Benim kahramanım da Şehrazat gibi hikâye anlatmak için çırpınıyor!
Hikâyesini öğrendiğimiz birine artık başka türlü bakmaya başlar, ona yakınlaşırız. Kendi hikâyesini anlatan insan da sırtını tüm kötülüklere döner, iyileşir, var olur. Derviş Zaim son filmi Flaşbellek ile Binbir Gece Masalları üzerinden bizi yanı başımızda yaşanan gerçek bir hikâyeye yaklaştırıyor. Kendi hikâyesini anlatmak için tüm zorlukları göze alan güçlü karakterlerle; on iki yıl öncesine, Suriye Savaşı’nın başladığı ilk günlere gidiyor ve yaşananlara farklı açılardan etraflıca bakıyoruz. Derviş Zaim ile buluştuk ve “Beni değiştirdi” dediği son filmi Flaşbellek’i konuştuk.
Neredeyse herkesin herkesle savaştığı ve üzerinden on yıldan fazla geçmesine rağmen sonunun ne zaman geleceğinden artık asla emin olamayacağımız Suriye Savaşı’nın ilk yıllarını, beyaz perdeye her yönüyle çok gerçekçi yansıtmışsınız. Bu hissi verebilmek için senaryoyla birlikte tüm çekimler kaç yılınızı aldı? Oyuncuları ve mekânları seçerken nelere dikkat ettiniz? Çekimleri nerede yaptınız?
Senaryo dahil tüm hazırlıklar beş yılımı aldı. Çok farklı görüşlerden çeşitli yazarları okudum. İstanbul, Kilis, Antep, Adana gibi şehirlerdeki Suriyelilerle görüştüm. Filmin bazı yerleri onların gerçek hikâyelerini dinlemem sayesinde ortaya çıktı. Bunun yanı sıra göçmenlerin yaşadığı mekânları çok gezdim. Senaryo defalarca yazıldı. Tartışıldı, inceltildi. Dahası çekim mekânı aramak için bir sürü yere gittim. Sonunda Antep’i ve Konya’yı çekim merkezleri olarak belirledim. Kırsal kesimle ilgili görüntüleri Konya Ereğli’si bana bağışladı. Diğer tüm çekimler Antep merkezde ve civarda oldu. Görünümün nasıl olacağı, oyuncuların seçimi uzun sürdü.
Tüm bunların hazırlığı, koordinasyonu ayrı bir ejderhaydı. Ama ne yapacağımızı ve nasıl yapacağımızı iyi biliyorduk. Yanımda Andreas Sinanos gibi Angeleopulos ile çalışmış büyük bir görüntü yönetmeni vardı. Sanat yönetmenleri Seda Saçlı ve Sıla Karaca da ciddi çalıştılar ki ekrana bakıldığı zaman elde ettikleri görünümün nasıl gerçeğe tekabül ettiği daha iyi anlaşılacaktır. Montaj için Aylin Zoi Tinel en az altı ay çalıştı. Bu durum onun sürüyle platform dizisi teklifini bizim için reddetmesi anlamına geliyordu. Saydığım ve sayamadığım bütün bu iş birlikleri sayesinde filmin hakikatini görüntüde sağlamaya muktedir olduk. Çekim sonrası özel efekt işlemleri de GeniusPark'ta Volkan Duran tarafından yine aylarca sürecek şekilde yapıldı. Ses tasarımı yine çok usta bir uluslararası isim tarafında yapıldı. Bu sayede savaştaki atmosferi temsil edebileceğini umduğum hakikatli görüntüler ortaya çıktı. İzleyenlerin neredeyse tamamı bana “Suriye'ye girmek zor oldu mu?” sorusunu soruyor. Suriye'ye girecek kadar çılgın değildim. Şu an itibariyle de değilim. Orada böyle bir film yapmak hâlâ imkânsız.
