Artık mesleklerden çok becerileri konuşacağız
Üniversite tercihlerinin yapıldığı zamanlarda öğrencilerin ve ebeveynlerinin aklındaki en büyük soru işareti geleceğe dair oluyor. Hızla değişen dünyanın içerisinde yaptığımız mesleğe ihtiyaç duyulmamasından, yaşamımızı idame ettirecek geliri elde edememekten ya da daha temel bir sorun olarak iş bulmamaktan yana kaygılarla savaşıyoruz. Meslek sosyolojisi üzerine çalışmaya devam eden İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Lütfi Sunar ile mesleğin anlamını, dünyada ve ülkemizde ekonomiyle birlikte şekillenen mesleklerin seyrini ve yeni nesil meslekleri konuştuk.
Meslekler üzerine yaptığınız alan araştırmasında, mesleğin sosyolojinin modern toplum analizindeki öneminden bahsediyorsunuz. Sosyolojik bir perspektiften bakıldığında, meslek tercihlerinde ortaya çıkan farklılaşmaları sizce nasıl yorumlamak gerekiyor?
Otobüste birisiyle yan yana oturduğunuzda genellikle ilk sorulan “Ne iş yapıyorsun?” sorusudur. Alt kata yeni biri taşındığında mesleğini sorarsınız. Aslında bu soruyla birlikte o kişinin davranışlarını, toplumsal hayat içerisindeki konumunu öğrenirsiniz. Meslek, sosyal hayattaki bireylerin konumunu, statüsünü, yenilik itibarını belirleyen en önemli toplumsal fenomendir. Modern toplum için o kadar önemlidir ki bütün eğitim mekanizması meslek edindirmeye odaklıdır. Üniversite sınavı yapıldı ve bugünlerde açıklandı. İnsanlar meslek edinmek üzere bölüm seçecekler ve hayatları ona göre şekillenecek. Çünkü meslek sadece bireyin kazanacağı geliri belirlemiyor; aynı zamanda yaşam tarzını da etkiliyor. Mesela bir editör ile bir polisin yaşam tarzı, günlük hayatı aynı değil. Dolayısıyla sosyal çevremizden en birincil ilişkilerimize kadar mesleğin çok ciddi bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz.
Bizi bu kadar etkileyecek olan mesleğin seçimi de hayatın merkezine yerleşiyor. Sosyolojide yapılan araştırmalarda bireyin meslek edinmesiyle ilgili üç tane temel yaklaşım var. İlk yaklaşım olan rasyonel seçim teorisine göre insanlar istekleri, yetenekleri ve karakterlerine en uygun meslekleri seçerler. Modern toplum da kişiye bunu seçtirmek üzere örgütlenmiştir ve eğitim sistemi bu ayrışmayı yapar. İkinci yaklaşım rasyonel seçim teorisinin tam karşısında durur ve meslek seçiminin tesadüfi olduğunu söyler. Örneğin kişi bir yazarla karşılaşır ve yazar olmak ister. Yaşadığı ildeki üniversitede bir bölüm vardır ve o bölüme gitmek ister. Bu iki yaklaşımın ortasında duran bir diğer teoriye göre, meslek seçimi sınıfsaldır. Annenin, babanın mesleği, sosyoekonomik statüsü bireyin mesleğini belirler. Ben üçüncüye daha yakın duruyorum. Çünkü daha gerçekçi bir yaklaşım. Bugün tıp fakültesi öğrencilerine baktığımızda genellikle anne babalarının mesleklerinin ve sosyoekonomik statülerinin belirlediği bu grupta toplandıklarını görürüz. Hukuk fakültesinde de benzer bir tabloyla karşılaşırız. Popüler mühendislik bölümlerinde genellikle orta-üst sınıfa mensup öğrenciler bulunur. Bunun istisnaları vardır ama meslek seçiminde ağırlıklı olarak bir sınıfsallık söz konusudur. Daha iyi kazanan, daha çok otoriteye, güce sahip olan ve üst pozisyonlara yönelik olan mesleklerde üst ve üst-orta sınıf çocukları eğitim alırken, daha rutin ve bedensel emek isteyen mesleklerde alt ve alt-orta sınıf çocukları yoğunlaşırlar. Bu da aslında mesleklerin birincil düzeyde sınıfsal, ikincil düzeyde rasyonel olarak dağıldığını gösterir. Sınıfta öğrencilerime “Balerin olmak isteyen var mı?” diye soruyorum. Ya hiç çıkmıyor ya da çıksa bile “Çocukluk hayalimdi” diyorlar. Ama bu soruyu farklı sosyoekonomik çevrelerden gelen kişilere sorduğunuzda hem hayal edenlerin hem de elde etme imkânı bulanların sayısının arttığını göreceksiniz.
