Eski bir metot için karıştırdığım 10 çekmece
Bilgi o tatlı mırıltısıyla, hatta belki de pırıl pırıl kopyalar hâlinde, masalarımızda bizleri bekliyor. Dahası bilgiyi çantalarımızda ve ceplerimizde her yere taşıyoruz. Elbette onları nasıl seçmemiz, düzenlememiz ve filtre etmemiz gerektiğine dair bir fikrimiz olmadıkça bütün bu bilgiler şekilsiz, hatta anlamsız bir veri yığınından ibaret. (Philip Ball , Merak: Bilim Nasıl Her Şeyle İlgilenir Oldu?)
I.
Üniversitenin ilk günleriydi. Bölümümün olduğu kata çıktığımda koridorda, hocaların odalarının kapılarının önünde büyük çekmeceler görmüş, bir anlam verememiştim. Daha sonra bazı odaların içinde de bu çekmecelerle karşılaştım.
İç hacmi çok küçük olan yan yana ve üst üste onlarca çekmece, belki dolap demek daha doğru olur. Acaba bunlar ne işe yarıyordu? Birtakım evrakları ya da kırtasiye malzemelerini koymak için çok küçüktüler. Ayrıca bunun için bu kadar çekmeceye de gerek yoktu. Artık kapının önüne konulduklarına göre miadını çoktan doldurmuş olmalılardı.
II.
Yine aşağı yukarı aynı dönemde fakültenin kütüphanesini keşfetmiştim. Sabahları ders başlamadan önce burada eski dergileri karıştırmak hoşuma gidiyordu. Yine böyle bir sabahtı. Aradığım dergi kitaplığın ikinci katındaydı (Aslında mekân tek katlı ve yüksek tavanlıydı, rafların olduğu balkona merdivenle çıkıyordunuz).
Görevli o esnada yerinde yoktu, ben de biraz merak, biraz da tezcanlılıkla hemen merdivenlere yöneldim. Rafların olduğu balkona çıktığımda bir masanın üzerine yayılmış kutular dikkatimi çekti. Kare şeklinde kesilmiş üstü yazılı kâğıtlar bu kutulara gayet muntazam bir şekilde yerleştirilmişti. Bir anlam veremedim.
- Aradığım dergiyi bulup aşağıya indiğimde kütüphaneciyle göz göze geldik. “Senin ne işi var orada?” der gibi bakıyordu. Gülümsedim ve hemen konuyu değiştirmek için yukarıda gördüğüm masadan bahsettim.
- “Onlar bir hocamızın fişleri” dedi. ”Hoca hazırladığı bir kitapta kullanmak üzere tespit ettiği malzemeleri bu fişlere yazıyor ve sonra o kutulara koyarak tasnif ediyor” diye de ilave etti.
- Benim, “Ama bilgisayar…” diye başlayan sözümü tamamlamama fırsat vermeden “O koridorda gördüğün çekmeceler bir zamanların bilgisayarı gibiydi işte” dedi, “fişler o çekmecelere konularına göre ayrılarak konulurdu.”
İşte üniversitenin ilk aylarında öğrendiğim en yeni “bilgi” buydu ve doğrusu bu konu çok ilgimi çekmişti. Daha sonra pek çok hatıratta ve nehir söyleşide okuyacağım, kimi zaman da bizzat bu şekilde çalışanlardan dinleyeceğim fiş metodu hakkında ilk bilgileri böylece edinmiş oldum. Maksat malzemeyi tespit etmek, sonra da tasnif ederek yazım aşamasının olabildiğince kolay geçmesini sağlamaktı.
III.
Peki fiş sistemiyle nasıl çalışılır? Elbette bu işin de bir kuralı kaidesi var. Bu yolda rehberimiz, yıllarca İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde bu sistemin dersini veren Prof. Dr. Mübahat Kütükoğlu. Temelde iki çeşit fiş vardır: bibliyografya fişi ve bilgi fişi. Bibliyografya tespitine başlamadan önce faydalanılacak kitap ve makalelerin yazılacağı fişler hazırlanır. Bu fişler, 7,5x12,5 cm ebadında karton veya kolay yıpranmayacak kalın kâğıttan kesilmelidir.
