Dostu görmez isem bu gözler neme gerek?
Dostluk mevcudiyete bir ayna ve affediş için bir ahit. O yüzden dostluk ahde vefadır, evvelde verilmiş söze vefadır. Dostluk bize sadece kendimizi başkalarının gözünden görme imkânı vermez ve fakat defalarca sınırı aştığımız hâlde affedildiğimiz için, bizim de affetmemizi gerektiren birisinin varlığını gösterir.
Yıllar akıp gidiyor. Dostlarımız da akıp gidiyor. Akışkan aşk çağı ve akışkan dostluklar çağı. Çok değil üç sene önce can ciğer dost olduğumuzu sandığım iki arkadaşımla bugün nadiren görüşüyorum. Uzunca bir dönem yediğimizin içtiğimizin ayrı gitmediği kimi lise arkadaşlarımdan da hanidir ayrı düştüm. Herkes kendi telaşında!
Buna mukabil otuz yıldır aralıklarla görüştüğüm, merak ettiğim, haberleştiğim dostlarım var. Yüreğimizde bir dönem sımsıkı tuttuğumuz insanlarla olan ilişkimiz, bir kalp kırıklığı ile yaralanmadıysa eğer, kaldığı yerden devam edecek tazelikte görünür bana. Bir selam, bir ima veya şakayla o şanlı tarih kolaylıkla geriye sarılır.
Dört sene önce üniversiteyi birlikte okumuş altı arkadaş, Kuzey Amerika’da bir araba kiralayarak kıtayı enlemesine kesen uzun bir “road trip”e çıkmıştık. Sabahtan akşama gülüştüğümüz, gençliğin rüzgârlarının bir sarhoşluk iksiri gibi gündüz düşlerine karıştığı, âdeta zamanı durduran bir yolculuktu.
Herkes nasıl da mutluydu! Ellisine merdiven dayamış altı adam, nasıl serazat, zamanı durdurmakta nasıl da mahir delikanlılardık! Dostluk o hâlde bıraktığın yerden başlayabilmektir. Dünyadan bir şey ummadığınız o masum zamanlara ait hatıraları, daima diri tutmaya yeltenmektir dostluk. İçimizde masumiyetten bir nüve taşımaktır.
Dost çok uzaklarda olsa da içimizde konuşmaya devam eden kişidir. “O sustuğunda yüreğiniz onu dinlemeyi sürdürsün” diyor Cibran. “Arkadaşımla beraber değilken de onun içimdeki sesini işitirim” diye yazıyor Wilhelm Schmid.
Gönüllü bir beraberliktir arkadaşlık. Zorla arkadaş olunmaz. Serbestçe seçilen doğası arkadaşlığın ahlaki tabiatını da belirler. Adanmışlığın ahlaki niteliği insanları birbirine rapteder. Vefa, açık sözlülük, kendisi gibi olma, dürüstlük, fedakârlık bu ahlaki dokunun bileşenleridir.
Arkadaşlık kişiseldir. Bir kişiyle o belirli bir sınıf veya kategoriye ait olduğu için değil, onun bireysel niteliklerinden dolayı arkadaş oluruz.
Paylaştığımız toplumsal bir sebep veya bir erdem nedeniyle arkadaş kalırız. Ufka bakarken gözlerimiz nasıl da aynı şeyleri görmektedir. Ve ızdırap çekerken, düşerken, ağlarken birbirimize nasıl da tutunmuşuzdur.
Üstümüze başımıza birbirimizin kokusu sinmiştir. Arkadaşlık duygusal bir bağlanmadır: İnsan arkadaşına özen gösterir, onu sever, ondan hoşlanır. Karşılıklıdır arkadaşlık, iletişimde olmayı ve diğerine saygı duymayı gerektirir.
Karşılıklı beklentiler karşılandığı ve kadir bilir davranışlar serdedildiği sürece devam eder. Eşit bir ilişkidir, karşılıklı dikkat ve sorumluluk gerektirir. Yakın arkadaşla laflar, yardımlaşır, ağlaşır ve gülüşür, destek ve itina gösterir, birlikte düşünür, eğlenir ve dostça vakit geçiririz.
