Bedelini ödemeye hazır kahramanlar
İşgalci güç İsrail’in Gazze’yi hedef alan saldırılarında 3 ay geride kaldı. 2024’e girdiğimiz şu günlerde 20 bini aşkın can kaybı, on binlerce yaralı ve yaşanılamaz duruma getirilmiş Gazze fotoğrafı karşısında, insanlığın elinde direnmek için çok fazla araç yok. Sistematik bir işgal düzeninde, elimizdeki en büyük silah “umudumuz”. Yeniden ayağa kalkmak, yaşamak ve inşa etmeye dair inancımız. Gazze’de Filistinliler her şeye rağmen direnişleri ile bize bunu da öğretiyor. Dünyanın çeşitli bölgelerinde insanlık adacıkları da verdikleri olumlu örneklerle her türlü baskı ve tehdide rağmen doğruyu aktarmaya ve yalan üretim mekanizmasının gerçekleri örtmesine engel olmaya çalışıyor. Bunlar kimi zaman bir üniversite kampüsünde, futbol stadyumunda, Youtube programında, bir şiirde, gazete köşesinde ya da ateş çemberine ve kan gölüne dönen Gazze’nin ortasından meydan okurcasına yapılan bir canlı yayınla ortaya çıkıyor.
Washington’a karşı kampüsler ayakta
İşgalci İsrail’e tam destek veren ABD’de en büyük mücadele üniversiteler ve sosyal medya üzerinden devam ediyor. Etkili bir biçimde siyaseti, kültürel ve sosyal alanı tamamen İsrail söylemi üzerine kurgulayan Amerikan sistemi, aynı başarıyı özellikle gençlerin yoğun bulunduğu akademi ve yeni medyada gösteremiyor. Bu nedenle, “Amerikan biricikliğinin” simgelerinden, yumuşak güç unsurunun önemli saç ayaklarından ABD üniversiteleri bir anda hedef tahtasına oturtuldu. Öğrencileri aktif biçimde Filistin’e destek veren ve İsrail savaş makinesinin suçlarını hedef alan MIT, Harvard ve Pensilvanya (Penn) Üniversitesi rektörleri, Washington’un kalbinde sanki birer suçluymuş gibi sorguya çekildiler. ABD’nin 3 seçkin üniversitesinin rektörlerinin, kampüslerde öğrencilerin düzenlediği Filistin’e destek gösterileriyle ilgili ABD Kongresi Eğitim ve İş Gücü Komisyonu’nda saatlerce sorgulandığı tiyatro, Washington’ın sözde “ifade özgürlüğünü” savunma konusundaki gerçek yüzünü ifşa etmesi anlamında oldukça değerliydi. 5 saat süren sorguda, tamamı İsrail taraftarı olan kongre üyelerinin her türlü taciz ve baskı kokan söz ve davranışları karşısında dik duran üç rektör, öğrencilerin siyasi tutumlarına katılmasalar bile “ifade özgürlüğü sınırları içinde” olduğunu belirterek karışamayacaklarını belirtmesi, ABD’de âdeta depreme neden oldu. Pennsylvania Üniversitesi Rektörü Liz Magill, Harvard Üniversitesi Rektörü Claudine Gay ve MIT Üniversitesi Rektörü Sally Kornbluth’un Filistin’e destek gösterilerini savunmaları hem Yahudi Lobisini hem de ABD Kongresini çileden çıkardı. Sosyal medyada milyonlarca kez izlenen bu açıklamalar hemen antisemitizm suçlamalarıyla hedef alındı. Kongre’nin 70 üyesi, rektörlerin görevden alınması için üç üniversitenin yönetim kurullarına çağrıda bulundu.
Liz Magill, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü katliamlar yüzünden ABD’de istifa etmek zorunda bırakılan ilk üniversite yöneticisi olarak tarihe geçti. Bu istifa haberinden sonra Temsilciler Meclisinin cumhuriyetçi üyesi Elise Stefanik’in “Biri gitti, kaldı iki.” sözleriyle ülkedeki linç ortamının en kesif ifadesi olarak kayıtlarda yer aldı.
