında yayımlanan Ahmet Midhat Efendi ile ilgili hatıralarıdır. Halil Ethem Bey’in, Ahmet Midhat Efendi’nin ölümünden iki ay sonra yayımladığı yazısını önemli kılan unsurlardan biri içinde yer alan fotoğraf ve resimlerdir. Ahmet Midhat Efendi’nin karakalem çizimlerinden biri, bedevi kıyafetinde çekilmiş bir fotoğrafı ve ressam Küçeoğlu Kirkor tarafından çizilen bir resmi bu önemli hatıralara eşlik etmiştir.

  • Halil Ethem Eldem (1861-1938), Osmanlı Devleti’nin son dönemleri ile Cumhuriyet’in ilk yıllarında çalışmalarıyla önemli hizmetler ifa etmiş, dikkat çekici kültür adamlarımızdan biridir. Sadrazam İbrahim Ethem Paşa’nın oğlu olarak 1861’de İstanbul’da dünyaya gelen Halil Ethem Bey,1 ünlü nümizmat İsmail Galip Bey (1848-1895) ile ressam Osman Hamdi Bey’in (1842-1910) kardeşidir. Tıpkı kardeşleri gibi Halil Ethem Bey de güzel sanatların pek çok dalında çalışmalar yapmış; ilgisini bilhassa arkeoloji, sanat tarihi, nümizmatik ve epigrafi alanlarında yoğunlaştırmıştır.

Öğrenimine İstanbul’da başlayan Halil Ethem Bey, babasının görevi nedeniyle eğitimini Avrupa’da sürdürmüş, Zürih Üniversitesi’nde tabii ilimler, Viyana Üniversitesi’nde yine tabii ilimler ile kimya tahsillerini tamamlamıştır. Basel Üniversitesi’nde felsefe doktorasını tamamlayan Halil Ethem Bey, ilerleyen yıllarda ülkemize dönerek 1885’ten itibaren çeşitli görevlerde hizmet vermiştir. Askerî fabrika ve Erkân-ı Harbiye tercüme kalemindeki görevlerinin yanı sıra, Mülkiye, Darüşşafaka gibi okullarda hocalık yapmıştır. 1892’de ağabeyi Osman Hamdi Bey’in muavinliğine getirilen Halil Ethem Bey, ağabeyinin ölümünün ardından Müzeler Müdürü olmuş ve 1931’de emekli oluncaya kadar bu görevini sürdürmüştür. Emekliliğinin ardından İstanbul milletvekili olarak TBMM’ye seçilen Halil Ethem Bey, 17 Kasım 1938’de vefat etmiştir.

Halil Ethem Bey, İslam Eserleri Müzesi’ni kurmuş, Topkapı Sarayı da müze olarak onun döneminde hizmet vermeye başlamıştır.

1913’te Tarih-i Osmanî Encümeni’ne üye seçilen Halil Ethem Bey, bu kurumun yayın organı olan Tarih-i Osmanî Mecmuası’nda ve ardından Türk Tarih Encümeni Mecmuası’nda Türk tarihiyle ve eski eserlerle ilgili çok sayıda makale yayımlamıştır. Türk Tarih Kurumu’nun üyelerinden biri olan Halil Ethem, yakın dönem sanat-kültür tarihimizin önemli simalarından biri olarak adından söz ettirmiş bir şahsiyettir. Vefatının ardından evrak-ı metrûkesi Türk Tarih Kurumu’na bağışlanmıştır ve içinde devrin önemli isimleriyle yaptığı mektuplaşmaların da yer aldığı arşivi bu kurumda muhafaza edilmektedir.

