Akif Pamuk: Bir meslek sahibi olmak mıdır mevzu?

Akif Pamuk: “Bir meslek sahibi olmak mıdır mevzu veya para kazanmak mı? Yoksa öğrenmekle, gelişmekle mutlu olabilmek mi?”
Akif Pamuk: “Bir meslek sahibi olmak mıdır mevzu veya para kazanmak mı? Yoksa öğrenmekle, gelişmekle mutlu olabilmek mi?”

Eğitim, bireyin modern dizgenin içinde sonuç odaklı bir müfredatla şekillenmesi midir yoksa herkesin biricik ve tek olduğunu kabul eden kişiye özel bir süreç inşası mı? Sorularımıza cevap bulmak ve alternatif eğitim modellerini dinlemek için Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim üyesi Akif Pamuk ile bir araya geldik. Kendisiyle Montessori, Waldorf, Reggio Emilia gibi yaklaşımların nasıl uygulandığı ve neyin alternatifi olduğu üzerine söyleştik.

Alternatif eğitimin bir tanımını yapalım mı?

Ana akımın dışı kısaca. Eğitimde kavramsal düzeyde pozitivist olmayanı, sosyal inşacı bir tarafı tanımlamak bir tarafıyla. Alternatif eğitimin yaptığı şey aslında süreci ön plana çıkarmak. Bugün Milli Eğitim’in temel amaçları, öğretim programı, ders programı bellidir. Bu süreç içerisinde öğrencide ortaya çıkan sonuçlar aşağı yukarı bellidir...

Sosyal inşacı perspektif, eğitimi çeşitlendiren ve yeniden inşa etme sürecidir. Demokratik olma durumu da öğrencilerin kendini inşa edip etmeme durumuyla ilgilidir. Öğrenci yaygın eğitim anlayışında hak ve sorumluluk temelli yetiştirilir. Zihnimiz hep böyle tekli dizgeler arıyor, bu böyledir, bu şöyledir diye...

Aslında alternatif eğitim mevzuu tam da bunu reddeden bir yaklaşım. Tam sosyal inşacı bir yapıdır. Bu sebeple her ne kadar tanım yapmaya çalışsak da, o bu tanıma direniyor.

Eğitimde sosyal inşacı yapıyı biraz detaylandırabilir miyiz?

Eğitimde kavramsal düzeyde pozitivist olmayanı, sosyal inşacı bir tarafı tanımlamak bir tarafıyla. Alternatif eğitimin yaptığı şey aslında süreci ön plana çıkarmak
Eğitimde kavramsal düzeyde pozitivist olmayanı, sosyal inşacı bir tarafı tanımlamak bir tarafıyla. Alternatif eğitimin yaptığı şey aslında süreci ön plana çıkarmak

Bugün taslak olarak bir öğretim programınız var, o programı tüm ülkeye sonuç odaklı şekilde uyguluyorsunuz. Modernist, pozitivist bir yaklaşım. Böyle tanımladığınızda öğretmenin statüsünü de belirliyorsunuz. Öğretmen her koşulda ilgili kazanımı verecek, bu beceriyi kazandıracak... Alternatif eğitim dediğimizde, seneye aynı programı uygulamak gibi bir durumla karşı karşıya değilsiniz.

Bugün buraya geldim ve hiçbirinizi tanımıyordum. Birlikte oturduk, konuşarak bir dil inşa ediyoruz.

Alternatif eğitimde de, öğretmen öğrenciyle karşılaştığında, öğrenciye ve öğrenme sürecine dair bilgisi bir a priori bilgidir.

Alternatif eğitimde de, öğretmen öğrenciyle karşılaştığında, öğrenciye ve öğrenme sürecine dair bilgisi bir a priori bilgidir.

Yeni deneyimler karşılıklı etkileşimlerle bir şeyler üretilir, a posteriori bir bilgiye sahip olur. Fakat ertesi gün yine a priori bilgiyle güne başlar. Dünkü deneyim üzerine bugünkü deneyimi ile hermenötik daireler gibi yeniden inşa ettiği bir yapı.

Öğretmen sınıfa girdiğinde aslında yeni bir dizge üretiliyor ve her yeni karşılaşmada yeniden anlamlar üretiyor. Onun için genellikle alternatif eğitimde bir taslak vardır ve bu çok genel bir taslaktır. O temayı birlikte inşa eden kişiler aslında öğrenme ortamındaki öznelerdir. Öğretmendir, öğrencidir, yeri gelir velidir. Birlikte üretilen sosyal inşalardır. Diğer bir deyişle etkileşimsel öğrenme süreci.

Müfredat nedir hocam burada? Biz müfredat dışında düşünemiyoruz ya...

Bir dizge aslında. İlkeler bazında gidilir genellikle. Öğrencinin sürece katılması, dizgeyi başkalaştıran bir şeydir. Sadece Türkiye örneği için değil, diğer modern ülkelerde de müfredatta öğrencinin bir payı yok! Bizde öğrenci meclisleri var ama bunların hiçbirisi o yapının bir parçası değil.