Hillary, kaçamazsın Elbette sadece üniversite yönetimleri değil, öğrenciler de tehditlerle karşı karşıya kalıyor. Harvard, Penn ve MIT’deki öğrencilerin gösterileri ABD’yi sarsarken, Vietnam Savaşı’ndaki duruşunu o günden beri terk etmeyen New York’taki Columbia Üniversitesi âdeta Gazze için bir direniş kalesine dönüşmüş durumda. 2 aydır her türlü baskı ve tahkire rağmen geri adım atmayan öğrenci grupları, terörize edilmek istenen “Nehirden denize özgür Filistin” sloganını atarak bir Filistin devletinin kurulması gerektiğini vurgulamaktan çekinmiyor. Filistin yanlısı öğrenci gruplarına uygulanan yaptırımlar, aleyhte dilekçeler ile bir kez daha “ifade özgürlüğü” ameliyat masasına yatırılıyor. Öte yandan ateşkes talebiyle düzenlenen gösterilerde Filistin bayrakları dalgalandıran ve kefiye giyen öğrencilerin oluşturduğu manzara Columbia’da olağan bir hâl almış durumda.
Öyle ki, eski ABD Dışişleri Bakanı ve First Lady’si Hillary Clinton da Columbia öğrencilerinin eleştiri oklarından kaçamadı. Üniversitede bir programa katılan Hillary Clinton koridorda yürürken protestocular “Hillary, kaçamazsın” sloganları atarak onu “soykırımı desteklemekle” suçladıkları görüntüler geçtiğimiz haftalarda sosyal medyada viral oldu. Kayıtlarda, İsrail’e tam destek verdiğini açıklayan Clinton’ın korumalar eşliğinde hızla üniversiteden çıktığı da görülüyor. Demem o ki, Washington’daki yerleşik yapının oyunlarına karşı bilenmiş genç kitle hızla yükseliyor. Bu, elbette İsrail için kötü bir haber.
“Artık yeter” denmesi gerekiyor
- İsrail’de yayın yapan Haaretz gazetesi köşe yazarı Gideon Levy de İsrail sorununu açıkça konuşan cesur kalemler arasında yer alıyor. İsrail ordusunun sadece savaş zamanlarında değil, işgal altındaki Filistin topraklarında 55 yıldır her gün rutin olarak “savaş suçu” işlediğini her fırsatta söyleyen İsrailli yazar, ABD’nin bu zulüm sürecindeki ortaklığını ve desteğini de gündeme getirmekten çekinmiyor.
İşgalci gücün demokratik bir devlet olmak yerine bir Yahudi devleti olmayı tercih ettiğini belirten Levy, bu durumun hem demografik hem de siyasi anlamda sürdürülemez olduğuna da vurgu yapıyor. Levy’nin işgalci güce karşı içeriden eleştirileri sadece günümüzle sınırlı kalmıyor. 2015 yılında yaptığı ve 7 Ekim sonrası sosyal medya platformlarında pek çok kez paylaşılan bir konuşmasında, yine o günlerde gerçekleşen İsrail’in Filistin’e saldırısını eleştirerek, “İsrail-Filistin çatışması yok. Orada bir şekilde bitmesi gereken bir İsrail işgali var. Bizim karanlık arka bahçemizde, dünyanın en vahşi ve acımasız zorba rejimi var” sözleriyle işgal düzeninin gerçek yüzünü ifşa ediyordu. Levy’ye göre, terör devletinin geri adım atması ve işgali sona erdirmesinin tek yolu ise “bedel ödemeye” başlaması. İşgalci güç için ABD şemsiyesiyle hayata geçen “kurumsallaşmış cezasızlık” olgusunun sona erdirilmesinin burada bir başlangıç olacağı açık. Yahudi yazar sadece işgal devletini değil, onun dayandığı toplumsal düzeni de eleştirmekten geri durmuyor. Mevcut İsrail toplumundan bir barış adımının gelmesinin mümkün olmadığına işaret eden Levy, 7 Ekim sonrasında İsrail toplumunun iyice ırkçılığa yöneldiğini belirterek, Tel-Aviv’de Gazze Kasabı Binyamin Netanyahu’ya karşı yapılan gösterilerin kimseyi yanıltmaması gerektiğine dikkati çekiyor. “İsrailliler bir sabah kalkıp ‘İşgal çok zalimce, apartheid (ırkçı rejim) yasa dışı, hadi buna bir son verelim’ demeyecek. Bu olmayacak. (İşgalin sürdüğü) Son 55 yılda bu olmadı, bundan sonra da olmayacak.” ifadelerini kullanan Levy, uluslararası toplumun “artık yeter” demesi gerektiğinin altını çiziyor. Bu çerçevede, 7 Ekim sonrası özellikle Batılı ülkelerde, sokakları ve üniversiteleri Filistin’e destek amaçlı dolduran binlerce kişinin tepkisinin işgalin sona ermesi için bir kıvılcım olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Şiir büyüklüğünde bir boşluk