Türk-İslam eserleri ve özellikle sikkeler üzerine yazılarıyla tanınan Halil Ethem Bey’in dikkat çekici yazılarından biri de Şehbal mecmuasında yayımlanan Ahmet Midhat Efendi ile ilgili hatıralarıdır. Halil Ethem Bey, aşağıda Latin harflerine aktarılacak dikkatlere sunulan yazısında Ahmet Midhat Efendi ile ilgili mühim ayrıntılar verir. Halil Ethem Bey, Ahmet Midhat Efendi’nin ölümünden iki ay sonra yayımladığı yazısının başında onun kısa biyografisini vermiş, ardından Efendi Babamız’la ilgili hatıralarını nakletmiştir. Yazının satır aralarında Ahmet Midhat’ın resim, müzik ve tiyatroya ilgisine ışık tutarak yazarın biyografisine katkı sağlayacak bilgiler yer almaktadır. Hatıra yazısını önemli kılan unsurlardan biri de içinde yer alan Ahmet Midhat Efendi ile ilgili fotoğraf ve resimlerdir. Ahmet Midhat Efendi’nin karakalem çizimlerinden biri, bedevi kıyafetinde çekilmiş bir fotoğrafı ve ressam Küçeoğlu Kirkor tarafından çizilen bir resmi bu önemli hatıralara eşlik etmiştir.

  • Not: İlgili yazı yayına hazırlanırken anlamının bilinmesinde zorlanılacak kelime ve kelime grupları köşeli parantez içinde tarafımızdan açıklanmıştır.

Terâcim-i Ahvâl [Hal tercümeleri, biyografiler]:

Ahmed Midhat Efendi2

Tarih-i vefatı: 18 Muharrem 1331

Zıya-i ebedisiyle [ölümüyle] matem etmekte olduğumuz bu büyük adamın burada tercüme-i hâlini yazacak değiliz. Zira kırk beş senelik bir hayat-ı ilmî ve edebînin tarihçesini yazmak esasen kolay bir iş olmadığı gibi bilhassa memleketimizde bu nevi mevad [işler, meseleler] için vesika-i lazımeyi [gerekli belgeler] zapt etmek âdeti de cari bulunmadığından [geçerli olmadığından] Ahmet Midhat Efendi merhumun matbu ve gayrimatbu bilcümle [bütün] âsarının [eserlerinin] bir listesini câmi olmak [toplamak] üzere hususi, resmî ve ilmî bir tercüme-i hâlinin pek çabuk meydana getirileceğine bile şüphe ederiz. Merhum derdi ki:

Efendi, bu lisanı pek mükemmel bilir ve söylerdi. Türkler içinde Fransa’da oturmayarak o derece serbest ve doğru Fransızca tekellüm edenler [konuşanlar] azdır.
Efendi, bu lisanı pek mükemmel bilir ve söylerdi. Türkler içinde Fransa’da oturmayarak o derece serbest ve doğru Fransızca tekellüm edenler [konuşanlar] azdır.

“Tercüme yahut telif olmak üzere 150’yi mütecaviz [aşkın] kitap bastırdım ve gazetelerde ve resail-i mevkûtede [süreli yayınlarda] binden ziyade makale yazdım.” Çok kereler bunların kendi yardımıyla bir listesini yapmak istedim ve kendisi de:

“Eve gel de ben söyleyeyim, sen de yaz,” diye vaatlerde bulundu. Fakat meşguliyetinden dolayı bir türlü birleşerek birkaç saatini buna hasrettirmeye [adamaya] muvaffak olamadım. Hiç şüphe etmem ki bu babda [hususta] lazım olan evrak ve vesaik [belgeler] kütüphanesinde mevcuttur. Bu mühim işin hayyiz-i husule getirilmesini [gerçekleştirilmesini] aile-i muhteremesi efradından [saygıdeğer aile fertlerinden] bilhassa rica ederiz.

Tıpkı kardeşleri gibi Halil Ethem Bey de güzel sanatların pek çok dalında çalışmalar yapmış; ilgisini bilhassa arkeoloji, sanat tarihi, nümizmatik ve epigrafi alanlarında yoğunlaştırmıştır.
Tıpkı kardeşleri gibi Halil Ethem Bey de güzel sanatların pek çok dalında çalışmalar yapmış; ilgisini bilhassa arkeoloji, sanat tarihi, nümizmatik ve epigrafi alanlarında yoğunlaştırmıştır.

