Erkeğinelinin sakızı, kadınınboynununsüsü: Zenne tespihleri
Erkeklerin en çok kullandıkları, erkeklerle özdeşleşmiş aksesuarlar nelerdir diye sorsanız ve bu soru doğrultusunda bir araştırma yapmaya kalksanız saat, bileklik, künye, kolye, yüzük ve fular sonucuna ulaşırsınız.
Doğal taşlı, gümüş, deri ve çelik bilekliklerin “stil sahibi genç erkeklerin” vazgeçilmezi olduğunu öğrenirsiniz. Aynı soruyu yirmi yıl önce soruyor ve cevabını arıyor olsaydınız şüphesiz ki tespih ve çakmak sonucuna ulaşırdınız.
Bugün, erkek ve kadın aksesuarları, kıyafetleri arasında keskin çizgiler neredeyse yok denecek kadar azaldı. Bu durumun cinsiyet kodlarının muğlaklaşmasının bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Zira geleneksel toplumlarda erkeklerin kullandıkları eşyalar ve aletler ile kadınların kullandıkları eşya ve aletlerin biçim ve görünüş itibariyle birbirlerinden farklılık arz etmelerine özen gösterilmişti. Erkekler tarlada tırpan, kadınlar ise orak kullanırdı. Benzer şekilde erkekler, iri taneli tespihleri kullandıkları hâlde, kadınların tespihlerinin küçük taneli olduğu görülmüştür.
- Küçük taneli ve halk arasında zenne tespihleri olarak bilinenler, 18. yüzyılda İstanbul’da seçkin kadınların ellerinden düşürmedikleri bir aksesuar hâline gelmişti. Osmanlı devletinde doğup büyüyen ve 1735-1799 yılları arasında tercümanlık ve İsveç elçiliği görevinde bulunan Ignatius Mouradgea D. Ohsson,XVIII. Yüzyıl Türkiye’sinde Örf ve Âdetler isimli kitabında, 18. yüzyılda, seçkin kadınların uzun bir tespih taşımalarının âdet olduğunu; bu tespihlerin tanelerinin çok büyük bir ustalıkla işlenmiş akik, kan taşı, ak amber yahut mercandan yapıldığını hatta taneleri arasında çok değerli inciler serpiştirilmiş olanların, yahut altın tellerle yapılmış meşe palamudu biçiminde süsler bulunanların olduğunu; erkekler ve kadınların tespihi bir oyalanma vesilesi olarak kullandıklarını söyler.
Osmanlı döneminde yapılan oryantalist tablolarda da kadınların tespih figürü ile birlikte resmedildikleri görülür.
Antoine de Favray da Fransız elçisi Vergennes ile eşinin o dönem âdet olduğu üzere Türk giysileri içerisinde resimlerini yapmıştır. Çiftin yalnız kıyafetleri değil oturuş biçimleri de Türk usulüne göredir. Kadın figürünün yanındaki tespih, Türk imajının alılanışı ve tespihle özdeşlik kurulması hususunda da ipuçları verir.
Batı’da var olan bu oryantalist imgelerle bezenmiş algının, Yakup Kadri’nin 1937’de tefrika edilen Bir Sürgün adlı romanında da yankılarını tespit etmek mümkündür. II. Meşrutiyet’in hemen öncesinde geçen romanda Dr. Hikmet karakteri, yabancı bir muhitte kıyafet meselesinin ne derece büyük bir ehemmiyeti olduğunu, kıyafetin saygınlıktaki yerini görür ve Batı’da Şark’tan gelen her nesnenin orijinal bulunduğunu dile getirir. Dr. Hikmet, bir Fransız asilzadesi olan Duchesse d’Urat’ın “egzotik zevklere sahip” biri olduğunu söylemiş, onu, mavi katır boncuklarından yapılmış bir gerdanlığı sık sık boynuna, bir kehribar tespihi de arada bir bilezik olarak koluna, daha olmazsa gerdanlık olarak boynuna takmayı seven biri olarak tasvir etmiştir.
Her ne kadar bugün erkek ve kadınların hayat tarzları, kullandıkları eşyalar ve aksesuarlar arasında keskin bir ayrım ortadan kalkmış olsa da hemen hemen bütün çeyiz dükkânlarında görebileceğiniz “kadın tespihleri” ucunda farklı çiçek motifleri veya püsküller ile takı formatına bürünmüş vaziyette. Üreticilerinin tabiriyle erkeklerin elinin sakızı olan tespihler, kadınlar için bir süs eşyası ya da aksesuar hükmünde. Bileklik, yüzük, saat, fular gibi aksesuarlar cinsiyet kimliklerinden sıyrıldıkları hâlde, tespihlerin hâlen geleneksel toplum kodlarıyla bu kadar keskin bir şekilde farklılık arz etmesi, tespihe atfedilen eril sembollerle izah edilebileceği gibi tarihsel arka planda zenne tespihinin, diğer tespihlerden ayrılmış olmasıyla da açıklanabilir.