Doğru vakit ondan sorulur
Halk arasında bir tabir bile olmuştur: “Müneccim miyim, ben nereden bileyim?” Gerçekten müneccimler neleri bilebilirdi? Yahut vazifeleri ne idi? Bilhassa Osmanlı İmparatorluğu’nda resmi bir müessese haline gelmiş olan müneccimlik nedir, ne değiildir bir bakalım...
İnsanoğlunun yeryüzündeki macerası her zaman metafizik, gayb, gelecek bilgisi gibi merak uyandıran konularla iç içe olmuştur. Tarihî tecrübe göstermektedir ki ister klasik isterse modern dönemde; falcı, büyücü, müneccim gibi kişilere müracaat edilmeden yaşanmıyor.
Bunlar içerisinde müneccimliğin bilhassa Osmanlı-Türk dünyasında ilginç ve başka bir yeri var. Zira evvelki Türk ve İslam devletlerinde de bilhassa Hind ve Arap dünyasında müneccimlik olmakla birlikte Osmanlı’daki gibi resmî bir vazife olarak mevcut değildir. Mutlaka Osmanlı öncesi halife ve hükümdarların sarayında da kendisine danışılan ve takvim işlerini yürüten bir ve birkaç tane müneccim vardı. Bunlar ibadet vakitlerinin tespiti, vergilerin zamanında toplanması ve ziraata ait işlerin düzenli biçimde yürütülmesi için doğru bir takvim hazırlanması gibi işlerle mükellefti. Ama Osmanlı’daki gibi kurumsallaşmış bir yapı mevcut değildi.
Necm kelimesi Arapça “yıldız” demek olup “nücum” kelimesiyle de yıldızın çoğulu kastedilir. Müneccim tabiri, “necm” kökünden türeyen, “yıldız ilmiyle uğraşan, yıldızların hareket ve tesirlerini hesaplayan “tencim” kelimesinden gelmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet nezdinde resmiyet kazanan müneccimbaşılık ise; padişahın tahta oturması, savaş ilanı, sadrazam tayini, düğün gibi önemli olayların en uygun ve uğurlu zamanını önceden belirlemek ve takvim hazırlamakla görevli olan müneccimlerin başı durumundaki kimseye denir.
Müneccimler canlı cansız her varlığın kaderini elinde tutan Allah’ın yıldızların konumlarını da bir hikmet üzere belirlediğini, bu nedenle necm ilmini icra etmenin bu bilgiye vâkıf olmaktan öte bir iddiasının olmadığını söylemişlerdir.
- Zira gayb yalnızca Allah tarafından bilineceği için her dönem İslam dünyasında bu ilme karşı bir muhalefet vâki olmuş; müneccimler ise büyük hadiselerin olduğu tarihteki yıldızların konumlanmasıyla mevcut hâli mukayese ederek bir tahmin mahiyetinde bilgi verdiklerini; dolayısıyla bunun gayb bilgisi değil, bugünkü mânâda bir hava tahmin raporu gibi olduğunu söylemişlerdir.
Bu ilme Müslümanlar tarafından “ilmü’l-hayat” (kâinat manzarası ilmi) ve “ilmü’l-eflâk” (felekler ilmi) ismi verilmiştir. Bundan başka Farabî ve İbn-i Rüşd, “sina’at alnucm al-ta’limiya” (yıldızlara ait riyazî fen) tabiri ile nazarî astronomiyi ve şia’at al-nucm al-ta’limiya (yıldızlara ait tecrübî fen) ile de yıldızların rasadını kastederler. Bu ifadeler Osmanlılar döneminde “ilm-i nücûm” yahut “ilm-i ahkâm-ı nücûm” şeklini almıştır.
İlm-i nücûm yani müneccimlerin uğraştığı yıldızlar ilmi, ilk bakışta astronomiyle aynı gibi durmaktadır. Fakat astronomi matematik ilimleri içinde yer aldığı için, yıldızların konum ve hareketlerinin bir işaret sistemi oluşturduğuna ve bu sistem sayesinde gelecek, şimdiki durum ve geçmişe dair bilgi elde etmenin mümkün olduğunu düşünen müneccimlikten ayrılmaktadır. Müneccimlik bu yönüyle daha çok astronominin metafiziği denilebilecek olan astrolojiye benzemektedir. Lâkin bugün modern astroloji, salt bu konu ve burçlar üzerinden ilerlemekte müneccimlerin yaptığı rüyet-i hilâli tayin etmek, eşref saati belirlemek, muvakkit yetiştirmek gibi işlerle ilgilenmezler. Alakadar oldukları konular bakımından değerlendirildiğinde müneccimlik aslında astroloji ve astronominin ikisini de ihtiva eden fakat ikisinin ilgilenmediği hususları da içine alan bir ilim şubesidir.
