Antiqui Orbis- Muhabbet perdesi
Oynatan üstadı gör, kurmuş muhabbet perdesi
- “İsminiz?”
- “Hâlis efendim”
- “İkametiniz?”
- “Hacı İvaz Mahallesi efendim, aynı isimli caminin kurbünde.”
- “Peder-i âlînizin mesleği?”
- “Hayâlî efendim”
- “Şair olan mı?”
- “Yok hayır efendim, Karagöz oynatanlardan.”
- “Eh, anlatın Hâlis Bey evladım, sizi dinliyorum.”
- “Efendim, maskat-ı re’sim.”
- “Estağfirullah, hiç de misket gibi değil kafanız.”
- “Hayır efendim, yani doğum yerim anlamında.”
- “Ha evet, buyurunuz.”
- “İstanbul’da Altımermer.”
- “Biz de evin altını mermer döşedik, iyi oldu, tahtaların arasından hep soğuk geliyordu.”
- “Aman efendim, yani Altımermer Mahallesi’nde doğdum.”
- “Öyle desene evladım, ne çok dolaştırıyorsun sözü.”
- “Af buyurun efendim.”
- “Yok canım, affedilecek bir şey yok, buyurun devam edin…”
Hâlis bitkin ve sinirli bir şekilde odadan çıktı. Merdivenlerden koşar adım inerek kendini sokağa attı. Sıkıntı ile önüne baka baka yürüyordu. Bu kaçıncı kez başına gelmişti, kendisi bile sayısını unutmuştu. Ne zaman bir mülakâta gitse, kalemde bir iş ayarlanacak olsa, en küçüğünden bir yazı işi, hemen dervişin duası önüne dikilirdi. Hâlis doğduğu gece evde bir Mevlevi dervişi misafir olarak kalıyordu.
Akşam vakti kahveler, çubuklar içilirken derviş Hâlis’in babasına “Bir oğlun olacak, adını Hâlis koy, inşallahu teâlâ hâs muhabbet kullarından olur, mesleğinizi devam ettirir” diye dua etmiş otuz üçlük tesbihini de beşiğe asmıştı. Hâlis ise babasının mesleğini devam ettirmeyi hiç istemiyor kalemde bir iş bulmak, o güzel esvâblardan giyip gün boyu oturmak, gelen yazıları tebyiz edip akşamları şöyle bir Beyoğlu’na, olmadı Çamlıca’ya çıkıp dolaşmak istiyordu.
Babası gibi perde kurup Karagöz oynatmak, çocukları eğlendirmek boş bir işti. İnsan hayatta daha önemli şeylerle uğraşmalı idi. Bu düşüncelerle eve kadar yürüdü. Babasını üst katta şahnişinin penceresinden dışarıyı seyrederken buldu.
- “Hoş geldin oğlum.”
- “Hoş bulduk efendim.”
- “Ne yaptın evladım, oldu mu işin?”
- “Nasip değilmiş efendim.”
- “Oğlum senin nasibin işte buradadır (Eliyle Karagöz perdesini gösteriyordu). Gel inat etme, bu mesleği sen devam ettir. Hatırlar mısın, deden bana anlatmıştı, ona da dedesi, ona da dedesinin babası anlatmış; tâ garb illerinden kalkıp izlemeye gelmişler bizim Karagözümüzü. O gavuru anlatmıştı, bak kaç defa anlattım sana, izlemiş hayran kalmış hani. İlla bana da öğretin, demiş. Kaç yıl kalmış burada sonra…”
Hâlis hikâyeyi zaten ezbere biliyordu. Devamını dinlemedi. Frengistandan gelen adam işi öğrenmek için çok çalışmışmış da, büyük büyük dedesi bir türlü beğenmemiş de, adam da kendi lisanında “All the world’s a stage and all the men and women merely players” diye bir not bırakmış da kaçmış da, aman efendim istidadı varmış da muhabbeti yokmuş da… Hâlis hızlı hızlı parmaklarının arasında tuttuğu tesbihi çekiyor bir yandan da babasını tasdik makamında başını hafifçe sallıyordu. Biraz sonra babası sustu, Hâlis’in yüzüne bakıyordu. Demek ki bir cevap vermek lazımdı.
“Haklısınız efendim” dedi. Babasının elini öpüp odadan çıktı. Taşlıkta yüzünü iyice yıkadıktan sonra odasına döndü. Ceketinin cebinden tütün ve kâğıdını çıkarıp bir sigara sardı. Yaktı, derin bir nefes çekip bıraktı. Çıkan dumanların güneş ışığında yaptığı kıvrım kıvrım belirli belirsiz şekillere dalıp gitti. İşte ne olduysa o zaman oldu, bu şekiller yavaş yavaş derinlik kazanıp belirginleşti, ortada sikkesi ile bir Mevlevi, o Mevlevi, belirdi.
Oda yavaş yavaş karanlığa boğulurken Hâlis şaşkınlıkla etrafına bakıyor, ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor, üzerinde oturduğu minderi hissetmek için elleriyle sağını solunu yokluyor, elleri ise havada boşluğu döver gibi sallanıyordu. Mevlevi dervişi Hâlis’in gözlerinin içine bakıp “adını Hâlis koy, inşallahu teâlâ hâs muhabbet kullarından olur, mesleğinizi devam ettirir” dedi. Hâlis bir anda uykudan uyanır gibi kendine geldi. Sigarası elindeydi hiç yakmamıştı. Dervişin verdiği tesbihi bulmak için hızlıca ceplerini yokladı, ceketinin cebindeydi. Hâlis tesbihe uzun uzun baktı, sigarasını yaktı keyfile dumanlarını üfledi. Akşam yemeğinde babasına yakın zamanda iş olup olmadığı sordu. Yarın Üsküdar’a gidilecekti. Hâlis ben de geleceğim deyince babasının gözleri parladı.
Vapurdan inip Üsküdar’da perde kuruldu. Hâlis hafif birkaç öksürükle sesini düzeltti:
- “Off aman, Hâyy Hak” dedi ve perde gazelini okudu:
- Nakş-i sun’un remz eder hüsnünde rü’yet perdesi /
- Hâce-i hükm-i ezeldendir hakikat perdesi
- Sîreti sûrette mümkündür temâşa eylemek /
- Hâil olmaz ayn-i irfâna basiret perdesi
- Her neye im’ân ile baksan olur iş âşikar /
- Kılmış istilâ cihâna hâb-i gaflet perdesi
- Bu hâyal-i âlemi gözden geçirmektir hüner /
- Nice kâra gözleri mahv etti sûret perdesi
- Şem-i aşka yandırıp tasvir-i cismindir geçen /
- Âdemi âmed-şüd etmekte azîmet perdesi
- Hangi zılla iltica etsen fenâ bulmaz acep /
- Oynatan üstâdı gör kurmuş muhabbet perdesi
- Dergeh-i Âl-i abâda müstakim ol Kemterî /
- Gösterir vahdet elin kalktıkça kesret perdesi