Devrimin değiştirdiği ekranİran’da dinî programlara genel bir bakış
Bir Kemal Tebrizî filmi olan 2004 yapımı Marmulek (Kertenkele) İran sinemasının kült yapımlarından. Film, güncel bir din dili yakalarken kalplere dokunabilmenin önemini başarılı bir şekilde ele alabiliyor. Peki bu kucaklayıcı dili ve sinemasının insanlar üzerindeki etkisini, bir “İslam Cumhuriyeti” olan İran devleti dinî televizyon programlarında yakalayabildi mi?
Bir Kemal Tebrizî filmi olan 2004 yapımı Marmulek (Kertenkele) İran sinemasının kült yapımlarındandır: İnançsız bir soyguncu olan Kertenkele lakaplı Rıza, hapishanede kaza geçirip hastaneye kaldırılınca bir hocayla tanışır. Din adamlarına olan ön yargısına rağmen, bu hocanın anlayışlı hâli ve sözleriyle kalbine dokunduğunu hisseder. Rıza, hocanın sarığı ve kıyafetleriyle hastaneden kaçarken, kendini bir cami imamı olarak minberde bulur.
Kertenkele Rıza, hocadan duyduğu “İnsanların sayısı adedince Allah’a giden yol vardır” sözünü ve daha önce televizyonda izlediği bir hocanın “post modern” bir vaazından aklında kalan, Pulp Fiction filmindeki bazı diyalogları anarak “Ehl-i kitap kardeşimiz Tarantino’nun da dediği gibi, Allah nerede olmamı isterse orada olmalıyım” gibi replikleri de bohçasından çıkartıp, Allah sevgisi, adalet, merhamet, yardımlaşma ifadeleriyle zenginleştirerek vaaza başlar ve cemaati kalbinden yakalar. Öyle ki oraların en zorba adamı bile Rıza’nın sözlerinden etkilenip tövbe eder. Kısa sürede bu kucaklayıcı dille o kadar meşhur olur ki bir gün nasihat etmek üzere kaçtığı hapishaneye vaiz olarak davet edilir.
Ülkemizde aynı adla bir diziye de ilham olan film, uzun süre İran’da sistem eleştirisi yaptığı iddiasıyla gösterime girememiş, yayınlandıktan sonraysa oldukça ses getirmişti. Kertenkele güncel bir din dili yakalarken kalplere dokunabilmenin önemini başarılı bir şekilde ele alabilen bir film. Peki bu kucaklayıcı dili ve sinemasının insanlar üzerindeki etkisini, bir “İslam Cumhuriyeti” olan İran devleti dinî programlarında yakalayabilmiş midir?
Pehlevî dönemi radyo ve televizyonlarında dinî yayınlar
Şah döneminde İran’ın yüzü Batı’ya dönüktü. Bir başka Nihayet sayısında değinme fırsatı bulduğumuz, 8 Ocak 1936’da “Keşf-i Hicâb” kanunu ile başörtüsünün yasaklanması da bu tercihin bir sonucuydu. O dönemlerde seküler hayatı özendirecek radyo programlarına ağırlık verilirken, muharrem ve ramazan aylarında yoğunluğu artan dinî programlar da vardı. Hatta Şah bu yayınları komünizme karşı bir set olarak görüyordu. İran petrolünü millîleştirme politikasıyla halkın desteğini alan Musaddık’ın, CIA eli değmiş bir darbe ile başbakanlıktan alınıp, sürgüne gönderildiği 1953 darbesi sonrasında, tüm yayınlardan sorumlu olarak atanan İsfendiyar Bozorgmihr, radyodan sabah ezanı yayınını kaldırmış, ancak halkın tepkisi ve bir süre sonra gelen ramazan ayı vesilesiyle tekrar sabah ezanı yayını yapılmıştı.
İran’da ilk televizyon yayını, Pepsi Cola şirketinin sahibi Habibullah Sabit Pasal’ın girişimleriyle 1958 Eylül’ünde başladı. 18.00-22.00 saatleri arasındaki yayınlar; çocuk saati, spor ve psikoloji programları, çoğunluğu yabancı olan filmler ve İngilizce derslerinden ibaretti. Avrupa ve Amerikalı danışmanların yönlendirmesiyle Batılı hayat tarzını özendiren reklamlar yeni sistemin ekran yüzüydü. Milliyetçi unsurlar da unutulmamış, Şahname’den bazı bölümler televizyona uyarlanmıştı. Zamanla sosyal/kültürel programların sayısı artmış, dinî günlere özel bir akış belirlenmişti. O dönemde pek çok film ve belgesel çekilebilmiş, Kanal 1 ve Kanal 2 adlı iki kanallı bir döneme girilmişti.
1979 Devrimi sonrası
1979 İran İslam Devrimi sonrasında yayın politikaları da değişmiş başta devrim ile ilgili yayınlara önem verilmişti. Ekranlarda sık sık mahkeme görüntüleri, devrim marşları ve Şah döneminden sanıkların itiraflarının yer aldığı programlar gündemdeydi. Dönemin en popüler siyasetçilerinden biri olan Sâdık Kutbizâde, önce bu yayınların yapıldığı Devlet Televizyon ve Radyosu’nun başına geçmiş, ardından da Dışişleri Bakanlığına getirilmişti.
