Antique Orbis- Keyifli şairler keyfine şiirler

Antique Orbis- Keyifli şairler keyfine şiirler
Antique Orbis- Keyifli şairler keyfine şiirler

Divan edebiyatının en ikircikli noktası, hem düştüğü hem kalktığı yer mazmun olsa gerek. Malzeme sabit, benzetme unsurları kesin, bir şeyi hangi yönü ile bir şeye benzeteceğin belli, aynı zamanda bütün bu belirli kurallar içerisinde şair kendinden önce söyleneni söylememeye çalışarak, mazmunu sürekli işleyerek bir bakirlik peşinde koşmakta. Kabz hâlinde kötü sonuçlar veren bu ameliye, bast hâlinde mükemmel beyitler ortaya çıkarmakta. Öte yandan bu işi amiyane tabiriyle dalgaya vurmuş şairler de yok değil. Bu iş kolay sanılmasın. Öncelikle iyi bir öğrenci, iyi bir okuyucu olacaksın; aruz bileceksin; tiye alınacak/dalga geçilecek metinlerin kimisi ezberinde olacak sonra keyifli keyifli bir şeyler yazmak mümkün.

Tırsî

  • Bir tulum peynir yapayım diye çok sa’y eyledim/
  • Süt suluymuş Tırsiyâ yayıkda ayrân oldu hep

Bu keyifli şairlerden birisi Tırsî. Asıl adı İbrahim olan şairimiz kâtiplik ve kâğıt eminliği görevlerinde bulunmuş olup bilinen tek eseri divanıdır. Edirnekapı’da medfundur. Eldeki divanının ikinci kasidesi bir şitaiyyedir.

Gelenekte bir kış tasviri ile başlayan bu şiirlerde, sözü denk getirerek bir geçiş beyti ile övülecek kişinin övgüsüne geçilir.

Kış tasviri deyince insanın aklına karlarla kaplanmış dağlar, ağaçlar ve karla birlikte ortama inen sessizlik gelebilir. Gerçekten de huzur veren bir manzara canlanmıyor mu zihninizde okuyunca? Oysa Tırsî öyle mi? Buyurun kasidenin ilk beytine: “Geçilmez oldu yollar da sulu çamur gördün mü/ Sokakları sel aldı böyle bir yağmur gördün mü” Pek de hoş bir başlangıç değil, diyebilirsiniz ama Tırsî’nin hakkını yemeyelim, gözlem gücü yüksek ve oldukça realist. Devam eden beyitlerde Tırsî’nin naif ve hassas kişiliği kendini mısralarda gösteriyor.

Özellikle şu içten duasına katılmamak mümkün değil: “Demâdem sebzevât eksikliğin göstermesin Mevlâ/ Olur erbâb-ı işkenbe fenar mesrûr gördün mü”. Kasidenin hikmet-âmiz beyitlerle dolu olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim.

Soğuk havalarda insanların sağlığını muhafaza etmede yeme içmenin öneminden haberdar olan Tırsî nazikçe sözü buraya da getiriyor: “Bize paça yap ey aşçı sarımsaklı da pâk olsun/ Yiyenler diye sarımsağı var mamûr gördün mü”.

Hadi bütün bunları biraz hafif buldunuz, belki okurken de gülümsediniz. Olabilir. Fakat Tırsî bir şairde olması gereken en önemli vasfa sahip. Ne midir? Tabii ki eserine olan bağlılığı. Bütün divan şairleri içinde Tırsî kadar yazdığı metni önemseyen, benimseyen, sahiplenen, koruyup kollayan bir şair daha bulamazsınız.

Şu beytin güzelliğine dikkatinizi çekerim: “Kasîdem donmasın kışdır pamuklu cübbe giydirdim/ Serâpâ der görenler böyle bir sungur gördün mü”. (Kıştır, kasîdem donmasın diye ona baştan ayağa pamuklu bir cübbe giydirdim. Görenler der ki “Hiç böyle bir akdoğan gördün mü?”)

Tırsî’yi yaptığı işin ne olduğundan habersiz sanmayın çünkü divanının gazeliyat kısmının başında poetikasını açıkça ortaya koyuyor: “Bir şi’r-i nâ-şinîde-kühen söylerim sana/ Manâsı yok vezinde sühen söylerim sana, (Sana manası olmayan fakat vezni hiç duyulmamış eski bir söz söylerim”. Belki mısra mısra çevirsek ilk mısradaki ince hayal daha güzel görünür: Sana hiç duyulmamış eski bir söz söyleyeceğim. Hiç duyulmamış eski bir söz…

Sâbit

Bosna vilayetine bağlı Öziçe kasabasında doğan Alaaddin Ali Efendi şiirde Sâbit mahlasını seçmiş, aynı zamanda Çatalcalı Ali Efendi’den mülazım olmuş, daha sonra kadılık görevinde de bulunmuştur. Sâbit’in en önemli özelliği divan şairlerinin namusunu temizlemiş olmasıdır. Yıllarca sevgilinin kapısında köle, karşısında el pençe duran, göz ucuyla bakışlara can veren, kokusu gelse diye rüzgârı bekleyen biçare zavallı âşıkların öcünü almıştır.

Sâbit Divanı’ndan bir sayfa.
Sâbit Divanı’ndan bir sayfa.

Sâbit’in sevgiliden öç almayı planladığını şu beytinden anlıyoruz: “Beni hummâ-yı gam u mihneti çok incitti/ Tutsam ol şûhı biraz örselesem incitsem”. Buradan anlıyoruz ki şairin niyeti “Kendine gel kuzum napıyorsun” tadında bir iki tokat aşk etmek, örselemek olsa gerek. Ama ya bu plan işlememiş yahut da Sâbit hıncını alamamış olsa gerek ki bir başka plan yapar: “Tâ leb-i havzda durmuş varıp ol serv-i revân/ Varsam ardından usul ile dokunsam itsem”. Mükemmel bir cinayet! Gece sevgili havuz başında tek başına, Sâbit’i görebilecek ve suçlayabilecek hiçbir şahit yok. Sabah sevgilinin havuzun dibinde yatan cansız bedeni bulunur, kayıtlara intihar olarak geçer. Sâbit bununla da yetinmez. Sevgili ölmüştür amma rakîb hâlâ ortalıktadır. O rakîb ki, şair, sevgili kapısında beklerken, içerde sevgili ile eğleniyordu. O rakîb ki, şair bin türlü cefa çekip ağlarken, sevgili ile bir olup gülüyordu. Bu sefer Sâbit daha dikkatli olsa gerek ki rakîbin nasıl öldüğünü bilmiyoruz. Geriye sadece bir itiraf beyti kalmış: “Meydana geldi na’ş-ı rakîb-i nemîme-sâz/ Kıldım huzûr-ı kalb ile ömrümde bir namâz”. (Katil her zaman suç mahalline geri döner!)

Hasıl-ı kelam keyfetmek ve keyiflenmek için bilgi, görgü en çok da ciddiyet lazımdır. Keyif ciddi bir meseledir.

Hamiş: Mana kaydından azade olanların sultanı letrist-i evvel Habib Efendi el-Mevlevi el-Bosnevi’nin hikâyesini öğrenmek isteyenler M. Kayahan Özgül Hoca’nın Seke Seke Ben Geldim: Sekmeler-I adlı kitabına müracaat edebilirler.