Örneğin Bodrum’daki Mutlu Keçi İlkokulu’na arkadaşlardan birisi gidip gözlemleyecekti. Okulla iletişime geçti, “öğrencilere soralım” cevabını aldı. Okul hafta başında öğrencilerine sordu. Öğrenciler, “Gelmesin” dedi. Arkadaşımız gidemedi. Öğrencinin sürece katılması böyle oluyor.

Modern dizgede müfredatı, öğretim programını belirleyen bir faktör olarak öğrenci yok. Ayrıca bakın çocuk kavramı modern bir şey. Çocuk kitabı diyorsun, çocuk yazmıyor bu kitabı. Yetişkinlerin dünyasında üretilen çocuk tasavvuruna uygun kitaplar bunlar.

Eleştirel pedagojinin ana akımında yer alan, “eğitim dediğiniz şey bir toplum mühendisliğidir, ideolojik aygıttır” laflarının karşılığı olarak da var zaten. Öğrenciye biz o tasavvuru sunuyoruz. Onu, özne olarak karşına oturtuyorsan, onunla bir iletişim içerisinde bunu inşa ediyorsan katılımcılıktan bahsedilebilir.

Müfredat, öğrenciden bir makbul vatandaş çıkartma süreci oluyor nihayetinde.

Evet, makbul vatandaşı yetiştirmek için uyguluyorsunuz. Ama başka bir şey söyleyeyim: Çokkültürlü eğitim tartışmalarında bile, eğer siz çokkültürlülüğü de mutlak hakikat olarak kabul ederseniz, o da bir toplum mühendisliğine dönüşür.

Ulus devleti değiştirmek için eğitim derseniz, o da toplum mühendisliğidir. Alternatif okulların farklılığı burada. O süreç içerisindeki farklı yaklaşım biçimleri, alternatif okulların alt bağlamlarını değiştirmeye başlıyor. Birlikte bir dil oyunu kuruyoruz ki bunu Wittgensteincı anlamda kullanıyorum. Bir tahakküm kurmuyorsunuz. “İlla benim dediğim olacak” diye bir şey yok. Etkileşimsel öğrenme, birlikte inşa etme.

Bu alternatif eğitim yollarını alternatif yapan şey, modernin pozitivist paradigmaya karşı duran epistemolojinin ürünleri olmasıdır.
Bu alternatif eğitim yollarını alternatif yapan şey, modernin pozitivist paradigmaya karşı duran epistemolojinin ürünleri olmasıdır.

Mesela sonuç odaklı değildir bunlar. Sonuçta ölçülecek bir şey vardır, o şeyle alternatif okulların ölçülecek şeyi aynı değildir. Amaçlar da farklıdır.

Sonuç odaklı derken diploma mı demek istiyoruz burada?

Davranış sergilemek. Milli Eğitim’in temel amaçları vardır ki bunların hepsi tanımlanmıştır. Kimileri için temel hedef bu amaçlara ulaşmakken, kimileri için diploma, kimileri içinse iş sahibi olmaktır. Mesela Almanya’da yaşayan Türk kökenli bir kız öğrenciye annesi, “Belirli bir yaşa geldin, başını kapatman gerekiyor” der. O da kapanır ve okuluna gider. Almanya’da öğrenciler okulda özne olarak kendi dilediklerini yerine getiriyorlar, çok kültürlü bir eğitim söz konusu... Öğretmeni öğrenciye, “Neden başını kapattın, annen mi ailen mi zorladı?” diye sorar. O da, “Hayır, ben kendim istedim” der. Sonra olayı üçüncü tekil kişiye aktarırken, “İtiraf etmek gerekirse aslında annem istedi. Annemin orada zor durumda kalmaması için kendim istedim, dedim” der. Bu yaşanmış bir hikâyedir. Sonuç odaklılık şunu görür.

Başörtüsü taktı mı, taktı, bunu kendi mi yaptı, yaptı. Tamam, kendi deneyimi, der. Ama onu iç deneyiminin bir parçası hâline getirmez. O hâliyle alternatif eğitim dediğimizde burada sonuç odaklılıktan çok süreç odaklılık var. Ne demek bu? Karınca gidiyormuş, nereye diye sormuşlar. Hacca gidiyorum, demiş. Hadi canım, ne haccı, demişler. Varamasam da, yolunda ölürüm, demiş. Sonuç odaklı bakarsanız, gitti mi gitmedi mi, dersiniz. Süreç odaklı bakarsanız, giderken neyi deneyimledi, neden gitmek istedi, dersiniz. Arada anlamlı bir fark var. Araç amaç olmuş.

Alternatif eğitimin temel mantığı sürecin deneyimlenmesi aslında…

Evet. Öğretim programını öğrenci deneyimler ve her öğrenci biricik ve tek olduğu için başka biçimde deneyimleyecektir. Montessori’de öğrenci kendi keşfettiklerini yaşar diyebilirsiniz, Waldorf’ta içsel olgunluk dersiniz, diğer taraftan arif olmaktır bunun karşılığı… Âlim mi arif mi ayrımında bunun karşılığı arif olmaktır.