Flaşbellek Suriye’de yaşananlarla ilgili bugüne kadar görmediklerimizi gösteren, anlayamadıklarımıza ışık tutan cesur bir film. Böylesine zor bir konuyu film yapmak için sizi harekete geçiren şey neydi?
Beni iten ilk şey, şiddete karşı insani bir hikâye yaratmak duygusu oldu. Orada yaşananlar bende rahatsızlık uyandırıyordu. Akan kanı durdurmak için bir şeyler yapılması gerektiğini düşünüyor, masum insanların ölmesi karşısında kendimi kötü hissediyordum.
Elbette pek çok insanın ayrı fikirde olduğu ve sert fikir ayrılıklarının olduğu bir konuydu Suriye savaşı. Göçmenin dramını çeksem daha az olumsuz tepki alma ihtimalim belirebilirdi. Ama öyle yapmayı değil, savaşın kendisi ile ilgili bir film yapmayı tercih ettim. Konu bana film ortaya çıktığı zaman fikir birliği değil de ayrılığı yaratabilme gibi bir dezavantaj ihtimali getirse dahi yola devam ettim.
Senaryodaki Ahmet Rıfkı karakterini gerçekte senaryodakine benzer bir durum yaşadığı iddia edilen ve medyaya Sezar adı ile tanıtılan kişiden hareket ederek yarattım. Ama film sadece (medyadaki takma adı Sezar olan) o kişinin filmi değil. Filmin bütününün Sezar’ın hikâyesinden esinlendiğine, gösterilenlerin gerçek bir şahsa dayanarak filme çekildiğine, tamamıyla Sezar’ın hikâyesine ilişkin olduğuna dair bir ibare filmin ön ve son jeneriğinde yok. Bu göndermeleri yapmamaya özellikle dikkat ettim. Sezar'ın çektiği iddia edilen hiçbir fotoğrafı da kullanmadım. O fotoğrafların yerine filmin kendi gerçekliği içerisinden çıkan fotoğrafları kullandık. Gerçek Sezar'ın hikâyesiyle ilgili tartışmalar da devam ediyor. Dolayısıyla ben tamamıyla kurmacanın alanında kalmayı tercih ettim. Tekrarlayayım, film sadece Sezar’ın hikâyesinden esinlenmedi. Medyada adını duymadığınız sıradan insanların kendileri ve hikâyeleri de esin kaynağı olarak senaryoyu etkiledi. Kilis, İstanbul, Antep’te bir sürü Suriyeli ile konuştum, okudum. Sadece Sezar değil, çok sayıda esin kaynağı var film için.
Filmde karşıt olduğu kişilere de “insani olarak yaklaşmayı başaran” bir yaklaşım görüyoruz. Bu tercihinizin sebebini anlatır mısınız?
İlkelerimizden bir tanesi buydu. Amacımız kahramanın sürükleyici yolculuğu etrafında ülke panoraması çizmekti ama bunu yaparken kimseyi tam bir şeytan haline getirmemeye çalışacaktık. Çünkü bizi insan yapan şeylerden biri, en büyük kötülüğün içerisinde bir iyilik bulabilme ihtimalimizdir. Hayatta siyahlar ya da beyazlar değil, griler olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla filmde grilerin olmasına dikkat ettim.
Bu da filmi, yanılmıyorsam, daha hakikatli hale getirdi. Rejime karşı pek olumlu duygular içerisinde değildik ama buna rağmen filmde rejim adına çalışan karakterlerin de kendilerini “anlatmasına”, nedenlerini, niçinlerini filmin dramasının elverdiği koşullar içinde izin verdik. Mesela Ahmet Rıfkı ile arabada gittikleri sahnede doktor, ki Esad’ın taraftarıdır, Esad'ın haksız dış müdahalelere karşı sıkı durması gerektiğine dair cümleler söyler. Nedenlerini sıralar. Kendi adına korktuğu şeyleri, kendi deyimi ile fanatik “dincilerin” iktidar hırslarını, dış güçlerin Suriye’ye yönelik olumsuz ihtiraslarını anlatır. Daha sonraki sahnelerde kendisinin bir kurban olduğunu anlatmaya çalışır. “Ben bu depodaki ceset tasnif işini yapmazsam başkası benim yerime gelecek, bu pis işi o yapacak” der, “Emir kuluyum” demeye getirir. Bu cümleler, kötülüğün banalliği diye tabir edilen kategoriye girebilecek cümleler.