Orada maske takmak zorunda değiliz, bizi en düşkün hâllerimizle tanımış dostlarımıza poz kesemez, kül yutturamayız.
En mutlu anlarımız dostlarımızla paylaşılan anlar olabildiği gibi; en can acıtan, yürek dağlayan anlar da onlarla paylaştıklarımız olabilir. Modern dünyada arkadaşlığın yükü ağır.
Bu gönüllü ve kişisel ilişkiden giderek daha çok şey isteniyor. Tıpkı evlilik gibi arkadaşlığın da yüreğin bütün derdini omuzlamasını bekliyoruz. Hâlbuki, “dost bîvefâ, felek bîrahm, devran bîsükûn, dert çok, hemdert yok, düşman kâvî, talih zebun”dur.
Arkadaşlıktaki eşitlik bozulur da biri diğerini manevi olarak borçlandırır ve bu borç yükü içinde onun haysiyeti ve biricikliği zedelenirse, yara alacaktır dostluk. Özensizlikten yara alacaktır, birbirine mesafe aldırmayacak kadar yakınlaşmaktan, ruhen farklılaşmaktan, korkaklık yüzünden zamanında söylenememiş sözlerden, ortak ülkülerin kaybından ve iki dost arasında bir makas misali açılan dünyayı sevme biçimlerinden.
Dostluk mevcudiyete bir ayna ve affediş için bir ahit. O yüzden dostluk ahde vefadır, evvelde verilmiş söze vefadır.
Dostluk bize sadece kendimizi başkalarının gözünden görme imkânı vermez ve fakat defalarca sınırı aştığımız hâlde affedildiğimiz için, bizim de affetmemizi gerektiren birisinin varlığını gösterir.
Affediş ve affedilişle ancak, bir dostluk serpilip büyüyebilir. Ancak bir dost, yüreğin metcezirlerinin, ruhun alçalış ve yükselişlerinin, kabz ve bast anlarının tanığıdır. Dost dediğimiz kişi zorluklarımızı, gölgede kalmış yanlarımızı bilir ve zaferlerimizden çok yenilgilerimize yoldaştır.
Yere düşerken elimizi tutsun diye bakındığımız insan. O elimizi tutacak olursa, düşmek canımızı daha az acıtacak. Issız bırakıldığımız anlarda omuz başımızda beliren kişidir dost.
Zafer bize tuhaf bir yanılsama verir, etrafımızdaki kalabalık artmaya durduğu için sanki dostlara ihtiyacımız yok zannederiz. Oysa yenilgi dostluğun hakikatini miyara vurur.
Herkesin etrafından sıvıştığı o günde, senin arkanda ve yanında kaç kişi kaldı? İşte onlar tabutunu da taşıyacak olan adamlardır. Arkadaşlığın dip akıntısında anlayış ve merhamet vardır. Uzun süren tüm arkadaşlık ilişkileri karşılıklı affedişe dayalıdır.
Hoşgörü ve anlayış olmaksızın bütün arkadaşlıklar ölür. Arkadaşlık tılsımı değdiğinde, kötü bir evlilik kurtulabilir, mesleki bir kıskançlık saygınlık kazanabilir, kavgalı bir baba oğul birbirini daha iyi anlayabilir.
Zayıflayan arkadaşlık halkası, sorunlu bir hayatın ilk habercilerindendir. Aşırı çalışma, mesleki kimliği her şeyin önüne koyma neticesinde kişi giderek yalnızlaşır. Sonra, sıradan varoluşun bela ve musibetlerine duçar olduğumuzda, yanı başımızda kimseyi bulamayız. Hakiki dostluk gözün ve görmenin de ötesindedir, gözden ırak olan gönülden ırak olmaz.