Alternatif eğitim metinlerinde çoğunlukla karşımıza çocuğun mutlu olması, oyun içinde olması, oyunla öğrenmesi çıkıyor. Modern eğitime alışmış ebeveynler için zor bir şey bu... Çocuğumun oyunla vakti geçecek, mutlu olacak ama üniversiteye hazırlanmış olacak mı? Nasıl çözmüşler bu durumu?

Alternatif okul, ben başka bir dizge üretiyorum ve kimseyi ikna etmek zorunda değilim, der. Türkiye’de bu sorundur. Öğrenci modern dizgede üniversite sınavını kazanmalı. Öyle bir mit üretilir ki eğitimin sonu, üniversite eğitimine bağlanır. Bitmez ama bu!

  • Zorunlu eğitim sürecini okudun, üzerine üniversite okudun, yüksek lisans, doktora yaptın, gelirsin 35 yaşına. Yolun yarısı etmiş ve mutlu değilsin hâlâ... Çocuğun var ve onu okula göndermeme hakkın yok mesela, aklına bile gelmez, yasal durumdan bahsetmiyorum burada.

Toplumsal olarak yok. Eğitim tabudur modern toplumda.

“Nasıl göndermezsin, nerede yaşıyorsun sen!” derler. Bırakın onu, üniversiteye hazırlanan bir öğrencinin düne kadar dershaneye gitmemesi, özel ders almaması, okuldaki dersiyle yetinmesi bile başlı başına sorundu. Alternatif okullar bunu vadetmez, onların meselesi değildir bu.

Hatta reddettiği bir şeydir diyebilir miyiz?

Açık açık bunu deklare etmezler kurum oldukları için. Nihayetinde ekonomik bir döngü vardır. Ama oradaki döngü bizim özel okullardaki gibi bir döngü de değildir. Elbette özel okullarda da ticari işler var. Benim okulumu tercih etme sebebi diye bir şey vardır mesela. Bu alternatif okul değildir ama alternatif eğitimi taklit de eden, tamamen ticari bir girişimdir ve ikisi karıştırılmamalı. Aynı zamanda kooperatif oldukları da akıldan çıkartılmamalı.

Özel okulda çocuğumuz ata biner, yüzer, kampüsümüz ormandadır meselesi...

Bir pazarlama hikâyesi yani... Alternatif eğitimin birtakım özelikleri de hakikaten metalaşmış durumda.

Veli sonuçta okuldan somut bir şey bekliyor, üniversite, meslek vs.

Elbette Türkiye’nin gerçekliği, okulların gerçekliği gibi durumlar var. Almanya’da da Abitur tartışması yaşanır. Waldorf okuluna giden çocuk Abitur’u kazanacak mı? Ama iş şu noktaya gelir: Öyle bir çekincen varsa göndermeyeceksin alternatif okula. Bunların mantığı farklı çünkü.

Modern eğitimde müfredat aynı ve herkesin aynı deneyimi yaşadığını varsayıyoruz. İzmir için ayrı, Diyarbakır için ayrı kitaplar hazırlamıyoruz.

Normal şartlar altında bu hikâyenin kaynağı tekli dizgedir. Özellikle 90’lı yıllar mütedeyyin dünyada okul mevzuunun ciddi olarak tartışıldığı bir dönemdi. O dönemlerin temel tartışma konusu bugünün de tartışmasıdır. Tekli dizgeyi inşa etmek işi rahatlatır. Tek bir öğretim programı, tek bir ders kitabı demektir. Niye 12. sınıf tarih ders kitabında Kurtuluş Savaşı’na hazırlık sürecini 7 farklı şekilde yazasınız ki! Sadece Türkiye için değil modern dünyanın gerçeği bu!

Biraz da cari uygulamalardan bahsedelim: Bizde Montessori, Waldorf, Reggio Emilia uygulanıyor. Bunlar diyelim ki İtalyan, Alman deneyimi, Katolik arka plan, faşist bir tarihsel tecrübe... Bütün bunlarla bağlantılı bir şey ortaya çıkıyor. Burada mahalli nitelikler önemli mi? Yoksa alternatif eğitim dediğimiz şey sınırlar ötesi, evrensel bir şey olmak zorunda mı? Türk tipi bir alternatif eğitim üzerine düşünmeli miyiz?

Elbette evrensellik iddiası alternatif eğitimin iddiası değil. Şöyle düşünün, bugün Milli Eğitim dese ki bütün okullar Montessori olacak. Eğitimin alternatifliğinden eser kalmaz o zaman. Tam tersine alternatif olmanın mantığı biricik ve tekliği deneyimlemektir. Farklı okulların farklı bağlamda yeniden inşa edilebilmeleri söz konusu. Eğer bu toprakların gerçekliğinde inşa ediyorsanız, sizin deneyiminizdir zaten.

Bunun için alternatif eğitimci olmaya gerek yok. Bugünkü cari eğitimde de aynı değil mi? Öğretmen, sınıf ve öğrenci farklılığını gözetebilir.