Sosyolojik olarak bakıldığında meslek tercihlerinin zaman içerisindeki değişimlerini nasıl açıklayacağız?
Tıp ve hukuk her zaman popüler ve üst sınıfların, güç sahiplerinin istedikleri mesleklerdi. Yani modern öncesi toplumlarda da çok muteberdiler.
Örgütlü, norm ve etik kuralları yerleşmiş, davranış örüntüleri son derece şekillenmiş olan meslekler bunlar. Biraz daha modern bir meslek olan mühendislik bunların üstüne geliyor. Başlangıçta aristokrat ya da burjuva çocuklarının tercih ettiği bir meslek fakat 1950’lerde endüstri toplumu genişleyince daha çok mühendise ihtiyaç duyuluyor ve mühendislik mesleği orta sınıfa açılıyor. Türkiye’de de benzeri bir süreç yaşandığını görüyoruz. Cumhuriyet’in erken dönemlerinde eğitimin tabana yayılma hamleleriyle birlikte bu mesleklere yatılı okullardan gelenler de var ama genellikle İstanbullu iyi aile çocuklarının elde ettiğini görüyoruz. Zaten yüksek eğitime ancak onlar erişebiliyor. Ancak bugün en itibarlı, en yüksek kazançlı meslekleri elde etmek için sadece eğitim yeterli değil. Bir holdingde CEO olmanız için eğitimli olmanız yetmiyor, sosyal ve ekonomik sermayenizin de olması gerekiyor. Geçmişe oranla artık üniversiteye gidip eğitim almak kolaylaştı ama kırk yıl önceki gibi üst düzey kademeli yöneticilik konumu artık sadece üniversite eğitimiyle elde edilmiyor. Peki nasıl elde ediliyor? Robert Kolej’den doğrudan Harvard’a giden çocuklar arasından çıkıyor. Aslında bu iş yaşamında kademelendirilmiş bir segmentasyon oluşturdu.
Özetle en tepede yer alan, en itibarlı, en güçlü, en kazançlı mesleklere ulaşmak artık sadece yüksek öğretimle elde edilen şeyler değil.
Bir yandan yeni ortaya çıkan, geleneksel mesleklerden oldukça farklı meslekler var; önümüzdeki süreçte yükselmesi beklenen meslekleri de buna ilave etmek mümkün. Mesela dijital içerik üreticiliği. Meslek tercihini etkileyen koşulları ve yapılan tercihleri nasıl okumak gerekiyor?
Mesleklerde farklılaşma genellikle başlangıçta marjinallerin tercihleriyle gerçekleşiyor. Özellikle son zamanlarda dijital alanlarda yüksek servet edinmiş kişilere baktığınızda hepsinin ortak özelliği okul başarısızlıklarıdır.
Yüksek becerili fakat mevcut iş statülerinde tutunamamış insanlar bu meslekleri oluşturuyor. Fakat daha sonra bu mesleklerin kazanç durumları ortaya çıktıkça daha üst sınıftan kişilerin de tercih ettikleri meslekler hâline geliyorlar. Örneğin YouTuberlık başlangıçta telefon kamerasıyla yapılan bir şeydi ama bugün ciddi ölçekli yatırım gerektiren bir alan oldu. Başlangıçtaki üç beş yıllık bonus dönemi artık kapandı. Genellikle bu meslekler tuttuklarında orada bir odaklanma, sermayeleşme söz konusu oluyor. Devamında da belirli gruplar tarafından daha fazla yapılmaya başlanıyor. Bu sefer sadece yaratıcılık yetmiyor, teknik imkânlar da gerekiyor. Aşağı yukarı bütün alanlar için durum aynı. Meslek alanı sürekli genişliyor ve bunun iki tane dinamiği var. Birincisi endüstrinin ihtiyaçları olan yenilikler bu meslekleri genişletiyor. İkincisi de biraz marjda, kenarda kalmış olan yaratıcı bireyler yeni alanlar açıyor.
Uluslararası Mesleki Standartlar Sistemi ILO tarafından 1968’de geliştirilmiş ve yirmi yıl aralıklarla 1988 ve 2008’de güncellenmiş, 2028’de yeniden güncellenecek. Buradaki verilere baktığımızda meslek sayısının katlanarak arttığını görüyoruz. Yeni meslekler tanımlanıyor, kayıt altına alınıyor. Şu an YouTuberlık bir meslek midir? Bana göre henüz değildir. Çünkü bir sonraki güncellemede kaybolabilir. Geçmişte örneklerini gördüğümüz ama bugün kaybolmuş olan daktilograf, bilgisayar işletmenliği ya da bloggerlık gibi mesleklerden biri hâline gelebilir.
Bu meslekler kalıcı olacak mı yoksa yerine hemen başka bir şey gelecek mi bilemiyoruz. On yıl sonra sosyolojiyi meslekler üzerinden değil, beceriler üzerinden yapacağımızı düşünüyorum.