- Bibliyografya fişlerinde yazar adı, kitap/makale adı, yayın yeri, yayınevi ve baskı tarihi yer alır. Fişler yazıldıkça kabaca tasnif edilmeli, bir zarf veya kutu içinde saklanmalıdır. Çalışılan konuyla ilgili bibliyografya taraması bittikten sonra, sıra bunlar okunurken bilgi fişlerini yazmaya gelir. Burada iki yol vardır: ya ilgili kısmı aynen kopya etmek ya da özetlemek.
- Not alınmaya başlanırken ilk iş kitabın/makalenin/belgenin tam künyesini kâğıdın sağ üst köşesine yazmaktır. Not alırken eserde kullanılan alfabe tercih edilmeli ve buna göre yeni yazı ise kâğıdın solunda, eski yazı ise sağında kâğıdın ebadına uygun olarak 3-4 cm’lik bir boşluk bırakılmalıdır. Satır sonunu da sayfanın bitim çizgisine kadar götürmemeli, 3-5 mm kadar önce kesmeliyiz
Satır başında bırakılan boşluk, okunup tasnif edilmesi sırasında, bazı ufak notların konması için işe yarayacaktır. Satır sonlarında bırakılacak birkaç mm’lik kısım, kâğıdın herhangi bir şekilde -mesela zarflara konulup çıkarılırken- yıpranması karşısında yazının okunmaz hâle gelmesine karşı alınacak bir tedbirdir.
Prof. Kütükoğlu, artık pek çok araştırmacının bilgisayar kullanarak daha çabuk ve temiz not alacağını söyleyerek fiş usulünü, sanal ortamda da uygulamanın yolunu gösteriyor: Bilgisayarımızda, kitabın kopya edilecek kısmını yazmaya başlamadan önce burada da evvela sayfanın sağ tarafına eserin künyesi yazılmalı ve sayfa numarası konulmalıdır.
Not alırken konu değiştiğinde sayfa değiştirmek veya eğer gerekiyorsa yeni bir dosya açmak ihmal edilmemelidir. Dosyalar hafızaya alınırken kolayca bulunabilmesi için unutulmayacak bir dosya ismi verilmeli veya kitabın adıyla kaydedilmelidir.
İşlem kısaca böyle. Konunun ayrıntılarını merak edenler Hoca’nın Tarih Araştırmalarında Usûl adlı kitabına bakabilir. Bu arada şunu söylemeliyim: Tarih ve edebiyat alanında fiş usulüyle çalışanların en başında
Modern Türkoloji ’nin kurucusu Ord.Prof.Fuat Köprülü gelmektedir.
Zaten bu yolu takip edenlerin pek çoğu ya bizzat ya da fahri olarak onun öğrencisi olmuş isimler. Köprülü’nün pek çok fotoğrafında arkasında duran devasa dolaplar sanırım gözünüzde canlanmıştır.
İşte onlar fiş dolapları. Şükür ki bu dolaplar, fişler, dosyalar ve müsveddelerin büyük bir kısmı şu an İstanbul Şehir Üniversitesi’nin koleksiyonunda muhafaza ediliyor.
IV.
Köprülü’nün bilfiil öğrencisi olan Prof. Dr. Halil İnalcık, kendisine “Binlerce olayı nasıl hatırlıyorsunuz?” diye soranlara çok kolaylıkla hatırladığını ama bu işte onların bilmedikleri bir sırrının olduğunu söylüyor: “Okuduğunuzu gayet tabii unutursunuz, okuduğumdan fişler çıkarıp koyuyorum. Eğer böyle organize olmazsanız ilim yapamazsınız.”