Tabii, öğretmensiniz ve derse giriyorsunuz, üç farklı sınıfta aynı konuyu anlatıyorsunuz. Modern tekli dizgede ders kitabınız, öğretim planınız var. Çocuklar sınava girecek ve üniversiteye yerleşecek. Böyle bir dizgede bile aynı konuyu anlatırken farklı şeyler hissedersiniz.

Eğitim dediğimiz şey eklektik bir şeydir. Yeknesak bir bütün değildir. Evet, düzen netlik vadeder. Fakat kaos iyidir, mikro alanlar, karşılaşmalı alanlar üretir. Klasik eğitim sistemi içerisindeki o karşılaşma alanları, anlam üreten şeylerdir. Burada tam da tekli dizge yerine çoklu dizgiyi önemsemek gerekir.

Bir sınıfta çok keyifli geçer, diğerinde çok sıkıcı, ötekinde ah yine aynı şeyi anlatıyorum, dersiniz. Alternatif model, kullandığı kavramsal çerçeveyi, aşağı yukarı ana izleği belirler. Alternatif, demokratik okul hiç fark etmez bunların hepsi ilkeler olarak belirli ortak kurguları kullanır ama içeriği, öğrenciyle birlikte ürettiği için bu toprakların ürünü de olabilir.

“Gelenek ve yaklaşım” dersek, Waldorf Türkiye şartlarında daha gerçekçi bir proje olarak duruyor. Özellikle proje lafını kullanıyorum çünkü bunların tamamı projedir. Bir dünya tasavvurunu, epistemolojiyi kuramadığı müddetçe, zihnin içerisinde kendinin inşa etmediği bir şey ise bu birazcık proje olur.

Öğretmen sınıfa girince veya öğrencilerle karşılaşınca oraya özgü, çok benzersiz, biricik bir eğitim deneyimi oluşuyor, dediniz. Ahmet Amiş Efendi’yi hatırladım. Fatih türbedarı. İlginç bir sufi… Hoca olan müritlerine diyor ki, dersten önce hazırlık yapmayın! Sınıfa gidin öğrencinin kalbine rabıta yapın. Ve öğrencinin ihtiyacını anlatın.

Verdiğiniz örnek David Sobel’in ekoloji eğitimindeki sevgi terimine denk düşer. Eğitimi niçin ve nasıl yapıyorsun? Mesele bu. Bir meslek sahibi olmak mıdır mevzu veya para kazanmak mı? Yoksa öğrenmekle, gelişmekle mutlu olabilmek mi?

Alternatif modellerde öğretmen değil özne olan, öğrencidir. Siz eğitimi istediğiniz kadar tasarlayabilirsiniz. Karar verici olan öğrencidir. Birlikte inşa edebileceğiniz bir oyundur alternatif eğitim.

Amerika’da Sudbury modelinin kurucularından Mimsy Sadovski: “Okulda öğrencilerimiz herhangi bir derse katılmak zorunda değil. Bir kısmını fotoğraf tab ederken, bir kısmını dans odasında, bir kısmını matematik oyunları oynarken görürsünüz. Marangozhanede çalışanlar var, bir şövalye zırhını stilize edenler var. Kimi ise Orta Çağ üzerine konuşuyordur. Biz bir müfredat uygulamıyoruz, çeşitli sınıflarda öğretmenler ders anlatıyor. Öğrenci dilerse o dersi alıyor, dilemezse almıyor” diyor. Veya İsrail’den Hadera Demokratik Okulu örneğinde öğrencilerin tek yükümlülüğü 8.30’dan 13.30’a kadar okulda bulunmaları. Bu süre içinde öğrenci, kendi müfredatını kendisi oluşturuyor. Bunları okuyunca zihnimde uyanan temel soru bu öğrencinin, okulda bilgi olarak ne öğrendiği oldu. Mesela tarih de öğrenmiş oluyor mu aynı zamanda? Böyle bir okulda tarih eğitimi nasıl verilebilir?

Bugün bizde bırakın orta öğretim çocuklarını, tarih bölümlerinden mezun olan arkadaşlara desek ki “Sivas Kongresi’nin maddelerini say” mutlaka unuttukları olacaktır. Çünkü kavrama düzeyinde bilgi başka bir şey. Mesela, Waldorf eğitiminde Osmanlı tarihi var. Ama orada öğrencinin katıldığı, kavradığı yordamlar geliştirmek esastır. Hiç Uruguaylı birisini tanımıyorsanız Uruguay’ı tanıyan birisinin ürettiği bilgiyi kullanırsınız. Ta ki Uruguaylı birisiyle tanışıp kendi bilginizin etkileşimini inşa edinceye kadar.

Öğrenci merkezliliğe vurgu yapınca, ben de derim ki, öğretmen orada boşuna mı anlatıyor, öğretmene orada boşuna mı maaş veriliyor?

Alternatif modellerde öğretmen değil özne olan, öğrencidir. Siz eğitimi istediğiniz kadar tasarlayabilirsiniz. Karar verici olan öğrencidir. Birlikte inşa edebileceğiniz bir oyundur alternatif eğitim.