İlk başta Humeynî’ye verdiği destekle bilinen Kutbizâde bir süre sonra işlerin çığırından çıktığını fark ederek yaptığı açıklamada “Biz bunlar için devrim yapmadık” demiş ve bu demeçle başlayan sürecin sonunda, Eylül 1982’de Humeynî’ye suikast planladığı iddiası ve devrim karşıtlığı suçlamasıyla idam edilmişti. Aynı yıllarda İran Millî Televizyonu’nu yeni bir gündem beklemekteydi: İran-Irak savaşı. Yıllarca savaş görüntü ve haber yayınlarının ardından 1988’de savaş sona ermiş, o yılların rakip medyası videonun yaygınlaşmasıyla devlet televizyonu da spor ve eğlence programlarına yer vermeye başlamıştı.
Hâlâ İran’ın en önemli kuruluşlarından olan ve tüm kanalları bünyesinde toplayan IRIB hakkında yer yer yolsuzluk iddiaları gündeme geliyor. Bu da kurumun güvenirliğini sarsıyor. Bunun yanında, kurumun dinî programlarının sadece Şii içerikte oluşu, hatta zaman zaman Sünnilerin değerlerinin rencide edilişi de ayrıca eleştiriliyor. Geçtiğimiz mayıs ayında, 5. Kanal müdürü, böyle bir yayın sonucu, görevinden alınmıştı.
İran’ın TRT’si diyebileceğimiz Seda ve Sima’ya bağlı 5 kanal, belgesel, spor, Kur’an-ı Kerim ve haber kanalları bulunmaktadır. Dinî yayınlar her kanalın yayın akışında, özellikle de resmî olarak ihya edilen dinî günler ve Ehl-i Beyt büyüklerinin ölüm ve doğum yıldönümlerinde mutlaka yer almaktadır.
Bu noktada dikkat çeken, dinî içerikli yayınların, devlet eliyle ve resmî olarak, düzenli bir biçimde ekranlarda yer alması.
Mesela, dinî sohbetler, dinî içerikli belgeseller ve filmler, muharrem ve safer ayı boyunca İmam Hüseyin için düzenlenen anma programları, İmam Hüseyin için mersiyelerin okunduğu Roze meclisleri, aşure gecesindeki Şâm-ı Gariban gecesi ekranlarda mutlaka yer alır. Kerbela hadisesi sebebiyle muharrem ayının ilk on günü spor ve eğlence programlarına yer verilmez. Ramazan ayında özel programlar, dinî filmler, Kadir Gecesi’nde okunan Cevşen-i Kebir duası ve iftar programlarına yer verilir.
İran’ın en önemli sesi Muhammed Rıza Şeceryan’ın etkileyici tilavetiyle okuduğu Rabbena duası (Al-i İmran suresi 8. ayet) iftar programlarının unutulmaz sembolüydü.(Ancak sanatçının bazı siyasi açıklamaları sebebiyle bu tilavet de on yıldır İran televizyonlarında yer alamamaktadır.) Zilhiccenin ilk günü evlendiği kabul edilen Hz. Fatıma ve Hz. Ali’nin evlilik yıldönümü vesilesiyle hazırlanan programlar, gökyüzünde bir nikâh görüntüleriyle okunan methiyeler, itiraf etmeliyim ki tüm bu programlar içinde en ilginç olan konsept. Özellikle de bu günün sevgililer gününe alternatif olarak öne çıkarıldığını öğrenmişsek.
Görüldüğü gibi devlet eliyle dinî içerikli bir ekran kurgulanmış İran’da. Ama sorun şu ki, bu ekran, bu program bolluğu ve çeşitliliği İranlıların dinî ekranları daha çok izlemelerini sağlamıyor. Aksine birçok İranlının (ki gayriresmî rakamlara göre İranlıların % 70’i), yasak olmasına rağmen uydu vasıtasıyla yabancı kanalları izlemelerini önleyemiyor.
İran’daki dinî yayınlar konusunda 2017 yılında bir açıklama yapan İran’ın önemli din âlimlerinden Muhammed Rıza Zâirî, dinî yayınların televizyonun en hassas meselesi olduğunu ifade ederek “Minberde vaaz vermekle ekrandan vermek farklıdır. Minberde karşılıklı bir duygu akışı ve göz teması vardır. Muhatabınızın nabzını tutabilirsiniz. Oysa ekranlar bunu sağlayamaz.
O yüzden ekranlardaki dinî programlar ve hitap edilen kitle konusunda daha hassas olmalı. Neden Hristiyan kanallarındaki dinî programlar Müslüman ülkelerdeki programlardan daha ilgi çekici bir şekilde hazırlanabiliyor? Bunu da araştırmalıyız” demişti. Zâirî’nin bu beyanatı, aynı zamanda ekranların neden yeterince başarılı olamadığının bir itirafı gibi görünüyor.
Konuştuğumuz birçok İranlı için de bu devrim ürünü “dinî ekran” pek cazip bir seçenek değil. Hatta dinin ekranlardan ve devlet eliyle bu denli yoğun ve itiraf etmeli ki çoğu kez cazip olmayan şekilde temsil edilmesi, bazı gençler tarafından itici bulunabiliyor. İran, güçlü bir sinemaya sahip. Ama sinemada yakaladığı doğal ve didaktik olmayan dili dinî programlarında yakalayamayan İran için de “popüler din dili” önemli bir sorun.