“Belki canavar sadece biziz”
Kısa filmleriyle tanıdığımız Seyid Çolak’ın ilk uzun metraj yapımı Kapan, vahşi bir kurdun yaşadıkları adaya gelmesiyle hayatları karmaşıklaşan beş arkadaşın hikâyesini anlatıyor. Yönetmen Çolak ile karakterlerin iç dünyası ile mekânın ilişkisi, öteki ile karşılaşmanın anlamı ve Kapan’ın yapım hikâyesi hakkında konuştuk.
Adanın çağrıştırdığı izolasyon ve mahrumiyet hissi sinema adına imkânlar barındırıyor. Mada ne zaman radarınıza girdi?
Mada Adası hem görsel olarak hem de yerleşimiyle ilginç bir yapıya sahip. Kendi hikâyesi var. Atlas dergisinin bir sayısında adaya geniş yer verilmişti. Oradaki farklı ve ender hayat bana ilginç gelmişti. Daha sonra Mada isimli bir belgesel seyrettim. Adayı daha iyi tanıdım. Başta adayla alakalı bir film yapayım gibi bir düşüncem yoktu. Kısa filmlerimi hayata geçirmeye çalışıyordum. Uzun metraj için özgün bir karakter, mekân ya da hikâye arıyordum.
Sonra Mada Adası üzerine bir hikâye kurgulamaya başladım. Hikâye ilerledikçe kendilerine çıkış arayan karakterler ile adaya sonradan gelip de çıkamayan vahşi bir hayvan (ilk başta kurt değildi) fikri derinleşmeye başladı. Kısa filmlerimin senaryosunu kendim yazmıştım ve kimi kusurlarımı görme fırsatı yakalamıştım. Yol arkadaşıyla senaryonun daha iyi olabileceğini düşünüyordum. Güven Adıgüzel’le 6-7 ay boyunca senaryoya çalıştık. Senaryonun 16. versiyonu filme aktarıldı.
Kadın karakterlerin diyaloglarında doğanın bir parçası olma duygusu öne çıkarken, erkekler tarafında doğayla kavga hâkim. Film de ağırlıklı olarak bu erkek dünyasında geçiyor. İnsan-doğa ilişkisini bu açıdan ele alan bir anlatının sizin açınızdan cazip tarafı neydi?
İnsan aslında doğanın bir parçası olarak yaratılmıştır. Ne zaman ki mekanikleşmeye başladık, şehirleri büyüttük ve metropollerle kendimizi sınırladık o zaman insani melekelerimizi de yitirdik. Doğayı anlayabilmemiz için onunla temas etmemiz gerekiyor. Bu yüzyılın insanı toprakla çok az temas ediyor ve durum daha da vahimleşiyor. Makineleşmeyle birlikte yeni insan formları da ortaya çıkmaya başladı.
- Bir yerde okumuştum “Dünya üzerindeki hayat, bir hiyerarşi topluluğu değil, birbiriyle ilişkili bir ağdır.” Filmdeki erkekler bu ilişki ağını kırıyor, efendilik taslamaya başlıyor. Önce Yakup arkadaşları arasında “efendi” rolüne bürünüyor. Daha sonra da iktidarını güçlendirmek için de dışarıdan gelen bir unsur “yaban-vahşi hayvan” bir muhalefet yaratıyor. Bu da döngüyü tamamlıyor ve doğa “intikamını” alıyor bir yerde. Doğa intikamcı görünse de öyle bir rolü yok. İntikamı insanoğlu kendisi yaratıyor.
Kadınlar filmde “Doğa üzerinde hâkim olmak isteyen insan ile kadın üzerinde hâkim olmak isteyen erkek, yaşamın dengesini bozan olumsuz iktidarlardır.” cümlesini tamamlıyor. Kadın geri plana itildiğinde erkeklerin nasıl çıkmaza sürüklendiğini görüyoruz. Bu sürtüşmede kadın ayakta kalarak muzip bir başkaldırı yapıyor.