Filvaki [gerçekten] kendisinin ehibba [dostlar] ve rüfeka-yı kadimesinden [eski arkadaşlarından] bazı zevat-ı muhtereme [saygıdeğer kimseler] canibinden [arasından] ezcümle [mesela] merhum Ebüzziya Tevfik Bey tarafından İntihab-ı Efkâr’ın3 dört nüshasında4 ve vakanüvis [tarihçi] Abdurrahman Efendi5 tarafından aynı ceridede ve hayatının son dakikalarında Darüşşafakatü’l-İslamiye’de yanında bulunanlardan Mehmet İzzet ve Ali Kâmi Beylfer tarafından Sabah gazetesinde ve Türk Yurdu’nun merhum müşarünileyhe [adı geçen kimseye] ithaf ettiği nüshada6 neşrolunan bendler [makaleler] ve 1314’te Kütübhane-i İkdam’da intişar eden “Osmanlı Tarih ve Müverrihleri” nam eserin zeylinde [ekinde]7 münderic [basılan] bir tercüme-i hâl ile bu babda [konuda] bazı esaslar vaz’ olunmuş [konulmuş] ise de bunların hiçbiri derece-i kifayede [yeterli derecede] olmayıp belki tanzim [düzenlenmesi] ve tahriri [yazılması] lazım gelen tercüme-i haline idhal [dâhil] edilecek aksam [kısımlar] ve hatıralardan ibaret kalır.

İşte yine bu kabilden olmak üzere ben de burada Efendi merhuma ait birkaç hatıra ile bilhassa şimdiye kadar pek nazar-ı dikkate alınmayan sanat-ı nefiseye [güzel sanatlara] ait muhabbetinden, hatta intisabından [bağlılığından] bahsetmek istiyorum.

Merhumu küçük yaşımdan beri tanırdım. Yani Midhat Paşa maiyetinde olarak biraderim [Osman] Hamdi Bey’le birlikte Bağdat’ta bulunduktan sonra İstanbul’a avdetlerini müteakkip [dönüşlerinin ardından] kendisini ilk defa görmüş idim. Bu tarihten itibaren beynimizde [aramızda] rabıta [bağ] eksilmedi ve her zaman sözünden ve yazılarından istifade ettim. Bahusus [özellikle] Boğaziçi’nde hemcivar [komşu] bulunduğumuz için vapurlarda hemen her gün görüşürdük. Bana mükerreren [tekrar tekrar] Bağdat’ta bulunduğu iki sene müddetince Hamdi Bey’den Fransızca ve resim dersi aldığını hikâye ederdi. Bittabi [elbette] Fransızcası buna münhasır [sınırlı] kalmamıştır;

Efendi, bu lisanı pek mükemmel bilir ve söylerdi. Türkler içinde Fransa’da oturmayarak o derece serbest ve doğru Fransızca tekellüm edenler [konuşanlar] azdır.

Kendisinin Bağdat’ta Hamdi Bey’le hâsıl ettiği [kurduğu] rabıta [bağ] ve samimiyet kardeşlik raddesini [seviyesini] aşmıştı. Bağdat’ta geçirdikleri iki senelik zamanın menakıbı [hikâyeleri] ve memuriyet arkadaşlarından Şakir Paşa ve Raif Paşa ve Küçük Hamdi Bey ile sergüzeştleri ve Nakibüleşraf8 Seyyid Selman Efendi ve İran prenslerinden olup Bağdat’ta ikamet etmekte olan meşhur İkbalü’d-devle ile olan maceraları kaydedilmeye şayan ve bitmez tükenmez şeylerdi. Zannederim ki şimdi o takımdan kimse kalmadı.