İnalcık’ın yüzden fazla konu dosyası, bunlarla ilgili de binlerce fişi vardır ve bu dosyalardaki fişlerden yola çıkarak kolaylıkla bir makale ya da bir kitap yazılabilir: “Meselâ esnaf teşkilatı için gelişmiş bir kartotekim var; 60 yıl içinde çıkardığım fişlerin hepsi orada… Şimdi o konuyu alsam uzunca bir makale yazabilirim.” Yine hükümdarların unvanları üzerinden siyasi neticeler çıkardığı makalesini yazmak için de daha önce onlarca kaynaktan topladığı fişlerini kullandığını belirtir.
Binlerce fişiyle birlikte, kütüphanesi, dosyaları, mikrofilmleri ve diğer evrakını 1993 yılında Bilkent Üniversitesi’ne getirerek burada kurulan Halil İnalcık
Center of Ottoman Studies’e bağışlamıştır. Şu an araştırmacılar bu merkezden kolaylıkla yararlanabiliyor.
V.
Fiş metoduyla büyük eserler veren
“Hocaların Hocası” Orhan Şaik Gökyay' da çıraklık zamanını Köprülü mektebinde geçirmiştir. Dede Korkut ’tan Molla Lütfi’ye, Gelibolulu Mustafa Âli’denEvliya Çelebi’ye Türkoloji’nin birbirinden farklı problem yumaklarıyla dokunmuş metinler üzerinde çalışan Gökyay’ın da binlerce fişi vardır.
Bu fişlere kaydettiği bilgileri sadece kendi çalışmalarında kullanmayan Hoca, bilgisini her zaman öğrencileriyle paylaşır. O kadar ki, kendisine sorulan -mesela bir kelimenin kökenine, bir tabirin anlamına dair- soruları cevaplandırmak için fişlerinden yola çıkarak uzun mektuplar yazdığı olurmuş. Bu yazı aklıma düştüğünde Orhan Şaik Gökyay’ın, 1994’teki vefatından sonra kütüphane ve evrakının intikal ettiği İSAM Kütüphanesi’ne gittim.
Maksadım Hoca’nın fişlerini görmekti. Ziyaretim bereketli geçti: Destanlar, hikâyeler, kelimeler, deyimler ve cönklerle ilgili bilgi fişleri, örf ve âdetlerle ilgili bibliyografik fişler, makale ve kitap çapında yazdığı eserlerine dair rengârenk fiş dosyaları karşıladı beni.
- Siyah, mavi, yeşil, kırmızı… Bu renk renk kalemlerle tutulan fişlerin “sırrına” İsmail Kara’nın Sözü Dilde Hayali Gözde adlı kitabını okuyunca vâkıf oldum: 1984 yılının başında bir dergi projesi için Ezel Erverdi, Mustafa Kutlu, İsmet Özel ve İsmail Kara, Orhan Şaik Gökyay’ın evine giderler.
- Sohbet esnasında misafirlerden biri (İsmail Kara kim olduğunu belirtmiyor) not almak için elini Gökyay’ın çalışma masasının üzerindeki kalemliğe uzatır. Tam o sırada Hoca’nın eşi Ferhunde Hanım, sessizce “Orhan Hoca’nın kalemlerine dokunmayın, ben size başka bir kalem getireyim”der.
- “Alt tarafı bir kalem” dediğinizi duyar gibiyim… İşin aslı biraz sonra Ferhunde Hanım’ın açıklamasıyla anlaşılır: Orhan Şaik Bey çalışırken aldığı notlarda kendine has bir usulle, başka başka kalemler kullanır, elini attığında kullanacağı kalemi bulamayınca da kızar, morali bozulur ve çalıştığı konudan koparmış.
- İsmail Kara, bu fişleri gördüğünde Ferhunde Hanım’a hak vermeden edemez: “Daha sonra tuttuğu notları, fişleri ve yazdığı yazıların müsveddelerini görünce Ferhunde Hanım’a ziyadesiyle hak verdim. Çünkü renkli kalemi kendisine göre farklı vurgular ve işaretler için kullanıyordu.
