Antiqui Orbis
Unutulmuş bir soyut coğrafyanın izleri toplanabilir mi? lime lime olmuş eski bir dünyayı kelimelerle bir araya getirmek mümkün müdür? her bölümde, borges’in sözünü ettiği haritacıların birebir ölçekte çizdiği dünya atlası gibi bir köşeye terk edilmiş paftaları bir araya getirmeye çalışıyoruz.
“Mahşer günü insanlar cem olunca on beş mevkıfda sual olunurlar. On ikinci mevkıfda komşu hakkından sorarlar. Eger komşu hakkını yerine getirmiş ise Hakk Teâlâ huzurunda durur; yüzü ak ve nurlu. Gönlü ferah olup Hakk’a şükr eder.”
Mekândan münezzeh olan sadece Allah’tır. Biz mahlûkat ise bizi bütün duyularımızla çevreleyen mekânın esiriyiz. Onunla aramızdaki melankolik bağı açıklamak güç. Çünkü çoğu zaman mekânın bizim üzerimizdeki tesirini, örneğin sahilden açık bir denizi seyrederken hissettiğimiz o duyguyu, akan sulara kulak kesildiğimizde ruhumuzu nasıl etkilediğini bizi nereye alıp götürdüğünü anlatamıyoruz. Hissettiğimiz bir şey var. İçimize dolan bir duygu. İçinde bulunduğumuz mekânı meydana getiren her unsur canlı ya da cansız hâletimize etki ediyor.
Ahmet Hâşim bu etkiden kaçmanın kolay olmayacağını şöyle belirtiyor: “Mimari eserler, fazla çirkinliğe, fazla garabete mütahammil değildir. Gülünç bir resim levhasına bakmamak, fena bir şiiri veya ahenksiz bir musikiyi dinlememek suretiyle bunların muzır tesirlerinden ruhumuzu vikaye edebiliriz; fakat fena mimarın eserinden sakınmak kolay bir iş değildir.
Aciz bir muhayyile, fakir bir ruh, yol ortasında dikilmiş taştan koca bir şekle inkılap edince, bütün bir şehrin manevi sıhhatini, nesillerce bozmak kudretinde bir tehlike olur.” Demek ki insan esiri olduğu mekânda “komşularını” seçerken dikkatli olmalı.
Arapça bir kelâm-ı kibar olan “Şerefü’l- “mekan bi’l-mekîn” kaba bir çeviri ile mekâna şeref veren orada oturanlardır anlamına geliyor. Peki mukîm olan kişi illa ki maddi anlamda da hayatta mı olmalıdır? Yahya Kemal “Biz ölülerimizle birlikte yaşarız” derken büyük bir gerçeğe değiniyor ama tam isabet edemiyor galiba.
Çünkü hadis-i şerifle sabittir ki “Müslümanlar ölmezler, bir dünyadan bir başka dünyaya yahut bir yurttan başka bir yurda göçerler.” İnsan sırf muhabbetinden, gönlü yakın olduğundan dolayı bir yurttan bir başka yurda göçmüş bir kişiye komşu olmayı istemez mi? Bir türbenin yakınında oturmak istemez mi?
Sabah evden çıkarken selam verip, Fatiha okuyup yoluna devam etmenin, akşam dönerken günün yorgunluğunu atmak için hacet penceresi önünde biraz soluklanmanın, akşam evde bir tatsızlık olsa çıkıp biraz yürümenin, abdest alıp hazrete biraz dert yanmanın, sakinleşip eve dönmenin güzelliği... Bugün yatırsız, türbesiz, ziyaretgâhsız uzak uzak yerlerde yapılan binaların, insana baktıkça huzur vermemesinin, bu binalardan şikâyetçi olmamızın bir sebebi de “komşusuz” olmaları değil midir?
Komşu illa ki bir kişi olmak zorunda da değil. Mevsimi geldikçe çiçeğe duran, geceleri bütün semti rayihasıyla kaplayıp bizi o mekândan alan, uzağa çok çok uzağa, götüren ıhlamur ağacı da güzel ve iyi bir komşudur. Sıcak, nemli havalarda gölgesinde dinlenilebilen, uzanıp kitap karıştırılabilen, çay içilebilen, daha siz ve belki babanız dahi yokken orada olan, mahallenin büyüğü ve eşrafı sayılması lazım gelen, hürmet ve tazimde kusur edilmemesi gereken çınar ağacı da iyi bir komşudur.
Uzun ve yüksek duvarlar ile ihatalı, kapısından girince dış dünyanın sesinin kesildiği, unutulduğu (çünkü bir kapıdan geçmek insanda unutmaya sebep olur, bu yüzdendir ki kimi zaman bir odaya girdiğimizde “Ne yapıyordum ben, ne için gelmiştim buraya?” diye bir süre duraklarız) avlulu, mümkünse halıfleks değil de renk renk, çeşit çeşit, desen desen halılarla kaplı camiler de iyi komşulardır.
Yazın sıcak günlerinde şadırvana oturup, avuçlarınıza doldurduğunuz su ile çarpmadan hafifçe biraz bekleterek yavaş hareketlerle yüzünüzü yıkasanız, başınızı kaldırınca bir serinlik gelir ki dünyalara bedel. Bu ferahlıkla buyurun şadırvandan kalkın, köşedeki çay ocağına. Belki yokuş sizi yormuş olacak, otobüsten indiniz sıkış tıkış, kaldırımda rahatça yürüyemediniz, sinirleriniz gergin. Çayı içince hepsi uzaklaşır. Bir sakinlik gelip sizi kaplayıverir. İşte artık cami ve üstünde gökyüzü bütün heybeti ile karşınızdadır. Sizi çevreleyen boşluk da iyi bir komşudur.
- Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Cebrail bana komşu hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki ben Allah Teâlâ komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.” Komşumuz sadece kapı komşumuz değil, mahallenin camisi, tekkesi, türbesi, kedisi, köpeği, kuşu da…