İstanbul’a avdetlerinde Midhat Efendi, Galata’da tesis etmiş olduğu matbaasını İstanbul’da Kantarcılar’da hanemizin karşısındaki bir eve nakletti. Artık gece gündüz kendisini görürdük. Bu aralık, yani 1290’da [1875’te] hükûmet tarafından Viyana sergisine mahsus olmak üzere “Usûl-i Mimari-i Osmanî” ve “Elbise-i Osmaniye” namlarıyla iki büyük kitap tab ettiriliyordu [bastırıyordu]. Usûl-i Mimari kitabının resim levhaları Hamdi Bey’in nezareti [gözetimi] altında olarak bizim evde birkaç ressam tarafından izhar edildiğinden [hazırlandığından] Midhat Efendi’yi her gün onların yanında görürdüm. Bu vesileyle Mösyö Montani, Mösyö Barborini, Küçeoğlu Kirkor Efendi, Şaşyan Boğos Efendi, Mösyö Mayyar vesaire gibi İstanbul’un o zaman erbab-ı sanaati bize gelip gittiklerinden Midhat Efendi onlarla sıkı fıkı görüşür, hatta kurşun kalemle yaptığı bazı resimleri onlara gösterirdi.

  • Ahmet Mithat Efendi, bedevî kıyafetinde.
  • Metni Fransızca olan “Elbise-i Osmaniye” albümünde o zaman Memalik-i Osmaniye’ye [Osmanlı ülkelerinde] dâhil bulunan bilcümle [bütün] vilâyât ahalisinin millî elbisesi eşhas [kişiler] üzerine giydirilerek, Sabah fotoğrafhanesinde tersim ve tab ettirilmiş idi [resmettirilip bastırılmıştı]. Bu eşhas meyanında [arasında] birçok maruf zevatın [tanınmış kişilerin] resimleri görülür. İşte buraya derceyleyeceğimiz bedevî kıyafetindeki Lübnanlı, Ahmet Midhat Efendi’dir.

Yine o zamanlarda ressam Küçeoğlu Kirkor Efendi -ki kûfi yazıyı İstanbul’da tekrar ihya eden biridir ve Kızıltoprak’ta Zühtü Paşa Cami-i Şerifinin dâhilen yazılarını yazmıştır- Midhat Efendi’nin karakalem ile yandan başını resmetmişti. Ressamın karşısında kemâl-i sükûnetle oturduğu elan gözümün önünden gitmez.

  • Dercettiğimiz [bastığımız] diğer resim de odur. Ahmet Midhat Efendi gayet mütenazır [simetrik] ve güzel bir başa malik [sahip] idi. Ölünceye kadar bu şekli kaybetmedi, bu gençlik resmindeki kafanın heyet-i mecmuası [görünüşü] fevkalade bir zekâya ve kuvve-i hafızaya [hafıza gücüne] delalet eder. Filvaki [gerçekten de] Efendi’de unutmak yok idi.

Vuku-ı irtihalini müteakip [ölümünün ardından] aile-i keder-didesini [kederli ailesini] ziyaretim esnasında merhumun resme olan merakını söylemiş idim. Bunun üzerine filvaki kendi eliyle Rodos’ta 9 Mayıs 89 tarihinde yaptığı bir karikatür krokisini bulup getirdiler. Onu da burada dercediyoruz. Üzerinde imzası bulunduğu gibi “numero 1” işareti de muharrir olduğuna nazaran evrak-ı perişanı arasında belki aransa daha başka resimlere de destres olunur [ulaşılır]. Bunlar bize pek kıymetli hatıra ve yadigârlardır.

Ulûm ve fünûn ve sanatın hiçbir şubesi yoktur ki Ahmet Midhat Efendi onunla yazılarında ve tetebbuatında [araştırmalarında] temas etmemiş olsun. Her türlü madde hakkında yazı yazar ve mübahase [sohbet] ederdi. Bildiğini bilir, bilmediğini derhal sorar ve öğrenirdi.

Midhat Efendi kesirü’l-aile [ailesi kalabalık] olduğu gibi efrad-ı ailesine [aile fertlerine] de fart-ı muhabbeti [aşırı sevgisi] vardı. Efendi’nin cömertliği ve fukara-perverliği cümlenin malumudur. Bazen pek acîb [şaşırtıcı] ve şayân-ı tebcil [yüceltilmeye değer] âdetleri vardı. Ezcümle yaz mevsimine tesadüf eden ramazanların kadir gecelerinde Beykoz’un arkasında Akbaba’daki çiftliğinde umum köylülere azîm [büyük] bir iftar tertip ederek misafirlerine tekmil ailece hizmet ederdi. Sonra bu iftarlar hasbe’z-zaman [zaman gereği] menedildi [yasaklandı].