Burada 2005’lerde başlayan bugün de devam eden genel eğitimde öğrenciye bilgiyi mi vereceğiz beceri mi kazandıracağız tartışmasına değineyim. Beceri kazandırma mevzuu tam da budur: Öğrencinin ne söylediğine bakmayacaksın, o söylediğini nasıl inşa ettiğine bakacaksın.

Yapısal bir sorun yok mu alternatif eğitimle alakalı? Madem özne çocuk, ama alternatif eğitimi de kendi seçmiyor, ebeveyni seçiyor.

Yapısal sorundur ama o okula giden bir öğrenci için de oradaki deneyim süreci önemli ve belirleyicidir. Bakarsınız, mutluysa evet, tercih artık onundur.

Modern eğitimden yaralanmış bir ebeveyn, çocuğunu çok yüksek beklentilerle bu okullara gönderiyor. Çevresine, akranlarına göre çizgi dışı bir eğitim alması meselesini araçsallaştır mıyor mu bu sefer de?

Öyle bir şey var alternatif için, bu aynı zamanda normal eğitim için de geçerli. Türkiye’de veya dünyada bir dil yetmez iki, iki yetmez üç, üç yetmez dört gibi bir genel söylem repertuarı var. Birey kendi yaşayamadığı hayalleri çocuğunda yaşatarak sürdürebilir kılmanın yolunu arıyor. Almanya’dan bir arkadaşım kızı Mehlika ile Türkiye’ye tatile gelip padişah türbelerini geziyor. Aradığımda, Ertuğrul Gazi’nin türbesindeydiler.

Pargalı İbrahim’in sarayını merak etmiş kızı, illa gidelim demiş ve İslam Eserleri Müzesi’ne gitmişler. Görüştüğümüzde bana diyor ki: “Biz zamanında yapamadık. Almanya’da Osmanlı düşüncesi çalışacaktım. Almancam yoktu, Çocuğumun şu anda Almancası var, ana dili Türkçe, İngilizce de öğreniyor ve Almanya’da Latince de öğrenecek.” Böyle bir söyleme karşı kızı “hayır” diyorsa bu bir tahakkümdür. Ama o dili birlikte üretiyorlarsa, ki gayet keyifli görünüyorlardı, sorun yok.

Karşılıklı diyalogla inşa edildiği sürece hiçbir sıkıntı yok. Edilmediği sürece tahakkümle tam da alternatif eğitimin ruhuna aykırı bir durum olur. Çocuk istemediği hâlde yapıyorsanız toplum mühendisliği dediğimiz şey olur.

Modern yaygın eğitim diyoruz. Burada zorunlu eğitimi kastediyoruz. Bir de alternatif diye ikinci eğitimden bahsediyoruz. Modern eğitimi bütünüyle yıkıp alternatif eğitim kurmak mevzuat bakımından mümkün değilse, bir alternatif eğitim aşısı yapılabilir mi? Yapısal olarak mümkün mü?

Eğitim dediğimiz şey eklektik bir şeydir. Yeknesak bir bütün değildir. Evet, düzen netlik vadeder. Fakat kaos iyidir, mikro alanlar, karşılaşmalı alanlar üretir. Klasik eğitim sistemi içerisindeki o karşılaşma alanları, anlam üreten şeylerdir. Burada tam da tekli dizge yerine çoklu dizgiyi önemsemek gerekir.

Bir alternatif eğitim ekolünü ana akım yaptığınızda zaten alternatifliğini bir kenara bırakın, o alternatifi reddeden öznelerin eğitim hakkı da engellenmiş olur. Mümkün olduğu kadar eklektik yapmakta fayda var. Modern dizge der ki: Eklektik yapma! Der ki: Bu Waldorf, bunun temel yöntemi böyledir. Hayır, tam tersine iç içe geçmiş olmalı ki anlamsal çerçeve üretebilsin.

Bugünkü mevzuat ve öğretim programları nasıl algılanıyor?

Bugün öğretim programı normali tanımlar, onun altı veya üstünü yapmak öğretmene kalır. Altı derken öğrenme güçlüğü çeken öğrenci varsa, öğretmenin çeşitli aktiviteleri, etkinlikleri yeniden tasarlaması, okul dışını bunun içine katması gibi özellikler gerekir. Üstün yetenekliyse, beceri kazandırmaya yönelik etkinlikler gibi. Bu hâliyle baktığımızda, alternatif eğitim ekolleri, tam da bu çoğulculuk alanına tat katacak, anlamı inşa etmeye olanak sağlayacak yaklaşımlardır. Tekli dizgeyi çoğullaştırır. Bu eklektik yapı hakikaten bir derinlik de katabilir. Alternatif eğitim dediğimiz mevzu eğitimin anlamsal derinliğini arttıracak bir şeydir.

Türkiye’de mevzuat Tevhidi Tedrisat Kanunu vs. alternatif eğitim uygulamasına ne kadar müsait?

İsteyen istediği öğretim programını kullanabiliyor aslında. Program geliştiriliyor ve Talim Terbiye Kurulu bunu onayladığında uygulayabiliyor. Nitekim güncel örnekleri var. Ben bir okul açtım, bu okulun öğretim programı şudur, deyip Talim Terbiye Kurulu’nun onayından geçtiğinde zaten uygulayabiliyorsunuz. Elbette temel kıstaslara uymak şartıyla.