Mesleklerin aşınması dediğimiz bir hadise söz konusu. Israrla hâlâ meslek arıyor olmamız henüz toplumsal dönüşümün tamamlanmamasıyla alakalıdır. Bir taraftan doktorluk, avukatlık gibi çok kurumsal meslekler var ama diğer taraftan da çok ciddi bir şekilde aşınan, açılan meslekler var. Öğretmenlik bunlardan birisi. Diyelim ki 30 yıl önce öğretmen dediğinizde bir okulda görev yapan kişiyi anlıyorduk. Artık akşamları eve piyano dersi vermeye giden kişi de öğretmen, sürücü kursundaki kişi de... Ama hukuk alanında böyle bir şey yok; o yüzden korunaklı meslekler arasında yer alıyor. Mesleğin alanı açıldıkça ve mesleğe giriş koşulları farklılaştıkça o meslek flulaşmaya, belirginliğini kaybetmeye başlıyor. Yavaş yavaş beceriler daha fazla öne çıkmaya başlıyor.
İnsanların da zihinlerinde hâlâ “gerçek meslekler” avukatlık, doktorluk, mühendislik gibi meslekler. YouTuberlıktan sürücü kursu hocalığına kadar olanlar ise gerçek meslekler değilmiş gibi duruyor, öyleyse?
İşini bulamamış kişiler bu işleri yapıyor ama bir yandan da insanlar bunu hayat boyu yapıyor. Bir editörü editör yapan şey ne mesela? Yapa yapa öğreniliyor ve editör olunuyor. Kimse sana editörlük meslek değil diyemez. Bu alanlar -hukuk ve tıp da dâhil olmak üzere- gittikçe açılıyor. Dijitalleşme yavaş yavaş mesleklerin ucunu açmaya başladı. Bizim meslek anlamında kendi modernleşmemizi tamamlamamız biraz hukuk ve tıbbın da açılmasıyla mümkün olacak. Tabii bu işler Avrupa ve Amerika’da başlıyor, sonra bize geliyor. Dijital tıp, dijital tanılama teknikleri vs. tıbbın da ucunu açmaya başladı. Hukukçuların bugün artık smart contracts denilen akıllı sözleşmelerle birlikte sistemleri dijitalize olmaya başlıyor. Ama bu yerleşik meslekler açılana kadar diğer mesleklerin buharlaşacağını düşünüyorum.
Meslek fonksiyonelse itibarı artar
Mesleki itibarla sosyal hayat arasında hayli kuvvetli bir ilişki var sizin de değindiğiniz üzere. Yeni nesil iş türlerini/modellerini ve imkânlarını da hesaba katarak, mesleğin sağladığı itibarın da farklılaştığından bahsetmek mümkün mü? Yoksa meslek-itibar denklemindeki durum aynı şekilde devam mı etmektedir? Örneğin e-spor yorumculuğu, Metaverse mimarlığı gibi meslekleri, toplumsal statü ya da itibar söz konusu olduğunda nerede konumlandırmak, nasıl anlamak gerekir?
Bir mesleğin algılanıp toplum tarafından itibar görmesi 10-20 yıl arasında gerçekleşiyor. Yani babaannelerin anlayıp konumlandırması gerekiyor. Çünkü onlar piyasanın dışındalar ve yenilikler en son onlara geliyor. Dolayısıyla babaanneler bir mesleği sorgulamadan kabul ediyorsa toplumsal algılanma tamamlanmış demektir. Dolayısıyla bir meslek ortaya çıktığında hemen itibarı belli olmuyor; kartvizitinizi uzattığınızda karşınızdakinin yüzü hemen değişmiyor. Kökü insanların ilk günlerine kadar giden meslekler var; din adamlığı, hukukçuluk, tabiplik gibi... Bugün aynı zamanda eski itibarlarını da paylaşıyorlar.
İtibarın içeriği nasıl değişiyor?
Meslek fonksiyonelse itibarı artıyor. İnsanların işleri o mesleğe ne kadar çok düşüyorsa ve çözüm buluyorlarsa mesleğin itibarı artıyor. Hekimin itibarı yüksek çünkü mutlaka işimiz düşüyor ve biz çözemiyoruz, o çözüyor. Aynı şey hukukta da geçerli. Öğretmenlik de 50 yıl önce çok fonksiyonel bir meslekti. Çünkü ortalama bir kişi ancak eğitim yoluyla statü elde edebiliyordu ve öğretmen o eğitimi veren kişiydi. Dolayısıyla çok fonksiyoneldi. Din adamları geleneksel toplumlarda çok kıymetli ama yavaş yavaş fonksiyonelliği azalıyor. Yılda kaç kere imama soru soruyorsunuz? Ancak düğünde ya da cenazede itibarı artıyor.