- Kısacası hakikatli bir atmosfer ve karakterizasyon yaratmak amacıyla, gri tondaki insanlar yaratma yönüne gittik. Bu sayede insani bir film yapmaya gayret ettik. Saydığım olaylar, karakter ve durumlar filmin ana kahramanının gözünden verildi, sürükleyici bir yolculuk hikâyesiyle sunuldu. Zor tarafı da zaten onu bir hikâyeye dönüştürmekti: Bir kahramanın yolculuğu etrafında Suriye’deki dramı bir araya getirebilecek bir hikâye anlatmayı başarmak.
Yanlış hatırlamıyorsam şu ana kadar Suriye ile ilgili filmlerde genellikle göçmenlerin çektiği acılar anlatıldı. Bu anlamda da sizin filminiz diğer yapımlardan ayrılıyor.
Evet. Suriye savaşı şu ana dek sinemada, Suriyeli göçmenin ülkeden kaçtıktan sonraki yabancı diyarlardaki uyum arayışları şekline sahip oldu, genelde o bağlamda kullanıldı. Orada nelerin olup bittiğine, olayların nasıl başladığına dair pek film yapılmadı. Aksinin gerçekleştirilmesi maddi ve manevi nedenlerle zordu. Hem çok boyutlu bir sorun, hala daha devam eden, süreceğe benzeyen bir savaş, üstüne üstlük kim yaparsa yapsın orada yaşananlara karşı mesafe alarak film yapmanın zorluğu var, maddi boyutu çözmek büyük sorun ki bu iş maddi sorunu çözmekle bile bitmiyor.
(Suriye ile ilgili bir uluslararası yapım gerçekleştirmek için finans sağlamak farklı şartları, ortaklıkları, talepleri yerine getirmek anlamına geliyor. Söz konusu konu başlı başına devasa bir konu). Tutalım ki finans tamamlandı. Hangi oyuncular bu filmde oynayacak? Arap oyuncular işten korkabiliyorlar. Anlaştığım kadın oyuncu işin başlamasına bir hafta kala işi bıraktı. Kısacası, sürüyle devasa sorun vardı. Ama Flaşbellek’i diğer filmlerle kıyasladığımda, temsil edicilik kapasitesinin fena olmadığını, eğer yanılmıyorsam, söylemek mümkün. Olabildiğince dürüstlüğünü korumaya çalışan, her kesimin kendi sesini söylemesine izin veren bir yapım ortada pek yoktu. Hala daha yok. Görünür bir gelecekte ortaya çıkarsa, bu sürprize sevinirim, ama açık söyleyeyim, pek sanmıyorum. Filmde bir “heteroglossia” bulunsun, Suriye’nin çeşitliliği aynı potada erisin, ülkedeki savaş öncesindeki çoğul, karnavalesk hava bu filmin içerisine sinsin istedim. Hatta benim aynı fikirde olmadığım başka fikirler de filmin içerisinde bulunsun, bu sayede bir karnaval havası olsun istedim. Suriye insan potansiyeline, tarihine, kültürüne, atmosferine yakışan şey de böylesi bir çoğulluktu çünkü.
Ülkemizde Suriyeli göçmenlerle ilgili her geçen gün daha çok ayrışan söylemleri göz önünde bulundurarak filminizin nasıl tepkiler alacağını düşünüyorsunuz?