Bizim 4+4+4 zorunlu eğitim çok uzun bir süre geliyor bana. Oralardan geçtik ama bitmek bilmiyor, çocuğun en güzel çağları okulda geçiyor. Günde 8 saat tam gün eğitim alıyor, mutlu olmuyor. Uzun bir süre ve ömrün önemli bir kısmı. Bu süre konusuna ne diyorsunuz, alternatif eğitim ne diyor bu konuda?

Alternatif eğitim zorunlu eğitime “hayır” der. Elbette kendi içlerinde süre tanımlamaları vardır. Burada süre mevzuunu olgunluk üzerinden tanımlamalı. Siz zorunlu eğitimi 12, 16, 18 yıl yaparak neyin olgunluğuna eriştirmek istiyorsunuz?

Hangi insana ulaşmak istiyoruz?

Bu bizim okullarımız neden var sorusuyla eğitimin amaçlarına geri döner. Çünkü kurum olarak okul, ona yüklenen misyonlarla birlikte var. O misyonlar, Milli Eğitim’in temel amaçlarını belirler. Milli Eğitim’in temel amaçlarının gerçekleşmesi için derslere birtakım amaçlar verilir. Tabii bütün bu hikâyede tartışılmayan yer burasıdır.

Çünkü hiçbir özne, Milli Eğitim’in temel amaçları benim çocuğumda gerçekleşsin diye çocuğunu okula göndermez. İş sahibi olsun diye gönderir. Böyle olduğunda iş sahibi olmanın karşılığıdır 4+4+4+lisans, sonra belki yüksek lisans+doktora. Bu açıdan baktığımda elbette uzundur, ömrün tamamı eder. Burada olgunluk kriteri önemli bir kriter. Onu yetişkin yapacak özellikleri kazandırma süreci. Waldorf’ta değişir, Montessori’de değişir.

Şu an alternatif eğitimde çocuklar hangi aşamadalar? Lise mi ortaokul mu?

Daha çok okul öncesi ve ilkokul. Lise de var uygulayan ama az. Okul öncesinde fazla olmasının temel nedenini kapitalizmle ilişkisine bağlıyorum.

Birçok özel okulun kendini pazarlama stratejisi “Anaokulunda Montessori eğitimi veriyorum” oldu. Sonrasında Montessori’ye devam etmiyor, normal eğitime geçiyor. Birinci sınıfta “eline kalemi al” dendiğinde, “ben yazmam” diyor çocuk. “Böyle olmamayı öğrendim” diyor hatta. Karmaşa çıkıyor. Çocuk sonrasında neye dâhil olacak, anaokulunda öğrendiği şey bastırılabilir bir şey gibi ama adapte olmayan çocuk da olmuyor yani…

Daha önce söylediğim o kaos alanı burada ortaya çıkar. Sorun bu mudur, yoksa çocuğun o yazıyı yazmasını gerekçelendiremeyen öğretmen midir?

Çocuğu ikna etmek mi önemli?

Tabii, birlikte bir dil kurmaktan bahsediyoruz. Birlikte öğrenme ortamını inşa etmekten bahsediyoruz. İşin bir tarafı şu, çocuğa anaokulunda Montessori’yi verdik, o zaman normal okula giden çocukların hepsine istediğimizi yaptıralım! Öğretmenin her yaptığı şeyi zaten ikna etmesi lazım. Burada öğretmenin otoritesi kavramını tartışmak gerekir. Alternatif eğitimde de, öğretmenin hiyerarşisi istediğiniz kadar yok deyin, oyunun dizgesini kuran olarak ve kolaylaştıran olarak var. Yaş ile bilgiyle kurulan bir otorite var. Bu elbette modern okul dizgesine bakıldığında görülen bir otorite değil. Farklı olan şey bunu gerekçelendirirken alternatif eğitimin sürekli referans verdiği sevgi ve empati. Buradaki temel soru, öğretmen özneyle kurduğu iletişimde neden onu ikna edemiyor? Öğrencinin problemi değildir, bunu yapmak istemiyorum, diyor. Neden istemiyor?

O isteği onda uyandırmakla alakalı stratejik bir şey bu.

Öğretmenin pozisyonu sorun çözmek, onlarla birlikte konuştuğu dili üretmek. Bunun neden olması gerektiğini gerekçelendirmektir. Birinci sınıftaki bir öğrenciye rasyonel bir gerekçe sunulamayabilir. Öğretmen o zaman onun anlayabileceği, istediği bir formda alternatif etkinlikler üreterek sorunu çözmelidir.

O zaman burada model ortaya çıkıyor. Öğretmen bir modele dönüşüyor. Adını koymasa bile bir anda bizim alternatif eğitim diye etiketlediğimiz ve yücelttiğimiz şeyi görüyoruz öğretmende.