Bir bakkala doktordan daha çok ihtiyaç duyuyoruz. Meslek itibarını belirleyen tek özellik fonksiyonellik mi?
Hayır, sadece fonksiyonellik yeterli değil. İtibarı etkileyen ikincisi husus mesleğin elde edilmesi için ne kadar beceri, ne kadar eğitim ve ne kadar süre gerektiği. Bugün bir doktor ortalama 22 yılda yetişiyor. Bakkalın yanında yaklaşık birkaç ay çıraklık yaparsak işi öğrenir, hatta yeni bir bakkal açabiliriz. Dolayısıyla daha hızlı edinilen meslekler itibar açısından daha aşağıda yer alıyorlar. Meslekler örgütlü ve bilinçli yapılar. Bazen bu yapılar itibarlarını korumak için gerekli olmadığı hâlde meslek edinim süreçlerini uzatabiliyorlar. Örneğin diş hekimliği eğitiminin neden beş yıl olduğuna dair tartışmalar var. Aslında dört yılda da tamamlanabilir ama beş yıllık süreçle birlikte diğer dört yıllık fakültelerden ayrışıyor. Eğitimi daha kısa sürede tamamlamak o mesleğin daha kolay elde edilmesine yol açacak. Yoksul bir aileden geldiğinizi düşünün. Dört yılda okuyup hemen hızlıca meslek edinmek mi istersiniz yoksa altı yılda okuyup meslek edinmek mi? Dört yıl tabii ki daha tercih edilebilir. Burada anne babanın sizi finanse etme süresi önemlidir. Amerika’da bu mesleklere giriş görünmeyen mekanizmalar aracılığıyla halk çocuklarına kapatılmıştır. Amerika’da tıp ve hukuku ancak bir üniversiteyi bitirdikten sonra okuyabilirsiniz. Orada üniversite genellikle krediyle okunuyor ve ikinci üniversiteye kredi verilmiyor. Dolayısıyla yoksul çocuklarının tıp ve hukuk için yolu kapatılmış oluyor. Yıllık yaklaşık 200-250 bin dolar verebilecek güce sahip olan ailelerin çocukları bu meslekleri tercih ediyor. Bundan dolayı yoksul ve zeki çocuklar uzun vadede mühendisliğe yöneliyor. Çok hızlı şekilde servet ve konum elde edenler de o yoksulların arasından çıkan çocuklar oluyorlar. Bu anlamda mühendislik yaratıcılığa açılan kapıdır. Bütün bir uygarlığın gidişatını etkiliyorlar. Sıçramalı değişimlerin aktörü mühendisler oluyor.
Mesleklerin itibarını belirleyen üçüncü husus ise örgütlü olma durumları. Örgütlülük mesleklerin gücünü belirliyor. Türkiye’de serbest meslek olan bütün meslekler örgütlü. Kamuda yapılan işlerde de sendikal örgütlenme söz konusu. Aslında tanım itibariyle bütün meslekler örgütlü. Fakat Saraçlar Odası'nın yaptığı bir açıklamayla Tabipler Odası’nın yaptığı açıklama aynı etkiye sahip değil. Tabipler Odası daha yüksek ağlara, basına, siyasete erişebiliyor.
Son olarak da otorite ve gücü kullanma mesleki itibarı belirleyen faktörlerden biri. Üniformalı meslekler diye adlandırdığımız meslekler var. Kendine mahsus giysileri olan, ayırt edilebilen meslekler. Doktorun beyaz önlüğü, hâkimin ya da avukatın cübbesini örnek verebiliriz. Üniforma meslekte gücü artıran bir şey. Fonksiyonellik, uzun eğitim ve yatırım, örgütlülük ve otorite birkaç meslekte toplanmış vaziyette ve zaten bunların hepsini itibarı yüksek meslekler olarak biliyoruz.
Mesleklerin analizinde öteden beri üçlü bir tasnif vardı. Tarım, sanayi ve hizmet sektörü… Klasik anlatı hizmet sektörünün artan eğiliminden, tarım ve sanayinin ise daralan alanlarından dem vururdu. Bu denkleme dâhil olan yapay zekâ bazlı meslekleri siz hizmet sektörünün içinde mi değerlendiriyorsunuz? Yoksa dördüncü bir iş türü/koluyla mı karşı karşıyayız?