Ahmet Mithat Efendi'nin çiftliği.
Ahmet Mithat Efendi'nin çiftliği.

Efendi’ye ait su madenlerini cer eden [çeken] ve Boğaziçi halkına pek malum olan “Melek” ismindeki istimbotu [küçük vapuru] kendi tarifat ve tersimatı [çizimleri] üzerine Kastamonulu bir Türk ustaya yaptırıp dua ile denize indirmişti. O zamandan beri bütün Beykoz fukara ahalisini meccanen [parasız olarak] İstanbul’a ve İstanbul’dan Beykoz’a naklettirirdi. Efendi’nin avcılığı da vardır. Fakat bilfiil ava iştirakten ziyade avcı meclislerinde bulunarak lakırdılarından mütelezziz olmayı tercih ederdi. Sayyadane Bir Cevelan nam kitabında şikâr [av] arkadaşlarından bazılarına isimlerinin ilk harfleriyle -mesela Na Bey- suretiyle hitap etmektedir. Son avcılığını da geçen ramazan bayramında Anadolu Feneri’ndeki avcı kulübünde birkaç sevdiği yârânı ile av musahabesi [sohbeti] ederek icra eylemişti.

Efendi bahtiyarlığı başlıca hanesinde bulmuş idi. Bahusus [özellikle] görüşmek memnu [yasak] olduğu bir zamanda hanesinde musiki ile meşgul olurdu. Kendisi biraz piyano öğrenmiş ve alaturka musikiye vâkıf olduğu gibi çocuklarına da muhtelif sazlar meşkettirmişti. Haftada bir iki defa âdeta mükemmel saz çalınır ve kendi de beraber okurdu. Ekseriya meslisinde Beykozlu merhum Sadık Bey ile zürefadan [zarif kimselerden] merhum Vecih Bey bulunurlar idi. Birkaç kere ben de bulundum. Efendi’nin bizzat bestelediği şarkılar ve gazeller de vardır; onları da okurlardı. İşte bu aralıktı ki alaturka musikide keman kirişlerinin akordu hakkında gazetelerde bir münakaşa açıldı. Bu münakaşa sabah ve akşam vapurlarında da aşağıdaki kamarada sürdürülürdü. Efendi bazen o derece hararetlenirdi ki setresini [ceket] bile çıkararak yelekle otururdu. Bu şifahi mubahaselere şirket yolcularından bazıları da karışır, bir takımı ise etrafa toplanıp kulak misafiri olurlardı. İş o raddeye geldi ki alaturka musikiye biraz vâkıf olmak ve Efendi ile bi - hakkın [hakkıyla] münakaşa edebilmek için içimizden iki kişi kırkından sonra tambur dersi almaya başladılar!...

Efendi’yi bu musiki meselesinde daima teşci ederdim [yüreklendirirdim]. Ne kadar hoşuna giderdi! Günün birinde:

  • “Yarın bana, Beykoz’a gel, sana bir şey göstereceğim,” dedi. Kalktım, gittim. Beni doğru yukarıki büyük salona çıkardı. Bir de ne göreyim? Küçük ve zarif bir tiyatro sahnesi yaptırmış!

“İşte burada kendi kendime çocuklarımla beraber eski piyesleri oynayıp eğleneceğim. Hatta sen de, ben de sahneye çıkacağız. Ahmet Vefik Paşa’nın Zoraki Hekim’i ile başlasak ne dersin? Fakat benim de bazı ufak oyunlarım var. Onları da oynarız, değil mi?” dedi, çok güldük. Bir iki oyun oynadıktan sonra o asra has olan bazı esbabdan [sebeplerden] dolayı sahneyi hedm ettirmeye [yıkmaya] mecbur oldu. Diğer taraftan çocuklar büyüdüler; musiki meclislerini de tatil etti. Maahaza [bununla birlikte] bu tiyatro meselesi o derece zihninde yerleşmişti ki inkılabı [Meşrutiyet’in ilanını] müteakip Beykozlu birkaç gençler ile tiyatroyu ve saz takımını yine teşkil etti. Sahne de kurulmaya başladı. Kendi piyeslerinden bazısını oynattı. Rejisörlük ve suflörlük vazifesini bizzat ifa ederdi. Fakat bu defa da devam ettiremedi ve 31 Mart Vakası üzerine bu eğlencelere nihayet verdi.

