Amentü gemisi nasıl yürüdü?
Günümüz sanatçılarının yeni biçimler oluşturmada bu kültürel kodları kullanması meselesi, gündeme alınması gereken bir konudur. Bu konuda düşünen nadir isimlerden biri olan sanat tarihçisi Sezer Tansuğ, geleneğin geçmişte kalmış, referans gösterilmesine muhtaç ve artık yaşamayan bir şey değil, aksine genetik bir kod gibi içinde konuştuğumuz alanı mümkün kılan şey olduğunu vurgular.
- Bu ne amentü gemisiydi ki yürümezdi
- Vav'lar soluya soluya kürek çekti
- Hz. Ali'nin yüreği titredi
- "Yâ Hak" okunu gerdi
- "Yâ Hak" oku varıp yüreği deldi
- "Ah mine'l-aşk" dedi
- Gözlerinden yaşlar indi
- Vardı geminin altına erişti
- Amentü gemisi yürüdü gitti
1970 yılında Türkiye’deki animasyon (canlandırma) filmlerinin öncülerinden olan Amentü Gemisi Nasıl Yürüdü? adlı film, sanat tarihçisi Sezer Tansuğ’un yazdığı senaryo ile serüvenine başlar. “Vav”ların kürekler gibi yerleştirildiği bir amentü istifinde (hat) gemi önce hareket etmez; ancak Hz. Ali’nin gerdiği “Ya Hak” oku yüreği deler, yürek ah edip ağlar ve gözyaşları sel olup gemiyi hareket ettirir. Senaryoda böyle bir mizansen kurgulanmıştır. Amentü gemisinin yürümesi, gönlün Allah aşkı ile yanmasına ve bu uğurda gözyaşı dökülmesine bağlanmış; bu bağ, her şeyin başlangıcında aşk olduğunu imgeleyen “Ah mine’l-aşk!” sözünde ifadesini bulmuştur. Âlemlerin yaratılma nedeni olan aşk, amentünün de bir şartı olarak sunulmuştur. İşin ilginç tarafı, bu sunum, hat sanatının figürleri canlandırılarak (animasyon) gerçekleştirilmiştir.
Hat sanatı, Türk-İslam sanatları geleneğinde en köklü ve saygın kabul edilen dalların başında gelir. Kur’an harflerinin kullanılması, hat sanatının ayrıcalıklı bir konum kazanmasında önemli bir rol oynar. Allah’ın doksan dokuz isminin, Hz. Peygamberin ve dört halifenin isimlerinin yanı sıra dualar, ayetler ve sözler, kitaplarda yazılı olduğu gibi evlerin, camilerin duvarlarını da süsler. Figüratif hiçbir özellik taşımayan Arap harfleri, Türk hat sanatında aslan, deve, cami, kuş, gemi gibi pek çok imgesel formda da kullanılmıştır. Tasvir yasak olmasına rağmen bu coğrafyada içerikler ile şekillerin birbirinden bağımsız olmadığı bu tür istiflere çok sık rastlanır. Bu tür eserlerde nazara verilen yalnızca plastik bir estetik değildir; içinde bulundukları kültüre dair kodlanmış anlatılardır aynı zamanda.
Özellikle harf inkılabından sonra, Arap harfli yazıya karşı oluşan mesafe, bu kodların günümüze aktarılmasında kopukluklar oluşmasına neden olmuştur. Bugün görsel ürünler olarak temaşa ettiğimiz pek çok hat eseri, kendi yazıldıkları dönemlerde bizim bugün vâkıf olamadığımız çok daha başka kültürel göndermeleri de ihtiva etmekteydi.
Günümüz sanatçılarının yeni biçimler oluşturmada bu kültürel kodları kullanması meselesi, gündeme alınması gereken bir konudur. Bu konuda düşünen nadir isimlerden biri olan sanat tarihçisi Sezer Tansuğ, geleneğin geçmişte kalmış, referans gösterilmesine muhtaç ve artık yaşamayan bir şey değil, aksine genetik bir kod gibi içinde konuştuğumuz alanı mümkün kılan şey olduğunu vurgular. Bu nedenle, Tansuğ’a göre, sanat biçimleri oluştururken önemli olan, daha önce meydana gelmiş biçimlere çağa uygun bir yön vermek, onlara özgün bir duruş kazandırmaktır. Tıpkı divan şiiri mazmunlarının her bir usta şairin kaleminden çıkarak özgün bir beyit oluşturması gibi, mevcut bir imge düzleminde yeni olanı bulmanın mümkün olduğunu dile getirir, Tansuğ. Teorik olarak tespit ettiği bu görüşleri hayata geçirmek için yaptığı ilk deneme ise, yazı-resimler üzerinden hazırlanan Amentü Gemisi Nasıl Yürüdü? adlı canlandırma filmidir.
Tansuğ’un filmde şekilsel olarak yazı-resimleri kullanması ve içeriği oluşturmak için kullandığı anlatılar, geleneğin imgesel dağarcığına dayanmaktadır. Bu bağlar, bizi, maddi/fiziki olarak dünyamızda var olanlar üzerinden gayb olana/ manevi olana dair; görünenler ve gördüklerimiz üzerinden görünmeyenlere dair düşünmeye sevk eder. Tıpkı melekleri göremesek de her daim bize eşlik ettiklerini bildiğimiz gibi...