2010’lara geldiğimizde ilk kez dünya nüfusunun %50’sinden fazlası şehirlerde yaşamaya başladı. Türkiye’de bunun tarihi 1983. Kent endüstrinin hizmetin mekânıyken kır, tarımın mekânıdır. Dolayısıyla önce tarımdan endüstri sektörüne, endüstriden de hizmetler sektörüne doğru bir geçiş söz konusu. Bu arada tarım sektörünün de endüstrileştiğini unutmamak gerekir. Bana göre tarım pek çok ülkede endüstrinin bir alt kolu olarak değerlendirilmeli. Bizde tarım çok az endüstriyelleşmiştir ama Amerika’da bir çiftlik aynı bir fabrika gibi sermayeye dayalıdır ve orada çalışanların tamamı işçidir. Dolayısıyla mühendisi, CEO’su, pazarlama birimi falan bulunur. Bizde toprak sisteminden ötürü buraya geçiş çok kolay değil.
Bugün Türkiye’de nüfusun %18’i tarımda, %27’si inşaat da dâhil olmak üzere sanayide çalışıyor. Geriye kalan yüzde %55’i hizmetler sektöründe istihdam ediliyor. Hizmetler sektörüne geçmek her zaman ekonominin üçüncü faza geçtiği anlamına gelmiyor. Endüstri 4.0 süreci ile yaşanan ileri otomasyon aslında başlangıçta endüstriyi etkiliyor. Bir otomobil fabrikasında insan neredeyse yok. Sistemi tasarlama, bakım aşamasında insan var ama çok az. Eskiden 70-80 bin kişinin çalıştığı otomobil fabrikasında artık 300-500 kişi çalışıyor. Pek çok şey, yaratıcılık gerektiren mesleklerde bile otomasyona gidiliyor. Bu işleri nereye doğru götürüyor? Yazılımcıların ve tasarımcıların sayısı artıyor. Belki üretilen programlar insanları işinden ediyor ama bu programları yapacak, onların satışını, pazarlamasını, hizmetlerini yürütecek ekipler oluşuyor. Böyle bir kayış söz konusudur. Dolayısıyla bugün endüstri çok hızlı bir şekilde dönüştü ve gittikçe hizmetler sektöründe yoğunluk arttı.
İnsanlar için iyi olarak tanımladığımız işler, fiziksel emek isteyenlerdense zihinsel emek isteyen işler değil mi?
Bu, ülke ekonomisinin kompozisyonuna bağlıdır. Bugün bir bebek bakıcısı bir mühendisten daha fazla kazanıyor olabilir. Evlere temizliğe giden biri öğretmenden daha fazla kazanıyor olabilir. Ülke ekonomisinin kompozisyonundan kastımız ne Ülke ekonomisi yüksek teknoloji ve eğitim gerektiren işleri temellendirecek şekilde gelişmemişse, ülkenin eğitim sistemi de bu işleri daha çok üretiyorsa –Türkiye vakasında olduğu gibi– beyaz yakalılar değersizleşiyor.
Türkiye’nin fotoğrafı şu:Türkiye, hizmetler sektörüne odaklı bir eğitim sistemine sahipken aynı zaman da bedensel işlere odaklı bir iş piyasasına sahiptir. O yüzden bir kriz yaşıyoruz. Ülke ekonomisinin kompozisyonuyla, ülke eğitim sisteminin kompozisyonu birbiriyle uyuşmuyor. Zira eğitim sistemi, ekonomiye göre daha uzun vadeli planlanıyor. Bizim eğitim sistemimiz 2000’lerin başında yeniden planlandı. O tarihlerde ülke ekonomisi açılıyordu, genişliyordu. Dünya ekonomileri ligine katılacak şekilde ilerliyordu. Fakat sonrasında ekonomi öyle gitmeyince bir boşluk oluştu. Buna mesleki uyumsuzluk diyoruz. Şu an Türkiye’de öğretmen olup öğretmenlik yapmayan, mühendis olup mühendislik yapmayan çok sayıda insan var.
Dünyadaki genel eğilim ve tercihlerle Türkiye’deki meslek ve buna yönelik eğilimleri dikkate aldığımızda ne türden paralellikler ve farklılaşmalar var?
Bugün yaşadığımız krizin benzerini 1970’lerin sonunda endüstrileşmiş ülkeler yaşadılar. Fordizmden post-fordizme geçiş tek bir ülkeye entegre olan endüstriyel üretimden çıkıp gittikçe küresel düzeyde yaygınlaşan üretime dönüşü sağladı. Bununla birlikte bu ülkelerde yaygın ve yoğun endüstriyel üretim için geliştirilmiş olan eğitimli iş gücü boşlukta kaldı. Dolayısıyla 1970’lerin sonunda endüstrileşmiş ülkelerde bir kriz yaşandı.
Bu krizi nasıl aştılar?