Dostumuzun sesi içimizde yankılanmaya, aramızdaki muhavere bir taş plak gibi içimizde dönmeye devam eder. Dostluğun mihenk taşı tanık olunmaktır, kıymet verdiğiniz bir göz sizin dünyadaki varlığınıza değmiştir ve siz de ötekinin özünü görmek lütfuna mazhar olmuşsunuzdur.
Göz varlığa değer, ruhlar birbirine. Onunla yürüdüm, ona inandım, dert ve sevincimi onunla paylaştım. Yalnız yürünemeyecek bir yolculukta, o benim bir yol arkadaşımdı. Önce refik, sonra tarik. Arkadaşlığın özü, insanların arasındaki farkı idrak etme, ona saygı gösterme iradesi ve anlama arzusudur. Birbirinin coşkusundan coşku duymak ve üzüntüsünden hüzünlenmek. Ama asla birbirini tüketip bitirmemek.
Derin saygı, örtük güven, talepkâr olmayan, kendi ihtiyaçlarımızla karşımızdakini sıkboğaz etmediğimiz bir ilişki. “Bir kuşa yuva, bir örümceğe ağ neyse, insana da arkadaşlık odur” demiş William Blake.
Dostluk, sevginin yumuşak ışığının en karanlık yerlerimize dahi düşmesine izin vermektir. İyi bir dostluk, kendi ruhumuzun olduğu kadar muhatabımızın da karanlık taraflarını, gölgede kalmış alanlarını ışığa tutar.
Dost kalabilmek için iyi kötü birbirimizi tanımak ve içimizdeki iyiliği cesaretlendirmek zorundayız. Dostlarımızın insanlığını azaltan, onları daha küçük, daha cimri kılan şeylerin de hevesini kırmak, dostlarımızın daha çok iyilikle yeniden doğumuna ebelik etmemiz gerekir.
Eğer arada kalbimiz kırıldıysa bu samimi olduğumuzdan: Sevgi ve bağlılık çaresizliğini kalp kırıklığından daha güzel ne ifade edebilirdi?
İnsan olmanın özüdür kalp kırıklığı, yolda olmanın, yolda bulduklarımıza ihtimam göstermenin özüdür. Arkadaşlık gönüllü olduğu için ilişkinin bozulması veya bitişine de çok açıktır, bu yönüyle de bu olağan dışı yakınlığın ihtimam ve dikkatle korunması gerekir. Akrabalığın aksine, ortak etkinlik veya temas azalması durumunda modern dünyada arkadaşlık bağları hızla yıpranabilmektedir.
En yakın dostlar bile duygusal yakınlığın sürdürülebilmesi için ilişkiyi sürdürecek temas ve ortak etkinliklere ihtiyaç duyar. Gözden ırak olanı gönülden ırak tutmamak için hatırlayış lazımdır. Birbirini destekleyen, gönlünü ve evini birbirine açan, olumlu, besleyici konuşmalar yapabilen insanların arkadaşlıkları uzun ömürlü olur.
“Arkadaşlık dünyada açıklanması en zor şey” diyor Muhammed Ali, “okulda öğrenilen bir şey değil. Ama arkadaşlığın anlamını öğrenmediysen, hiçbir şey öğrenmemişsin demektir.”
Arkadaşlar birbirine ayna olur, birbirini çoğaltır, yakın arkadaşlık kurabilen kişinin kendisine güveni artar ve o, hayatı daha dolu dolu yaşar. Arkadaşlık birbirine kıymet vermekle olur; denklikle, adaletle, karşılıklı fedakârlıkla serpilir.
Başka bir insanı içimize alır ve onu bir parçamız kılarız, âdeta “ikinci benlik” hâline gelir. Yeri doldurulamaz ve biriciktir arkadaş, bize bir menfaat sağladığı için değil, sadece o olduğu için sevdiğimiz kişidir.
Elbette bu kurduğumuz bağın yakınlığıyla ve gösterdiğimiz özenle alakalı. Muhatabımızın duygusal yakınlığına ne ölçüde duyarlıyız ve onun ihtiyaçları için kendimizi ne kadar seferber edebiliyoruz?