- Hele fiş, kelimelere dair sözlüklerden, ansiklopedilerden, divanlardan, mensur metinlerden aldığı notlar ise kâğıt neredeyse bir renk cümbüşüne dönüyordu.” Orhan Şaik Gökyay dışında, Prof. Dr. Nihat Çetin, Prof. Dr. Nihat Keklik, Muhammed b. Tâvit et-Tancî’nin fişlerinin de İSAM Kütüphanesi’nde muhafaza edildiğini söyleyeyim.
VI.
Fiş metoduyla çalışan ve eser veren edebiyat tarihçisi Nihad Sâmi Banarlı da hocası Köprülü’den öğrendiği üzere her mevzu için ayrı ayrı bibliyografya fişleri tutar, onları konularına göre ve kronolojik olarak düzenleyip zarflara koyardı.
Çalışma odasında bu fişleri koyduğu çekmeceler de bölümlere ayrılmıştı ve her okuduğu eserle ilgili notları da fiş dolabının ilgili bölmelerine özenle yerleştirirdi. Böylece neyi nerede bulacağını bilir, malzemesini bu şekilde tasnif ettikten sonra da yazısını rahatlıkla yazardı. Fişleri, onu ziyarete gelenlerin de dikkatini çekmiştir.
Mesela Banarlı’nın öğrencisi olan tasavvuf tarihçisi Prof. Dr. Mehmet Demirci hocasının evine gittiğinde senelerce emek çekerek biriktirdiği fişleri de görmüştür: “Nihat Sami Banarlı’nın evinde dikkatimi çeken fişleri oldu. Fiş usulüyle çalışma Türkiye’de benim bildiğim kadarıyla F. Köprülü’yle falan yaygınlaşmış diye duymuştum.
Nihat Sami Banarlı’da orta büyüklükte fişler vardı, özel kestirilmiş biraz ele gelen kalınca kâğıttan. Hafif sarımtırak renkleri vardı. Fişleri kütüphanelerdeki fiş kutularına benzer özel dolaplardaydı. Haftada birkaç yazı yazardı değişik yerlere.
‘Ben kolay yazı yazarım çünkü fişlerim var’ derdi.” Banarlı deyince akla gelen iki eserden biri olan Resimli Türk Edebiyatı Tarihi de -diğer eseri tahmin ettiğiniz gibi Türkçenin Sırları’dır- onun fiş sistemiyle çalışmasının mahsulüdür.
Önsözünde eserini kaleme alırken takip ettiği üç metottan birinin fiş sistemi olduğunu söyleyip (diğer ikisi génétique ve mukayeseli edebiyattır) bu sistemi şöyle anlatır: “Bu usûl, bir eseri meydana getirmek için başvurulan, çok sayıda sanat ve tetkik eserlerindeki en karakteristik çizgi ve bilgileri, ayrı ayrı fişlere kaydetmek, sonra aynı mevzuda birleşen fişleri bir araya getirmek sûretiyle, her bahsi, elden geldiği kadar çok kaynaktan vesikalandırmaktır.”
Banarlı, bu sistemi öylesine sıkı bir şekilde takip etmiştir ki, tamamlamaya ömrünün yetmediği Resimli Türk Edebiyatı’nın son bahisleri, -vasiyeti üzerine- onun fişlerinden yola çıkarak öğrencisi ve asistanı Nermin Suner Pekin tarafından ikmal edilmiştir.
VII.
Köprülü’nün “fahri” talebelerinden değerli Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak da fiş metoduyla çalışmayı şahsiyetine, bilim adamlığına ve hocalık yönü ne hayran olduğu Nihad Sâmi Bey’e borçludur.
Pazar günleri, arkadaşı hattat-ressam Turan Sevgili ile Banarlı’nın Bebek’teki evine giderler. Banarlı, bu ziyaretlerinde onlara Fuad Köprülü’yü, Yahya Kemal Beyatlı’yı
örnek göstererek bilimsel çalışmanın nasıl yapılması gerektiğini, neleri nasıl okurlarsa daha iyi yararlanabileceklerini anlatırdı.