Yüksek düzeyli endüstriyel birikim olduğu için sadece endüstriyel üretim süreçlerini ülke dışına yolladılar. Katma değeri yüksek parçaları, finans, pazarlama ve tasarım gibi kısımları ülke içerisinde tuttular. Ama bu ciddi bir biçimde çok büyük bir nüfusun yoksullaşması ve itibar kaybı pahasına oldu. Bir kuşak gitti. 1950’lerde eğitim aldığınızı düşünün. İşe girmişsiniz ve tam kıdeminizi alacakken endüstri ortadan kalkıyor. Benzeri bir süreci şimdi biz yaşıyoruz. 80’ler ve 90’larda ülke ekonomisi, endüstri, hizmetler sektörü genişledi. Onlarca uluslararası ilişkiler, endüstri mühendisliği ve işletme bölümü açıldı. Çünkü ekonominin gidişatı bunları gerektiriyordu. Sonra dünya ekonomisi bambaşka bir yere gitti. Dünyada başka ekonomiler ortaya çıktı ve biz onlarla rekabet edemedik. Artık ne yazık ki rakiplerimiz Almanya, Fransa, İspanya değil Güney Kore, Macaristan ya da Romanya gibi ülkeler. Dolayısıyla biz bir anda bir adım geriye düştük ve yüksek nitelikli iş gücüne ihtiyaç duymayan ve bunu yeterince kullanamayan bir iş piyasası karşımıza çıktı. Bu bizde itibarın ve iş konumlarının karmaşıklaşmasının ana nedenlerinden birisidir.
Ucuz iş gücünü eğitimli hâle getirdik
Türkiye ve dünya için mukayeseli bir analiz yaptığımızda nasıl bir tablo görüyorsunuz?
Türkiye ekonomisi ucuz iş gücü üzerinden dünyayla rekabet ediyor. Bunun için eğitimsiz iş gücüne ihtiyacınız var. Fakat biz iş gücünü eğitimli hâle getirdik. Dolayısıyla lise ya da üniversite mezunu olan kişi asgari ücretle çalışarak ucuz iş gücüyle Bangladeşli, Tayvanlı muadiliyle rekabet etmek zorunda kalıyor. Ekonomimizin sınıf atlayıp katma değeri yüksek, tasarım, bilişim ve yüksek teknolojili ürünlerin imali gibi alanlara yönelmesi gerekiyordu. Hiç yönelmedi değil ama arzu edilen ölçüde, eğitimdeki genişlemeyi besleyecek şekilde yönelmedi. Siz iyi üniversitelerde öğretmen yetiştiriyorsunuz, markette kasiyer oluyor. Çünkü o insan gücünü istihdam edebileceğiniz bir ekonomi ortaya çıkmadı. Üniversitelerin eğitim kalitesine dair birtakım eleştiriler var ama geçmişte üniversitelerin daha kaliteli eğitim vermesiyle ilgili bir durum değil bu. Günümüzde yabancı dil bilenlerin oranını geçmişle kıyasladığımızda çok ciddi bir artış görüyoruz. 1980’lerde nitelikli üniversite eğitimi alan kaç kişi yabancı dil biliyordu? Çok az. Kaç kişi bilişim becerilerine sahipti? Şimdi en düşük vasıflı olan bile bu becerilere sahip; yazma becerisi, anlatma becerisi, sunma becerisi. Eski kuşaklara baktığımızda üniversite mezunu çok azdı ve biz de onları yüksek nitelikli görüyorduk. Bugün aynı fikri sürdürmek nostalji ve romantizmden başka bir şey değil. İyi bir yere gelemediğimiz için bunlarla teselli buluyoruz ama problemi doğru tespit edemiyoruz. Problem, üniversite eğitimimizin daha az nitelikte olması değil, aksine çok daha nitelikli insan gücümüz olmasına rağmen iş gücü piyasalarımızın uyumlu olmamasıdır.
Bu krizi aşabilir miyiz?
Ekonomimizin açılımını, gidişatını incelediğimizde fena değiliz ama neye göre? Kendi içinde kıyasladığımızda 80’lere, 90’lara göre fena değiliz. Ama küresel olarak kıyasladığımızda durum o kadar da iyi değil. Güney Kore, Tayvan, Romanya, Macaristan gibi ülkelerin ekonomileri bizim arkamızdaydı ama bugün onlarla rekabet ediyoruz. Katma değer alanında, sektörel dönüşüm anlamında önümüzdeler. Biz kendi içimizde gelişim göstermiş vaziyetteyiz ama dünyayla kıyasladığımızda hiç iyi değiliz.
Siyasetin eksikliği mi bu?
Planlama sorunu olduğunu düşünüyorum; Türkiye’deki yatırım politikalarının aktif sermayeyi kısa süreli, hızlı para kazanacağı yerlere yöneltmesinden kaynaklanıyor. 1980’lerin ortasında Vestel ile Samsung benzer niteliklerde firmalardı. Ama bugün Samsung küresel piyasa değeri trilyon dolara ulaşan bir firma. Çünkü kazandığı parayı, Güney Kore hükûmetlerinin de desteği ve zorlamasıyla birlikte ARGE'ye yatırıyor. Vestel ise kazandığı parayı kısa vadeli kazanç getiren alanlara yatırıyor. Görünürde iyi para kazanıyor ama küresel düzeyde baktığınızda diğer firmaların çok gerisinde kalıyor. Dolayısıyla gittikçe tabana doğru çekilen bir ekonomik sistem ortaya çıkıyor.