Adadaki zorlu tabiat koşulları, insan tabiatındaki zorlukları ortaya döküyor. Yüzeydeki insan-doğa ilişkisinden ziyade insan doğasıyla ilgilendiğinizi söyleyebilir miyiz?
Ada benim için günümüz insanını okumak için sembol. Necib Mahfuz bir kitabı için şöyle demişti: “Sokak benim için bütün bir dünyanın sembolüdür, dünyayı nasıl görüyorsam sokağı da öyle biçimlendiririm.”
Ben de yaşadığımız dünyanın kimi çıkmazlarıyla ada üzerinden yüzleşmek istedim. Adadan hiç çıkmadım. Karakterlerin hırsları, zaafları, korkuları mevcut. Halit hariç hepsi adadan çıkıp şehrin cazibeli yaşamına katılmak istiyor. Dışarının bakışı onları tedirgin ediyor. Kabul görecekleri tek yerin ada olduğunun da farkındalar. İşte burada hem ada hem adanın dışı karakterler için kapana dönüşüyor. Şehir de onlar için umut değil. Bu yüzden adadan çıkışları imkânsızlaşıyor ve birbirleriyle uğraşmaya başlıyorlar. Öteki figürüyle asıl duyguları dışarı çıkmaya başlıyor.
Kapan’ın bir mekâna hapsolmuş kahramanları, dış tehdit karşısında duydukları korkuyla ahlâki kırılmalar yaşıyor. Filmdeki hissiyat pandemi günlerinin ruh haliyle örtüşüyor gibi, siz ne dersiniz?
Hep kitaplar üzerinden gidiyorum ama Sineklerin Tanrısı’nda tam da bizim canavar metaforuna karşılık düşen bir cümle vardı. Çocuklar adada çatışmaya başladığında ve adını koyamadıkları korkularıyla yüzleşmeye başladıklarında şöyle der: “Belki bir canavar vardır… Belki o sadece biziz.” Kapan’da da adaya bir canavar gelir ancak korkulması gereken gerçekten o mudur yoksa içlerinde uyuttukları canavarlar mıdır? Canavarla birlikte sınanmadıkları duygularla yüzleşirler ve çözülme başlar.
Kimse hep iyi ya da hep kötü kalmaz. Olaylara göre konum alırlar ve tam da böyle gerçek karakterlere dönüşürler. Plastik karakterler oluşturmamaya çalıştım. Yaşadığımız hayatla örtüşebilir evet, çünkü hepimiz bir virüs nedeniyle kapanlarımızı yaratmak zorunda kaldık.
Filmde dramatik anlamda güçlü çok sayıda olay yer alsa da hikâye anlatmayı ikinci planda tuttuğunuzu düşünüyorum. Sizin için baştan beri duygular ve deneyim mi ön plandaydı?
Karakterin ön planda olduğu bir film. Onun için de karakterin duygu durumlarını iyi çizmek zorundaydık. Duyguyu ön plana çıkarmak için didaktik anlatımdan ve abartıdan olabildiğince uzak durmaya çalıştım. Hikâye anlamında seyirciye çok yardım etmiyorum. Hatta boşluklar bırakıyorum. Duygu ve karakterleri puzzle gibi seyirciler çözüyor. Bundan sonra böyle mi devam ederim bilmiyorum. Ancak boşlukları olan ve seyirciye alan açan işleri seviyorum.
Finale kadar film ritmini kaybetmiyor. Biraz kurgu sürecini konuşalım istiyorum. Naim Kanat ile nasıl bir çalışma yürüttünüz?
Film bittiğinde kurguda nasıl bir şey çıkacağını gerçekten çok merak ediyordum. Naim kimi sahnelerin yerini değiştirmek gibi uç tekliflerde bulundu. Projenin özüne sadık kalarak filmin çıtasını yükselten denemeler yaptı ve bu çok hoşuma gitti. Kesinlikle atmam dediğim sahneleri attım. Asla kullanmam dediğim doğaçlama bir diyaloğu kullandım. Kurgu süreci bana yepyeni şeyler öğretti. Bu süreçte mutlaka yönetmenden farklı bir gözün olması gerektiğini düşünüyorum.