Bazı filmler vardır tatlıdır, şekerdir, fikir birliği yaratırlar. Bu film, yanılma payımı akılda tutarak konuşayım, öyle bir film olmayabilir. Çünkü çok kanlı bir savaşın karakterlerini konu ediniyor. Üstelik ele aldığı mesele hâlâ devam eden uzun bir savaş. Çok acı var. Hakikat çok katmanlı. Ezberler ürkütücü. Önyargılar devasa. Karmaşık bir olgu var kısacası. Bir yönetmen olarak görevim tanık olduğum bu acıya ayna tutmaktı, ama aynı zamanda iyi ve dürüst bir hikâye anlatmaktı.
Yanı başımızda böyle olaylar olurken, bu acı olaylara ilişkin olarak benim filmografimde bir yanıtım bulunduğu için huzurluyum. Flaşbellek’i yazmış ve yönetmiş olmaktan dolayı mutluyum. Sinemamızda Kıbrıs'la ilgili yapılan filmlerin -altmışlı yıllarda yapılanlar hariç- neredeyse tamamı bana aittir. Susurluk ile ilgili tek film de yine benim tarafımdan gerçekleştirildi. Şimdi Suriye'yle ilgili bir filmi, Flaşbellek’i onların yanına koydum. Dolayısıyla filmografimin yaşadığım çağla ilgili bir tanıklık etme tarafının yüksek olması durumu var ve filmografimdeki çağa tanıklığın genişliğini, naçizane, önemsiyorum. İleride sadece gelenekten yararlanan, sınıfla, doğa ile ilgili işler yapan, alternatif denemelere girişen bir yönetmen olarak değil, çağına tanıklık etme boyutu yüksek olan bir yönetmen olarak bahsedilmek beni mutlu edecektir. Bu film başlangıçta fikir birliği yaratmayabilir, ama şunu söyleyeyim sezgilerim beni yanıltmıyorsa, bana etkisi zaman içerisinde devam edecek gibi geliyor.
Her filminizde olduğu gibi bunda da gelenekle kurulan bir bağ var. Bu bağı Binbir Gece Masalları ile konuşamayan bir kahraman üzerinden neden kurduğunuzu anlatır mısınız?
Konuşamama meselesi daha önceki filmlerimde de vardır. Ama buradaki daha manidar. Kendi hikâyesini, derdini anlatamayan, onun yerine Obama'nın sesine ihtiyaç duyan Orta Doğulu karakter ironisi yaratmak istedim. Arap, Orta Doğu toplumlarının kaderlerinde böyle bir şey var. Kendi seslerini yaratamıyorlar, onların yerine konuşacak birine ihtiyaç duyuyorlar. Benim karakterim konuşamıyor ama hikâyesini anlatmak için çırpınıyor.
Filme baktığınız zaman şunu görürsünüz: Hikâyeni anlatabildiğin zaman varsın. Daha da önemlisi kendine ait hikâyeyi ortaya çıkardığın, inşa ettiğin ölçüde varoluşunu tamamlıyorsundur. Hikâye bunun üzerine oturuyor ve bizi çok daha önemli bir yere götürüyor: Binbir Gece Masalları’na… Bu film, Binbir Gece Masalları’nın yapısından ve hikâye anlatma şehvetinden etkilenmiştir. Şehrazat var olmasını hikâye anlatabilmesine borçludur. Anlatamadığı zaman öldürülecektir. Benim kahramanım da aynı Şehrazat gibi hikâye anlatmak için çırpınır. Ve filmin içerisinde olayların tonu, üst üste yığılması, birbirlerinin içinden neşet etmeleri gibi göndermeler Binbir gece Masalları ile benzerlikler gösterir.
İnsanın kendi hikâyesini anlatmasının iyileştirici bir tarafı vardır. Hikâyeler aslında çok daha derinlerde mitlerle, menkıbelerle buluşur ve insanlığın çağlardan beri geliştirdiği destanlara ilişkin sorular sorarlar. Ben de hikâyemi anlatırken bu anlamda mitleri ve menkıbeleri kullanıyorum. Ahmet'in meselesini de bu çerçevede değerlendirmek mümkün.