Batı medyasında pek çok isim Filistin’i savunduğu için işlerinden oldu. Ancak bir isim vardı ki, çalıştığı medya kurumunun işgalci güce verdiği desteğe daha fazla dayanamayarak âdeta şiir gibi bir istifa ile Filistin’in sesine güç verdi. New York Times gazetesinin şiir editörü Anne Boyer, “Artık savaş çığırtkanı yalanlar yok” diyerek kasım ayında istifasını verdi. Boyer, zulümden yana olan bir kurumda çalışamayacağını söyleyerek kendi kariyerini tehlikeye attığının farkındaydı. Kesif bir baskı ve sansür sürecinin yaşandığı bir dönemde Filistin’e verdiği desteğin ülkesindeki kültür-sanat camiasından dışlanmak anlamına geldiğini biliyordu ama buna rağmen vicdanının sesini dinledi ve ders niteliğinde bir mektuba imza attı. Kendi kişisel sayfasında yayımladığı istifa mektubunda İsrail, ABD, Avrupa ve özellikle Yahudi halkı için bu savaşta bir güvenlik olmadığını kaydeden Boyer, “Bu savaş sadece petrol ve silah üreticilerinin ölümcül krlarına hizmet etmektedir.” görüşünü paylaştı. “Bu, onlarca yıldır işgale, zorla yerinden edilmelere, mahrumiyete, denetimlere, kuşatmalara, hapislere ve işkencelere direnen Filistin halkına karşı süren bir savaş” ifadelerine yer veren Boyer, “Bizi bu mantıksız acılar iklimine alıştırmayı amaçlayan ‘makul’ tonlar arasında şiir yazamam. Artık iğrenç edebî kelamlar yok. Artık sözlerle arıtılan cehennem manzaraları yok. Artık savaş çığırtkanı yalanlar yok. Bu istifa, haber dünyasında şiir büyüklüğünde bir boşluk bırakıyorsa, şu anın gerçek şekli budur.” diyerek işgale karşı eylemin gerekliliğini şiirsel bir dille aktardı.
İşgalciyi kara mizahla vurmak
7 Ekim sonrası, Batı medyasının işgalci güç İsrail’in arkasında saf tutması karşısında, birkaç cesur sesin, gerçeği haykırması da şimdiden unutulmazlar arasında girdi. Batı medyasının, 7 Ekim’i sanki ortada hiçbir şey yokken gerçekleşmiş bir olay gibi kamuoyuna sunma ve 75 yıllık işgali gözden kaçırmaya çalışma stratejisi karşısında, durumun bu olmadığını açıklayan isimler belki geleneksel medyada değil ama dijital medyada gönülleri fethetti. Bu programlar arasında İngiliz sunucu Piers Morgan’ın Youtube platformundaki programı Piers Morgan Uncensored (Sansürsüz) konukları ve içeriğiyle en fazla ilgiyi çeken ve âdeta Batı’nın Filistin davasına yönelik cahillik ve duyarsızlığının ne denli derin olduğunu göstermesiyle ilk sıraya yerleşti. Programın bu kadar gündeme gelmesinde Mısır asıllı komedyan Bassem Youssef’un Batılı söylemi kendi silahıyla vurması, işgalciyle mücadele yöntemleri adına yeni bir yol açması etkili oldu. Bassem Youssef’un konuk olduğu program izlenme rekoru kırarken Morgan’ın 75 yıllık işgal meselesini 7 Ekim sonrasına sıkıştırmak için gösterdiği çaba görülmeye değerdi. Batı medyasının kamerasından meselenin nasıl anlatılmak istendiği net olarak görülüyordu. Katıldığı ilk program dünyada viral olan Mısırlı kalp cerrahı ve komedyen Bassem Youssef, ikinci