Azade-Aziyade
Loti’nin Kafkas kökenli, özgürlüğüne kavuşmuş cariyelere özgü Azade ismini bile kahramanında çarpıttığı görülüyor. Yazarın sessiz kütleyi biçimlendirmede sınır tanımayan pervasız kalemi, 1925 yılında henüz 23 yaşında olan Nazım Hikmet’i öfke dolu bir şiir yazmasına sebep olur.
Sanırım 2010 yılıydı ve yaz başlarıydı. Tahran’da, İmam Humeyni Havaalanı’nda uçuşu ertelenen İstanbul uçağı için beklerken tanıştığım Azade Bahtiyari, bir süre konuştuktan sonra aklıma Piyer Loti’nin romanı Aziyade’yi getirmişti. Öykü yazabilirim diye notlar almış, romanı yeniden okumayı gündemime almıştım. Görünürde bir ilişki kurulamazdı, o kadar değişikti duruşları ve mizaçları. Daha doğrusu Loti’nin Aziyade’sinin kimliği bir sessizlik üzerinden yayılırken, onu kendisi kılan başlıca niteliği de âdeta sessizliği sedasızlığıyken, Azade anlatacaklarını tamamlayamayacağı endişesi taşırmış gibi bir süratle konuşuyordu.
Aziyade, Loti’nin 19. yüzyılın son çeyreğinde İstanbul’da tanıdığı, kimi varsayımlara göre muhtemelen Kafkas asıllı hür bırakılmış bir cariye; Azade ise 21. yüzyılın ikinci on yılının eşiğinde Tahran’da bir havaalanında tanıdığım, İran’ın çelik evye üretimi yapan önemli bir firmasının ihracat alanında temsilcisi.
Mohja Kahf “Batı Edebiyatında Müslüman Kadın İmajı” isimli değerli kitabında Batı edebiyatından yayılan Müslüman kadın imgelerinin yüzyıllar içinde yaşadığı değişimi irdeliyor ya… Hikâye mütehakkim, dirayetli, eşinin yanında bir temsil iddiasıyla görünen, ancak giderek şirret ve entrikacı bir hüviyete bürünen Müslüman kadın kimliğinin son birkaç yüzyıl içinde sessiz bir kütleye dönüşmesiyle ilerler. Bu sessizleştirme sürecinin arka planını Rana Kabbani de anlatmıştı bize, “Avrupa’nın Doğu İmajı” isimli çalışmasında. “Süreç” dediğimiz sadece mizansene uygun seçimlerin tanımladığı bir suni tarih.
- Müslüman kadını sessiz, hareketsiz bir kütle olarak tasvir eden sanat ve edebiyat eserleri arasında Piyer Loti’nin Aziyade’si, öncelikle kahramanının sessizliğiyle barışıklığı açısından akla gelen en popüler örnek sayılabilir. Müslüman kadın hiç bu kadar sessizleştirilmemişti ve bu sessizlik de hüviyeti pek çok bakımdan gerçek dışı bulunan Aziyade tasvirlerinde olduğu üzere oryantalist harem imgelerine güç kazandırmamıştı. Kimi tarihçilere göre Aziyade azad edilmiş bir köleydi ve adı Azade’ydi. Bir başka kabule göre adı Hatice’ydi, Çerkez asıllıydı, yeşil gözlüydü ve bir adamın üçüncü eşiydi. Sahici bir kişilik olarak Hatice genç yaşta ölmüş ve Topkapı Mezarlığı’nda defnedilmişti. Loti’nin önünde fotoğraflar çektirdiği mezarlık gerçek, gerisi ise yazarın hayal ürünü anlaşılan. Bazı yorumlara göre Aziyade, Loti’nin gizemli İstanbul maceralarının maskelerinden biri olmuştur. Maskenin daha az geçişken olması için Aziyade kimliğinin sessizliğine dair vurgular güçlendirilmeliydi.
Loti, azad edilmiş bir cariye olan kahramanının varlığına Avrupalı romantik aydınların bütün harem hayal ve fantezilerini yüklüyor gibidir: İşte, beyaz bir hayalet kadar sessiz ve hareketsiz olan genç kadınla yalnızdır denizde. Küreğe geçer, ters yöne doğru çekmeye başlar. Açıklara doğru uzaklaşırken kollarını ona doğru uzatan Aziyade’ye dokunduğunda, içine ölümcül bir güçsüzlük çöker nedense. Başındaki örtü Doğu kokularına bulanmış Aziyade’nin giysileri, gülsuyu kokan amber rengi dolgun kollarını açıkta bırakıyordur. “Müziğin kulakları yırtan gürültüsü, kokulu nargile dumanı yavaş yavaş sarhoşluğa neden oluyordu. Geçmişin silinmesi ve hayattaki kötü anların unutulması anlamına gelen Doğu'ya özgü hafif sarhoşluk yayılıyordu" diye sürüyor, yazarın bütünüyle haremleştirdiği “hayali Doğu’sunun tasviri. Akla oryantalist ressamların harem tasvirleri geliyor. Romantik edebiyata özgü bir olgudur, uzaktaki mazlum güzelliğin veya iyiliğin kurtarılmasını sağlayacak kahramanlık.