Ahmet Midhat Efendi merhum artık kendisini tekmil kuvvetiyle yazıya, bahusus tarihe ve mekteplerde tedrisata verdi. Beykoz’da küşa olunan [açılan] mekteb-i ibtidai [ilkokul] ile Darüşşafaka - tü’l-İslamiye’de fevkalade bir faaliyet gösterdi. Efendi’nin elinden kâğıt kalem düşmez oldu. Vapurlarda bile -herkes politikacılığa daldığı ve gazetelere gark oldukları halde Efendi’yi yazmakta yahut okumakta olarak görürdük. Kurşun kalemi elinde değilse muhakkak kulağının üzerinde sokulu bulunurdu.

Ahmet Midhat Efendi’nin en son tasavvuratından biri de yine sanat-ı nefiseye [güzel sanatlara] aittir: Darülfünun talebesini müzeye her getirdiği zaman bana alçı modellerinden ibaret olmak üzere bir tarih-i umumi müzesinin teşkilini söylerdi. Bunda pek haklı idi; zira edvar-ı muhtelife-i tarihiye [çeşitli tarihî devirlerin] ve sanaiyenin mukayesesi ve bir silsile-i mükemmele olarak iraesi [gösterilmesi] için bundan iyi vasıta olamaz. Vefatından beş on gün evvel vapurda yanıma gelerek tekrar bu meseleden bahsedip bu babda [hususta] bir program hazırlamamı ve alçılar için de ahz-ı malumat eylememi [bilgi almamı] tavsiye ve tenbiye etti [öğütledi].

Ahmet Mithat Efendinin Kabri.
Ahmet Mithat Efendinin Kabri.
  • Ah ne kadar bahtiyar zamanlar imiş! Böyle gayrazimli, câmiü’l-küll [bütün alanlara hâkim] bir adama malik [sahip] idik, her derdimizi kendisine söyleyebilirdik. Bazen muhalif cevaplar alırdık, hatta canını bile sıktığımız olurdu. Fakat derhal affederdi ve onun darılması, tekdiri bize bir nimet ve daima bir teselli idi. Son tasavvuru hakkında kendisine itayı malumat etmeye [bilgi vermeye] vakit kalmadı. Sevgili Efendi’yi kaybettik.
  • Memleket ve millet için hiçbir vakit yerine konmaz bir zıya-i elemdir. Çünkü “utlubü’l-ilm minel mehdi ilel-lahd ” 9 sırrına tamamıyla vâkıf olmuştu.
  • Müze Müdürü Halil Ethem Eldem
  • Şehbal, S. 80, 15 Şubat 1328 [28 Şubat 1913], s. 428-429.

1. Halil Ethem Eldem’in hayatı ve eserleri ile ilgili bkz. Halil Edhem Hatıra Kitabı, 2 Cilt, Ankara, 1947-1948. 2. Aynı mevzua dair Nigâr Ha - nımefendi’nin bir makaleleri bu nüshanın 424. sahifesinde münderiçtir. [Halil Ethem Bey’in notu] 3. Tasvir-i Efkâr gazetesinin deği - şen adı. 4. 18 Kanunuevvel-21 Kanunuevvel 1328. [Halil Ethem Bey’in notu]. 5. Abdurrahman Şeref kastedil - mektedir. 6. Yıl, Sayı 2. [Halil Ethem Bey’in notu]. 7. Sahife 147. [Halil Ethem Bey’in notu]. 8. Hz. Muhammed’in soyundan olanların işlerine bakan ve ule - ma tarafından seçilen kimse. 9. “İlmi beşikten mezara kadar talep ediniz.” (Hadis-i Şerif).