Genellikle metot ağırlıklı olan bu sohbetlerde bir gün fiş sitemini de öğrenirler: “Mesela bibliyografya fişi, bilgi fişi nasıl düzenlenir, nasıl not alınır, bilfiil göstererek anlatmıştı. Fişlerin ölçülerini de vermişti. Bunun uluslararası ölçütleri vardır, bibliyografya fişi 7.5-12.5 cm olacak, bilgi fişi 12.5-20.5 cm olacak falan diye. Bakınız anlattıkları hâlâ hatırımda.”
O gün Banarlı’dan fiş metodunu öğrenen bu iki öğrenci, Bebek’ten koştura koştura Cağaloğlu’ndaki hurda kâğıtçılara gider. Çünkü o yıllarda bugünkü gibi hazır paketli fişler ve muhafaza için güzel kutular yoktur. Buradan ucuz kilo hesabı hurda ince karton alıp matbaada Banarlı’nın söylediği ebatlarda kestirirler.
Artık sıra çalışmaya gelmiştir: “O zaman kafamda belirli bir konu olmadığı için okuduğum kitaplarda ilgimi çeken kısımları fişlere geçiriyordum. Kitabın künyesini de hem bibliyografya fişine hem de bilgi fişinin başına yazardım. Bu şekilde çalışırdım. O fişlerimi de hâlâ saklıyorum. Fiş sistemiyle çalışmanın yararını anlamayan bazı arkadaşlar niçin böyle çalıştığımızı merak ederlerdi.”
Biraz fazla zamanını almasına rağmen hâlen fiş sistemini kullanan Ahmet Yaşar Ocak, bilgisayarları fiş sistemi kadar kullanışlı ve pratik bulmuyor: “Ekranda en fazla kaç pencere açabilir, açabilseniz de ne kadar rahat kullanabilirsiniz?”Bu sistemi tercih etmesinin bir başka sebebi de bilgisayarlarda olduğu gibi fişlerin “çökme”, “silinme” riskinin olmaması.
Yüksek lisans ve doktora öğrencilerine de bu şekilde çalışmalarını tavsiye eden Hoca’nın nasıl bir yol izlediğine kulak verelim: “Üzerinde çalışmakta olduğum konuyla ilgili okumaları yaparken hangi makaleyi, matbu veya yazma kitabı okuyorsam, ilgilendiğim kısmı özet olarak değil, hangi dilde ise -Arapça, Farsça, Osmanlı Türkçesi veya Batı dilleri- fişlerime aynen geçerim. Çünkü daha sonra yine lazım olduğunda belki o kitaba veya makaleye ulaşmanız mümkün olmayabilir. Bu sebeple metni aynen kaydetmeniz çok yararlıdır.”
VIII.
2016’da kaybettiğimiz Köprülü ekolünün son temsilcilerinden Prof. Dr. Ömer Faruk Akün fiş sistemiyle çalışmaya, çok erkenden, lise yıllarında başlamıştır. 1940 yılında, Adnan Adıvar, başında olduğu İslam Ansiklopedisi için kendisinden bazı eserlerin taranmasını ve eserlerde geçen özel isimleri, coğrafi isimleri, kitap, kişi, kurum isimlerini fişlemesini ister.
İlk telif ücretini de Mustafa Âli’nin Künhü’l-Ahbar’ının birinci cildini tarayıp fişleyerek alır. İstanbul Üniversitesi’ndeki hocalığı döneminde araştırma için gittiği Fransa’da, Bibliothèque Nationale’deki gazete koleksiyonları ve kataloglar üzerinde günlerce çalışarak iki yıl boyunca binlerce fiş çıkarır.
İstanbul’dan Paris’e giderken tıka basa yiyecek dolu olan bavulları, dönüş yolunda da ağzına kadar doludur. Gümrük memurlarının isteği üzerine açtığı bavulların içinden bloknotlar ve binlerce fişten oluşan kâğıtlar çıkar.