kez Piers Morgan’ın programına konuk oldu. Dikkat çeken açıklamalarda bulunan Youssef, Arap dünyası neden Filistinlilere gidecek bir yer sunmuyor sorusuna karşılık “Avrupa’nın 44 ülkesi var. Neden İsraillileri almıyorlar? Amerika’nın 50 eyaleti var. Neden Florida’yı onlara vermiyorlar?” şeklinde cevap verdi. McDonald’s’ın İsrail’e destek vermesini de alaycı bir dille eleştiren Youssef, “McDonald’s İsraillilere bedava yemek veriyor. Filistinli çocukları öldürdükten sonra, hiçbir şey mutlu bir yemekten daha iyi hissettiremez.” sözleriyle kara mizahın gücünü kullanarak işgalcinin ve onun destekçilerinin gerçek yüzünü ortaya koydu. Yine Irak asıllı İngiliz rap şarkıcısı Dennis aka Lowkey, Filistin’in İngiltere Büyükelçisi Hüsam Zomlot gibi isimler de aynı programda Piers Morgan’ın cahilce denebilecek yorum ve soruları karşısında doğruyu dile getirdi. Morgan’ın tezlerini konuklarının tüm yalanlamalarına rağmen ısrarla sürdürmeye çalışması, Batı’nın ikiyüzlülüğünü göstermesi açısından oldukça değerliydi. Hüsam Zomlot’un, 7 Ekim’in İngiliz sömürge idaresinin tetiklediği olayların bir sonucu olduğunu söylemesi dahi İngiliz yorumcuya geri adım attırmadı.
Wael Dahdouh’un asaleti
Elbette yazıda, gerçek kahramanlara bir gazeteci olarak yer ayırmasam olmazdı. 3 aya yaklaşan bir zaman diliminde İsrail’in katliam ve etnik temizliğini 360 kilometrekareden duyurmaya çalışan Filistinli meslektaşlarım tüm payelerin en güzeline layıklar. Yazıyı kaleme aldığım sırada 103 Filistinli meslektaşım, işgalci gücün hedef gözeterek gerçekleştirdiği saldırılarda öldürüldü. Kimi ailesiyle birlikte katledildi. Ancak hiçbiri, öldürüleceklerini bildikleri hâlde Gazze’yi terk etmeyi ya da Gazze’den haber vermemeyi düşünmedi. Bilakis yaralı hâlleriyle işgalci gücün işlediği suçları kayıt altına alarak, dünyaya aktarmaya devam etti. Bu cesur gazetecileri tek bir bedende temsil eden kişi ise hiç şüphesiz, El Cezire Kanalı’nın Gazze Ofisi Sorumlusu Wael Dahdouh. Savaşın ilk günlerinde ailesi, İsrail bombalarıyla katledilen Dahdouh hemen ertesi gün yine haber sunmaya devam ederek işgalciye rest çekmişti. Bunun üzerine aralık ayında İsrail güçleri Dahdouh ve kameramanını doğrudan hedef alarak susturma yolunu tercih etti. 15 Aralık günü düzenlenen saldırıda, Wael Dahdouh yaralanırken, tecrübeli kameramanı Samer Ebu Dakka işgalci gücün ambulansların müdahaleye gitmesini engellemesi sonucu yoğun kan kaybından hayatını kaybetmişti. Dahdouh, doktorların yaralarının tedavi edilmesi gerektiğine yönelik uyarısına rağmen kendisini hedef alan suikast girişiminden saatler sonra tekrar yayına dönmüş ve gerçekleri anlatmaya devam etmişti. Dahdouh, İsrail saldırılarının 80’inci günü yayınladığı bir videoda âdeta dünyaya haykırıyordu: “Bu savaş insanlara acılar tattırdı ve onlara çok büyük bedeller ödemeye zorladı. Eşi benzeri görülmemiş bir bedel. Bugün, bütün bu acılara ve her şeye rağmen, bu savaşın bir gün bir anda biteceğine inanıyoruz. Savaş duracak ve silahlar susacak. Biz ya da bizim neslimiz, bizden geriye kalanlar, memleketimize ve evlerimize geri döneceğiz. Yeniden inşa edeceğiz. Yeniden yerleşeceğiz. Kalanlarla devam edeceğiz. Her şeye rağmen. Bunu basitçe yapacağız. Başka seçeneğimiz yok. Çünkü bu topraklar bizim. Onda doğduk, onda büyüdük, onda yaşadık. Ve elbette bedelini ödemeye hazırız. Selamunaleyküm.” Böyle bir imanı ve asaleti kim boğabilir ki?