“Azat edilmiş bir cariye” olan Aziyade’nin, onu bulunduğu hayattan kurtaracak bir kahramana muhtaç bir edilgenlik içinde resmedildiği romanda “kurtarıcı” elbette, İstanbul’da yaşadığı garip, tuhaf olayların ardı arkası kesilmeyen “Loti” isimli bir İngiliz teğmendir. İlk baskısı 1879’da yazarın adı belirtilmeden anonim olarak yapılan roman, içerdiği Osmanlı/Türk toplum yapısı ve kadın erkek ilişkileri bağlamındaki aşırı yorum ve fantezi nitelikli tasvirlerle yazarına büyük bir ün kazandıracaktır.
Loti’nin Kafkas kökenli, özgürlüğüne kavuşmuş cariyelere özgü Azade ismini bile kahramanında çarpıttığı görülüyor. Yazarın sessiz kütleyi biçimlendirmede sınır tanımayan pervasız kalemi, 1925 yılında henüz 23 yaşında olan Nazım Hikmet’i öfke dolu bir şiir yazmasına sebep olur. “Senden daha yakındır bize/Fransız zabiti” diye seslenir genç şair, Aziyade’nin yazarına. “Sen, bir şarlatandan/başka bir şey değilsin” diye suçlayacak kadar rahatsız etmiştir, romandaki tema ve tasvirler Nazım’ı. “Çürük Fransız kumaşlarını yüzde beş yüz ihtikârla şarka satan domuz bir burjuva”dan farklı biri de değildir Loti. Buna karşılık Şark’ın, emperyalizm karşısında Fransa’nın “sankülotları” ile birlikte emperyalizme karşı birlikte bir savaşımla gerçekleştireceği kurtuluş gününün yakın olduğunu müjdeler Nazım, “Şarlatan Piyer Loti” başlığını taşıyan şiirinde.
- “İdeal kadın,” kurtarıcısının eylemlerini öne çıkartan bir mesafede olmalıdır romantik şair nezdinde. Loti ise kahramanını Topkapı Mezarlığı’ndan seçerek muhayyilesinin istediği şekilde yeniden kurgulamıştı. Yazarın İstanbul’daki dostlarına sipariş ettiği, Aziyade’nin mezar taşının bir kopyası, hâlihazırda Fransa’nın Rochefort şehrindeki Pierre Loti Müzesi’nde sergileniyor. Yanı sıra Loti tarafından götürüldüğü bilinen İstanbul mahreçli sayısız tarihi eser, yağmalananın sadece yarım yamalak işitilmiş hayatlar olmadığına tanıklık ediyorlar. Elbette çizgi romanlar hazırlandı, oteller açıldı Aziyade adına daha sonra.
Daha sorunlu olan bizlerin Aziyade imgeleri karşısındaki pragmatik hâllerimiz. Bu yüzden bir değer kazanmadık oysa, bu yolla oluşan bir kültür tarafından onurlandırıldığımız da söylenemez.
Loti İranlı Azade’yi nasıl anlatır, hangi yolla “kurtarmaya çalışırdı” acaba… Azade sanki nice zamandır Müslüman kadının sahici varlığını görünmez kılan oryantalist ya da “yerlici” imgelere karşı bir tepki üzerinden tamamen farklı bir kişilik geliştiren, 40 yaşında, birkaç dil bilen hiç evlenmemiş bir iş kadını. Bakımlı, girişimci, dışa dönük, sohbete açık; gizemli, içe dönük ve mahmur bakışlı ise hiç değil. İtalyan Filolojisi’ni bitirdiğinde düşünüp taşınmış, internet yoluyla kurduğu bağlantılara da güvenerek ihracat alanında çalışmaya karar vermiş. Yıllardır dünyanın dört bir tarafına yolculuklar yapıyor işi nedeniyle: Çin’e, Afrika ülkelerine, Güney Amerika ülkelerine mutfak ve banyo için evyeler, çelik dolaplar satıyor. İhracat alanında sayısız ödülü var. Türkiye’yi de mesleki toplantılar nedeniyle su yolu yapmış. Şimdi İstanbul üzerinden Kıbrıs’a gidiyor, üniversite öğrencisi hemşehrisine üç gün konuk olup dönecek Tahran’a.
Yok, başörtüsünü benimseyerek kullanmıyor ve zaten hicabın başörtüsüyle sağlanacağına inandıramadı onu, aldığı eğitim. Başındaki uzun şifonu ikide bir havalandırırken, sıcak bastığını söylüyor sıklıkla. Beş saat süren rötardan sonra uçağa bindiğimizde, çoğu kadın yolcu gibi başını açmıyor ama… Atatürk Havalimanı salonlarında bavullarımızı almak için bagaj alma alanına giderken de başını açmadığını gördüm. “Birazdan açacağım” dedi, sormadığım hâlde, “daha uygun bir zamanda.” Sanırım kastettiği, yolculuk arkadaşlarının gözlerinden ırak düşeceği yalıtılmış bir aralığın zamanıydı.
Öyle ya, tek bir Müslüman kadın profili yok, fakat tanımların sınırlaması veya tasniflerin yanıltmacası var. Sahih bir tanımadan yoksun her türlü tanımlama bir sınırlama tehdidiyle malul. Azade ambargolara tabi bir toplumda faaliyetlerini dünyaya açılma tutkusu üzerinden geliştirirken, özgürleşme amacını ideolojik baskılara tepkiyle sınırlayan arada kalmış kadınlardan biri. Aziyade’nin ise yazarının bize aktardığı kadarıyla varoluşsal kaygıları yok, nabız vuruşları dahi “sahibinin” (yazarının) duyacağı bir tempoyla atıyor.