Eğitimin kendisi de budur aslında. Alternatif eğitim aslında yaygın söylem repertuarı dışında “örnekleri uygulayan” anlamında kullanılır. Alternatif eğitim mevzuunun somut örneğini ürettikçe, örnek çalıştıkça, görüldükçe, meydan okumalara çözümler üretildikçe yeniden inşa edilecek bir şeydir. Onun için de bu uygulama örneklerinin artması gerekir. Hep söylenilen laftır, deneyimleyip göreceğiz.

Bir arkadaşım şu an devlet okulunda Türkçe öğretmenliği yapıyor. Suriyelilerin dışında başka yabancı öğrencileri de var. Bu öğrenciler normalde Türkçe dersine dâhil olamıyorlar. Milli Eğitim’e yazıp bu çocuklara Türkçe dersini kurs şeklinde yapalım, dediler. Haftanın belli günlerinde çocukları sınıflardan çekip, kursa dâhil edip bir yılda düzgün Türkçe öğrettiler. Böyle yapmasalardı sınıfların içerisinde kaynaştırma öğrencisi olan çocuklar sıkılıyor, öfkeleniyor, anlamıyordu hiçbir şeyi.

Orada öğretmenin pozisyonu, karşılaştığı soruna çözüm üretmek. Nitel araştırma desenlerinden bir tanesi eylem araştırmasıdır. Bir sorunla karşılaşırsın, o soruna yönelik bir çözüm üretirsin ve öğretim tasarımını yapar uygularsın. Sonuçlarına bakarsın çalışıyor mu çalışmıyor mu? Buradaki sorunu aşmak için o alan rahatlıkla kullanılabilir. Öğretmenin, velinin, okul müdürünün kendisine sorması gerekiyor. Kendi çözümlerimiz, daima en değerli olandır. Alternatif eğitim de bunu söyler.

Müfredat meselesiyle alakalı yeni kitaplar yazılıyor, yeni döneme yetişecek. Ders kitaplarının diliyle alakalı bir sorun var, tasarımıyla alakalı başka bir sorun var. Bir de İzmir’deki ile Diyarbakır’dakini eşitleyen bir yaklaşım var. Bu da sorun gibi görünüyor. Sizce de bunlar sorun mu?

Orada yapısal sorunu aşmadan birçok şey aşılmaz. Yapısal sorun ders kitabının ders kitabı olmasıdır. Ders kitabı varsa sorun vardır. Herkesi memnun etme şansınız yok. Tekli bir dizge çünkü.

Ne yapmak lazım mesela? Öğrenci metinle nasıl karşılaşır, anlama, kavrama melekesi nasıl gelişir?

Ders kitabını bu kadar merkezileştirmek tam da seküler teolojidir. Bunun yerine ders kitapları olmasın demek de büyük bir iddiadır. Kitapları ana metin olarak kullanmayacak olan da öğretmenlerdir. Onlara kimse demez ki, neden kullanıyorsun ya da kullanmıyorsun. Öğretmen oturup kendi dersi için etkinlik hazırladığında, “Neden hazırladın!” denmez. Burada ders kitabı ana kavramsal çerçeveyi oluşturacak bir bağlam, onu derinleştirecek, sınıfa göre kişiselleştirecek ve yeniden üretecek olan öğretmendir. Öğretmenin buradaki fonksiyonu, o dizgede öğrencileri için onların dünyasından başka şeyler üretmektir. Ders kitabını herkesin kabul edebileceği referans çerçevesini oluşturacak ana bir metin hâline dönüştürmek fetişleştirmektir.

Şimdi öğretmenlerdeki kitaplara göre akıllı tahta sistemi organize ediliyor. Hafta sonu verilen kurs malzemelerini de Milli Eğitim gönderiyor. Dönem dönem yazılar geliyor, kaynak kitap kesinlikle kullanılmaz ve tavsiye edilmez diye. Bunun nasıl önüne geçilecek?

Bu sorunun muhatabı elbette ben değilim. Söylediğim şey ders kitabının dışında materyal bir kitap değil. Tam tersine öğretmenin ürettiği çalışma yaprakçığı. Sınıf için güncelleştirdiği, sınıfla birlikte ürettiği çalışma. Ders kitabını tekleştirip dağıtıyorsunuz, çalışma yaprakçığını da tekleştirirseniz bir anlamı yok. Zaten ders kitabı var. Burada öğretmenin üreteceği sınıfla girdiği iletişim üzerinden seviye olarak hem altı hem üstü yakalayabilmesi. Bir bilen değildir öğretmen, birlikte bir oyunu dizayn edendir. Nihayetinde devletin, Milli Eğitim’in birtakım amaçları vardır. Onun resmî bir belgesidir kitaplar. O resmî belgenin dışında öğretmenin de sınıfla birlikte kullanabileceği eğitim materyallerini kendisi üretmesi gerekir. Zümrede bunlar yapılabilir mesela.

Yayınları biraz konuşmak lazım. Bir literatür var gibi Türkiye’de alternatif eğitimle alakalı, siz nasıl buluyorsunuz?

Literatür oldukça zengin. Üniversite özelinde yapılan çok sayıda tez vardır, diğer taraftan ana metinlerin çoğu çevrilmiş durumda. Montessori, Reggio Emilia, Ivan Illich, Paulo Freire’nin metinleri, Alternatif Eğitim Dergisi… Uygulama açısından bunu ete kemiğe büründürmektir sorun.