Çekimlerin tamamı Mada’da mı yapıldı? Küçük ada prodüksiyonel zorlukları beraberinde getirmiştir tahmin ediyorum.
Senaryo bittiğinde tüm çekimleri Mada Adası’nda bitiririz diyordum. Ancak şartlar öyle gelişmedi. Beyşehir Gölü buz tutmadığı için karlı ve buzlu sahneleri Ardahan Çıldır Gölü’nde çektik. Bir hafta dinlendikten sonra Mada’ya geçtik burada da yaklaşık 15 gün çekim yaptık. Daha sonra Aşağı Tırtar Köyü’nde ev sahnelerini, Eğirdir Gölü’nde de tekneli sahneyi çektik. Toplamda dört lokasyonda çekimleri tamamladık.
Mada’da konaklama imkânı olmadığı için her gün ilçeden adaya geçmek kolay değildi. Tekneler ve platformla birlikte tüm ekip her gün adaya gidiyor ve geri dönüyorduk. Fakat beni psikolojik olarak en çok zorlayan sahneler buz üstünde çektiklerimiz. Çünkü ilk set tecrübemdi. Çekimlere final sahnesiyle başladık. Eksi 10-15 derecede ve sürekli rüzgârın olduğu bir yerde yepyeni bir şey tecrübe ediyordum. Şimdi aklıma geldikçe tuhaf bir duygu yoğunluğu yaşıyorum.
3 yıl önce henüz filmin hazırlık sürecindeyken konuştuğumuzda zorlu doğa koşullarını göze alacak bir kadroya ihtiyacım var demiştiniz. Oyuncularla çalışmanız nasıl ilerledi?
Sete girmeden çok önce oyuncu seçmelerini tamamlamıştık. Ancak set tarihlerimiz sürekli ertelenince oyuncular yeni projeleri gerekçesiyle ekipten ayrıldılar. Ardahan’a çekim yapabilir miyiz diye gittiğimde göldeki buzun erime ihtimali olduğunu gördüm ve set tarihini öne çektik. Kast sorumlumuz Songül Karaarslan’la telefonda konuşup yeni başrol oyuncuları aramasını istedim. İnsanüstü bir gayretle birkaç gün kala oyuncu ayarlamak için uğraşıyordu. Ben de telefonda oyuncuları ikna etmeye çalışıyordum. Onur Dilber’i, Yasemin Girgin’i son iki günde ayarlayabildik. Gerçekten riskli bir durumdu hem oyuncular hem de benim için. Sonuçta birbirimize güvendik ve yola çıktık.
Yüksel Akça’yla kısa filmlerimde çalışmıştım. Uzun metraj setinde başta zorlansa da çabuk uyum sağladı. Münibe Millet, Sami Aksu ve Serkan Altıntaş’la bu proje vasıtasıyla tanıştım ve çok güzel işler çıkardıklarını düşünüyorum. Çocuk oyuncuları bölgedeki okullardan seçtik. Epey bir deneme çekimleri yaptık. Kabiliyetli çocuklardı ve çabuk adapte oldular.
Salgın sebebiyle sinema salonları ikinci kez kapandı. Kapan yalnızca bir hafta gösterimde kalabildi. Filmi seyretmek isteyenler önümüzdeki süreçte nerelerde görebilir?
Tüm süreç gibi vizyon sürecimiz de garip ilerliyor. Bir hevesle vizyona girdik ancak o hafta salonlar kapandı. Ocak’ta tekrar vizyona girmek isterim. Şimdilik süreci bekliyoruz. Ne olacak bilmiyorum. Dijital platformlarda filmimin olmasını çok isterim. Vizyon işi netleşince bu durum da kesinlik kazanacak.