Günümüzde ortaya çıkan yeni nesil mesleklerin çok yönlü, farklı yeteneklerin bir arada olduğu meslekler olduğunu görüyoruz. Bu durumu nasıl okumak gerekiyor?
Geçen gün kurban almak için Şile tarafında bir çobanla muhatap oldum. Ufak bir çiftliği var, çobanlık yapıyor. Instagram profilini gösterdi. Kediyle köpeği birlikte, koyunlarını da otlarken çekip türküler eklemiş falan. “Hocam bu da bizim işimizin bir parçası oldu. Ben dağ başında çobanım, kim gelip benden kurban alacak? İki bin liraya satacağımı, bu profil sayesinde iki bin beş yüze satacağım.” dedi. Instagram üzerinden satış pazarlama tekniklerini, imaj yönetim tekniklerini kullanıyor. Bu beceriyi edinmek için ciddi eğitimlere ihtiyaç yok. Bu durum aynı zamanda geçişler de getiriyor. Meslekler arası geçişler bugün çok fazla. Çok melez bir ortam var. Beceri transferi çok yüksek. Bugün mühendisleri firmalarda genellikle satış ve pazarlamada çalıştırıyorlar. Satış pazarlama aslında yüksek düzeyli disiplin ve süreç yönetimi gerektiren bir iş. Mühendisin disiplinini ve süreç becerisini oraya transfer ediyor. Artık eğitimde ve günlük hayatta çok çeşitli beceriler ediniyoruz. O becerileri de gerek mesleki alanda gerek kendi mesleğimizde farklılaşmak için gerekse yeni meslekler edinmek için kullanıyoruz. O yüzden önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde mesleklerden çok becerileri konuşacağız.
Beceri konusunu açabilir misiniz?
Örneğin sosyoloji bölümünde öğrencileri sosyolog unvanıyla mezun ediyoruz. Sosyoloğun çalışma alanının sınırları çok ciddi bir biçimde genişliyor, esniyor. Bir şekilde yeni beklentiler ortaya çıkıyor. Sosyologdan araştırma yapma ve yazma becerisi, sosyal süreçleri anlayıp yorumlaması, sosyal hizmetlerin/çalışmaların yaptığı pek çok işi yapması bekleniyor. Bunlar mesleğin içinde gömülü olarak var olan şeyler değil. Belirli beceriler gerekiyor. Medeniyet Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde on tane beceri tanımlıyoruz. Dersler bir beceri kazandırıyor. Bazen bir beceri için doğrudan ders tanımlıyoruz. Sonuçta bu becerileri ne kadar etkili bir şekilde kazandırabiliyorsak piyasaya çıktığında o spektrumdaki, pek çok sektöre onlarca işi yapabilir bir birey yetiştirmiş oluyoruz.
Bu aynı zamanda, iş yaşamındaki geçişliliklere olanak sağlıyor. Kişi bugün bir firmanın satış pazarlama departmanında çalışırken bir başka gün bir eğitim kurumunun planlama işlerini yapan birisi olabilir. Sosyoloji bu anlamda çok anahtar bir yerde duruyor. Bu bütün alanlarda olması gereken bir şey. Örneğin mimarlıkta çok temel beceriler var. Tasarım yapabilmek gibi teknik bilgiler gerekiyor. Ama bugün mimarlığa onlarca yeni beceri eklenmiş vaziyette çünkü bu bir serbest piyasa mesleği. Mesela etkili sunum yapabilmek bir mimar için çok önemli bir beceridir. İçine kapanık bir mimar, mimarlık ofisinin arka bürosunda çizim yapan kişi oluyor. Ama bunun üstüne prezantasyon, vücut dili kullanımı ve ikna becerileri gibi birtakım beceriler eklerse o zaman işi en önde organize eder. Üniversite eğitiminin de üniversite dışı eğitimin de gittikçe beceri merkezli bir yere doğru evrildiğini düşünüyorum. Bu durum meslekleri aşındırıyor, birbirine geçiriyor. Bugün diplomanın değer kaybı dediğimiz bir süreci yaşıyoruz. Firmanıza yazılımcı alacaksanız, üniversitenin yazılım bölümünden mezun olup olmamasına değil, size lazım olan yazılım dillerini kullanabiliyor olmasına bakıyorsunuz. Üniversite bunu dört yılda öğretirken, dışarıdaki bir kursta altı ayda öğrenebiliyor.