Aslında her arkadaşlık inşa hâlindedir, iki tarafın dikkat ve özenine muhtaç diyalektik bir ilişkidir. Paylaştığımız benzerlikler ve bizi bölen farklılıklar arasında sürgit bir gerilim.
Sonunda arkadaş ayrı bir kişidir, ne kadar ortak şeyler paylaşsak da farklı insanlarız. Dostlarımızda kendi incinebilirliğimiz saklıdır, o hâlde bizi ayıran mesafeye ve dostlarımızın bizden ayrılığına, kendi hâllerindeki biricikliğine saygı göstermeyi bilmeliyiz.
Başkalarına anlatmayacağım şeyleri dostlarıma anlatırım, onların da kendi sırlarını benimle paylaşmalarını beklerim. Birbirimize içimizi dökerek öteki nezdinde kırılgan hâle geliriz ki bu da aramızda bir güven bağının kurulmasına yol açar.
Güven bağı yakınlığı tesis eder. Tanışıklıktan dostluğa uzanan yol kendini açabilmenin derinlik ve genişliğiyle olur. Önce bir kişi kendini açma riskini alır ve sonra karşısındakinden de aynısını bekler. Birbirimize sırlarımızı karşılıklı olarak emanet etmeden güven bağı tesis olmaz.
Muhatabımız bize gönlünü açtığında ona ne diyeceğimizi biliyorsak yahut hâl dilinden anlıyorsak, onunla daha tatminkâr bir arkadaşlık geliştirebiliriz. Kabulleniş, sa dakat, güven. Dost kalabilmek için “pekiyi” demeyi bilmek lazım: Gönülde olanı dile getirmek, zor zamanda destekleyici olmak, iç dünyamızı paylaşabilmek. Etkileşimi, hemhâl olmayı elden bırakmamak ve arayıp sormak gerek. Hâl hatır etmek.
Farklılığa saygı, değişime tahammül, ötekinden makul beklenti. Dostluk çatışmadan, küslük ve dargınlıktan azade değil. Arkadaşlıkta hayal kırıklığı da pekâlâ mümkün. Kişi en çok sevdiğinden incinir. Dostluk bizi dış dünyanın bela ve saldırılarından korur. Bize bir dayanışma duygusu verir. Alternatif bir ahlak evreni sağlar; daha geniş bir dünyada tahakküm ve riyakârlık hükümferma olsa bile burada özgürlük ve kendiliğindenlik olacaktır.
Arkadaşlık ortamlarında rahatlık, paylaşım ve güven vardır. “Beni seviyor musun?” demek, “Sen de benimle aynı hakikati görüyor musun?” demektir veya “Bu hakikat seni de ilgilendiriyor mu?” Başkalarının önemsiz ama benim önemli bulduğum bir soruyu kale alan kişi, arkadaşım olmaya adaydır. “Çünkü kalbiniz küçük şeylerin üzerine düşen çiğ damlalarıyla hayat bulur.” Âşıklar yüz yüze resmedilir, dostlar yan yana.
Soruya cevabımızın aynı olması gerekmez. Dostluk bir şeyle, görülecek bir rüya, yürünecek bir yol, paylaşılacak bir yarınla ilgili olmalıdır. Bir şeyi olmayan kişi, dünyaya ve insana ne sunabilir ki? Yolu olmayanın yoldaşa ihtiyacı yoktur. Hasbi dostluk çıkarlarımızın ötesinde bir yere taşır bizi, “ufukların kaynaştığı” o yere, ikimizin de orada olmakla göneneceği yeni bir varoluşa. Gerçek arkadaşlar arasında çıplak kişiliklerimizle varız. Yalın ve dürüst.
Her dostluk bir bakıma direniş adası, bir “isyan ahlakı”nı temsil eder. Aynılığa, boyun eğmeye direnir. Biricikliğini ve farklılığını savunur.
Seninle aynı yürek hizasında duran birkaç dostun varsa bütün dünya vız gelir, tırıs gider! Bana bir dost verin, dünyayı yerinden oynatayım!