Illich bugün yaşasa, Türkiye topraklarında bir okul kurardı, metinlerimi okuyun, demezdi. Bugün alternatif akıma gönül veren, kafa yoranlar bunların mikro örneklerini inşa etmeli. Bir anne baba çocuğu varsa, alternatif eğitimle ilgili bir metin okuyorsa, kendi çocuğuna hafta sonu için iki saatlik bir çalışma planlayabilir. İlla bu işi uzmanlara bırakmanız gerekmez.

Temel mevzu burada öğrencinin keşfederek öğrenmesidir. Keşfederek öğrenmeyi kendi hayatında zaten kullanabilir her birey. Burada eğitim materyallerine de çok profesyonalist yaklaşıldığında, ebeveynler hem çocuklarına hem de çocuklarıyla girecekleri etkileşimsel öğrenme süreçlerine yabancılaşır. Aileler örneğin müze gezisini keşfedici bir oyun hâline de getirebilir. Ayasofya’da bir ayna var, ayna ile ilgili bir şeyler konuşursunuz çocuğunuzla. Orayı gezerken çocuğunuz ayna nerede, der. Siz de bak bakayım nerede diye onu araştırma yapmaya teşvik edersiniz. İlla makro çözümler üretmek gerekmiyor. Eğitim sisteminden şikâyet eden, ısrarla şikâyetini dillendirmek yerine kendi çözümünü üretmeye çalışırsa, kendi sorununu çözmüş olacaktır.

Müfredat, şartlar uygun olsaydı ve Pamuk modeli yapacak olsaydınız nasıl olurdu?

Böyle bir model olmazdı elbette. Bir şeye adını veriyorsanız o şey süreç içerisinde kurumsallaşır. Kurum zaten şeyleşmedir. Yani ürettiğinizi unutursunuz ve ürettiğinize sizin sorunuzdaki modele yabancılaşırsanız artık sizin olmaz.

Sabah uyandığında yeni bir güne uyanıyorsun yeni etkileşimle kimliğini yeniden inşa ediyorsun. Karşımda benden daha liberal bir birey varsa ben muhafazakârım. Ama benden daha muhafazakârı varsa liberalim. Öyle bir modeli tek başına inşa etme şansınız yok. Karşılaştığınız öznelerle birlikte inşa ettiğiniz bir öğrenme ortamı var.

Mikro örnekte yapıyor muyum? Evet, yapıyorum, deneyimliyorum. Sistematik olsun mu, olmasın mı? Zor kararlar ve süreçteki paydaşlarla alınacak kararlar. Çünkü çiti belirlemek inanılmaz zor. Onun için öyle bir modeli şu an için bilmiyorum. Bir gün adını koyalım dersek, o gün inşa edilirken kimlerin olduğuna ve o anki ruh hâline bağlı.

Politik kimliklerin alternatif eğitime dair bir çerçevesi var mıdır? Bu meselede ön alan, yayın yapan, literatür, tez ve yaklaşım üretenler genellikle sol bir çevre diyebilir miyiz? Bu konuda muhafazakârlar, dindarlar ne durumda?

Bence karşıdan baktığınızda sol gibi gözüken ama yakınlaştığınızda tüm politik kimliklerin olduğu bir alan alternatif eğitim. Bugün Türkiye’deki tüm politik kimliklerin alternatif eğitim meselesini düşündüğü ya da düşünmesi gerektiğini söyleyebilirim. Sadece eğitimde değil, diğer alanlarda da modern dizgeye karşı olan bütün gruplar alternatif tıp nedir ne değildir, sağıltma nedir ne değildir diye bakıyor.

Gerçek gıda, helal gıda, ekolojik ürün, organik ürün, gıda topluluğu diyor. Öznenin mutlu olamama durumu politik kimliklere göre değişen bir şey değil. Modern insan çünkü. Modern insanın tüm kimlikleri kendini şu an sorunlu görüyor. Modernite tedirginlik hâli veriyor. Yarın şöyle olacak diyenin kendisi olduğunu iddia ettiği hâlde tam tersine yarının belirsiz olduğunu hissettirerek tahakküm kuruyor ve bunu sorgulamayı engelleyici bir işlev olarak görüyor.

Hocam çok teşekkür ederiz. Çok yararlandık. Alternatif eğitim üzerine düşünmeye devam...

Ben teşekkür ederim bu söyleşi için.

  • Akif Pamuk kimdir?
  • Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim üyesi. 1983’de Kütahya’da doğdu. Lisans, yüksek lisans ve doktorasını Marmara Üniversitesi’nde tamamladı. Tarih yazımı, tarih öğretimi, eleştirel pedagoji, kimlik, vatandaşlık ve postmodernizm konularıyla ilgili çeşitli makaleleri bulunmakta. Kitapları: Kimlik ve Tarih Kimliğin İnşasında Tarihin Kullanımı, Savaşın ve Göçün Çocukları: Geçmişin Sesinden Arnavutköy.