Nasıl okumak lazım bu yeni nesil mesleklerin ortaya çıkış süreçlerini?
Bu beceriler endüstrinin ve ekonominin ihtiyaçları. İş yapış süreçlerinin farklılaşmasının hem bireylerden hem de sistemden kaynaklanan sebepleri var. Ara meslekler ortaya çıkıyor. Meslek adları değişmese bile içeriği bütünüyle değişen alanlar var. Maalesef üniversiteler piyasadan daha zor ve geç adapte olabiliyor bu değişimlere. Bugün geçerliliğini kaybetmiş onlarca bölümde çok da gerekli olmayan bilgiler kazandırılıyor. Son yıllarda bölüm kontenjanlarının dolmamasının nedeni de bu aslında.
Bunların bir kısmı da yapay zekâyla ilişkili şeyler. Onu nasıl yorumluyorsunuz?
Ortaya çıkan yeni işlerin mesleklerin kalıcı olup olmayacağını henüz bilmiyoruz. O yüzden uzun vadede tartışmanın ekseni, beceriler. Mesleklerin birtakım beceriler etrafında yürüyeceğini düşünüyorum. Nedir bu beceriler? Endüstriyel toplum için vaktini, zamanını disiplinli bir şekilde yönetebilmek ve bir işi sistematik şekilde yapabilmek çok merkezdeydi. Enformasyon toplumu için bu becerileri neredeyse herkes elde edebiliyor. Bunun üstüne sunma becerisi, yazılı anlatım becerisi, yabancı dil becerisi gibi onlarca yeni beceri ekleniyor. Ortada hemen her şeye dair “kıyametçi” bir yaklaşım var: Makinalar ve yapay zekâ gelecek, insanlar işsiz kalacak deniyor. Bunun doğru olduğunu düşünmüyorum. Bütün üretim insan için; insan olmazsa tüketim olmaz ve üretim yapılmaz. Dolayısıyla mutlaka insanların işe ihtiyacı olacak. O yapılan malzemenin, o üretilen hizmetlerin satılması için bile olsa insanların gelir sahibi olmaları gerekecek. En azından onların gelir sahibi olabilmeleri için bile iş gerekecek. Bunlar haricinde insan yaratıcı bir varlık. Eğer işini kaybederse yeni işler icat edebilir.
Hizmetler sektörünün giderek büyüyen bir yapıya sahip olduğundan bahsettik. Öte yandan “Türkiye’de son 20 yılda şahıslar tarafından yapılan pek çok iş ve sunulan hizmetlerin artık kurumlar ve işletmeler tarafından üstlenildiğini” söylüyorsunuz çalışmanızda. Hizmet sektöründeki bu daralmayı nasıl değerlendirmek gerekiyor?
Daralmıyor, aksine genişliyor bu alanlar. Fakat iş yapanların çalışma biçimleri farklılaşıyor. Diyelim ki kasap artık kendi kasap dükkânına sahip olan kişi değil de marketin kasap reyonunda çalışan kişiye dönüşüyor. Elektrikçi, elektrikçi dükkânına sahip olan kişi değil de bir firma içerisinde hizmeti sunan işçiye dönüşüyor. Bu gelir ve statünün kaybıyla ilgili bir hadisedir. Mesela kasap bir kasap dükkânını işlettiğinde, aylık on bin lira kazancı varsa gidip markette çalıştığında hem mesaisi belirlenen hem otorite altında çalışan hem de geliri düşük birine dönüşüyor. Bu Türkiye'deki sermayeleşme süreciyle yakından ilişkilidir. Türkiye'de sermaye bazen uluslararası sermayenin de desteği ve etkisiyle belirli esnaf mesleklerini, organizasyon içerisinde yapılan bir ücretli işe dönüştürüyor. Burada elektrik tesisatçısından, manavdan, kasaptan bahsediyoruz. Kendi işini yapan bu grup on beş sene içerisinde yüzde on daraldı. Bu çok büyük bir oran. Daraldı çünkü bu alanlara sermaye girdi ve bu alanlarda sermayenin örgütlediği yerde bu kişiler ücretli olarak çalışmaya başladı.
Bunu olumlu bir şey olarak mı görüyorsunuz?
Nereden baktığınıza bağlı. Hizmet standardizasyonu açısından tüketici için olumlu. Ama bireylerin gelir durumları, kazanç yapıları açısından baktığımızda olumsuz. Zira bu mesleklerin kaybettiği gelir, sermayeye transfer oluyor.
Gördüğünüz gibi meslekler neredeyse tüm toplumsal süreçlerin kalbinde yer alıyor. Sosyal statüden gelire, eğitimden örgütlere kadar hemen her alan meslek edinimi ve icrası etrafında dönüyor.