Binbir Gece Masalları Arap kültürünün köşetaşlarından biri ve bu nedenle filmin yapısını inşa ederken ele almayı, harç yapmayı uygun gördüm. Çoğu izleyici Flaşbellek daha önceki Derviş Zaim filmlerine benzemiyor diye şaşırdı. Evet aslında bu film ile ötekiler arasında derin farkllar var ama devam eden bir taraf da var. Gelenekle ilintili olan taraf örtük biçimde (iyi ki öyle) devam ediyor.
Oyuncularınız arasında uluslararası çapta tanınan isimler var. Çocuk oyuncularda çok iyi bir performans sergiledi.
Saleh Bakri Filistinli bir sinema ve tiyatro oyuncusu ama uluslararası projelerde yer alıyor. Saygın bir isim. Babası da oyuncu ve yönetmen ve iyi bilinen bir muhalif. Ali Süleiman, Amerikan yapımı dizi ve filmlerde de oynayan Filistinli bir oyuncu. Filistinli intihar bombacılarını anlatan ve çok ses getiren Paradise Now filmiyle Altın Küre Ödülü de aldı. Her ikisi de Arap sinemasının starları arasında yer alıyor. Bu film bu manada bir yapım başarısıdır. Suriyeli Sara El Debuch oyunculuğa yeni başlayan başarılı bir isim.
Onu, Flaşbellek’in keşiflerinden diye tabir etmek mümkün. Almanya’da yaşayan ve yine uluslararası yapımlarda sık sık çalışan Suriyeli Husam Chadat çok zor bir işi gerçekleştirdi. Kötü adamı bir “insan” ve inandırıcı karakter haline getirdi. Daha başka enteresan örnekler de var. Filmde çocuklardan İsmail’i oynayan ile yirmili yaşlardaki taksici genç, abi kardeş oluyor. Hatta vurularak ölen kız da onların kardeşi. Antep'e göç eden ve orada yaşayan Suriyeli kalabalık bir ailenin üç evladı. İlk kez bir filmde Flaşbellek’te oynadılar. Yezidi kızı oynayan Hanen Abaji savaş esnasında yaylım ateşe tutulan bir arabadan sağ çıkan tek kişi. Ayakta kalma azmi etkileyici. Onları, reji asistanım olan ve aynı zamanda oyuncuları da seçmeme yardım eden Muhammed Rıfkı buldu. Muhammed Rıfkı da Suriyeli bir göçmen. İstanbul'da tanıştık. Kastı yapan Gökçe Doruk Erten ile birlikte çalışıyorlardı. Oyuncuların, oyuncu dağılımının bu kadar başarılı olmasını sağlayan insanlardan biri odur. İki yılı aşkın süre oyuncuları bulmak için beraber mesai yaptık. Hatta filmde kötü adamlardan birini oynuyor. Onlara ve film için beraber çalıştığımız herkese teşekkür borçluyum.
Bu Suriyeli kardeşlerin önceden oyunculuk deneyimleri var mı?
Abilerinin devam ettiği küçük bir tiyatroları vardı. Biz küçük kardeşleri abileri sayesinde bulduk. İyi ki de bulmuşuz. Çünkü daha önce bulduğum çocuk tüm sevimliliğine rağmen işi başaracak gibi değildi. O oğlanın üzerine gitmek istemedim. Dolayısıyla seti durdurarak Antep'teki kardeşlerden biri olan oğlanı küçük İsmail'i oynamak için Konya’ya getirttim.
- Yeri gelmişken ayrı bir şeyden bahsedeyim: Sette Suriyeli insanlarla sette çalışmak aslında göçmenlerle uyum konusunda yapılabilecek şeylerden birine ilişkin bana değerli bir şeyi öğretti. İnsanlarla, yabancılarla, ortak bir amaç doğrultusunda üretmek için bir araya gelebilirseniz, birbirinizi daha iyi anlayabilir, birbirinizi “düşman”, “öteki” yerine koymadan yan yana yaşayabilirsiniz.