Türk Nostradamus’u
Osmanlı İmparatorluğu’nda müneccimbaşılıkla alâkalı rastlanan en eski kayıt II. Bayezid dönemine kadar gitmekle birlikte II. Murad devrinde takvimlerin mevcut oluşu bu müessesenin daha eski tarihlerde var olduğunu göstermektedir. II. Bayezid devri artık imparatorluğun bütün müesseseleriyle oturduğu kâmil bir devreyi temsil etmektedir ki bunda en büyük rol şüphesiz dönemin Fatih Sultan Mehmed sonrasına tekabül etmesidir. Zira Fatih, İstanbul’u alarak “Bereketli Hilâl”in yeni vârisi olmuş ve imparatorluğu yeniden tesis etmişti. Oğlu II. Bayezid’e ilmî faaliyetlerin devamlılığı miras kalmıştı. Öyle ki bu devir, hemen her sahada verimliliğin mebzul olduğu bir devirdi. Binaenaleyh astronomi çalışmalarının ve müneccimlerin sayısı artmıştı. Ayrıca II. Bayezid dönemi muhasebe defterlerine göre müneccimbaşının idaresinde bir müneccim-i sânî ile bir müneccim kâtibi bulunuyor, ilk müneccimbaşının Şeydi İbrahim b. Seyyid olduğu tespit edilebiliyordu.
Böylelikle toplamı otuz yedi kişiyi bulacak olan müneccimbaşılık müessesesi tesis edilmiş oluyordu. Bunların içerisinde Arapça ve Türkçe olmak üzere yirmiden fazla eser veren rub’-i âfâkî denilen bir astronomi aletinin mucidi olan Mustafa b. Ali el-Muvakkit gibi gibi kişilerle birlikte, Osmanlı tarihinde çokça ismi zikredilen Takıyyüddin er-Râsıd gibi ilginç figürler de mevcuttu.
Matematik ve astronomi çalışmalarını en üst seviyeye ulaştırdığı bir hengâmda İstanbul’a gelen Takıyüddin, padişah II. Selim tarafından müneccimbaşı tayin edilip Galata Kulesi’nde gözlemlerine başlamıştı. Daha sonra III. Murad’ı ikna edip Tophane sırtlarına meşhur rasathaneyi kurmuş ve burada bir de kütüphane vücuda getirmişti. İslam rasathanelerinde bulunan rasat aletlerini toplamış ve birkaç yeni rasat aleti de icat etmiş olan Takıyüddin yazdığı eserler ve düzenlediği astronomi cetvelleri ile Osmanlı bilim literatüründe çok önemli bir yer tutmuştur. Fakat dönemin siyasi çekişmeleri ve Takıyüddin’in dostluk kurduğu devlet adamları sebebiyle rasathanenın yıktırılması üzerine bir kampanyanın kurbanı olmuştu. Bu hadiseyi Osmanlı tarihinde bilim düşmanlığı olarak gösterenler ne yazık ki bu siyasi hizipleşmeyi gözden kaçırmakta ve Takıyüddin’e rasathane kurdurup onu müneccimbaşı tayin eden iradeyi atlamaktadırlar.
XVII. yüzyılın en renkli müneccimbaşıları arasında ise zâyiçelerinin (yıldızların belirli bir zamandaki yerlerini ve durumlarını gösteren çizelge) isabetiyle meşhur olmuş olan Hüseyin Efendi vardır. Bunlar arasında en meşhuru 1645 yılında Malta diye yola çıkılıp gizli tutulan Girit Seferi gelmektedir ki bu seferin hareket zâyiçesini Hüseyin Efendi hazırlamıştır. Ancak onun asıl şöhreti IV. Murad için hazırladığı takvimdeki iki kelimede saklıdır. Hüseyin Efendi o yıl içerisinde gerçekleşeceğini tahmin ettiği ahkâm takviminde padişahın vefat edeceğini “Hüseyn-i Nâ-Murad” ibaresiyle bilmiş ve ahali arasında fevkalâde itibarı yükselmişti. Bunu Sultan İbrahim için hazırladığı takvimde de tekrarlaması kendisinin bu ilimdeki maharet ve görüşündeki isabeti göstermektedir ki kendisine bu sebeple daha sonra Türk Nostradamus’u denmiştir.