Akün Hoca, her biri kitap çapındaki makalelerinin ve hem Milli Eğitim Bakanlığı hem de Türkiye Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedisi’ne yazdığı hayranlık uyandırıcı maddelerin arkasındaki birikimi yıllar sonra şöyle anlatacaktır: “Her birinin ortaya çıkması yıllar ve büyük emekler alan bu faaliyet dolayısı ile kitap sayısı az, hatta bazılarınca kitapsız (!) bir kalem sahibi gibi görünmekten de çekinmedim. Her iki ansiklopediye yazdıklarımın hepsinin ardında yılların birikimi, hatta ortaokul yıllarından beri tuttuğum notlar, çıkardığım fişler vardır.”
IX.
Kudemanın “el-İlmü saydün ve’l kitabetü kaydün” fehvasına tam anlamıyla uyanlardan biri -belki de birincisi- Süheyl Ünver’dir. 1915’ten beri her sene artan bir şevkle işittiği ve okuduğu her güzel ve faydalı bilgiyi kaydetmeyi alışkanlık hâline getirdiğini söyleyen Ünver, bu itiyatla binlerce ufak kâğıt parçasına kaydettiği notları sayesinde sayısı binlerle ifade edilen zarf, dosya ve defterlerini oluşturmuştur.
Herkese de bu yöntemle çalışmayı tavsiye eden Ünver’in gençlere nasihat babında yazdığı bir yazının ilk cümlelerini beraberce okuyalım: “Boş yere lüzumsuz kitaplar okumakla vaktini heder etme. Onları karıştır. Nerede ne var öğren, icabına göre alâkadar olduğun mevzular üzerinde topladıklarını okur, edindiğin intibaları ve sana gelen yeni fikirleri bir kâğıtçığa not ederek, onların isimlerinin bulunduğu dosyada saklarsın.”
Talebesi Uğur Derman’a Amerika’dan yazdığı mektuplarda da bu konu etrafında önemle durur, arada bir bu bahsi hatırlatan satırlar yazar. 23 yaşında, yolun başındaki genç Uğur Derman’a, yolunu kısaltacak öğütler verir: “Siz ilm ü san’at vadisinde yol aldınız. Gönlüm sizi ansiklopedist bir âlim görmek istiyor. Boş zamanlarınızda size bir tavsiyede bulunacağım. (…) Hangi dilde olursa olsun daima karıştırın, kitapların önce mâhiyeti ve şekilleri hakkında bir fikir alırsınız ve sonra benim gibi bir beyit, bir mısra, bir söz, bir kayıt ve bir tarih, ne bulursanız hepsini âdi ufak kâğıtlara kaydedin, sonra tasnif ediniz.”
Not alma usulüyle çoğalan fiş, dosya ve defterlerdeki bilgilerin önemli bir kısmını kendi eserlerinde kullanan Süheyl Ünver’in topladıklarının bir kısmı da kendi ilgi alanlarının dışındadır, bunda da maksadı başkalarının işine yarayabileceği ihtimalidir. Bu ihtimal için biriktirilen notlardan yararlananlardan biri Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma’dır. Fransa’da doktora yapan Sırma, yaz tatilinde memleketine gelir.
İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi müdürü Nurettin Kalkandelen’in “O büyük âlimdir, onda çok bilgi vardır” tavsiyesi üzerine Süheyl Ünver ile tanışmaya gider. Abdülhamid’in şeyhülislamları üzerine çalıştığını söyleyince Ünver hemen kendisine bir defter uzatır: Şeyhülislam Cemaleddin Efendi’nin kendi el yazısıyla bir şiiri.
Sırma, hemen bir kopyasını alır. Tam veda edip ayrılırken Süheyl Bey, “Sen fiş yazıyor musun” diye sorduktan sonra şöyle devam eder: “Zarf usulü çalış oğlum. Her mevzu için ayrı bir zarfın olsun. Mesela güvercin zarfı… Bir gün enteresan bir makale görürsün, onu keser oraya koyarsın. Bir gün senden konferans isterler, içinde ne var diye o zarfa bakarsın, sonra onu doldurur, gidersin. Ben öyle yapıyorum.”