Keşfedebilir, güvenebilir, yola devam edebilirsiniz. Bu filmde acısı tatlısıyla bunun gibi bir sürü an, zorluk, macera yaşadık. Kısacası baştan sona tattıklarım sayesinde beni değiştiren bir film oldu.
Nasıl değiştirdi?
Savaşın nasıl, ne kadar berbat bir şey olduğunu biliyorum çünkü savaşı yaşadım. Ama o insanları, Suriyelileri görünce muhakkak onlarla ilgili bir şey yapmam gerektiğini düşünmüştüm. Çünkü sesleri yoktu. Dilleri yoktu. Ve onların hikâyesini sinemada hakikatli biçimde aktaracak biri de fazla değil gibiydi. Zordu çünkü. Yapmazsam eksiklik hissedecektim. Geriye baktığım zaman şunu görüyorum. Flaşbellek gibi bir filmin yapılma ihtimali, etraftaki şartlar devam ettiği müddetçe, bana düşükmüş gibi geliyor. Çok nedeni var bunun. Sadece Suriye değil; İran, Irak Savaşı’nda, Halepçe Katliamı’nda mağdur olan insanların meselesi de sinema ve hikâyelerde kendi kaderleri üzerinde bir şeyler yapabilme kapasitesi olmayan insanlar olarak yazılıp çizildi. Ben tam aksine kendi hikâyesini anlatabilen bir karakter üzerinden gittim. Bunun özgürleştirici bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Sen önce kendi hikâyeni anlatmaya muktedir ol. Gerisi de zamanla, bir ihtimal, gelebilir. Dolayısıyla bu filmi yaptığım için çok mutluyum. Bakın şu anda herkes Ukrayna için bağırıyor, çağırıyor. Halep'i dümdüz ettiler, bu yüksek seslerin onda biri çıkmadı.
Maalesef. Burada amacımız tabii ki acıları yarıştırmak değil, sadece adil bir duruş sergilenmesini istiyoruz. Hem böyle bir film yaptığınız hem de Orta Doğulu, Suriyeli güçlü bir kadın profili gösterdiğiniz için size ayrıca teşekkür ederim. Şu ana kadar tanıdığım Suriyeli kadınlar hem güçlü hem de eğitimli kadınlardı. Bunun perdeye yansıması beni ayrıca mutlu etti.
O konuyla ilgili ön yargıları kırmak istedim. Çünkü Suriyeli dendiği zaman yoksul, cahil ve cehaleti nedeniyle suça, kabalığa eğilimli insan gözümüzün önüne getiriliyor. Muhtaç, başkasının ona vereceği herhangi bir şey olmadan ayakta duramayan kişiler aklımıza gelsin isteniyor. Hâlbuki bu insanların bir kısmı senin, benim gibi, hatta pek çoğumuzdan daha iyi koşullarda yaşamış, eğitimler görmüş insanlar olabilir. Onların arasında güngörmüş insanlar olabileceğini hatırlamamız gerekiyordu. Orta sınıftan olmasalar da sadece insan olmaktan gelen bir değerleri bulunabileceğini hatırlamamız gerekiyordu. Filmdeki karakterleri en başta bu yüzden eğitimli, anlayışlı, vicdan sahibi insanlar olarak yansıttım. Onların bazılarının (ana kahramanların en azından) memleketteyken işleri, evleri, arabaları vardı. Yani tümünün alt tabakadan çıkıp buralara gelip bizim ekmeğimize ortak olmayabileceklerini hissettirmek istedim. Hayat bazen Suriyeli göçmenlerin yaşadıklarına benzer şekilde acımasız tablolar karşımıza çıkarabiliyor. Bir gün bela insana vurabilir ve bir gecede, hiç dahlin olmadığı halde, sahip olduğun her şeyini kaybedebilirsin. Kaybetmekten öte kötü durumlarla karşılaşabilirsin. Mesela canını kurtarmak için sığındığın yerde aşağılanabilirsin. Böylesi algıların haksızlığına işaret etme niyeti var filmin.