Derviş Ahmed Dede gibi Mevlevî müridlerinin de müneccimbaşılık yaptığı bu yıllar, müneccimbaşılığın bir kurum olarak iyiden iyiye oturduğu bir devirdi. Müessese artık müneccimbaşı, müneccim-i sâni ve beş kâtipten müteşekkil bir kadroya sahip olmuş, müneccimbaşıların evvelâ müneccim-i sâni olma usulü benimsenmiş ve müneccimbaşıların en az 40 akçeli müderris veya benzeri bir vazifede bulunmaları mecburî hâle gelmişti. Zira ilmiye sınıfından ilm-i nücûma vâkıf kişiler arasından seçildikleri için müderrislik ve kadılık gibi ilmiye vazifelerinde de bulunabilmekteydiler. Müneccimbaşılar arasında vakanüvis, hattat, hassa tabibi, muvakkit ve padişah musahibi olanlar yanında hekimbaşılığa yükselenler ve ilmî payelerin en yükseği olan Anadolu ve Rumeli kazaskerliği payelerini alanlar da olmuştur
Tam olarak müneccimlik yapıp yapmadığı belli olmayan fakat yazmış olduğu Divan’ında Ankara’nın başkent olacağını ebced ile yüz yıl evvel bilen Kâdirî şeyhi Müştak Baba ise tahmini müdellel bir şekilde ortaya çıkan bir isimdir.
Eşref saati
Müneccimbaşıların asıl yaptıkları iş her yıl bir takvim hazırlamaktı. Takvimler nevruzda hazırlanır, padişah, sadrazam ve diğer devlet ricaline takdim edilirdi. Bu takvimler gayet süslü hazırlanır ve o yıl meydana gelecek olan semavî hadiseler mutlaka kaydedilirdi. Hicrî ve rumî takvimin günleri, mevsimler ve yapılıp yapılmaması gereken işlerin yer aldığı takvimlerin tertip edilmesine mukabil müneccimbaşılara belli bir ücret tahsis edilirdi. Takvim hazırlamakla vazifeli olan müneccimbaşılar, Ramazan ayında ise imsakiye tertip edilmesinden mesuldü. Ayrıca Ramazan’ın girişini gösteren “rü’yet-i hilâl”in bildirilmesini de o yapardı. Cami minaresine çıkıp ayın hilâl hâlini gözetir ve ay hilâl şeklini aldığında durumu müftüye bildirirdi.
Diğer taraftan en mühim işleri arasında “eşref saati” belirlemek vardı. Hem padişah hem de devlet işleri için en uygun vakti belirlemek olan eşref saati müneccimlerin zâyiçesiyle tayin edilirdi. Padişahın tahta cülus vakti, ordunun sefere çıkışı, savaş ilân edilmesi, sultan düğünü, çocuk doğumu gibi belli başlı konularda, bu işlerin ne zaman yapılmasıyla ilgili müneccimbaşının görüşüne müracaat edilirdi. Bir müneccimin nun harfi ile başlayıp lam harfi ile biten isimler hakkında cifir kaidesine dayanarak sadaret makamında yapılacak değişiklikler hakkında bilgi vermesi (BOA, TS. MA. E, 1132/43), tersanede denize indirilecek sefinelerin eşref saatinin müneccimbaşı tarafından tayin olunduğu (BOA, İ.E, HAT, 6/561) gibi hususlarla Osmanlı dünyasında sıkça karşılaşılırdı.
Müneccimbaşıların eşref saatinde isabet etmeleri itibarlarını artıran en önemli husustu. Lakin ilginçtir, birçok defa zâyiçeler isabetsiz çıkmasına rağmen müneccimlik devletin son dönemine kadar mevcudiyetini sürdürmüştür. Öyle ki bu iş, son müneccimbaşı olan Hüseyin Hilmi Efendi’nin vefat tarihi 1924’e kadar devam etmiştir.
Ayrıca İstanbul’da bulunan muvakkithanelerin idaresi de müneccimbaşılara bağlıydı. Buralara tayin edilecek kişilerin imtihanlarını da yine onlar yapardı. Yine rasathane de müneccimbaşıların uhdesinde idare edilirdi. Gökyüzünü incelemek için kurulmuş bu yapılarda müneccimler, vakit tayini ve eşref saatini belirlemeye çalışır; burada özel merceklerin ardı ardına sıralanışından müteşekkil teleskoplar bulunur ve bilhassa gökyüzünün bulutsuz ve açık olduğu zamanlarda yıldızların konumları incelenirdi.
Osmanlı padişahları arasında I. Abdülhamid ve III. Selim gibi bu işe pek itibar etmeyenlerin yanında, III. Mustafa gibi kabule şâyân görenler de yok değildi. I. Abdülhamid bu işe pek ehemmiyet atfetmese de uğraşanların kaidelere riayet etmesini sâlık vermiş bir padişahtı. Arşiv belgelerinden öğrendiğimize göre kendi döneminde konak, kahve, berber dükkânı gibi mahallerde bu ilimden behresi olmayanları gizlice tetkik ettirmiş ve yakalananların sürülmelerini emretmiştir (BOA, AE. SABH. I, 352/24634).
Günümüzde astrologların, falcıların, büyücülerin kapılarının her daim çalındığı göz önünde bulundurulursa insanoğlunun fıtratındaki temayüllerin pek değişmediği görülür. Müneccim denilince akla ilk olarak astronomun değil de kâhinin gelmesi de bu sebepten olsa gerek.
Umarız bu yazı bir eşref saatine denk gelmiştir.