X.
Batılı bilim adamlarının biyografilerinde vefatlarından sonra geride bıraktıkları fişlerden yola çıkarak, yarım kalan eserlerinin öğrencileri tarafından tamamlandığına dair bahisler okuruz. Bizdeyse bir âlim öldüğünde kitaplarıyla birlikte, “para etmeyen” fişleri, notları, müsveddeleri, dosyaları, zarfları da satılır, heder olur, dağılır gider.
Keşke bütün kişisel arşivler İnalcık ya da Gökyay’ınki kadar şanslı olsa… Mesela Prof. Dr. Abdullah Uçman 1972 yılında hocası Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan’ı İçerenköy’deki köşkünde ziyaret ettiğinde, köşkün giriş katındaki sağ taraftaki çalışma odasında, yıllardır elinden geçirdiği divanlardan notlar alarak biriktirdiği divan edebiyatı lügati ile ilgili fiş yığınlarını görmüştü.
Türkiye’nin bu ilk edebiyat doktoru, öğrencisine ileride bu malzemeyi bir araya getirerek mükemmel bir “Divan Edebiyatı Lügati” hazırlamak istediğini söylemişti. Ne yazık ki Tarlan böyle bir lügati hayattayken yayımlayamadı. Fişlerinin akıbeti ise maalesef bilinmiyor. Peki ne yapmalıyız?
Aslında bu konuda nasıl bir yol izlememiz gerektiğine dair bundan 80 küsur sene önce Süheyl Ünver bir teklifte bulunmuştu. O, onlarca evrak-ı metrukenin göz göre göre imha edilip gittiğine şahit olduğu için ülkemizde derhâl bir “millî notlar kütüphanesi” kurulması gerektiğini ta 1935’te yazmış. Yıl 2019. Aradan geçen bunca zamana rağmen hiçbir şey yapılmamış olması ne acı. “Varak-ı mihr ü vefayı kim okur kim dinler?”
Not: Hâlihazırda çalıştığı fişlerin fotoğraflarını çekerek gönderme zahmetinde bulunan Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak’a ve arşivindeki Halil İnalcık’a ait fişlerin fotoğraflarını benimle paylaşan Emine Çaykara’ya müteşekkirim.
Ayrıca yazının yazılma sürecindeki çeşitli yardımları için Prof. Dr. Abdullah Uçman’a, Doç. Dr. Erkan Konyar’a ve Dr. Kenan Yıldız’a teşekkür ederim.
Kaynaklar:
Abdullah Uçman, “Vefatının 40. Yılında Ali Nihad Tarlan’ı Hatırlamak”, Dergâh, 345. sayı, Kasım 2018; Ahmed Güner Sayar, A. Süheyl Ünver: Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri, İst., 1994;
Arı Kovanına Çomak Sokmak, Haz.: Haşim Şahin, İst., 2014;
Erol Ülgen, “Türklük Bilimi ve Türk Edebiyatı Tarihine Adanan Bir Ömür: Prof. Dr. Ömer Faruk Akün”, Türklük Bilimi Araştırmaları, 19. sayı, Niğde, 2006;
Gurbetnâme: Süheyl Ünver-Uğur Derman Mektuplaşmaları, Haz.: Sâmiha Uluant Ataman, İst., 2018; İhsan Süreyya Sırma Kitabı: Pervari’den Paris’e, Haz.: Adnan Demircan, İst., 2018;
İsmail E. Erünsal, “Gökyay, Orhan Şaik”, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 14, s. 144-146, 1996;
Nermin Suner Pekin, Doğumunun 100. Yılında Nihad Sami Banarlı: Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri, İst., 2007;
“Prof. Dr. Mehmet Demirci ile Röportaj”, Tasavvuf, 16. sayı, 2016; Tarihçilerin Kutbu, Haz.: Emine Çaykara, İst., 2005.